İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/24 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/22193 Karar No. 2020/9107 Tarihi: 23/09/2020 l YAŞ DIŞINDA EMEKLİLİK KOŞULLARINI TAŞIDIĞI İÇİN İŞ SÖZLEŞMESİNİ SONA ERDİREN İŞÇİYE KIDEM TAZMİNATI ÖDENMESİNİN GEREKTİĞİ lYAŞ DIŞINDA EMEKLİLİK KOŞULLARINI TAŞIDIĞI İÇİN İSTİFA EDEN İŞÇİNİN YENİ-DEN ÇALIŞMAYA BAŞLAMASININ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI NİTELİĞİNDE OLMADIĞI ÖZETİ Davacı davalı işyerinde yaş hariç emeklilik koşullarını sağladığına ilişkin SGK’dan aldığı belgeye dayanarak 1475 sayılı mülga İş Kanununun halen yürürlükte bulunan 14/5 maddesine göre istifaen ayrılmıştır. Davacı istifadan 6 gün sonra başka bir bankada tekrar işe girmiştir. Mahkeme davacının istifada samimi olmadığı davalı bankadan ayrılıp kısa süre sonra başka bir bankada işe girmesini dürüstlük kurallarına uymadığı gerekçesiyle davacının kıdem tazminatı talebini reddetmiştir. Davacı işçi kanunun kendisine tanıdığı bir hakkı kullanmıştır. 6 gün sonra başka bir iş yerinde tekrar işe başlaması hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilemez. Davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi hatalıdır. Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 08/05/2000 tarihinden 13/10/2015 tarihine kadar, davalı iş yerinde en son kredi operasyon biriminde ”uzman” unvanı ile görevini ifa ettiğini, davacının 13/10/2015 tarihli dilekçesiyle 1475 sayılı mülga iş Kanunu’nun halen yürürlükteki 14/5 maddesi uyarınca SGK’dan en az 15 yıl sigortalılık ve en az 3600 gününün bulunduğu hususunu belgelendirerek, davalı iş yerine ibraz ettiğini ve iş yerinden tüm yasal haklarının ödenmesini talep ederek, ayrılmak istediğini bildirdiğini, davalı işverenin davacıya ” bankamız uygulaması gereğince, işten ayrılma tarihinden itibaren 3 aylık süre içerisinde, başka bir iş yerinde çalışmadığınız tespit edilmesi halinde işten çıkış tarihi itibari ile bankamızca hesaplanan ödenecektir” şeklinde beyanda bulunduğunu ve hiçbir ödeme yapılmadığını, davacının iş yerinden en son almış olduğu ücretin brüt 4.941,75.-TL olduğunu, davacıya yılda 1 defa maaş tutarında prim verildiğini, özel sağlık sigortası, bireysel emeklilik sigortası, ulaşım ve yemek (günlük )12,00.-TL işveren tarafından karşılandığını iddia ederek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla; 58.000,00.-TL kıdem tazminatı alacağını davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının banka nezdinde 08/05/2000 tarihinden, 14/10/2005 tarihine kadar çalıştığını, davacının son görev yeri ve unvanının Host servis merkezinde Küresel Bankacılık ve Kurumsal Merkezler Kredi Operasyonları uzmanı olduğu, davacının son aylık brüt ücretinin 4.491,75.-TL olduğunu, davacının 16/10/2015 tarihinde davalı bankaya istifa dilekçesi vererek emeklilik nedeniyle iş sözleşmesini sona erdirdiğini belirttiğini, davacının her ne kadar 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. Maddesi kapsamında yararlanma şartlarına haiz olduğunu belirtmiş ise de, davacının gerçek manada, yasanın emekli olacaklara sunduğu hakkı kötü niyetli olarak kullanma yolunu tercih ettiğini, davacının yasal koşullara sahip olmasına rağmen, önce iş bulduğunu ve sözleşme imzaladığını, daha sonra ise iş sözleşmesini yaş hariç emeklilik koşullarını taşıdığı gerekçesiyle feshettiğini, zaman aşımı itirazında bulunduğunu savunarak; davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkeme toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Gerekçe: 1-Davacı davalı işyerinde yaş hariç emeklilik koşullarını sağladığına ilişkin SGK’dan aldığı belgeye dayanarak 1475 sayılı mülga İş Kanununun halen yürürlükte bulunan 14/5 maddesine göre istifaen ayrılmıştır. Davacı istifadan 6 gün sonra başka bir bankada tekrar işe girmiştir. Mahkeme davacının istifada samimi olmadığı davalı bankadan ayrılıp kısa süre sonra başka bir bankada işe girmesini dürüstlük kurallarına uymadığı gerekçesiyle davacının kıdem tazminatı talebini reddetmiştir. Davacı işçi kanunun kendisine tanıdığı bir hakkı kullanmıştır. 6 gün sonra başka bir iş yerinde tekrar işe başlaması hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilemez. Davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi hatalıdır. Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 23.09.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verilmiştir. kaynak çalışma ve toplum
Daily Archives: 15/02/2021
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/17 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/23586 Karar No. 2020/9326 Tarihi: 24/09/2020 l İŞ GÜVENCESİ KAPSAMINDA OLAN İŞÇİLERİN KÖTÜNİYET TAZMİNATI İSTEYEMEYECEĞİ ÖZETİ: 4857 sayılı İş Kanununun 17 nci maddesine göre kötüniyet tazminatına hak kazanılabilmesi için öncelikle işçinin iş güvencesi kapsamında olmaması gerekir. Davalıya ait işyerinde çalışan sayısının 30 işçi kriterini aşıp aşmadığı belirlenerek sonucuna göre feshin kötüniyetli olup olmadığı da yeniden değerlendirilmek suretiyle bir karar verilmelidir. Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı, kötüniyet tazminatı ile fazla çalışma ve yıllık ücretli izin alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir. Temyiz: Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasında kötüniyet tazminatı şartlarının oluşup oluşmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Fesih hakkını kötüye kullanan işveren, 17 nci madde uyarınca bildirim sürelerine ait ücretin 3 katı tutarında tazminat ödemek zorundadır. Bahsi geçen tazminata uygulamada kötüniyet tazminatı denilmektedir. Kötüniyet tazminatına hak kazanma ve hesabı yönlerinden 4857 sayılı İş Kanunu önemli değişiklikler getirmiştir. Öncelikle 17 nci maddenin altıncı fıkrasının açık hükmüne göre, iş güvencesi kapsamında olan işçiler yönünden kötüniyet tazminatına hak kazanılması mümkün değildir. Somut olayda; davacı işçi kötüniyet tazminatı talebinde bulunmuş, mahkemece davacının iş güvencesi kapsamında olup olmadığı yönünden herhangi bir araştırma ve değerlendirme yapılmaksızın isteğin kabulüne karar verilmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere, 4857 sayılı İş Kanununun 17 nci maddesine göre kötüniyet tazminatına hak kazanılabilmesi için öncelikle işçinin iş güvencesi kapsamında olmaması gerekir. Davalıya ait işyerinde çalışan sayısının 30 işçi kriterini aşıp aşmadığı belirlenerek sonucuna göre feshin kötüniyetli olup olmadığı da yeniden değerlendirilmek suretiyle bir karar verilmelidir. Eksik incelemeyle yazılı şekilde verilen karar hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. 3-Somut olayda; davacının fazla çalışma ücreti talebinin kabulüne karar verilmiştir. Ancak, hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının bir dönem 19.00-08.30 saatleri arasında çalıştığı belirtilerek hesaplamaya gidilmiş ise de; davacı tanığı beyanlarında mesainin bitiş saati 08.00 olarak açıklanmış olup buna göre davacının saat 08.30’a kadar çalıştığının kabulüyle sonuca gidilmesi hatalı olmuştur. 4-Diğer yandan, dosya içinde 2012-2013-2014 yıllarına ait imzasız ancak fazla çalışma tahakkuku içeren bordrolar ile yine 2014-2015 yıllarına ait imzalı puantaj kayıtları (hesapları) sunulmuş olup sözü edilen kayıtlar değerlendirilmeksizin fazla çalışma ücreti hesabı yapılması hatalı olmuştur. Bunun yanısıra, davalı tarafça davacının fazla çalışmalarıyla ilgili ödeme savunmasına ilişkin olarak sunulan tabloların bilirkişi tarafından değerlendirildiği görülmekte olup tahakkuklarda geçen ödemelerle davalı işverenin tablo olarak sunduğu ödeme savunması karşılaştırılarak yapılan ödemelerin imzalı ya da imzasız belgelerde geçen fazla çalışma ücreti tahakkuklarıyla ilgili olup olmadığı da belirlenmeli ve sonucuna göre istekle ilgili hüküm kurulmalıdır. Öte yandan, hükme esas alındığı belirtilen bilirkişi raporunda belirlenen fazla çalışma ücreti alacağıyla mahkemenin kabul ettiği miktar birbiriyle uyumsuz olup bunun nedeni de anlaşılamamıştır. Bu husus da ayrı bir bozma nedenidir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 24.09.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/17 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2020/3079 Karar No. 2020/10129 Tarihi: 01/10/2020 l İSTİFA l İŞVERENİN İŞÇİLİK ALACAKLARINI ÖDEME VAADİ İLE İŞÇİDEN ALDIĞI İSTİFANIN GEÇERLİ OLMADIĞI l İSTİFA SONRASI BİR SÜRE DAHA ÇALIŞMANIN SÜRMESİNİN İKALE OLARAK KABUL EDİLECEĞİ l İRADE FESADINA DAYANAN İSTİFA HALİNDE FESHİN İŞVERENCE GERÇEKLEŞTİRDİĞİNİN KABUL EDİLECEĞİ l İSTİFADE İRADE FESADININ HER TÜRLÜ DELİLLE KANITLANABİLECEĞİ ÖZETİ İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir. İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur. İşverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, gerçek bir istifa iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir. İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Dairemizce bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği, bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir İstifa iradesinin bulunmadığına yönelik olarak irade fesadı iddiası tanık dahil her türlü delil ile ispatlanabilir Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalı iş yerinde 09/03/2005-26/05/2014 tarihleri arası çalıştığını, iş sözleşmesinin davalı işverence haklı neden olmaksızın feshedildiğini, fesihten yirmi gün sonra kalan maaşının ödeneceği söylenerek istifa dilekçesi imzalatıldığını beyanla kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık ücretli izin, fazla mesai ve genel tatil ücreti alacaklarını talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının iş yerinden istifa ederek işten ayrıldığını, istifa eden kişinin kıdem ve ihbar tazminatının talep etmesinin yasal olarak mümkün olmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararının Özeti: Bozmaya uyan Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz: Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasında, iş ilişkisinin işçinin istifası ile sona erip ermediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir. İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur. İşverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, gerçek bir istifa iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir. İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Dairemizce bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği, bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD. 3.7.2007 gün 2007/14407 E, 2007/21552 K.). İstifa iradesinin bulunmadığına yönelik olarak irade fesadı iddiası tanık dahil her türlü delil ile ispatlanabilir. Somut uyuşmazlıkta davacı işçilik alacaklarını alabilmek amacıyla istifa dilekçesi verdiğini ileri sürmüş, davalı işveren ise davacının istifa ettiğini savunmuştur. Mahkemece davacının istifa iradesinin fesada uğratıldığının ispatlanamadığı gerekçesi ile dava konusu kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine hükmedilmiş ise de bozma sonrası dinlenen davacı tanığı S.A.’nın “Tarafıma gösterilen istifa dilekçesi ile ilgili bilgim vardır. Kendisine iki üç gün içerisinde tazminatların ödeneceği söylenerek bu belge imzalatılmıştır.” şeklindeki beyanları, gerekçesiz istifa beyanı, davalı tanık söylemleri ve dosya kapsamına göre, davacının 26/05/2014 tarihli istifa dilekçesinin irade fesadı ile malul olduğu ve davacının gerçek istifa iradesinin bulunmadığının anlaşılmasına göre dava konusu kıdem ve ihbar tazminatının kabulü gerekirken reddi hatalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 01/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/8 6098 S. TBK/19 6100 S. HMK/33 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/23561 Karar No. 2020/10209 Tarihi: 01/10/2020 l YARGICIN TARAFLARIN HUKUKİ NİTE-LENDİRMESİYLE BAĞLI OLMAMASI l İŞYERİNİN ACENTEYE DEVRİNDE SÖZ EDEBİLMEK İÇİN GEREKLİ KOŞULLAR l İŞ SÖZLEŞMESİ l BAĞIMLILIK UNSURUNUN AYIRT EDİCİ ÖZELLİKLERİ ÖZETİ 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. ve 6100 sayılı HMK.’un 33. maddeleri uyarınca yargıç tarafların hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Yargıç aradaki sözleşmesel ilişkiyi yorumlar, sözleşme türünü ve içeriğini kendisi belirler. Tarafların gerçek ve ortak iradelerini esas alır. Bu nedenle taraflar arasındaki sözleşmenin iş, vekalet, eser veya acentelik sözleşmesi olduğunu nitelendirilmesi yargıca aittir. İşyerinin acenteye devrinde, devralan belirli bir organizasyona, uzmanlığa ve hukuksal bağımsızlığa sahip değilse, kısaca üretim ya da hizmet sunumuna ilişkin ekonomik faaliyetin bağımsız yönetimini üstlenmemişse bir devirden sözedilemez. Zira muvazaa olgusu iddia edilmese de resen araştırılması gereken bir olgudur. Devredenin işveren sıfatının devam ettiği kabul edilmelidir. Acentelik sözleşmesine göre devredenin devralan acente üzerinde denetim ve kontrol yetkisinin bulunması, çalışma şartlarını belirlemesi, çalışan üzerinde yönetim hakkını kullanması, acente ilişkisinin kayıt üzerinde kaldığının, acentenin bağımsız bir işveren olmadığının göstergeleridir. İş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukuki-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukuki bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. Bağımlılık iş sözleşmesini karakterize eden unsur olup, genel anlamıyla bağımlılık, hukuki bağımlılık olarak anlaşılmakta olup, işçinin belirli veya belirsiz bir süre için işverenin talimatına göre ve onun denetimine bağlı olarak çalışmasını ifade eder… Özellikle bağımsız çalışanı, işçiden ayıran ilk kriter, çalışan kişinin yaptığı işin yönetimi ve gerçek denetiminin kime ait olduğudur. Çalışan kişi işin yürütümünü kendi organize etse de, üzerinde iş sahibinin belirli ölçüde kontrol ve denetimi söz konusuysa, iş sahibine bilgi ve hesap verme yükümlülüğü varsa, doğrudan iş sahibinin otoritesi altında olmasa da bağımlı çalışan olduğu kabul edilebilir. Bu bağlamda çalışanın işini kaybetme riski olmaksızın verilen görevi reddetme hakkına sahip olması (ki bu iş görme borcunun bir ifadesidir) önemli bir olgudur. Böyle bir durumda çalışan kişinin bağımsız çalışan olduğu kabul edilmelidir. Çalışanın münhasıran aynı iş sahibi için çalışması da, yeterli olmasa da aralarında bağımlılık ilişkisi bulunduğuna kanıt oluşturabilir. Dikkate alınabilecek diğer bir ölçütte münhasıran bir iş sahibi için çalışan kişinin, ücreti kendisi tarafından ödenen yardımcı eleman çalıştırıp çalıştırmadığı, işin görülmesinde ondan yaralanıp yararlanmadığıdır. Bu durumun varlığı çalışma ilişkisinin bağımsız olduğunu gösterir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı, fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar Cevabının Özeti: Davalılar, davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasında davalı …’in davacı talepleri karşısında sorumluluğunun bulunup bulunmadığı noktasında uyuşmazlık bulunmaktadır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. ve 6100 sayılı HMK.’un 33. maddeleri uyarınca yargıç tarafların hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Yargıç aradaki sözleşmesel ilişkiyi yorumlar, sözleşme türünü ve içeriğini kendisi belirler. Tarafların gerçek ve ortak iradelerini esas alır. Bu nedenle taraflar arasındaki sözleşmenin iş, vekalet, eser veya acentelik sözleşmesi olduğunu nitelendirilmesi yargıca aittir. İşyerinin acenteye devrinde, devralan belirli bir organizasyona, uzmanlığa ve hukuksal bağımsızlığa sahip değilse, kısaca üretim ya da hizmet sunumuna ilişkin ekonomik faaliyetin bağımsız yönetimini üstlenmemişse bir devirden sözedilemez. Zira muvazaa olgusu iddia edilmese de resen araştırılması gereken bir olgudur. Devredenin işveren sıfatının devam ettiği kabul edilmelidir. Acentelik sözleşmesine göre devredenin devralan acente üzerinde denetim ve kontrol yetkisinin bulunması, çalışma şartlarını belirlemesi, çalışan üzerinde yönetim hakkını kullanması, acente ilişkisinin kayıt üzerinde kaldığının, acentenin bağımsız bir işveren olmadığının göstergeleridir. 4857 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 1. fıkrasına göre, iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş görme ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici öğeleridir. İş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukuki-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukuki bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. Bağımlılık iş sözleşmesini karakterize eden unsur olup, genel anlamıyla bağımlılık, hukuki bağımlılık olarak anlaşılmakta olup, işçinin belirli veya belirsiz bir süre için işverenin talimatına göre ve onun denetimine bağlı olarak çalışmasını ifade eder. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini; işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. * İşin işverene ait işyerinde görülmesi, * Malzemenin işveren tarafından sağlanması, * İş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması, * İşin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi, * Bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi, *Ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır. İşverenin belirlediği koşullarda çalışırken, kendi yaratıcı gücünü kullanması, işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bu bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz. Yukarıda sayılan ölçütler yanında, özellikle bağımsız çalışanı, işçiden ayıran ilk kriter, çalışan kişinin yaptığı işin yönetimi ve gerçek denetiminin kime ait olduğudur. Çalışan kişi işin yürütümünü kendi organize etse de, üzerinde iş sahibinin belirli ölçüde kontrol ve denetimi söz konusuysa, iş sahibine bilgi ve hesap verme yükümlülüğü varsa, doğrudan iş sahibinin otoritesi altında olmasa da bağımlı çalışan olduğu kabul edilebilir. Bu bağlamda çalışanın işini kaybetme riski olmaksızın verilen görevi reddetme hakkına sahip olması (ki bu iş görme borcunun bir ifadesidir) önemli bir olgudur. Böyle bir durumda çalışan kişinin bağımsız çalışan olduğu kabul edilmelidir. Çalışanın münhasıran aynı iş sahibi için çalışması da, yeterli olmasa da aralarında bağımlılık ilişkisi bulunduğuna kanıt oluşturabilir. Dikkate alınabilecek diğer bir ölçütte münhasıran bir iş sahibi için çalışan kişinin, ücreti kendisi tarafından ödenen yardımcı eleman çalıştırıp çalıştırmadığı, işin görülmesinde ondan yaralanıp yararlanmadığıdır. Bu durumun varlığı çalışma ilişkisinin bağımsız olduğunu gösterir. Somut uyuşmazlıkta, davacı başlangıçtan itibaren davalı Yurt İçi Kargo Servisi Anonim Şirketinin işçisidir. Sonradan muvazaalı acentelik sözleşmesi imzalanması, davacının görevini ve işverene bağımlı çalışmasını etkilememektedir. … tarafından işçilik alacaklarına dayalı olarak davalı şirket aleyhine açılan davanın aynı tarihte temyiz incelemesi yapılan Dairemizin 2019/4673 Esas sayılı dosyasıyla birlikte değerlendirme yapıldığında, acenteye ait işyerinin yönetimi ve denetiminin davalı ….’ye ait olduğu görülmektedir. Bu nedenle tüm hizmet süresi boyunca gerçek işveren olduğu anlaşılan ….’nin talep edilen işçilik haklarının tamamından sorumlu olduğu sabittir. Ancak, davacı gibi davalı … de diğer davalı şirketin işçisi olarak çalışmaya başlamış, acentelik sözleşmesine rağmen bu sıfatı daha sonra da değişmemiştir. Yukarıda belirtilen … tarafından işçilik alacaklarına dayalı olarak davalı şirket aleyhine açılan davanın temyiz incelemesi neticesinde …’in davalı ….’nin işçisi olduğu kabul edilerek hükmedilen kıdem ve ihbar tazminatları yönünden karar bozulmamış, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ve yıllık ücretli izin alacakları yönünden bozma kararı verilmiştir. Bu durumda, davalı şirketin davacı gibi bir işçisi olduğu gözardı edilerek davalı … aleyhine hüküm kurulması hatalı olup davalı … yönünden husumet yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir. 3-6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafından dava dilekçesinde Cumartesi günü çalışma saatleri olarak belirttiği 08.00-19.00 saatlerinin fazla çalışma alacağının hesaplanması sırasında talebi aşar şekilde 08.00-22.00 saatleri olarak alınması hatalı olup kararın bu yönden de bozulması gerekmiştir. 4-Diğer yandan, ıslah tarihinin 04.05.2015 tarihi olmasına rağmen karar başlığında hatalı olarak 04.05.2016 tarihinin gösterilmesi de icra aşamasında tereddüte yol açacağından ayrı bir bozma nedenidir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 01.10.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi. çalışma ve toplum
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/25 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2017/22156 Karar No. 2020/10256 Tarihi: 01/10/2020 l İŞÇİNİN YAPMAKLA YÜKÜMLÜ OLDUĞU GÖREVLERİ YAPMAMAKTA ISRAR NEDENİYLE FESİH İÇİN “ISRAR” KOŞULUNUN GERÇEKLEŞMİŞ OLMASININ GEREKTİĞİ l HATIRLATMANIN DAHA ÖNCE BELİRLENMİŞ VE İŞÇİYE BİLDİRİLMİŞ GÖREVLERLE İLGİLİ OLMASININ ZORUNLU OLDUĞU l HATIRLATMADAN SONRA İŞÇİNİN SADECE 1 KEZ GÖREVİ YAPMAMASININ FESİH İÇİN YETERLİ OLMADIĞI l İŞÇİNİN GÖREVİ YAPMAMA EYLEMİNİN HATIRLATMADAN SONRADA DEVAMLILIK GÖSTERMESİNİN GEREKTİĞİ ÖZETİ 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin II. Bendinin (h) alt bendine göre, işçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi işveren açısından fesih için haklı bir sebeptir. İş görme edimi, işçi tarafından işverenin verdiği talimatlara uygun olarak yerine getirilmelidir. İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri; kanundan, yönetmelikten, bireysel veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanabilir. İster kanundan, isterse sözleşmeden doğsun, işçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevlerinin açık olması gerekir. Söz konusu hükme göre, işçinin yapmakla ödevli olduğu görevlerini yapmaması derhal fesih için yeterli değildir. İşçinin görevlerinin hatırlatılması ( tekrar kendisine bildirilmesi), buna rağmen yapmamakta ısrar etmiş olması gerekir. Hatırlatma daha önce belirlenmiş ve işçiye bildirilmiş görevlere ilişkin olmalı ve işçinin görevlerini yerine getirmekten kaçınmasından sonra yapılmalıdır. Işçiye daha önce bildirilmiş olan görevleri genişletilerek veya ek görevler verilerek hatırlatma yapılamaz. Hatırlatma sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Yapılmayan işin görev kapsamına girdiğini, hatırlatma yapıldığını ve işçinin yapmamakta ısrar ettiğini kanıtlama yükü, işverendedir. (Bkz. … Türk İş Hukukunda Haksız fesih 1. B, Eylül 2020, sf. 197-198.) Bu noktada işverenin hatırlatmasının ardından sadece bir kez görevi yapmama yeterli sayılmamalıdır. İşçinin görevi yapmama eylemi hatırlatmanın ardından da devamlılık arz etmelidir. Devamlılık gösteren görevi yapmama haklı sebep kabul edilmeli, ancak devamlılık göstermeyen görevi yapmama, işyerinde olumsuzluklara yol açmış ise, iş sözleşmesinin feshi geçerli sebep sayılmalıdır. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde 16.04.2008-17.12.2010 tarihleri arasında çalıştığını ancak iş sözleşmesinin haklı bir sebep olmaksızın sonlandırıldığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili; iş sözleşmesine haklı sebeple son verildiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, tanık beyanları, davalı işverenlikçe tutulan tutanaklar ile tutanak kapsamlarının ve eylemlerin davacı imzalı iş sözleşmesindeki görev tanımı içerisinde olduğu ve istenen savunmalar karşısında 22.12.2010 günlü ihtarnameyle “İşçinin yapmakla ödevli olduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi” gerekçesiyle feshedildiği, fesih hakkının son eylem tarihinden itibaren 6 günlük hak düşürücü süre içerisinde kullanıldığı bu sebeple işçinin feshinin haklı sebebe dayandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Gerekçe: Taraflar arasında işverence iş sözleşmesinin sona erdirilmesinin haklı sebebe dayalı olup olmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin II. Bendinin (h) alt bendine göre, işçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi işveren açısından fesih için haklı bir sebeptir. İş görme edimi, işçi tarafından işverenin verdiği talimatlara uygun olarak yerine getirilmelidir. İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri; kanundan, yönetmelikten, bireysel veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanabilir. İster kanundan, isterse sözleşmeden doğsun, işçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevlerinin açık olması gerekir. Söz konusu hükme göre, işçinin yapmakla ödevli olduğu görevlerini yapmaması derhal fesih için yeterli değildir. İşçinin görevlerinin hatırlatılması ( tekrar kendisine bildirilmesi), buna rağmen yapmamakta ısrar etmiş olması gerekir. Hatırlatma daha önce belirlenmiş ve işçiye bildirilmiş görevlere ilişkin olmalı ve işçinin görevlerini yerine getirmekten kaçınmasından sonra yapılmalıdır. Işçiye daha önce bildirilmiş olan görevleri genişletilerek veya ek görevler verilerek hatırlatma yapılamaz. Hatırlatma sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Yapılmayan işin görev kapsamına girdiğini, hatırlatma yapıldığını ve işçinin yapmamakta ısrar ettiğini kanıtlama yükü, işverendedir. ( Bkz. … Türk İş Hukukunda Haksız fesih 1. B, Eylül 2020, sf. 197-198. ) Bu noktada işverenin hatırlatmasının ardından sadece bir kez görevi yapmama yeterli sayılmamalıdır. İşçinin görevi yapmama eylemi hatırlatmanın ardından da devamlılık arz etmelidir. Devamlılık gösteren görevi yapmama haklı sebep kabul edilmeli, ancak devamlılık göstermeyen görevi yapmama, işyerinde olumsuzluklara yol açmış ise, iş sözleşmesinin feshi geçerli sebep sayılmalıdır. Somut uyuşmazlıkta; davacı davalı ……AŞ.’ye ait mağazada satış elemanı olarak 2 yıl 8 ay 1 gün süre ile çalışmıştır. Davalı işveren 22.12.2010 tarihinde noter kanalıyla gönderdiği ihtarname ile işçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi sebebiyle işine son verildiğini bildirmiştir. Mahkemece de feshin haklı sebebe dayandığı kabul edilerek kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar verilmiş ise de; varılan sonuç dosya içeriği ile örtüşmemektedir. Davalı işverence feshe konu edilen eylemler hakkında 14.09.2010-15.12.2010 tarihleri arasında tutanak tutulduğu görülmektedir. 14.09.2010 tarihinde kredi kartı sliplerini pos dışında muhafaza ettiği için evrakın koybolmasına sebep olduğu, davacının savunma vermekten imtina ettiği tutanak altına alınmıştır. 22.9.2010 tarihinde aynı sebeple evrak kaybolma ihtimaline binaen yine davacıdan savunma istendiği ancak davacının savunma talep yazısını imzalamadığı tutanak altına alınmış ayrıca 22.09.2010 tarihinde davacının sözlü olarak uyarıldığı bildirilmiştir. 1.10.2010 tarihinde kasa devir işlemi yapılmadığı için savunma istendiği, davacının savunmasında iş yoğunluğu sebebiyle yetişemediğini bildirdiği görülmektedir. 22.11.2010 tarihinde sigara alabilmek için kasadan para istediği için savunma istendiği ve savunmasında kural dışı olan bu husus konusunda diğer personelleri denemek için bu şekilde bir harekette bulunduğunu beyan ettiği görülmektedir. 7.12.2010 tarihinde kasiyer prosedürü ile ilgili savunma isteminin yırtılarak imha edildiği belirtilmiştir. 12.12.2010 tarihinde fifo işlemi yapmaması sebebiyle savunmasının istenildiği, savunmasında aceleden hata ettiğini kabul ettiği görülmektedir. 15.12.2010 tarihinde ise 15,00 TL kasa açığı verdiği ve savunmadan imtina ettiği belirtilmiştir. Öncelikle, feshe konu edilen eylemlerin hiçbirinin tek başına haklı fesih ağırlığında olmadığı görülmektedir. Tutanaklar incelendiğinde, davacının kendisinden savunma istenildiğinde savunmasını verdiği dolayısıyla savunma isteminden imtina ettiği yönündeki tutanakların işverence tek yanlı olarak tutulan tutanaklar olduğu, davacının sadece bir tutanak dolayısıyla sözlü olarak uyarıldığından söz edildiği, bunun haricinde diğer tutanaklarda davacıya görevinin hatırlatılıp uyarıldığından söz edildiğine ilişkin bir ibare bulunmadığı görülmektedir. Öte yandan, davalı tanıklarından birinin bilgisinin duyuma dayalı olduğu diğer davalı tanığının ise bölge müdürü olduğu dolayısıyla tutulan tutanakların içeriğinin yöntemince ispatlandığından söz edilemeyeceği, davacının sözlü yada yazılı olarak uyarıldığını gösteren dosya kapsamında bir başka delil de bulunmadığı anlaşılmak ile 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 25. maddesinin II. Bendinin (h) alt bendine göre,” işçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar” sebebiyle haklı fesih koşulları oluştuğu ispatlanamadığından, feshin olsa olsa geçerli sebebe dayalı olduğu kabul edilerek davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin hüküm altına alınması gerekirken yazılı gerekçe ile taleplerin reddine karar verilmesi hatalıdır. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davacıya iadesine, 01.10.2020 gününde oybirliği ile karar verildi. çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/17, 25 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2017/16227 Karar No. 2020/10443 Tarihi: 05/10/2020 l İŞÇİNİN İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİNE DAYANAK GÖSTERİLEN EYLEMLERİN İŞÇİNİN İŞİYLE İLGİSİNİN OLMAMASI NEDENİYLE HAKLI FESİH OLARAK KABUL EDİLEMEYECEĞİ l GEÇERLİ FESİH l KIDEM İHBAR TAZMİNATININ ÖDENME-SİNİN GEREKMESİ ÖZETİ Davacının iş akdinin feshine dayanak 25.09.2014 tarihli idari soruşturma raporu incelendiğinde davacıya isnat edilen eylemlerin “Güvenlik Görevlisi” olarak görev yapan davacının işini ihmaline ilişkin olmayıp genel olarak davacının hesabındaki hareketlere ilişkin olduğu, raporun 3. bölümünün 2. kısmı olan “Olayın Zarar Boyutu” başlıklı bölümde “Rapor konusu olaya ilişkin Banka zararının bulunmadığı” şeklinde bir tespit yapıldığı ve davacının “İşten Çıkarma” cezası ile cezalandırılmasının önerildiği görülmektedir. Davacının güvenlik görevlisi olup asli işinin bankacılık faaliyeti olmaması ve davacıya isnat edilmekle feshe dayanak yapılan eylemlerin, banka zararını oluşturacak haller olmadığı, banka zararının oluşmadığının feshe dayanak yapılan idari soruşturma raporunda da tespit edildiği, bu eylemlerin geçerli fesih sebebi oluşturabileceği ancak haklı fesih sebebi sayılamayacağı anlaşıldığından davacının kıdem ve ihbar tazminatlarının kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddi hatalıdır DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 30.09.1997-21.10.2014 tarihleri arasında davalı Bankanın Mersin şubelerinde güvenlik görevlisi olarak kesintisiz çalıştığını, davacının iş akdinin 21.10.2014 tarihinde tazminatsız ve yasal hakları ödenmeden feshedildiğini, davalı işveren fesih nedeni olarak 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/ll-e maddesini gerekçe göstermiş ise de yapılan feshin haksız ve geçersiz ve haksız bir fesih olduğunu alacak ve tazminatlarının ödenmediğini iddia ederek, alacak ve tazminatlarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının en son çalıştığı Mersin Pozcu şubesinde teftiş kurulunca gerçekleştirilen bir inceleme esnasında davacının hesap hareketlerinde müşterilerle para alışverişi yapıldığına dair şüpheli işlemlerin tespit edildiği, yine müşterilerle kasa karşılığı işlemlerde bulunduğu ve müşteri hesaplarına para transferleri yaptığının tespit edildiğini bu nedenle iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Kararı taraf vekilleri temyiz etmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasında feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusudur. Davacı iş akdinin haksız feshedildiğini iddia etmiş, davalı ise davacının müşterilerle borç alacak ilişkisine girmesi, ticari faaliyetler gerçekleştirmesi ve Şube Müdürü’nün personel hakkındaki olumsuz görüşleri sebebiyle İnsan Kaynakları Yönetmeliği’nin ilgili maddesince işten çıkarma cezası ile cezalandırıldığını savunmuştur. Davacının iş akdinin feshine dayanak 25.09.2014 tarihli idari soruşturma raporu incelendiğinde davacıya isnat edilen eylemlerin “Güvenlik Görevlisi” olarak görev yapan davacının işini ihmaline ilişkin olmayıp genel olarak davacının hesabındaki hareketlere ilişkin olduğu, raporun 3. bölümünün 2. kısmı olan “Olayın Zarar Boyutu” başlıklı bölümde “Rapor konusu olaya ilişkin Banka zararının bulunmadığı” şeklinde bir tespit yapıldığı ve davacının “İşten Çıkarma” cezası ile cezalandırılmasının önerildiği görülmektedir. Davacının güvenlik görevlisi olup asli işinin bankacılık faaliyeti olmaması ve davacıya isnat edilmekle feshe dayanak yapılan eylemlerin, banka zararını oluşturacak haller olmadığı, banka zararının oluşmadığının feshe dayanak yapılan idari soruşturma raporunda da tespit edildiği, bu eylemlerin geçerli fesih sebebi oluşturabileceği ancak haklı fesih sebebi sayılamayacağı anlaşıldığından davacının kıdem ve ihbar tazminatlarının kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddi hatalıdır. 3- Mahkemece itibar edilen bilirkişi raporunda, davacının kullanılmayan yıllık ücretli izin süresinin bulunmadığı tespiti yapılmış ise de bilirkişi raporunda yapılan yıllık izin hesabı incelendiğinde, davacının, 1475 sayılı Yasa dönemindeki çalışmaları için yıllık izin süresinin “12 gün” olarak belirlenip hesaplama yapıldığı ancak dosyada mevcut TEB İnsan Kaynakları Yönetmeliğinin “Yıllık Ücretli İzinler” başlıklı 5.5.1 maddesinde 31.12.2001 tarihinden önce çalışmaya başlayan personel için daha uzun yıllık izin süreleri öngörüldüğü anlaşılmakla yıllık izin sürelerinin değerlendirilmesinde ilgili yönetmeliğin dikkate alınmaması hatalıdır. 4-Fazla mesai hesabında 2014 yılının 9. ayına ait dönem bordrosunda 88,00 TL’lik fazla mesai tahakkuku bulunmakla, bu dönemin fazla mesai hesabında dışlanmaması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 05.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/59 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/25585 Karar No. 2020/10638 Tarihi: 06/10/2020 l İŞÇİNİN ÇALIŞMASININ İKİ DÖNEM HALİNDE GEÇMİŞ OLMASI l İLK DÖNEM ÇALIŞMANIN KIDEM TAZMİNATINI HAK EDECEK ŞEKİLDE SONA ERMİŞ OLDUĞUNDAN KIDEM TAZMİNATINA ESAS SÜRENİN HESABINDA DIŞLANMASININ GEREKTİĞİ l KULLANILMAYAN YILLIK İZİNLERİN FESİHTE ÜCRETE DÖNÜŞECEĞİ l KULLANILMAYAN YILLIK İZİNLERİN ÜCRETE DÖNÜŞMESİNDE FESHİN NE ŞEKİLDE YAPILDIĞININ ÖNEMLİ OLMADIĞI l YILLIK İZNİN KULLANILDIĞININ İŞVERENCE YAZILI BELGE İLE KANITLANMASININ GEREKTİĞİ l YILLIK İZİN İÇİN GEREKLİ BEKLEME SÜRESİNİN HESABINDA İKİ DÖNEM HİZMET SÜRESİNİN TOPLAMININ ESAS ALINACAK ÖZETİ Mahkemece davacının iki dönem halinde toplam 2 yıl 7 ay 15 gün davalıya ait işyerinde çalıştığının kabulü ile kıdem ve ihbar tazminatı alacağı hesaplanmıştır. Davacı işçi başka işçinin Bakırköy 10. İş Mahkemesinde açtığı dava nedeniyle 2015/310 esas sayılı dosyasında tanık olarak verdiği yeminli beyanında; “davalı yanında 2010 yılında işe başladığını,1,5 yıl çalıştığını, 1 yıl ara verdiğini, daha sonra tekrar işe girdiğini en son 2014 Aralık ayında işten çıkartıldığını, … senelik izni 1 hafta olarak kullandıklarını beyan etmiştir. Davacının ilk çalışma dönemi 1 yıl 3 ay 8 gün olup davacı sorunlu hamileliği nedeniyle kendisi işi bıraktığından bu dönemin kıdem süresinden dışlanması gerekir. İkinci dönem olan 06.08.2013-13.12.2014 tarihleri arası dönemin işveren feshiyle sona erdiği dosya içeriğinden anlaşılmakla bu dönem için kıdem tazminatı hesaplanması gerekirken yazılı gerekçe ile tüm dönem için hesaplama yapılması isabetsiz olmuştur. 3-Taraflar arasındaki bir diğer uyuşmazlık ise işçinin kullandırılmayan izin sürelerine ait alacağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. 4857 sayılı Kanun’un 59. maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada, sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı nedene dayanıp dayanmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır. Somut uyuşmazlıkta, davacı yukarıda zikredilen tanık olarak dinlendiği yeminli beyanında yıllık 1 hafta olarak yıllık izin kullandıklarını beyan ettiğinden toplam çalışma süresine göre 2 yıllık 28 gün yıllık izin hakkının bulunduğu, hafta tatili düşülerek 6×2=12 gün olarak yıllık izin kullandığı, bakiye 16 gün yıllık izin hakkının bulunduğu gözetilerek hesaplama yapılması gerekirken, hiç yıllık izin kullandırılmadığının kabulü ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili; davacının davalıya ait hukuk bürosunda sekreter ve takip elemanı olarak 01.12.2009 tarihinden 2011 yılı Nisan ayına kadar ve 02.08.2013 -21.12.2014 tarihleri arasında olmak üzere iki dönem halinde çalıştığını her iki dönemde de hamileliği nedeniyle iş sözleşmesinin davalı tarafından haksız feshedildiğini belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili; davacının ikinci çocuğuna hamile olması ve küçük çocuğunun bulunması nedeniyle kendisinin işten ayrıldığını, kötüniyet tazminatı talep edemeyeceğini, ilk hamileliğinde de yine sorunlu hamileliği nedeniyle işi bıraktığını, ara verdiğini, önceki dönemin hiçbir şekilde kıdem süresine eklenmeyeceğini, hak ve alacağının bulunmadığını, yıllık izinlerini kullandığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda toplanan delillere göre ve bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar süresinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2- Taraflar arasındaki ilk uyuşmazlık işçinin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınması gereken çalışma süresi konusundadır. Mahkemece davacının iki dönem halinde toplam 2 yıl 7 ay 15 gün davalıya ait işyerinde çalıştığının kabulü ile kıdem ve ihbar tazminatı alacağı hesaplanmıştır. Davacı işçi başka işçinin Bakırköy 10. İş Mahkemesinde açtığı dava nedeniyle 2015/310 esas sayılı dosyasında tanık olarak verdiği yeminli beyanında; “davalı yanında 2010 yılında işe başladığını,1,5 yıl çalıştığını, 1 yıl ara verdiğini, daha sonra tekrar işe girdiğini en son 2014 Aralık ayında işten çıkartıldığını, … senelik izni 1 hafta olarak kullandıklarını beyan etmiştir. Davacının ilk çalışma dönemi 1 yıl 3 ay 8 gün olup davacı sorunlu hamileliği nedeniyle kendisi işi bıraktığından bu dönemin kıdem süresinden dışlanması gerekir. İkinci dönem olan 06.08.2013-13.12.2014 tarihleri arası dönemin işveren feshiyle sona erdiği dosya içeriğinden anlaşılmakla bu dönem için kıdem tazminatı hesaplanması gerekirken yazılı gerekçe ile tüm dönem için hesaplama yapılması isabetsiz olmuştur. 3-Taraflar arasındaki bir diğer uyuşmazlık ise işçinin kullandırılmayan izin sürelerine ait alacağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. 4857 sayılı Kanun’un 59. maddesinde, iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde, işçiye kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretlerin son ücret üzerinden ödeneceği hükme bağlanmıştır. Yıllık izin hakkının ücrete dönüşmesi için iş sözleşmesinin feshi şarttır. Bu noktada, sözleşmenin sona erme şeklinin ve haklı nedene dayanıp dayanmadığının önemi bulunmamaktadır. Yıllık izinlerin kullandırıldığı noktasında ispat yükü işverene aittir. İşveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya eşdeğer bir belge ile kanıtlamalıdır. Somut uyuşmazlıkta, davacı yukarıda zikredilen tanık olarak dinlendiği yeminli beyanında yıllık 1 hafta olarak yıllık izin kullandıklarını beyan ettiğinden toplam çalışma süresine göre 2 yıllık 28 gün yıllık izin hakkının bulunduğu, hafta tatili düşülerek 6×2=12 gün olarak yıllık izin kullandığı, bakiye 16 gün yıllık izin hakkının bulunduğu gözetilerek hesaplama yapılması gerekirken, hiç yıllık izin kullandırılmadığının kabulü ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 06.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. kaynak çalıma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/32 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2017/16654 Karar No. 2020/10741 Tarihi: 06/10/2020 l ÜCRET l ÜCRETİN GÜNÜNDE ÖDENMEMESİ NEDENİYLE ÇALIŞMAMA HAKKININ DOĞMASI l ÜCRETİN ÖDENMEMESİNİN İŞÇİYE HAKLI NEDENLE FESİH HAKKI VERECEĞİ l ÖZETİ İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32.maddesinin dördüncü fıkrasında, ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin, bu ücretini işverenden dava ya da icra takibi gibi yasal yollardan talep etmesi mümkündür. 1475 sayılı Kanun döneminde, toplu olarak hareket etmemek ve kanun dışı grev kapsamında sayılmamak kaydıyla 818 sayılı Borçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini ifa etmekten, yani çalışmaktan kaçınabileceği kabul edilmekteydi. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 97. maddesinde de benzer bir düzenleme yer almaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu’nda ise ücret daha fazla güvence altına alınmış ve işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda, işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş, toplu bir nitelik kazanması halinde dahi bunun kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı nedene dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da bulunmaktadır. Ücretin hiç ya da bir kısmının ödenmemiş olması bu konuda önemsizdir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı iş yerinde 01.02.2007 tarihinden itibaren mobilya kurulumcusu olarak haftanın 6 günü, 07.45-23.00-00.00 saatleri arasında, ulusal bayramların tümünde, dini bayramların ilk iki günü dışında, yıllık ücretli izinlerinin büyük kısmını kullanmadan, yılda en az beş Pazar günü çalıştığını, davacının fazla çalışma ve bayram tatili alacaklarını talep etiğini, bu talebinin işverence reddi üzerine 08.07.2011 tarihinde haklı nedenle iş sözleşmesini feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, yıllık ücretli izin, hafta tatili ücreti ve ücret farkı alacağını talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının müvekkiline ait şirkette mobilya kurucusu olarak çalıştığını, 13.08.2007 tarihinde işe girdiğini, 16.04.2013 tarihinde işten ayrıldığını, fazla çalışma yapmadığını, genel tatil çalışmalarının kendisine ödendiğini, yıllık izinlerini ise kullanmış olup imza ettiğini, ücretinin 2012 yılına dek elden ödendiğini sonrasında ise banka aracılığı ile ödendiğini, küçük düşürücü sözlerin söylendiği iddiasının doğru olmadığını, aksine davacının başka bir iş bulması yüzünden kendi isteği ile işten ayrılmış olduğunu yani istifa ettiğini, feshinin haklı nedene dayanmadığını, hiçbir alacak ve tazminat hakkının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti : Mahkemece, davalı tanıklarının davacının kendi isteğiyle işten ayrıldığını beyan ettikleri, bu itibarla davacının haklı nedenle işten ayrıldığı iddiasını kanıtlayamadığı, öte yandan davacının işçilik alacaklarının ödenmesi talebini davalıya yönelttiğine dair herhangi bir kanıt ileri sürmediği gibi akdin sonlanmasından yaklaşık 4 ay sonra haklı nedenle iş akdini sonlandırdığı iddiasıyla iş bu davayı açtığı, bazı işçilerin uzun yıllar öncesinde iş akdini haklı bir neden olmaksızın sonlandırmış iken Yargıtayımızın “işçinin yapılan hesaplama sonucunda işçilik alacaklarının varlığının tespiti halinde işçilik ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle işçi tarafından haklı nedenle fesih olduğunu” kabul eden içtihatları karşısında aslında yukarıda ifade edilmeye çalışıldığı gibi ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanamayacak biçimde iş akdini sona erdiren işçilerin daha sonra o güne kadar işverene bu konuda herhangi bir müracaatı da bulunmadığı halde işçilik ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle haklı nedenle iş akdini feshettiği iddiasıyla dava açtıkları, işçinin sırf çalıştığı döneme ilişkin ödenmemiş (ücret, fazla mesai vb.) ücret alacaklarının olması halinin haklı nedenle feshin gerçekleştiğini kabul için yeterli görülmesi halinde işçilik alacakları bulunan ve fakat bu alacaklarının ödenmemesi nedeniyle değil örneğin daha iyi koşullarda iş bulması ve benzeri kıdem tazminatına hak kazanamayacak sebeplerle işten ayrılan işçilerin işçilik alacaklarının ödenmemesi nedeniyle iş akdini haklı nedenle feshettiği iddiasını kanıtlamasına gerek olmadan peşinen kabulle hüküm kurulmasının hakkaniyete uygun olamayacağı, başka bir ifadeyle hakkaniyete uygun olanın yapılan hesaplamalar sonucunda ortaya çıkan ve ödenmeyen işçilik ücretlerinin varlığı yanında işçinin bu nedenle iş akdini feshettiğini tanık beyanları, ihbarname tebliği, icra takibi ve benzeri delillerle ispatlaması gerektiğinin kabulü olacağı, bu durumun hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle davacının kıdem tazminatı isteminin reddine karar verilmiş, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ve genel tatil ücreti alacağı talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Kararı taraflar vekilleri temyiz etmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin tüm davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-İşçinin ödenmeyen işçilik hakları sebebiyle iş sözleşmesini haklı olarak feshedip feshetmediği konusu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. İşçinin emeğinin karşılığı olan ücret işçi için en önemli hak, işveren için en temel borçtur. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32.maddesinin dördüncü fıkrasında, ücretin en geç ayda bir ödeneceği kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin, bu ücretini işverenden dava ya da icra takibi gibi yasal yollardan talep etmesi mümkündür. 1475 sayılı Kanun döneminde, toplu olarak hareket etmemek ve kanun dışı grev kapsamında sayılmamak kaydıyla 818 sayılı Borçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini ifa etmekten, yani çalışmaktan kaçınabileceği kabul edilmekteydi. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 97. maddesinde de benzer bir düzenleme yer almaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu’nda ise ücret daha fazla güvence altına alınmış ve işçi ücretinin yirmi gün içinde ödenmemesi durumunda, işçinin iş görme edimini yerine getirmekten kaçınabileceği açıkça düzenlenmiş, toplu bir nitelik kazanması halinde dahi bunun kanun dışı grev sayılamayacağı kurala bağlanmıştır. Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı nedene dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da bulunmaktadır. Ücretin hiç ya da bir kısmının ödenmemiş olması bu konuda önemsizdir. Ücretin ödenmediğinden söz edebilmek için işçinin yasa ya da sözleşme ile belirlenen ücret ödenme döneminin gelmiş olması ve işçinin bu ücrete hak kazanması gerekir (Yargıtay 9.HD. 18.1.2010 gün, 2008/14546 esas, 2010/193 karar). 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. maddesinin (II) numaralı bendinin (e) alt bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye, prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların ödenmemesi durumunda da işçinin haklı fesih imkânı bulunmaktadır (Yargıtay 9. HD. 16.7.2008 gün 2007/22062 esas, 2008/16398 karar). Somut uyuşmazlıkta, davacı vekili 08.07.2013 tarihli dava dilekçesinde davacı işçinin 16.04.2013 tarihinde ödenmemiş işçilik alacaklarının talebe rağmen ısrarla ödenmemesi üzerine davacı işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle sonlandırdığını açıklayıp kıdem tazminatı talep etmiştir. Davalı işveren de iş sözleşmesini sonlandıranın işçi olduğunu kabul etmiş haklı bir neden olmaksızın ayrıldığını savunmuştur. Mahkemenin de kabulü olduğu üzere fesih tarihi itibariyle davacı işçinin hak ettiği halde ödenmeyen işçilik alacakları mevcuttur ve bu alacaklar hüküm altına alınmıştır. Açıklanan oluşa göre, davacının kıdem tazminatı alacağı talebinin kabulü gerekirken yerinde olmayan gerekçe ile reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 06.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak çalışma ve toplum
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/17 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2017/16872 Karar No. 2020/10868 Tarihi: 07/10/2020 l EYLEMLİ FESİH l İŞÇİNİN ÜCRET ALACAĞI İÇİN İŞVEREN ALEYHİNE İCRA TAKİBİ YAPARAK EYLEMLİ FESHİ GERÇEKLEŞTİRMESİ l KIDEM TAZMİNATI ÖZETİ Davalı işçi ücret alacaklarının ödenmemesi nedeniyle eylemli olarak iş akdini sona erdirerek işveren aleyhine icra takibi yapmıştır. Resmi kayıtlarda sigorta çıkışının 21.06.2013 tarihinde yapılması işyerinden daha evvel eylemli olarak ayrılarak icra takibinde bulunmasına engel teşkil etmeyeceği gibi Ağır Ceza Mahkemesinde ki ifadesinin resmi olarak sigortasının devam ettiğini belirtmek için söylediği de açıktır. Hal böyle olunca davalının ödenmemiş ücret alacağı bulunması nedeniyle eylemli olarak iş akdini feshetmesi nedeniyle kıdem tazminatına hak kazandığı ancak haklı nedenle de olsa işten kendisi ayrıldığı için ihbar tazminatına hak kazanamayacağı açıktır. Mahkemece yanılgılı ve çelişkili bir değerlendirme ile her iki alacağında reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili; müvekkilinin borçlu olmadığı halde kesinleşen icra dosyasına yapılan ödeme sebebiyle davalıya ödenmiş olan bedelin istirdatını talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, söz konusu icra takibinin ücret , kıdem ve ihbar tazminat alacaklarına ilişkin olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Kararı davacı ve davalı vekili temyiz etmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Dava kesinleşen icra takibinden sonra haciz yoluyla ödenen 23.075,33 TL’nin davalıdan istirdadına ilişkindir. Davalı işçi davacı işveren aleyhine kıdem ve ihbar tazminatları ile 15 aylık ücret alacağının faizleriyle birlikte tahsili amacıyla 12.06.2013 tarihinde ilamsız icra takibi yapmış ve takip kesinleşmiştir. Mahkemece davalı işçinin Mersin 3. Ağır Ceza Mahkemesinde ki beyanı dikkate alınarak icra takibi sırasında işyerinde halen çalıştığı gerekçesiyle kıdem tazminatına, iş sözleşmesini kendisi feshettiği için de ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, takip talebine konu ücret alacağı olduğunu tespit ederek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davalı işçi cevap dilekçesinde ücret alacaklarının ödenmemesi nedeniyle iş akdini 11.06.2013 tarihinde fiilen sonlandırdığını savunmuş, 12.06.2013 tarihinde de kıdem, ihbar tazminatları ile 15 aylık ücret alacağının tahsili için icra takibi yapmıştır. Mahkemenin kararına esas aldığı Mersin 3. Ağır Ceza Mahkemesinde davalı asil “alacağımı icraya verdiğimde halen resmi olarak çalışıyordum” şeklinde beyanda bulunmuş İş Mahkemesinde ise 2013 yılı Haziran ayına kadar çalışmasını sürdürdüğünü resmi olarak SGK’da sigortalı göründüğünü belirtmek için Ağır Ceza Mahkemesinde o şekilde beyanda bulunduğunu belirtmiştir. Davalı işçi ücret alacaklarının ödenmemesi nedeniyle eylemli olarak iş akdini sona erdirerek işveren aleyhine icra takibi yapmıştır. Resmi kayıtlarda sigorta çıkışının 21.06.2013 tarihinde yapılması işyerinden daha evvel eylemli olarak ayrılarak icra takibinde bulunmasına engel teşkil etmeyeceği gibi Ağır Ceza Mahkemesinde ki ifadesinin resmi olarak sigortasının devam ettiğini belirtmek için söylediği de açıktır. Hal böyle olunca davalının ödenmemiş ücret alacağı bulunması nedeniyle eylemli olarak iş akdini feshetmesi nedeniyle kıdem tazminatına hak kazandığı ancak haklı nedenle de olsa işten kendisi ayrıldığı için ihbar tazminatına hak kazanamayacağı açıktır. Mahkemece yanılgılı ve çelişkili bir değerlendirme ile her iki alacağında reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. 3- Davalı işçi Ağır Ceza Mahkemesindeki beyanında “son 1 yıla yakın ücretlerini alamadığını” beyan etmiş olup söz konusu beyanı dikkate alınmadan 15 aylık ücret alacağının kabulü de hatalı olup başka bir bozma nedenidir. Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine 07.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak çalışma ve toplum
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/21 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/25551 Karar No. 2020/11050 Tarihi: 07/10/2020 l İŞÇİNİN İŞE İADE DAVASI SONRASI İŞE BAŞVURU SÜRESİNİN KESİNLEŞEN KARARIN İŞÇİYE TEBLİĞİNDEN İTİBAREN BAŞLAYACAĞI l İŞÇİNİN KESİNLEŞME KARARINI ÖĞREN-MESİ VEYA KARARIN KESİNLEŞMİŞ OLMASININ YETMEDİĞİ KESİNLEŞEN KARARIN TEBLİĞİNİN 10 GÜNLÜK SÜREYİ BAŞLATACAĞI ÖZETİ 10 günlük süre kesinleşmeden değil, kesinleşmiş kararın tebliğinden itibaren başlar. İşçinin kesinleşen kararı kendi olanakları ile öğrenmesi yetmediği gibi kesinleşme de yetmemekte, kesinleşen kararın tebliğ edilmesi gerekmektedir. Zira burada yasa işçiye en geç ve şekli olarak başvuracağı süreyi düzenlemiştir. Somut olayda, işe iadeye ilişkin yerel mahkeme kararının kesinleşme şerhi 14.07.2014 olup; davacı işçinin işe iadeye ilişkin kararının Yargıtay tarafından 07.04.2014 tarihinde onandığı, 21.05.2014 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiğinin kabulü gerektiği ve davacı işçinin de 01.07.2014 tarihinde işe başlatılması talepli yazıyı işverene gönderdiği anlaşılmakla; 4857 sayılı Kanun’da işçinin işe iadesi için başvuru süresinin “kesinleşmiş mahkeme kararının tebliğinden” itibaren başlayacağı açıkça düzenlendiğinden, somut uyuşmazlıkta ise işçiye kesinleşmiş mahkeme kararı tebliğ edilmediğinden, işe başvuru süresinin aşılmadığı sonucuna varılmalıdır. Dolayısıyla davaya konu işçilik alacakları bakımından seçenekli hesaplamaya yer verilen bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutularak davacının işe iade istemiyle davalı işverene yasal süresi içinde başvurduğu ve davalıca işe başlatılmadığı kabul edilerek alacaklar hüküm altına alınmalıdır. Karar bu sebeple hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin 03.08.2007 tarihinde davalı nezdinde çalışmaya başladığını, en son ticari pazarlama uzmanı olarak çalışırken ihtiyaç kalmadığı ve niteliklerine uygun herhangi bir boş pozisyon bulunamaması sebebiyle 30.04.2013 tarihinde iş sözleşmesinin fesh edildiğini, açılan işe iade davasının kabulüne karar verildiğini ve Yargıtay onamasından geçerek kesinleştiğini, onama kararından 30.06.2014 tarihinde haberdar olunduğunu ve Kadıköy 15. Noterliğinin 01.07.2014 tarihli ve 14598 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile işe iade için davalıya başvuruda bulunulmasına rağmen, davalı tarafça başvurunun yasal süresi içerisinde olmadığı gerekçesiyle işe başlatılmadığını, başvurunun yasal süresi içerisinde yapıldığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti fark alacakları, işe başlatmama tazminatı, boşta geçen süre ücreti ve diğer hakların hüküm altına alınmasını talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, işe iadeye ilişkin yerel mahkeme kararının 07.04.2014 tarihinde Yargıtay tarafından onandığını ve davacı tarafa 21.05.2014 tarihinde tebliğ edildiğini, yapılan tebligatın usulüne uygun olduğunu, bu sebeple davacı tarafça 01.07.2014 tarihine yapılan işe iade başvurusunun süresinde olmadığını ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanılan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, işe iadeye ilişkin Yargıtay onama ilamının 21.05.2014 tarihinde davacı vekiline usulüne uygun tebliğ edildiğinin kabulü gerektiği ve buna göre isçi tarafından 10 günlük süre içinde işverene müracaat edilmediği, ancak davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayandığı ve bu sebeple yalnızca bakiye kıdem tazminatı alacaklısı olduğu kabul edilerek bakiye kıdem tazminatı alacağının kabulüne, diğer alacak kalemlerinin ise reddine karar verilmiştir. Temyiz: Karar süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, belgelere ve tüm dosya kapsamına göre; davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasında davacının işe iade davası sonrasında yasal süresi içinde işverene işe iade talebiyle başvuruda bulunup bulunmadığı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır. 4857 sayılı İş Kanununun 21’inci maddesinin beşinci fıkrasına göre, işçi kesinleşen mahkeme kararının kendisine tebliğinden itibaren on iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. Aksi halde işverence yapılan fesih geçeri bir feshin sonuçlarını doğurur. İşe iade yönündeki başvurunun on iş günü içinde işverene bildirmesi gerekmekle birlikte, tebligatın postada gecikmesinden işçinin sorumlu olması düşünülemez. Her şeyden önce işçinin işe başlamak için başvurusu için verilen kararın kesinleşmesi gerekir. Başlatılma için başvuru imkanı ancak kesinleşen kararın tebliği ile başlayacağından, işçinin bu tarihten önceki açıklaması kural olarak sonuç doğurmamalıdır. Karar kesinleşmeden işçinin işe başvurusu, işverenin tutumuna bağlıdır. İşveren karar kesinleşmediği için, başlatma veya başlatmama nedeni ile işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücretini ödeme yükümlülüğü doğmadığından, işlem yapmayacağı gibi, işçiyi kesinleşmeden işe başlatılmasını sağlayabilir. Kesinleşmeden işe başlatma, yargılama sırasında işe başlatılmanın sonuçları gibi değerlendirilmelidir. Dürüstlük kuralı içinde işe başvurmada samimi olan işçinin kesinleşme şerhli kararı almadan erken başvurması aleyhine yorumlanmamalıdır. Mahkeme kararı temyiz edilmeksizin, tefhim veya tebliğden itibaren 8 gün içinde kesinleşebileceği gibi, temyiz üzerine Yargıtay tarafından onama veya 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/3 maddesi uyarınca Yargıtay tarafından kesin olarak karar verilmek sureti ile kesinleşebilir. 10 günlük süre kesinleşmeden değil, kesinleşmiş kararın tebliğinden itibaren başlar. İşçinin kesinleşen kararı kendi olanakları ile öğrenmesi yetmediği gibi kesinleşme de yetmemekte, kesinleşen kararın tebliğ edilmesi gerekmektedir. Zira burada yasa işçiye en geç ve şekli olarak başvuracağı süreyi düzenlemiştir. Somut olayda, işe iadeye ilişkin yerel mahkeme kararının kesinleşme şerhi 14.07.2014 olup; davacı işçinin işe iadeye ilişkin kararının Yargıtay tarafından 07.04.2014 tarihinde onandığı, 21.05.2014 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiğinin kabulü gerektiği ve davacı işçinin de 01.07.2014 tarihinde işe başlatılması talepli yazıyı işverene gönderdiği anlaşılmakla; 4857 sayılı Kanun’da işçinin işe iadesi için başvuru süresinin “kesinleşmiş mahkeme kararının tebliğinden” itibaren başlayacağı açıkça düzenlendiğinden, somut uyuşmazlıkta ise işçiye kesinleşmiş mahkeme kararı tebliğ edilmediğinden, işe başvuru süresinin aşılmadığı sonucuna varılmalıdır. Dolayısıyla davaya konu işçilik alacakları bakımından seçenekli hesaplamaya yer verilen bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutularak davacının işe iade istemiyle davalı işverene yasal süresi içinde başvurduğu ve davalıca işe başlatılmadığı kabul edilerek alacaklar hüküm altına alınmalıdır. Karar bu sebeple hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 07.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. çalışma ve toplum
1. Hukuk Dairesi 2019/3226 E. , 2020/6879 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ: … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, verilen karara karşı davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından yerel mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile HMK’nın 353/1.b.1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin olarak verilen karar ve bu kararın temyiz talebinin değerden reddine ilişkin ek kararlar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; KARAR- Dava, aşırı yararlanma (gabin) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, dava konusu 974 ada 35 parsel sayılı taşınmazdaki payını davalıya 10.05.2010 tarihinde sattığını, işlemin gabin hukuksal nedeniyle geçersiz olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir.Davalı, iddiaların doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, iddiaların ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddi karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu üzerine … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından yerel mahkemenin kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile HMK’nın 353/1.b.1 maddesi gereğince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, bu kararın temyizi üzerine 11.04.2019 ve 24.05.2019 tarihli ek kararlar ile davacı vekilinin temyiz isteminin değerden reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacının dava konusu 974 ada 35 parsel sayılı taşınmazdaki 1/15 payını 10.05.2010 tarihinde davalıya satış suretiyle devrettiği, davacının gabin hukuksal nedenine dayalı olarak eldeki davayı açtığı; mahkemenin 24.11.2016 tarihli ara kararında davacı vekiline 2 haftalık kesin süre içerisinde toplam 2.256,30 TL bilirkişi/keşif masrafının mahkeme veznesine depo edilmesinin ihtar edildiği, mahkemece eksik masrafın kesin süre içerisinde depo edilmediği gerekçesi ile keşif talebinin reddine karar verilerek mevcut delillere göre karar verildiği anlaşılmaktadır.Bilindiği gibi; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK.’nun 114/1-g maddesinde, gider avansı dava şartı olarak belirlenmiş, 120/2. maddesinde gider avansının yeterli olmadığının anlaşılması halinde tamamlanması için süre verileceği 324. maddesinde ise delil ikamesi için gereken avansın yatırılmaması halinde o delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılacağı belirtilmiştir.Ayrıca; davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. HMK’nın 90. maddesine göre kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Hakim, tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usuli kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere düzenlenen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkca anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.Somut olayda, mahkemenin 24.11.2016 tarihli ara kararıyla dosyada davacı yanın ne kadar gider avansı bulunduğu ve buna göre yatırması gereken kalan tutarın belirlenmediği anlaşılmaktadır. Mahkemeler en az giderle, en süratli şekilde yargılamayı tamamlamalıdırlar. Hal böyle olunca, öncelikle keşif giderinin tüm ayrıntılarıyla belirlendikten sonra dosyadaki gider avansına göre yatırılması gereken eksik miktarın tespit edilmesi, müteakiben bu bedelin yatırılması için kesin süre tayin edilerek usulüne uygun ihtaratın yapılması, masrafın yatırılması halinde mahallinde keşif yapılarak taşınmazın değerinin belirlenmesi, Harçlar Kanunu 30. ve 32. maddeleri gereğince keşfen belirlenecek bu değer üzerinden harcın tamamlanması, nihayetinde hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.Davacı vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca … Bölge Adliye Mahkemesi’nin 04.02.2019 tarihli asıl kararı ile 11.04.2019 ve 24.05.2019 tarihli ek kararlarının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, sair hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, dosyanın kararı veren İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.12.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2076 E. , 2020/117 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 23.03.2012 tarihli dava dilekçesinde; alacağını temlik aldıkları dava dışı Denizbank A.Ş. ile dava dışı Pizaş Pamukkale El Sanatı İşleri Tic. A.Ş. arasında genel kredi sözleşmesi akdedildiğini, davalı-borçlu …’ın da işbu sözleşmeyi müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, dava dışı şirketin kredi borcunu ödememesi üzerine kredi borcunun Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli ihtarnamesi ile kat edildiğini ve bilahare borçlular aleyhine Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyası ile ilamsız takip yapıldığını, davaya konu alacağın 29.09.2010 tarihli temlik sözleşmesiyle müvekkili varlık yönetim şirketine temlik edildiğini, alacağın tahsili için girişilen takibe davalı-borçlu tarafından haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 09.04.2012 tarihli cevap dilekçesinde; dava dilekçesi ekinde takip dayanağı belge suretleri gönderilmediğinden zikredilen kredi sözleşmelerindeki imzaların müvekkiline ait olup olmadığı hususunda beyanda bulunma haklarını saklı tutarak müvekkili tarafından 2005, 2006 ve 2007 yıllarında pek çok banka ile kredi sözleşmesi imzalandığını, öncelikle kredi sözleşmesindeki bedelin kredi müşterisine ödendiğinin ispat edilmesi gerektiğini, öte yandan kredi hesabı ile ilgili banka defter ve kayıtları ile dayanağı belgelerin ibrazı gerektiğini, yine dava dilekçesinde belirtilen Denizli 4. Noterliğinin ilgili ihtarnamesinin müvekkiline tebliğ edilmediğini, bu nedenle müvekkili hakkında hesabın kat edilmiş olmasının mümkün bulunmadığını, yine sözleşmedeki kefaletin geçerliliğinin müphem olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararı: 6. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/103 E.,2013/73 K. sayılı kararı ile; dava dışı şirkete kullandırılan kredinin ödenmemesi üzerine Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli hesap kat ihtarnamesiyle hesabın kat edildiği, söz konusu ihtarnamenin davalıya adresten taşınma nedeniyle tebliğ edilemediği, 01.09.2007 tarihinde çıkış merciine iade edildiğinin tebliğ mazbatasından anlaşıldığı, icra takip dosyasında borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi olarak yazılı ise de, bu hususun sehven yazılmış olduğu, yine aynı şekilde borcun sebebine ilişkin olarak ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu, takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ve ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısıyla bahsedildiği ve ödenmesi gereken borç miktarının da bildirilmiş olduğu ve yine sözleşmenin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında davalı tarafından yapılan itirazın kısmen iptali ile takibin 11.610,44TL asıl alacak, 811,48TL işlemiş faiz, 40,56TL gider vergisi olmak üzere toplam 12.462,48TL üzerinden devamına, asıl alacağa takip tarihinden itibaren %19,50 ve değişen oranlarda temerrüt faizi uygulanmasına, asıl alacak miktarı üzerinden hesaplanacak %40 oranında inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davalı tarafın tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 19. Hukuk Dairesince 22.09.2014 tarihli ve 2014/9802 E., 2014/13921 K. sayılı kararı ile; “…Davanın temelini oluşturan icra takibinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname” gösterilmiştir. İtirazın iptali davaları takibe sıkı sıkıya bağlı davalardan olduğundan uyuşmazlığın takibe dayanak yapılan kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerekir. Mahkemece icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Denizli Asliye Ticaret Mahkemesinin17.03.2015 tarihli ve 2015/12 E., 2015/221 K. sayılı kararı ile; davacının takibe dayanak olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, bunlardan sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, bozmaya konu olan mahkemenin önceki kararında da bahsedildiği üzere, takip dayanağı olarak gösterilen kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesinin gerekeceği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; takip talebinde alacağın dayanağı olarak yalnızca “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” şeklinde açıklama bulunmaktayken, takibe ekli ihtarnamede bahsi geçen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ilgili mevzuat hükümlerinin açıklanmasında yarar bulunmaktadır. 13. İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 4949 sayılı Yasayla değişik “İtirazın Hükümden Düşürülmesi” ana başlıklı “İtirazın İptali” alt başlıklı 67.maddesinde; “(DEĞİŞİK FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/15) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. (DEĞİŞİK FIKRA RGT: 25.11.1988 RG NO: 20000 KANUN NO: 3494/1) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın (DEĞİŞİK İBARE RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. (MÜLGA FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/103) Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır. (EKLENMİŞ FIKRA RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) Bu Kanunda öngörülen icra inkar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve benzeri tazminatların tespitinde, takip talebi veya davadaki talep esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. 14. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, itirazın iptali davasının hukuki niteliği üzerinde de durulması gerekmektedir. 15. İtirazın iptali davası müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır. Madde metninde de açıkça belirtildiği üzere takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip borçlusuna karşı genel mahkemede açılır ve genel hükümlere göre görülür. Alacaklı bu davada genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava etmektedir. 16. İtirazın iptali davası itirazın hükümden düşürülmesi ana başlığı altında düzenlenmekle takip hukuku içinde ve takip talebiyle sıkı sıkıya bağlantılı ele alınması gereken, sonucuyla takibin devamına etkili bir dava türü olarak karşımıza çıkmaktadır ve takip talepnamesinde dayanılan borç ve borcun sebebi ile bağlılık asıldır. Öyle ki, genel hükümlere göre harca tabi olanitirazın iptali davasında alacaklı yan isterse takip talebinde bulunurken yatırmış olduğu binde beş harcı geri alabilir ve itirazın iptali davası harcına mahsubunu isteyebilir (492 sayılı Harçlar Kanunu m. 28/a, 29/I, III). 17. Bu davada, ispat yükü kural olarak davayı açan alacaklıda olup, alacaklı alacağını ispatla yükümlüdür. Genel hükümler dairesinde her türlü delille ispat edilecek alacak da yine takip talepnamesine konu olan ve borçlu yanca itiraza uğrayan alacaktır. Zira aynı maddede itirazın haksızlığı borçlu açısından, takibin haksız ve kötü niyetli yapılması da alacaklı açısından tazminat müeyyidesine bağlanmıştır. 18. Diğer taraftan, İİK’nin 67.maddesinin son fıkrasında alacaklının itirazın tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açamamışsa umumi hükümler dairesinde alacağını dava etme hakkının saklı olduğu ifade edilmiştir. Bu da bir yıllık süre içinde açılan itirazın iptali davası ile süre geçirildikten sonra açılan alacak davaları arasında her ikisi de genel hükümlere tabi olmakla birlikte ispat yöntemleri ve hukuki sonuçları bakımından bir fark olduğunu ortaya koymaktadır. Zira süresi içinde açılan dava itirazın iptali davasıdır ve itirazın iptali davasının kazanılması hâlinde borçlunun itirazı iptal edilmiş olur. Bunun üzerine alacaklı itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini isteyebilir. Süresinden sonra açılan davada ise itirazın iptali değil alacağa hükmedilmesi istenecektir ve verilen kararın takibe etkisi bulunmamaktadır. Şu durumda itirazın iptali davasında ispat edilecek olanın takibe ve borçlunun itirazına konu alacak olduğunda ve itirazın iptali davası için bu alacağın sebebinin değiştirilme olanağının bulunmadığında kuşku bulunmamaktadır. 19. Genel hükümlere göre her türlü ispat olanağının varlığı, takip talebinde yer alan borç sebebinden ve takip dayanağından uzaklaşmak anlamında düşünülmemelidir. Burada sadece icra mahkemesinin dar yetkisi nedeniyle inceleyemediği delillerin genel mahkemede serbestçe ancak borca bağlı olarak ileri sürülmesi olanağının varlığı söz konusu olmaktadır. 20. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında; dava dışı Denizbank A.Ş. tarafından borçlular Pizaş Pamukkale… A.Ş. İbrahim Tarık Erdoğan, Sabri Erdoğan ve Tuğçe Erdoğan (Yıldız) aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” sebep gösterilmek suretiyle, toplam 12.614,71TL’nin tahsili için 18.09.2007 tarihinde ilamsız icra takibi yapılmış, takip alacağı 29.09.2010 tarihli sözleşme ile Denizbank A.Ş. tarafından LBT Varlık A.Ş.’ye temlik edilmiş, davalı-borçlu tarafından 15.12.2011 tarihli itiraz dilekçesi ile takibe itiraz edilmiş ve takibin bu borçlu yönünden durduğu anlaşılmıştır. 21. İtirazın iptali davalarında alacaklı, takipte dayanmadığı belgeler dışındaki başka belgelere dayanamaz. Şu durumda bizatihi kendisi bir borç sebebi ve dayanağı teşkil eden ancak takipte dayanılmayan genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında kullanılması davanın yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca takip talebinde “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” yazmakta olup, ihtarname takip talebine eklenmiş ise de ihtarnamenin amacının genel olarak borcun varlığına delalet etmeyip, borçluyu temerrüde düşürmekten ibaret olduğu cihetle itirazın iptali davasında takip talebinde gösterilen borç ve borcun sebebi ile bağlılığın asıl olmasına göre kaynak belgeye (temel alacak-sözleşme) itibar edilmesi gerekmektedir. 22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; takip konusu alacağın kaynağı ve miktarının takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtildiği, takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesinin isabetli olduğu, yerel mahkeme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 23. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 24. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanunun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi. KARŞI OY Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, takip talebinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” olarak gösterilmiş olması karşısında takibe ekli ihtarnamede sözü edilen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında takibe dayanak belge olarak esas alınıp alınamayacağıdır. Dava İİK’nın 67. maddesi hükmünde düzenlenen itirazın iptali davasıdır. İtirazın iptali davası takip alacaklısı tarafından takip borçlusunun icra dairesinde takibe itirazı üzerine takibin devamını sağlama amacı ile açılan bir davadır. Bu nedenle bu davaya itirazın iptali davası denilmektedir. İtirazın iptali davası bu özelliği dolayısı ile itiraza uğrayan takibe sıkı sıkıya bağlı bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir (HGK 17.09.2019 gün 2017/19-824 E., 2019/889 K. sayılı kararı). Alacaklı takip konusu yaptığı ve borçlunun icra dairesinde itiraz ettiği alacağı için İİK 67/1’deki bir yıl içinde itirazın iptali davası açar. Alacaklı bir yıl içinde itirazın iptali davası açmaz ise yaptığı ilamsız icra takibi düşer; alacaklı bu alacağı hakkında bir daha ilamsız takip yapamaz (İİK m. 68/1’e kıyasen). Ancak bir yıllık süreyi geçiren alacaklının genel hükümlere göre alacağını dava etmek hakkı saklıdır. Mahkeme, itirazın iptali davasında bir alacak davasında olduğu gibi tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceler. Borçlunun ödeme emrine karşı yaptığı borca itirazın haksız olduğu sonucuna varır ise itirazın iptaline, talep üzerine koşulları var ise borçluyu icra inkâr tazminatına mahkûm eder. Alacaklı bu kararı icra dairesine vererek itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini yani borçlunun malları üzerine haciz konulmasını talep edebilir. Mahkemenin bu kararı maddi anlamda kesin hüküm oluşturur. İtirazın iptali davasına konu alacak, alacaklının ilamsız icra takibine konu yaptığı ve borçlu tarafından itiraz edilen alacaktır. Genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi bütün takip yollarında olduğu gibi bir takip talebi ile başlar. Alacaklının takip talebinde bulunabilmesi için alacağın bir senede veya belgeye bağlı olması zorunlu değildir. Ancak alacaklı takip yaparken bir senet veya belgeye sahip değil ise alacağın sebebini belirtmek zorundadır. Bu husus takip talebi ve muhtevası başlıklı İİK’nın 54/4. bendinde “senet, senet yoksa borcun sebebi” olarak düzenlenmiştir. Alacaklı takip talebinde alacağının belgesini, belgesi yoksa sebebini göstermek zorundadır. Takip konusu alacak bir senede veya belgeye bağlı ise senedin veya belgenin aslını veya onaylı örneğini takip talebi ile birlikte icra dairesine vermek zorundadır. Alacaklı takipte dayandığı bu belgeleri icra dairesine vermedikçe icra dairesi ödeme emri düzenleyip borçluya gönderemez. Buna rağmen göndermiş ise borçlunun süresi içinde şikâyet yolu ile ödeme emrini iptal ettirmesi gerekir (İİK m.16). Alacaklı takip talebinde alacağının senede veya belgeye bağlı olduğunu bildirmemiş ve icra dairesine hiçbir belge vermemiş ise borçlunun ödeme emrine itirazı üzerine alacaklı takip talebinde göstermediği ve icra dairesine vermediği bir belgeye dayanarak itirazın iptali davası açamaz. Alacaklı takip talebi ile birlikte borçlu sayısından bir fazla adeti kendisi veya temsilcisi tarafından onaylanmış senet örneğini icra dairesine verir. Bu örneklerden biri icra dosyasında saklanır. Diğer örnekler ödeme emri ile birlikte borçluya veya borçlulara tebliğe gönderilir (İİK m. 61/1). Takibe dayanak belgeler ödeme emri ekinde borçluya gönderilmemesi hâlinde borçlu süresi içinde icra mahkemesine başvurarak ödeme emrinin iptal edilmesini talep edebilir. Bu şikâyet üzerine icra mahkemesince ödeme emri iptal edilir ise icra dairesi yeniden borçluya çıkaracağı ödeme emri ekinde takibe dayanak belgeleri de ekler. Hukuk Genel Kurulu 27.04.2011 tarih, 2010/12-641 E., 2011/218 K. sayılı kararında takip talebinde ve ödeme emrinde borcun sebebi olarak kredi kartı alacağını gösteren alacaklının alacağın bağlı olduğu belgeleri açıklamamış ve dayanak belgeleri icra dairesine vermemiş ve bu husus şikâyet konusu da yapılmamış ise borçlunun itirazı üzerine alacaklının itirazın kaldırılmasını talep ettiği icra mahkemesinde kredi kartı kullanımına ilişkin sözleşme ve hesap kat ihtarını ibraz edebileceği, bu belgelerin icra mahkemesinde incelenmesine yazılı engel bulunmadığına hükmetmiştir. Somut olayda dava dışı Denizbank A.Ş.’nin dava dışı Pizen A.Ş. ile davalı …’ın da aralarında bulunduğu borçlular aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti”ne dayalı olarak 11.610,44YTL asıl alacak ve ferileri ile birlikte toplam 12.614,71YTL üzerinden genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine geçtiği, dayanak belgelerden sadece ihtarnamenin takip talebine eklendiği, davalı borçlunun icra davasında borca itiraz etmesi üzerine, icra dosya alacağını temlik alan davacının mahkemede itirazın iptali davasını açtığı, yerel mahkemece, takip talebinde borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi yazılı ise de bu hususun sehven yazılmış olduğu, aynı şekilde takip talebinde ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu ve takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısı ile bahsedildiği, ödenmesi gereken borç miktarının ihtarnamede bildirilmiş olduğu ve ihtarnamede geçen borç miktarının takip talebinde talep edildiği, alacağın kaynağı olan genel kredi sözleşmesinin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Yerel mahkeme kararının davalı vekilince temyizi üzerine Özel Dairece takibe dayanak olarak kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname gösterildiğinden uyuşmazlığın kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği, icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek sureti ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkeme önceki gerekçelere ek olarak davacının takibe dayanak olarak “ kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, takip talebine takip dayanağı olarak kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekçesi ile direnme kararı vermiştir. Direnme kararının temyizi üzerine Genel Kurul çoğunluk görüşü özel dairenin bozma gerekçesini benimseyerek direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkemenin direnme kararının yukarıda belirtilen ilke ve kurallara uygun olduğu görüşündeyiz. Şöyle ki; alacaklı takibe konu alacağı için senet, senet yoksa sebep göstermek zorunda olduğu gibi dayanak olarak senedi gösteriyor ise bu senedi de takibe eklemek zorundadır. Aksi hâlde icra memuru borçluya ödeme emri göndermez (İİK 68/4 bendi, 68/3 fıkrası). Bu maddede yazılı “senet” kelimesinden sadece teknik ve gerçek anlamda bir senet değil, alacaklının alacaklı olduğunu gösteren bir belge veya belgeler zinciri de anlaşılır. Özel Daire takip talebinde yazılı “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti” açıklamasından sadece kredi kartı üyelik sözleşmesi ibaresini dikkate alarak icra takibine konu alacağın kredi kart üyelik sözleşmesine dayalı olduğu sonucuna varmıştır. Oysa takip talebinde sadece dayanak belge olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi” yazılı olsa idi, bu sözleşme ve bu sözleşme ile ilgili varsa ihtarname takip talebine eklenmediği için icra müdürünün borçluya ödeme emri göndermesi mümkün değildir. Borçlunun takip borcuna itiraz edebilmesi için borcun hangi tarihli sözleşmeden kaynaklandığı ve hangi aylara ilişkin kredi borcunun olduğunu bilmesi gereklidir. Takip talebine dayalı ihtarname takip talebine eklenmiş olup bu ihtarnamede takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesine istinaden kullandırılan krediden kaynaklandığı belirtildikten sonra ihtarnamede borç tarih ve miktarları faizi ve ferileri ile birlikte ayrıntılı olarak gösterilmiş, ihtarnamede belirtilen 11.610,44YTL asıl alacak 956,45YTL işlem temerrüt faizi 47,82YTL temerrüt faizi %5 gider vergisi olmak üzere toplam 12.614,71YTL toplam borç takip talebinde talep edilmektedir. Görüldüğü üzere takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takibe konu edilen alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, bu açıklama karşısında takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Alacaklı takip talebinde genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye bağlı olarak gönderilen ihtarname şeklinde belgeler zincirine dayanmıştır. İhtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinin yazılı olması karşısında, takip talebinde genel kredi sözleşmesi ibaresinin yazılı olmaması bu sözleşmeye dayanılmadığını söylemeye yeterli değildir. Kaldı ki davalı cevap dilekçesinde takibe dayanak ihtarnamenin kendisine tebliğ edilmediği için kendisi hakkında hesabın kat edilmesinin söz konusu olmadığını bu nedenle temerrüdün takip tarihinde başlayacağını, takip öncesi işlemin faiz ve ferilerinden sorumlu olmayacağını ileri sürmek suretiyle takibe dayanak alacağın ihtarnamede yazılı olan alacak olduğunu kabul etmektedir. Yine borçlunun cevap dilekçesinde belirttiği üzere sadece kredi sözleşmesinin yapılması kredi müşterisinin bankaya borçlandığının kanıtı olamaz. Kredi sözleşmesinin kefili olan davalının borçtan sorumlu olması için kredinin kredi borçlusuna ödendiğinin de ispatı gerekir. Takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takip talebinde sadece bu ihtarname yazılı olması sureti ile alacaklı İİK 58/4 bende yazılı belgeye dayanma şartını yerine getirmiştir. Sonuç olarak yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesi isabetli olup direnme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyoruz.
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/63 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2020/3062 Karar No. 2020/11095 Tarihi: 08/10/2020 l ARA DİNLENMESİ ÖZETİ ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanunu’nun 68. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az onbeş dakika, dört saatten fazla ve yedibuçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedibuçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedibuçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır. 4857 sayılı Kanun’un 63. maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi onbir saati aşamayacağından, 68. maddenin belirlediği yedibuçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok onbir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde onbir saate kadar olan (onbir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, onbir saatten fazla çalışmalarda ise en az birbuçuk saat olarak verilmelidir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı isteminin özeti: Davacı vekili; davacının davalı şirketlerden … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş bünyesinde 03.09.2003 tarihinde kasiyer olarak çalışmaya başladığını fakat sigorta girişinin 06.06.2007 tarihinde yapıldığını, şirket yetkililerinin gördüğü lüzum üzerine davacının 18.06.2010 tarihinde diğer davalı şirket olan … Mağ. Gıda Teks. Pet. Elektrik Turz. Nak. İnş. Taah. San. ve Ticaret A.Ş ‘de muhasebe bölümünde çalıştırılmak üzere gönderildiğini, davalı şirket isimlerinin her ne kadar farklı ise de iş sahiplerinin aynı kişiler olduğunu, bu iş yerinde de 21.09.2011 tarihine kadar çalıştığını öne sürerek fazla çalışma ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağının davalılardan tahsilini talep etmiştir. Davalı cevabının özeti: Davalı … Mağ. Gıda Teks. Pet. Elektrik Turz. Nak. İnş. Taah. San. ve Ticaret A.Ş vekili, davacının müvekkil şirkette 18.06.2010-21.09.2011 tarihleri arasinda muhasebe bölümünde çalıştığını, muhasebe bölümünün çalışmalarının sabit olması nedeni ile davacının fazla çalışmasının bulunmadığını, davalı … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş vekili ise; davacının müvekkil şirkette 18.06.2010-21.09.2011 tarihleri arasında muhasebe bölümünde çalıştığını ve üniversite sınavını kazanması sebebi ile istifa ettiğini, muhasebe bölümünün çalışmalarının sabit olması sebebi ile davacının fazla çalışmasının bulunmadığını savunarak ayrı ayrı davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir. Mahkeme kararının özeti: Mahkemece yapılan yargılama sonucunda toplanan delillere göre ve bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar süresi içinde davalılar vekillerince temyiz edilmiştir. Gerekçe: I-Davalı … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş Temyizi Yönününden; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesindeki atıf gözetildiğinde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434. maddesi ile ilgili 25.01.1985 gün ve 5/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı hükmü gereğince, temyiz isteği, dilekçenin temyiz defterine kaydettirildiği tarihte yapılmış sayılır ve temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Temyiz harç ve giderlerinin ödenmemiş veya eksik ödenmiş olduğunun sonradan anlaşılması durumunda, karar veren hakim tarafından yedi günlük kesin süre tanınarak, bu süre içerisinde ödenmesi veya eksikliğin tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı temyiz edene yöntemince ve yazılı olarak bildirilir. Ancak, temyiz harcının mahkeme kalemince hesaplanıp temyiz edenden istendiği halde süresinde ödenmediği belgelendirilmiş ise temyiz isteğinin reddi gerekir. Dosya içeriğine göre; yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen kararı davalı … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş vekilinin harç yatırmaksızın temyiz etmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi’nin 16.05.2019 tarihli geri çevirme kararı sonrası mahkemece söz konusu eksikliğin tamamlanması için ilgili davalı … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş ’ne muhtıra çıkartıldığı, muhtıranın davalı … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş vekiline tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Usulüne uygun muhtıraya rağmen davalı … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş tarafından temyiz yoluna başvurma harcı ve temyiz (nispi) karar harcının tamamlanmadığı anlaşıldığından; … Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş ’nin temyiz isteminin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427, 432. maddeleri uyarınca REDDİNE, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, II- … Mağ. Gıda Teks. Pet. Elektrik Turz. Nak. İnş. Taah. San. ve Ticaret A.Ş yönünden, 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle temyiz sebeplerine göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır. 2-Taraflar arasında mahkemece fazla çalışma alacağı hesabında talebin aşılıp aşılmadığı ve hesaplamanın doğru şekilde yapılıp yapılmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesi “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” hükmü uyarınca taleple bağlılık kuralına aykırı olarak talepten fazlasına karar verilmesi usule aykırıdır. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının; gündüz vardiyasında 08.30-19.00 saatleri arasında yarım saat ara dinlenme süresi kullanarak haftada 15 saat, gece vardiyasında ise 13.00-24.00 saatleri arasında yarım saat ara dinlenme süresi kullanarak haftada 18 saat fazla çalışma yaptığı, bu şekilde haftada ortalama 16.5 saat fazla çalışma yaptığı kabul edilerek hesaplama yapılmıştır. Mahkemece bu hesaplamaya itibar edilerek hüküm kurulmuş ise de; dava dilekçesinde, davacının haftanın altı günü 08.30-19.00 saatleri arasında çalıştığı ileri sürülmüş olup bu süreyi aşan şekilde yapılan fazla çalışma hesabı talep aşımı mahiyetinde olduğundan hatalıdır. Öte yandan; ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanunu’nun 68. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az onbeş dakika, dört saatten fazla ve yedibuçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedibuçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedibuçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır. 4857 sayılı Kanun’un 63. maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi onbir saati aşamayacağından, 68. maddenin belirlediği yedibuçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok onbir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde onbir saate kadar olan (onbir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, onbir saatten fazla çalışmalarda ise en az birbuçuk saat olarak verilmelidir. Somut uyuşmazlıkta; Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, dosyadaki ispat durumu da dikkate alındığında, günlük yedibuçuk saati aşan çalışmalar bakımından en az bir saat ara dinlenme yapıldığının kabul edilmemesi doğru olmamıştır. Dolayısıyla, davacının yedibuçuk saati aşan ancak on bir saati aşmayan çalışmasında bir saat ara dinlenme kullandığının kabul edilmesi gerekir. 3- Son olarak, karar başlığında “… Mağ. Gıda Teks. Pet. Elektrik Turz. Nak. İnş. Taah. San. ve Ticaret A.Ş” ve “… Gıda Teks. Elek. Kuy. Pet. İnş. Nak. Tic. A.Ş” olan davalı unvanlarının eksik gösterilmesi de isabetli bulunmamıştır. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 08.10.2020 gününde oybirliği ile karar verildi. kaynak çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/21 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2017/16881 Karar No. 2020/11148 Tarihi: 08/10/2020 l İCRA İNKAR TAZMİNATI l ALACAĞIN LİKİT OLMASININ KOŞULLARI l İŞE İADE DAVASI SONRASI İSTEM-LERİN YARGILAMAYI GEREKTİRDİĞİN-DEN İCRA İNKAR TAZMİNATINA KARAR VERİLEMEYECEĞİ ÖZETİ İtirazın iptali davasında borçlunun haksızlığına karar verilmesi halinde ve alacaklının talep etmiş olması şartıyla, borç miktarının Kanunda gösterilen orandan az olmamak kaydıyla icra inkar tazminatına hükmedilir. İcra inkar tazminatına karar verilebilmesi için alacağın belirli ya da belirlenebilir olması gerekir. Ancak, hak tartışmalı ise icra inkar tazminatına hükmedilemez. Alacağın likit olması şartıyla itirazın iptali davası sonunda borçlunun itirazının kısmen kabulü halinde dahi, kabul edilen kısım bakımından icra inkar tazminatına hükmedilmelidir. İcra inkar tazminatı, asıl alacak bakımından söz konusu olur. İşlemiş faiz isteği yönünden icra inkar tazminatına hükmedilmesi mümkün değildir. Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez. Şayet alacak tartışmalı ve yargılamayı gerektiriyorsa likit olduğundan söz edilemez. Somut olayda, davacının yaptığı takip işe iade sonrası isteklere ilişkin olup bu alacakların hesaplanması ve miktarı bakımından uyuşmazlığın çözümünün yargılamayı gerektirmesi nedeniyle ortada likit bir alacağın varlığından söz edilemez. Bu nedenle, Mahkemece icra inkar tazminatına hükmedil-mesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı, iş sözleşmesinin yasaya aykırı feshedilmesi nedeniyle açılan işe iade davasında feshin geçersizliğine, boşta geçen süreler için 4 aylık ücret ve diğer hakların ödenmesine ve işe başlatmama tazminatının da 5 aylık brüt ücret olarak belirlenmesine karar verildiğini, kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmesi üzerine, işe başlatılması için başvurmasına rağmen aynı şartlarda işe başlatılmadığını, ilamda geçen 4 aylık ücret ve diğer hakları ile işe başlatmama tazminatı ve kıdem ve ihbar tazminatının ödenmediğini, alacaklarının tahsili amacıyla yapılan icra takibine davalının (borçlunun) itiraz etmesi sonucu takibin durdurulmasına karar verildiğini iddia ederek itirazın iptaline, takibin devamına, ayrıca icra takibine haksız itiraz nedeniyle % 20 den az olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” Somut uyuşmazlıkta; davacı tarafça açılan dava itirazın iptali davası olup dava dilekçesinde boşta geçen sürede başka bir işe girdiğinden bahisle 2 aylık boşta geçen süre ücreti ve diğer hakların talep edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinin 1. fıkrası uyarınca taleple bağlı kalınarak boşta geçen süre ücreti ve diğer hakların 2 ayla sınırlandırılması gerekirken 4 aylık olarak hesaplanması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. 3-Davacının boşta geçen süre ücreti alacağının hesabında esas alınacak ücret konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Boşta geçen süreye ait en çok dört aya kadar ücret ve diğer haklar için, feshi izleyen dönem ücretlerine göre hesaplama yapılmalıdır. Geçersiz sayılan fesih tarihinden sonra boşta geçen en çok dört aylık sürede işçinin çalışması devam ediyormuş gibi ücret ve diğer haklar belirlenmelidir. Somut uyuşmazlıkta; hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının boşta geçen süre ücreti ve diğer haklara ilişkin alacağının 2015 yılı 2. dönem asgari ücreti olan brüt 1.273,50 TL’nın dosyaya sunulu idari şartnamede güvenlik personeline asgari ücretin % 38 fazla ödeneceği hususu dikkate alınarak 208,00 TL yemek ücreti de eklenerek hesaplandığı anlaşılmaktadır. Ne var ki, bu hesaplamada esas alınan ücret hatalı olmuştur. Davacının iş sözleşmesi 30.09.2014 tarihinde feshedilmiş olup, kesinleşen işe iade kararı gereğince ödenmesi gereken boşta geçen süre ücretine esas ücretler taleple de bağlı kalınarak bu tarihten sonraki 2 aya ait ücretlerdir. Bu durumda, davacı söz konusu aylarda çalışıyormuş gibi değerlendirilerek o dönemlerdeki ücretinin (fesih tarihi ve feshi izleyen dönem itibariyle) tespit edilerek bir hesaplama yapılması gerekirken işe başlatmama tarihindeki ücret üzerinden hesaplanması da hatalı olmuştur. 4-Taraflar arasındaki bir diğer uyuşmazlık icra inkar tazminatı şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. İtirazın iptali davasında borçlunun haksızlığına karar verilmesi halinde ve alacaklının talep etmiş olması şartıyla, borç miktarının Kanunda gösterilen orandan az olmamak kaydıyla icra inkar tazminatına hükmedilir. İcra inkar tazminatına karar verilebilmesi için alacağın belirli ya da belirlenebilir olması gerekir. Ancak, hak tartışmalı ise icra inkar tazminatına hükmedilemez. Alacağın likit olması şartıyla itirazın iptali davası sonunda borçlunun itirazının kısmen kabulü halinde dahi, kabul edilen kısım bakımından icra inkar tazminatına hükmedilmelidir. İcra inkar tazminatı, asıl alacak bakımından söz konusu olur. İşlemiş faiz isteği yönünden icra inkar tazminatına hükmedilmesi mümkün değildir. Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez. Şayet alacak tartışmalı ve yargılamayı gerektiriyorsa likit olduğundan söz edilemez. Somut olayda, davacının yaptığı takip işe iade sonrası isteklere ilişkin olup bu alacakların hesaplanması ve miktarı bakımından uyuşmazlığın çözümünün yargılamayı gerektirmesi nedeniyle ortada likit bir alacağın varlığından söz edilemez. Bu nedenle, Mahkemece icra inkar tazminatına hükmedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 08/10/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.kaynak çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/2 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2020/3141 Karar No. 2020/11157 Tarihi: 08/10/2020 l MUVAZAALI ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİSİ l ALT İŞVEREN İLİŞKİSİNİN MUVAZAALI OLMASI DURUMUNDA İŞLERİN ALT İŞVERENE VERİLMESİNİN FESİHTE GEÇERLİ NEDEN OLARAK KABUL EDİLEMEYECEĞİ ÖZETİ 4857 sayılı Kanun’un 2. maddesinde belirtilen unsurları taşımayan alt işveren uygulaması, fesih için geçerli sebep kabul edilemez. 4857 sayılı Kanun’da yardımcı işlerin alt işverene verilmesinin herhangi bir şarta bağlanmaması sebebiyle, bu nevi işlerin muvazaa olmaması kaydıyla alt işverene devri sebebiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi hâlinde, feshin geçerli sebebe dayandığı kabul edilebilir. Buna karşılık, 6. fıkra gereğince, asıl işin bir bölümünde işletme ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işler alt işverene devredilebilecektir. Anılan düzenlemede baskın öğe, “teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren” işlerdir. Başka bir anlatımla işletmenin ve işin gereği ancak teknolojik sebepler var ise gözönünde tutulur. Dolayısıyla, sözkonusu hükümdeki şartlar gerçekleşmeden asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi hâlinde, asıl işveren – alt işveren ilişkisi geçersiz olacağından iş sözleşmesinin feshi de geçersiz olacaktır. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı, 17.12.2012 tarihinde iş sözleşmesinin feshedildiğini, davalı asıl işveren ile alt işverenler arasında yapılan sözleşmelerin muvazaalı olduğunu, iş sözleşmesinin başlangıcından itibaren davalının işçisi olduğunu belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile fark ücret alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle muvazaa iddiası kabul edilmemiş, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Gerekçe 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre; davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, asıl işveren-alt işveren arasındaki ilişkinin kanuna uygun kurulup kurulmadığı veya muvazaaya dayanıp dayanmadığı noktasında toplanmaktadır. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 15. maddesi “Elektrik enerjisi üretim, iletim ve dağıtım faaliyeti gösteren kamu tüzel kişileri, gerekli hallerde üretim, iletim ve dağıtım tesislerinin işletilmesi ve bakım onarım işlerini tabi oldukları ihale mevzuatı çerçevesinde hizmet alınması yoluyla yaptırabilirler”şeklindedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/6. maddesine göre bir işverenden işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren – alt işveren ilişkisi denir. Alt işveren uygulaması bir işletmesel karardır. Alt işverene devrin işletme gereklerine dayanan geçerli fesih sebebi olması, 4857 sayılı Kanun’un 2. Maddesinin 6. ve 7. fıkraları uyarınca geçerli ve muvazaaya dayanmayan asıl işveren – alt işveren ilişkisinin kurulması şartına bağlıdır. Muvazaa Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla ve kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesi arzu etmedikleri görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Üçüncü kişileri aldatmak kastı vardır ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaanın ispatı genel ispat kurallarına tabidir. İşverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren-alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek istenmiş ve 4857 sayılı Kanun’un 2/7. maddesinde bu konuda bazı muvazaa kriterlerine yer verilmiştir. Bu kriterler, asıl işveren işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi sureti ile haklarının kısıtlanması veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisinin kurulması olarak belirtilmiştir. 4857 sayılı Kanun’un 2. maddesinde belirtilen unsurları taşımayan alt işveren uygulaması, fesih için geçerli sebep kabul edilemez. 4857 sayılı Kanun’da yardımcı işlerin alt işverene verilmesinin herhangi bir şarta bağlanmaması sebebiyle, bu nevi işlerin muvazaa olmaması kaydıyla alt işverene devri sebebiyle iş sözleşmesinin feshedilmesi hâlinde, feshin geçerli sebebe dayandığı kabul edilebilir. Buna karşılık, 6. fıkra gereğince, asıl işin bir bölümünde işletme ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren işler alt işverene devredilebilecektir. Anılan düzenlemede baskın öğe, “teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektiren” işlerdir. Başka bir anlatımla işletmenin ve işin gereği ancak teknolojik sebepler var ise gözönünde tutulur. Dolayısıyla, sözkonusu hükümdeki şartlar gerçekleşmeden asıl işin bölünerek alt işverene verilmesi hâlinde, asıl işveren – alt işveren ilişkisi geçersiz olacağından iş sözleşmesinin feshi de geçersiz olacaktır. Somut olayda; Mahkemece 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun 15. maddesi uyarınca asıl işveren-alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanmadığı kabul edilmiş ise de, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.09.2015 tarih, 2015/1895, 2015/1779 esas ve karar sayılı kararı uyarınca muvazaanın benzer dosyalarda kabul edilmesine ve Dairemizce önceki hukuki görüş korunmakla beraber hukuki istikrar adına aynı işyeri için Hukuk Genel Kurulu’nca verilen kararlara uyulmasına karar verilmiştir. Buna göre Mahkemece davacının çalışma dönemi ile ilgili olarak dosyada mevcut hizmet alım sözleşmeleri değerlendirilerek, davacının muvazaa iddiası kabul edilen dosyalardaki işçilerle aynı hizmet alım sözleşmesi kapsamında çalışmasının bulunması halinde muvazaa iddiası kabul edilerek, davacının taleplerinin değerlendirilmeye tabi tutulması ile karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 08.10.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/32, 41 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/21737 Karar No. 2020/11207 Tarihi: 08/10/2020 l BAHŞİŞİN ÜCRET OLDUĞU l ÜCRETİN BAHŞİŞLE BİRLİKTE ÖDENDİĞİ DURUMDA FAZLA ÇALIŞMANIN KÖK ÜCRETE TEKABÜL EDEN KISMININ 1,5 İLE BAHŞİŞ KISMININ 0,5 İLE ÇARPARAK HESAPLAN-MASININ GEREKTİĞİ ÖZETİ Davacı işçi garanti ücret ve sürekli bahşiş uygulamasının olduğu işyerinde çalışmaktadır. Bahşiş adı altında yapılan ödeme ücret mahiyetindedir. Mahkemece, davacının süreklilik arz ettiği anlaşılan bahşiş gelirinin çıplak ücrete katılmaması hatalıdır. Mahkemece bahşiş geliri nedeniyle fazla mesai alacağına esas ücret 0,5 katsayısı ile çarpılmış ise de işverence ödenen ücretin 1,5; ücrete eklenecek bahşiş kısmının ise 0,5 ile çarpılarak sonuca gidilmesi gerekmektedir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen karar, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiş ve davacı vekilince duruşma talep edilmiş ise de; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438. maddesi gereğince duruşma isteğinin miktardan reddine ve incelemenin dosya üzerinden yapılmasına karar verildikten sonra Tetkik Hakimi A. Dabakoğlu tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı, hakları ödenmediğinden haklı fesih yaptığını ileri sürerek kıdem tazminatı, fazla mesai, genel tatil, ücret ve hafta tatili alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı, işçinin istifa ettiğini, ödenmeyen işçilik alacağı bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti ve Yargılama Süreci: Mahkemece toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak hafta tatili talebinin reddine, sair taleplerin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebepleregöre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Hizmet süresi taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Mahkemece davacı iddiasına değer verilerek 4 yıl 1 ay 12 gün hizmet süresi kabul edilmiştir. Ancak davacı tanıkları Kasım ve Mehmet ifadelerinde davacının önce komi olarak çalışıp ayrıldığını daha sonra garson olarak çalıştığını bildirmiş, çalışma dönemi ve süresine ilişkin net bir beyanda bulunmamıştır. Bu nedenle hizmet süresinin tanık beyanlarıyla da uyumlu iki dönem halindeki SGK kayıtlarına göre belirlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır. 3- Ücret taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Davacı işçi garanti ücret ve sürekli bahşiş uygulamasının olduğu işyerinde çalışmaktadır. Bahşiş adı altında yapılan ödeme ücret mahiyetindedir. Mahkemece, davacının süreklilik arz ettiği anlaşılan bahşiş gelirinin çıplak ücrete katılmaması hatalıdır. 4- Fazla mesai alacağının hesap yöntemi uyuşmazlık konusudur. Mahkemece bahşiş geliri nedeniyle fazla mesai alacağına esas ücret 0,5 katsayısı ile çarpılmış ise de işverence ödenen ücretin 1,5; ücrete eklenecek bahşiş kısmının ise 0,5 ile çarpılarak sonuca gidilmesi gerekmektedir. Yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır. 5- Fazla mesai, genel tatil ve ücret alacaklarına hangi tarihten faiz yürütüleceği uyuşmazlık konusudur. Mahkemece fazla mesai alacağına dava, genel tatil ve ücret alacağına ise dava ve ıslah tarihinden faiz yürütülmüş ise de dosyadaki 08.01.2014 günlü Kadıköy 26. Noterliği’nin 00487 yevmiye numaralı ihtarnamesinin tebliğ şerhli örneği getirtilerek bu alacakların tamamına ihtarnamenin tebliğ edildiği tarihten faiz yürütülmesi, ihtarname tebliğ edilmemiş ise davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı düşünülerek genel tatil alacağının tamamına dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekmektedir. Yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır. Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine 08.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
İlgili Kanun /Madde 6100 S. H07K/17 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2018/7888 Karar No. 2020/11448 Tarihi: 12/10/2020 l BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILAN DAVADA BOZMADAN SONRA DA DEĞER ARTIRIMI YAPILABİLECEĞİ l DEĞER ARTIRIMININ ISLAH NİTELİĞİN-DE KABUL EDİLEMEYECEĞİ ÖZETİ Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise, davacı ücreti net 2.300,00 TL olduğu, davacının yemek ve servis hizmetinden yararlandığı da dikkate alınarak takdiri olarak bilirkişi tarafından yemek ve yol ücreti eklenerek giydirilmiş ücret bulunmuştur. Giydirilmiş ücretin tespitinin davacıdan şu durumda beklenemeyeceği, ücrette belirsizlik olduğu açıktır. Öyle ise davanın belirsiz alacak davası olarak kabulünün yerinde olacağı ve bozmadan sonra davacının taleplerinin artırabileceği sonucuna ulaşılacaktır. Davacının bozmadan sonra talep artırım dilekçesi verdiği ve tamamlama harcı yatırmak suretiyle taleplerini artırdığı görülmektedir. Ancak mahkemece hatalı değerlendirme ile talep artırımının ıslah olarak kabul edilmesi ve artırılan miktarların reddine karar verilmesi hatalı olup kararın bozulması gerekmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Z. Uygurtaş Öztaylan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili;davacının, davalıya ait taş ocağında 16/09/2010 – 07/08/2015 tarihleri arasında tesis bakım ve kaynak ustası olarak çalıştığını, işten çıkarıldığı tarihte aylık net 2.300,00 TL ücret aldığını, davalının işçilerin haklarını ödemediğini ve bu nedenle aleyhine çok sayıda dava açıldığını, müvekkiline veişçilere 2014 yılı sonuna kadar olan tazminatlarının ödeneceğine dair söz verildiğini, 08/01/2015 tarihinde müvekkilinin sigorta çıkışının yapıldığını, davalı avukatının kendileri tarafından hazırlanmış olan feragat dilekçesinin müvekkiline ve diğer işçilere imzalatıldığını, feragatten sonra da 17/01/2015 tarihinde tekrar sigorta girişinin yapıldığını, işe alındığında boş bir bono imzalatıldığını ve bu bono ile müvekkilinin tehdit altına alındığını, davalının feragatten sonra sözünü yerine getirmediğini, 2014 yılı sonuna kadar hak kazandığı tazminatı da ödemeye yanaşmadığını, müvekkilinin tazminatlarının ödenmemesi halinde yasal yollara başvuracağını söyleyince de davalı tarafından işten çıkarıldığını, ödenmeyen kıdem, ihbar tazminatı, hafta tatili, fazla mesai, yıllık izin ve ücret ile bayram genel tatil alacaklarının olduğunu ileri sürerek; davanın kabulüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Vekilinin Cevabının Özeti: Davalı vekili;daha öne aynı konuda talep olduğunu ve mahkeme kararı ile feragat nedeniyle reddine karar verildiğini, aynı konuda dava açılamayacağından dolayı kesin hüküm olduğunu savunarak; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, bozma ilamından önce verilen kararda daha önce dava konusu taleplerin İstanbul Anadolu 6. İş mahkemesinin2015/25 E. Sayılı dosyası ile talep edildiği ancak davacının, davadan feragat ettiği, bu feragatin, işe başlarken verdiği boş senedin takibe konulacağının söylenerek baskı ve tehdit halinde alındığını iddia etse de bu hallerin irade fesadı hallerinden olmadığı belirtilerek davanın usulden reddine karar verilmiştir. Dairemizin 20.12.2016 tarihli 2016/26989 E., 2016/22563 K. Sayılı ilamında aynı durumda olan işçiler olduğu , benzer dilekçeler ile dava açıp sonrasında feragat ettikleri, bu durumda iradenin fesada uğratıldığının kabul edilmesi gerektiği belirtilerek bozma kararı verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, dosya bilirkişiye verilmiş , bozmadan sonra ıslah yapılamayacağı, davanın belirsiz alacak davası değil kısmi eda-külli tespit davası olduğu belirtilerek dava dilekçesindeki taleplerin kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1- Dosyadaki yazılara, delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. 2- Taraflar arasında davanın belirsiz alacak davası olup olmadığı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Bozmadan sonra ıslah yapılıp, yapılamayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat uyuşmazlığının giderilmesi amacı ile içtihatların birleştirilmesi gündeme gelmiş, konu Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunda değerlendirilmiş ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun06.05.2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararı ile “ Her ne sebeple verilirse verilsin bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına dair 04.02.1948 tarih ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı YİBK. nın değiştirilmesine gerek olmadığına” karar verilmiştir. Yargıtay Kanunu’nun 45/5. maddesi “İçtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, Dairelerine ve Adliye Mahkemelerini bağlayacağı “ hükmünü içermektedir. Yargıtay Kanunu’nun 45/5. maddesi karşısında “Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin 06.05.2016 tarih ve 2015/1 E. 2016/1 K. sayılı kararına göre bozmadan sonra yapılan ıslaha değer verilemez. Somut dosyamızda ; dava belirsiz alacak davası olarak açılmış olup, davacı ücreti ihtilaflıdır. Şöyleki ; davacının net 2.300,00 TL ücret aldığı, işyerinde verilen bir öğün yemek ve servis imkanından yararlandığı belirtilmiştir. Davacı tanıkları ise davacı iddialarını doğrulamışlardır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise, davacı ücreti net 2.300,00 TL olduğu, davacının yemek ve servis hizmetinden yararlandığı da dikkate alınarak takdiri olarak bilirkişi tarafından yemek ve yol ücreti eklenerek giydirilmiş ücret bulunmuştur. Giydirilmiş ücretin tespitinin davacıdan şu durumda beklenemeyeceği, ücrette belirsizlik olduğu açıktır. Öyle ise davanın belirsiz alacak davası olarak kabulünün yerinde olacağı ve bozmadan sonra davacının taleplerinin artırabileceği sonucuna ulaşılacaktır. Davacının bozmadan sonra talep artırım dilekçesi verdiği ve tamamlama harcı yatırmak suretiyle taleplerini artırdığı görülmektedir. Ancak mahkemece hatalı değerlendirme ile talep artırımının ıslah olarak kabul edilmesi ve artırılan miktarların reddine karar verilmesi hatalı olup kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 12/10/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak :çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/21 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2020/3073 Karar No. 2020/11570 Tarihi: 13/10/2020 l İŞ GÜVENCESİ KAPSAMINA GİRMEYEN İŞVEREN VEKİLLERİ l İŞLETMENİN BÜTÜNÜNÜ YÖNETEN İŞVEREN VEKİLLERİ BAŞKA BİR KOŞUL ARAN-MADAN İŞ GÜVENCESİ KAPSAMI DIŞINDADIR l İŞYERİNİN BÜTÜNÜNÜ YÖNETEN İŞVEREN VEKİLLERİ AYNI ZAMANDA İŞÇİ ALIP ÇIKARTMA YETKİLERİ VARSA İŞ GÜVEN-CESİ KAPSAMI DIŞINDA YER ALACAK BU İKİ KOŞULDAN BİRİSİNİN OLMAMASI HALİNDE İŞ GÜVENCESİ KAPSAMINA GİRECEKTİR l İŞVEREN VEKİLLERİNİN İŞ GÜVENCESİ KAPSAMINDA OLUP OLMADIĞI BELİRLE-NİRKEN SADECE UNVANLARA BAKILAMAYA-CAĞI AYRICA YETKİLENDİRİLMİŞ OLUP OLMADIKLARININ TESPİTİNİN DE GEREKTİĞİ ÖZETİ İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekilleri her şeyden önce, işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekilleri ile yardımcıları olduğuna göre, işletmenin tümünü yöneten genel müdürler ile yardımcıları iş güvencesi hükümlerinden yararlanama-yacaktır. Ancak belirtelim ki, işyerinde genel müdür veya genel müdür yardımcısı unvanının kullanılması tek başına iş güvencesi kapsamı dışında bulunma sonucunu doğurmaz. Önemli olan, kendisine temsil yetkisi verilip verilmediği ve işletmenin bütününü yönetip yönetmediğidir; bu hususta görev tanımı ve konumuna bakmak gerekir. İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekillerinin ikinci grubunu, işletmenin değil de iş yerinin bütününü yöneten ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleridir. Buna göre, işletmenin bütününü sevk ve idare edenler, başka bir şart aranmaksızın işveren vekili sayılırken; işletmenin değil de iş yerinin bütününü sevk ve idare edenlerin anılan anlamında işveren vekili sayılabilmesi için ilave olarak, işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisini haiz olması şartı aranır. İş yerinin tümünü sevk ve idare ile işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi katlanmış olarak, birlikte aranır. Dolayısıyla bir banka şubesi müdürü ile fabrika müdürü, iş yerini sevk ve idare etmekle beraber, özgür iradesi ile işçi alma ve işten çıkarma yetkisi yoksa işveren vekili sayılmaz. İş güvencesinden yararlanır. Aynı şekilde, işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan insan kaynakları müdürü ile personel müdürü, iş yerinin tümünü yönetmediğinden iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilecektir DAVA: Taraflar aralarındaki işe iade davası hakkında Bodrum İş Mahkemesi tarafından verilen 16/06/2016 tarihli ve 2015/504 esas , 2016/258 karar sayılı hükmün davacı tarafça temyizi üzerine temyiz incelemesi sonucunda, Yargıtay (kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 23/01/2020 tarihli ve 2016/27346 esas, 2020/1094 karar sayılı ilamıyla ONANMASINA karar verilmiştir. Davacı vekilince Yargıtay (kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin kararının maddi hataya dayandığı gerekçesi ile ortadan kaldırılması istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 04/02/1959 tarihli ve 1957/13 esas, 1959/5 karar ile 09/05/1960 tarihli ve 1960/21 esas, 1960/9 karar sayılı kararlarında belirtildiği üzere, Yargıtayca maddi hata sonucu verilen bir karara mahkemece uyulmasına karar verilmesi halinde dahi usulü kazanılmış hak oluşmaz ve Yargıtayın hatalı kararından dönülmesi mümkündür. Somut uyuşmazlıkta, Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin 23/01/2020 tarihli ve 2016/27346 esas, 2020/1094 karar sayılı ilamıyla ONANMASINA karar verilmiş ise de; davacının işveren vekili olduğu yönünde dosyadaki delillerin yetersiz olup yasaya açıkça aykırılık hallerinin kamu düzeninden olup süre tutum dilekçesiyle incelenebileceği açık olduğundan 4857 sayılı İş Kanunu 18/son maddesinin olaya uygulanmasında maddi hata yapıldığı ve dolayısıyla hükmün aşağıda detaylı açıklanacak nedenlerle bozulması gerekirken onama ilamı tesis edildiği anlaşılmaktadır. Anılan sebeple, maddi hataya dayanan Yargıtay (kapatılan) 22. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının ORTADAN KALDIRILMASINA karar verildi. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde proje ve yatırımlar direktörü olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini belirterek feshin geçersizliğine, müvekkilinin işe iadesine, işe başlatmama halinde işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen sürelere ilişkin ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili; davacının işyerinin bütününü yöneten bir işveren vekili olduğunu, işe alım ve işten çıkartma yetksinin bulunduğunu, davacının çalıştığı süre boyunca iş sözleşmesine ve işyeri kurallarına aykırı davrandığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz Başvurusu: Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Gerekçe: 4857 sayılı Kanun’un 18. maddesi uyarınca işçinin iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilmesi işçinin işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları veya iş yerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekili konumunda bulunmaması gerekir. İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekilleri her şeyden önce, işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekilleri ile yardımcıları olduğuna göre, işletmenin tümünü yöneten genel müdürler ile yardımcıları iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacaktır. Ancak belirtelim ki, işyerinde genel müdür veya genel müdür yardımcısı unvanının kullanılması tek başına iş güvencesi kapsamı dışında bulunma sonucunu doğurmaz. Önemli olan, kendisine temsil yetkisi verilip verilmediği ve işletmenin bütününü yönetip yönetmediğidir; bu hususta görev tanımı ve konumuna bakmak gerekir. İş güvencesinden yararlanamayacak işveren vekillerinin ikinci grubunu, işletmenin değil de iş yerinin bütününü yöneten ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleridir. Buna göre, işletmenin bütününü sevk ve idare edenler, başka bir şart aranmaksızın işveren vekili sayılırken; işletmenin değil de iş yerinin bütününü sevk ve idare edenlerin anılan anlamında işveren vekili sayılabilmesi için ilave olarak, işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisini haiz olması şartı aranır. İş yerinin tümünü sevk ve idare ile işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi katlanmış olarak, birlikte aranır. Dolayısıyla bir banka şubesi müdürü ile fabrika müdürü, iş yerini sevk ve idare etmekle beraber, özgür iradesi ile işçi alma ve işten çıkarma yetkisi yoksa işveren vekili sayılmaz. İş güvencesinden yararlanır. Aynı şekilde, işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan insan kaynakları müdürü ile personel müdürü, iş yerinin tümünü yönetmediğinden iş güvencesi hükümlerinden yararlanabilecektir. Somut olayda; dosya kapsamından, davacının proje kalite ve yatırımlar direktörü olarak çalışmakta iken iş sözleşmesinin feshedildiği, Mahkemece, davacı …’nın iş veren vekili olarak şirketi temsil ile şirketin sevk ve idaresinden sorumlu olduğu, şirketi temsilen sözleşmeler imzaladığı, birçok ülkede şirketini temsilen resmi ya da resmi olmayan üst düzey görüşmeler yaptığı ve bu görüşmelere karar verdiği, raporlama yaptığı, raporlamada üst düzey yöneticilerine bilgi verdiği, Yargıtayın yerleşik içtihatlarına göre idari ve mali işlerden sorumlu, iş yerini sevk ve idare etme görevi yanında işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisine sahip işveren vekili olup iş güvencesi hükümlerinden yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacının idari ve mali işlerden sorumlu olduğu gerekçede hatalı yazılmıştır. Dosya içeriğindeki belgelerden, davalı şirketçe verilen vekaletname ekinde sunulan şirketin temsil ve ilzamına yetkili kişiler arasında davacının ismine yer verilmediği tespit edilmiştir. Ayrıca işverence sunulan vekaletnamelerin dayanağı şirket yönetim kurulu kararlarında, 29.09.2014 tarihli kararda şirketin kurulacak … SH.A ünvanlı şirkete ortak olması için kuruluş işlemlerini şirket adına yürütmek için yetki verildiği, 08.01.2015 tarihli kararda ise davacıya hisse satış sözleşmesini şirket adına imzalaması için yetki verildiği, münferit işler için davacının şirket adına işlem yapmak için yetkilendirildiği tespit edilmiştir. Bu yetkilendirmeler davacıyı işveren vekili yapmaz. İşe alma ve işten çıkartttığına dair sunulan e-maillerin incelenmesinde ise davacının şirkete alınacak personel için iş görüşmesi yaptığı ve uygun olup olmadığına dair görüş bildirdiği, tek başına herhangi bir personeli işe aldığı veya işten çıkarttığına dair belgenin mevcut olmadığı tespit edilmiştir. Şirket adına davacının bazen tek, bazen de … ve … ile yurt dışına ziyaretler gerçekleştirdiği ve şirket Yönetim Kuruluna rapor sunduğu tespit edilmiştir. Sadece Arnavutluk ile sınırlı olmayan …, … v.b. bir çok bölgede proje araştırmaları yapıldığı rapor içeriklerinden tespit edilmiştir. Davalı şirket vekili cevabında davacının işyerinin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili olduğunu işe alım işten çıkartma yetkisinin olduğunu beyan etmiş ise de bu durumu ispat edememiştir. Bu nedenle davacının iş güvencesi hükümleri kapsamında olduğu anlaşılmakla davanın esası hakkında bir karar verilmek gerekirken davacının iş güvencesi kapsamında olmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararının yukarıda yazılı sebeple BOZULMASINA, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 13.10.2020 tarihinde oybirliğiyle kesin olarak karar verildi.Kaynak Çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun / Madde 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/27098 Karar No. 2020/11592 Tarihi: 13/10/2020 l KIDEM TAZMİNATI l KIDEM SÜRESİ l AYNI İŞVERENE AİT İŞYERİNDE FASILALARLA GEÇEN HİZMET SÜRELERİNİN TOPLAMI ÜZERİNDEN KIDEM SÜRESİNİN HESAPLANACAĞI l FASILALI ÇALIŞMALARDA ARA VERİRKEN KIDEM TAZMİNATI ÖDENMİŞSE ÖDENEN SÜRELERİN DIŞLANACAĞI l ÖNCEKİ ÇALIMLARIN KIDEM TAZMİNATINI HAK EDECEK ŞEKİLDE SONA ERMESİ HALİNDE KIDEM SÜRESİNE EKLENECEĞİ l ÜCRETSİZ İZİN ASKI HALİ OLDUĞUNDAN KIDEM SÜRESİNE EKLENMEYECEĞİ l FASILALAR ARASINDA 10 YIL GEÇMİŞSE İLK DÖNEM ÇALIŞMA İÇİN ZAMANAŞIMI İTİRAZININ DİKKATE ALINACAĞI ÖZETİ İşverene ait bir ya da birkaç işyerinde belli bir süre çalışmış bir işçinin, işini kaybetmesi halinde işinde yıpranması, yeni bir iş edinmede karşılaşacağı güçlükler ve işyerine sağladığı katkı göz önüne alınarak, geçmiş hizmetlerine karşılık işveren tarafından işçiye kanuni esaslar dahilinde verilen toplu paraya“ kıdem tazminatı” denilmektedir 1475 sayılı Yasanın 14. maddesinde kıdem tazminatına hak kazanabilmek için işçinin işverene ait işyerinde en az bir yıl çalışmış olması gerekir. Kıdem tazminatına hak kazanma noktasında en az bir yıllık çalışma yönünde yasal koşul, İş Kanunu sistemi içinde nispi emredici bir hüküm olarak değerlendirilmelidir. Buna göre toplu ya da bireysel iş sözleşmeleri en az bir yıl çalışma koşulu işçi lehine azaltılabilecektir. İşçinin işyerinde fiilen çalışmaya başladığı tarih en az bir yıllık sürenin başlangıcıdır. Tarafların iş ilişkisi kurulması yönünde varmış oldukları ön anlaşma bu süreyi başlatmaz. Yine iş sözleşmesinin imza tarihi yerine, fiilen iş ilişkisinin kurulduğu tarih, tazminatına hak kazanma ve hesap yönünden dikkate alınması gereken süreyi başlatacaktır. İşçinin çıraklık ilişkisinde geçen süreler de kıdem tazminatına esas alınacak süre yönünden değerlendirilemeyecektir. Buna karşın deneme süresi, kıdem süresine eklenir. İşçinin kıdem hakkı bakımından aranan en az bir yıllık süre, derhal fesihlerde feshin bildirildiği anda sona erer. Kural olarak fesih bildirimi muhataba ulaştığı anda sonuçlarını doğur. Bildirimli fesihler yönünden ise ihbar öneli süreye dahil edilir. İşçinin işyerinde çalıştığı sırada almış olduğu istirahat raporlarının kıdem süresinde değerlendirilmesi yerinde olur. İşçinin çalıştığı sırada bir defada ihbar önelini 6 hafta aşan istirahat raporu süresinin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınamayacağı, kararlılık kazanmış Yargıtay uygulamasıdır. İşçinin iş sözleşmesinin askıda olduğu süreler de, kıdem süresinden sayılmamalıdır. Mülga 1475 sayılı Yasanın 14/2. maddesi, işçinin aynı işverene bağlı olarak bir ya da değişik işyerlerinde çalıştığı sürelerin kıdem hesabı yönünden birleştirileceğini hükme bağlamıştır. O halde kıdem tazminatına hak kazanmaya dair bir yıllık sürenin hesabında da işçinin daha önceki fasılalı çalışmaları dikkate alınır. Bununla birlikte, her bir fesih şeklinin kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde gerçekleşmesi hizmet birleştirmesi için gerekli bir koşuldur. İşçinin önceki çalışmaları sebebiyle kıdem tazminatı ödenmişse, aynı dönem için iki defa kıdem tazminatı ödenemeyeceğinden tasfiye edilen dönemin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınması mümkün olmaz. Yine, istifa etmek suretiyle işyerinden ayrılan işçi kıdem tazminatına hak kazanmayacağından, istifa yoluyla sona eren önceki dönem çalışmaları kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmaz. Ancak aynı işverene ait bir ya da değişik işyerlerinde çalışılan süre için kıdem tazminatı ödenmemişse, bu süre aynı işverende geçen sonraki hizmet süresine eklenerek son ücret üzerinden kıdem tazminatı hesaplanmalıdır. Zamanaşımı definin ileri sürülmesi halinde önceki çalışma sonrasında ara verilen dönem 10 yılı aşmışsa önceki hizmet bakımından kıdem tazminatı hesaplanması mümkün olmaz DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi V. Altıntaş tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının 27.06.2001-05.07.2006 tarihleri arasında davalının Rusya’daki inşaat şantiyelerinde fayans ustası olarak çalıştığını, davacının aylık 1.100 USD aldığını, ayrıca 3 öğün yemek ve yatmak için tahsis edilen koğuştan faydalandığını, davacının iş bitimi sebebiyle işten çıkarıldığını ve yurda gönderildiğini, iş olunca çağrılacağının belirtildiğini ancak yeniden işe davet edilmediğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını, davacının 27.6.2001-15.3.2002 ve 03.05.2002-20.10.2003 ve 05.05.2005-05.07.2006 tarihleri arasında olmak üzere aralıklı olarak çalıştığını, davacının saat ücretinin 2,3 USD olduğunu, aylık 517,50 USD aldığını, davacının ücrete ilişkin iddiasının gerçeği yansıtmadığını, davacının 2004 yılı öncesi çalışmalarının zamanaşımına uğradığını, ayrıca davacının önceki çalışmalarında kıdem tazminatını hakkettiğini ispatlaması gerektiğini, davacının son çalışmasını istifa ederek kendisinin sonlandırdığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının işyerinde 27.06.2001-15.03.2002, 03.05.2002-20.10.2003 ve 05.05.2005-05.07.2006 tarihleri arasında üç dönem halinde çalıştığı, davanın 03.01.2015 tarihinde açıldığı gözetilerek 6098 sayılı Borçlar Kanunu 146. maddesi kapsamında03.01.2005’den önceki kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin zaman aşımına uğradığı, davacının son çalışması olan 05/05/2005-05/07/2006 dönemine ilişkin talepte bulunabileceği ancak bu çalışmasının da davacının isteği ile sona erdiği, farklı değerlendirme yapılabilecek delil bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-İş sözleşmesinin feshi, davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanıp kazanamayacağı ve tazminatlara esas alınması gereken süre konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. İşverene ait bir ya da birkaç işyerinde belli bir süre çalışmış bir işçinin, işini kaybetmesi halinde işinde yıpranması, yeni bir iş edinmede karşılaşacağı güçlükler ve işyerine sağladığı katkı göz önüne alınarak, geçmiş hizmetlerine karşılık işveren tarafından işçiye kanuni esaslar dahilinde verilen toplu paraya“ kıdem tazminatı” denilmektedir. Kıdem tazminatının koşulları, hesabı ve ödeme şekli doğrudan İş Kanunlarında düzenlenmiştir. Kıdem tazminatı, feshe bağlı haklardan olsa da, iş sözleşmesinin sona erdiği her durumda talep hakkı doğmamaktadır.4857 sayılı İş Kanununun120. maddesi hükmüne göre yürürlükte bırakılan mülga 1475 sayılı Yasanın 14. maddesinde kıdem tazminatına hak kazanabilmek için işçinin işverene ait işyerinde en az bir yıl çalışmış olması gerekir. Kıdem tazminatına hak kazanma noktasında en az bir yıllık çalışma yönünde yasal koşul, İş Kanunu sistemi içinde nispi emredici bir hüküm olarak değerlendirilmelidir. Buna göre toplu ya da bireysel iş sözleşmeleri en az bir yıl çalışma koşulu işçi lehine azaltılabilecektir. İşçinin işyerinde fiilen çalışmaya başladığı tarih en az bir yıllık sürenin başlangıcıdır. Tarafların iş ilişkisi kurulması yönünde varmış oldukları ön anlaşma bu süreyi başlatmaz. Yine iş sözleşmesinin imza tarihi yerine, fiilen iş ilişkisinin kurulduğu tarih, tazminatına hak kazanma ve hesap yönünden dikkate alınması gereken süreyi başlatacaktır. İşçinin çıraklık ilişkisinde geçen süreler de kıdem tazminatına esas alınacak süre yönünden değerlendirilemeyecektir. Buna karşın deneme süresi, kıdem süresine eklenir. İşçinin kıdem hakkı bakımından aranan en az bir yıllık süre, derhal fesihlerde feshin bildirildiği anda sona erer. Kural olarak fesih bildirimi muhataba ulaştığı anda sonuçlarını doğur. Bildirimli fesihler yönünden ise ihbar öneli süreye dahil edilir. İşçinin işyerinde çalıştığı sırada almış olduğu istirahat raporlarının kıdem süresinde değerlendirilmesi yerinde olur. İşçinin çalıştığı sırada bir defada ihbar önelini 6 hafta aşan istirahat raporu süresinin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınamayacağı, kararlılık kazanmış Yargıtay uygulamasıdır. İşçinin iş sözleşmesinin askıda olduğu süreler de, kıdem süresinden sayılmamalıdır. Örneğin ücretsiz izinde geçen süreler kıdem tazminatına esas süre bakımından dikkate alınmaz. İşçinin en az bir yıllık çalışması aynı işverene ait işyeri ya da işyerlerinde geçmiş olmalıdır. Kural olarak aynı guruba ya da holdinge bağlı farklı tüzel kişiliği haiz şirketlerde geçen hizmetlerin birleştirilmesi mümkün olmaz. Ancak çalışma hayatında işçinin sigorta kayıtlarında yer alan işverenin dışında başka işverenlere hizmet verdiği, yine işçinin bilgisi dışında birbiri ile bağlantısı olan işverenler tarafından sürekli giriş çıkışlarının yapıldığı sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. İşçinin alt işverende geçen hizmet süresinin, -işyeri devri ayrık olmak üzere- asıl işverene ait işyerinde geçmiş olarak değerlendirilmesinin de mümkün değildir. Mülga 1475 sayılı Yasanın 14/2. maddesi, işçinin aynı işverene bağlı olarak bir ya da değişik işyerlerinde çalıştığı sürelerin kıdem hesabı yönünden birleştirileceğini hükme bağlamıştır. O halde kıdem tazminatına hak kazanmaya dair bir yıllık sürenin hesabında da işçinin daha önceki fasılalı çalışmaları dikkate alınır. Bununla birlikte, her bir fesih şeklinin kıdem tazminatına hak kazanacak şekilde gerçekleşmesi hizmet birleştirmesi için gerekli bir koşuldur. İşçinin önceki çalışmaları sebebiyle kıdem tazminatı ödenmişse, aynı dönem için iki defa kıdem tazminatı ödenemeyeceğinden tasfiye edilen dönemin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınması mümkün olmaz. Yine, istifa etmek suretiyle işyerinden ayrılan işçi kıdem tazminatına hak kazanmayacağından, istifa yoluyla sona eren önceki dönem çalışmaları kıdem tazminatı hesabında dikkate alınmaz. Ancak aynı işverene ait bir ya da değişik işyerlerinde çalışılan süre için kıdem tazminatı ödenmemişse, bu süre aynı işverende geçen sonraki hizmet süresine eklenerek son ücret üzerinden kıdem tazminatı hesaplanmalıdır. Zamanaşımı definin ileri sürülmesi halinde önceki çalışma sonrasında ara verilen dönem 10 yılı aşmışsa önceki hizmet bakımından kıdem tazminatı hesaplanması mümkün olmaz. Somut uyuşmazlıkta, dosya içeriği ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarından davacının davalıya ait işyerinde 27.06.2001-15.03.2002, 03.05.2002-20.10.2003 ve 05.05.2005-05.07.2006 tarihleri arasında üç dönem halinde çalıştığı anlaşılmakta olup, bu durum mahkemenin de kabulündedir. Öncelikle, Mahkemece davacının ilk iki çalışma dönemi yönünden taleplerin zamanaşımına uğradığına karar verilmiş ise de, çalışmalar sonrasında ara verilen dönem 10 yılı aşmadığından hizmet süresi bakımından taleplerin zamanaşımına uğradığından söz etmek mümkün olmayıp karar bu yönüyle hatalıdır. Öte yandan, iş hukuku yargılamasında iş sözleşmesinin işverence haksız olarak feshedildiğinin ileri sürülmesi halinde feshin haklı olarak yapıldığının ispat yükü işverene düşer. Davacı taraf dava dilekçesinde, iş sözleşmesinin davalı tarafından hiçbir haklı nedene dayanmaksızın feshedildiğini iddia etmiştir. Davalı ise ilk iki çalışma döneminin sona erme şekli konusunda somut bir beyanda bulunmadığı gibi feshin haklı olarak yapıldığını da kanıtlayamamıştır. Son dönem çalışmasında ise davacı, iş bitimi nedeniyle işten çıkarılıp yurda gönderildiğini, işverenin iş olunca yeniden işe çağıracağını bildirdiğini ancak çağırmadığını iddia etmiş, davalı ise davacının 05.07.2006 tarihinde izne gittiğini ve 31.07.2006 tarihinde işe dönmesi gerekirken dönmediğini, istifa ettiğini savunmuştur. Dosya içeriğine göre davalı işveren davacının 05.07.2006 tarihinde izne ayrıldığını savunmuş ise de, izne çıkış formunda işe dönmesi gereken tarihin boş bırakıldığı, uçak biletinin dahi tek gidiş olarak alındığı, ayrıca davacının istifa ettiği savunulmasına rağmen Sosyal Güvenlik Kurumu çıkışının Kod:22 (diğer nedenler) ile yapılarak savunma ile işveren kayıtlarının çeliştiği anlaşılmıştır. Davacının son dönem çalışmasında da iş sözleşmesinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiği dikkate alınarak davacının işyerindeki fasılalı çalışmaları birleştirilerek, kıdem ve ihbar tazminatlarının belirlenen toplam çalışma süresi için davacının son aldığı giydirilmiş ücret üzerinden hesaplatılıp hüküm altına alınması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 13.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak :çalışma ve toplum
İlgili Kanun /Madde 4857 S. İşK/21 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2017/16518 Karar No. 2020/11652 Tarihi: 13/10/2020 l İŞÇİNİN KESİNLEŞEN İŞE İADE DAVASI SONUCU BAŞVURUSU ÜZERİNE BİR BAŞKA İŞYERİNDE İŞE BAŞLAMAYA DAVET EDİLMESİ l ESKİ İŞİNE BAŞLATILMAYAN İŞÇİNİN BOŞATA GEÇEN SÜRE VE İŞE İADE TAZMİNATINA HAK KAZANACAĞI ÖZETİ Davacı işçi kesinleşen işe iade sonrasında yasal süresinde işe başlamak için başvuruda bulunmuş, davalı işveren bu arada işyerinin kapatıldığını ileri sürerek Samsun’da bulunan eski işyeri yerine Isparta’da kurulu işyerinde işe başlamak üzere davet edilmiştir. Davacı işçi Mahkeme ilamında geçen eski işyerine iadesi gerekirken başka bir yer gösterilmesi işe başlatma mahiyetinde değerlendirilemez. Eski işine başlatılmayan davacı işçinin boşta geçen süre ücreti yanında işe başlatmama tazminatına da hak kazandığı kabul edilmelidir. Mahkemece boşta geçen süreye ait ücret ile dört aylık süre ilavesiyle kıdem tazminatı farkı hüküm altına alındığı halde, işe başlatmama tazminatı isteğinin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi D. Mercan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının iş akdinin haksız olarak feshedildiği davalı şirketin Samsun Bölgesi’nde satış pazarlama sorumlusu olarak kesintisiz olarak çalıştığını, iş akdinin haksız ve geçersiz feshedilmesi nedeniyle işe iade davası açtıklarını, Yargıtay incelemesi ile işe iade davasının kesinleştiği, işe başlatılması için başvuruda bulunduklarını, davalı şirketin Isparta’daki şirket merkezinde işe başlaması için davet ettiğini, bunun geçerli bir işe kabul beyanı taşımadığını, fark kıdem tazminatı, iş güvencesi tazminatı ve boşta geçen süre ücretinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, yetki itirazında bulundukları, davacının kesinleşen işe iade davası sonrasında davacının iş sözleşmesi özel koşullar bölümünde “işçinin, işyeri ayırt etmeksizin herhangi bir işyerinde her türlü işi yapmayı peşinen kabul ettiği” hükmü bulunduğu için müvekkili şirket tarafından davacının Isparta’daki işyerinde işe başlaması için usulüne uygun olarak işe davet edilmesine rağmen makul süre içerisinde işe başlamadığını, davalının Samsun’da işyeri bulunmadığını savunarak davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş akdinin feshedilmesi üzerine davacı tarafından Samsun 1. İş Mahkemesi’nin 2013/144 esas sayılı dosyasıyla işe iade davası açıldığı, yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, davacının işe iadesine,4 aya kadar ücret ve diğer hakları ile 4 aylık işe başlatmama tazminatının davalıdan tahsiline karar verildiği, kararın kesinleştiği, davacı vekili tarafından gönderilen ihtarnameyle işe iade başvurusunda bulunulduğu, ihtarnamenin davalıya tebliğ edildiği, davalının davacıyı Isparta’daki işyerindeki işe davet ettiği, işe iade talep tarihi itibariyle davalının Samsun’da işyerinin bulunmadığı, davacı açısından çalışma şartlarında esaslı değişiklik yapıldığından işe davetin kabul edilmemesinin yerinde olduğu, davacının işe başlatmama tazminat talep hakkının bulunmadığı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Kararı taraf vekilleri temyiz etmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Davacı işçi kesinleşen işe iade sonrasında yasal süresinde işe başlamak için başvuruda bulunmuş, davalı işveren bu arada işyerinin kapatıldığını ileri sürerek Samsun’da bulunan eski işyeri yerine Isparta’da kurulu işyerinde işe başlamak üzere davet edilmiştir. Davacı işçi Mahkeme ilamında geçen eski işyerine iadesi gerekirken başka bir yer gösterilmesi işe başlatma mahiyetinde değerlendirilemez. Eski işine başlatılmayan davacı işçinin boşta geçen süre ücreti yanında işe başlatmama tazminatına da hak kazandığı kabul edilmelidir. Mahkemece boşta geçen süreye ait ücret ile dört aylık süre ilavesiyle kıdem tazminatı farkı hüküm altına alındığı halde, işe başlatmama tazminatı isteğinin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 13.10.2020 gününde oybirliği ile karar verildi. Kaynak:çalışma ve toplum dergisi
İlgili Kanun /Madde 4857 S. İşK/32 2004 S. İİK/194 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/27621 Karar No. 2020/11778 Tarihi: 14/10/2020 l İFLASIN İŞÇİ ALACAKLARI İÇİN AÇILAN DAVALARA ETKİSİ l İŞÇİ ALACAĞINA İLİŞKİN DAVA İFLAS KARARINDAN ÖNCE AÇILMIŞSA İŞ MAHKEMESİNDE DAVAYA DEVAM EDİLECEĞİ l İŞÇİ ALACAĞINA İLİŞKİN DAVA İFLASTAN SONRA AÇILMIŞSA TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVLİ OLACAĞI ÖZETİ: 2004 sayılı Kanun’un 194. maddesinde ayrık tutulan “Müstacel haller” den maksat, acele görülmesi gereken ve durduğu takdirde verilecek hükmün faydasız kalacağı gerçeğidir. Bu davalarda hakim takdir hakkını kullanarak müstaceliyet kararı vermek suretiyle yargılamaya devam eder. İşçinin alacaklı olduğu iş hukukuna ilişkin bir dava, işçinin sosyal durumu itibarıyle 2004 sayılı Kanun’un 194. maddenin gayesine uygun görülerek acele işlerden sayılmalı ve ikinci alacaklılar toplantısı beklenmeksizin yargılamaya devam edilmelidir. Bunun yanında kanunun lafzına göre davacıların müflise karşı davaya devam edeceği izlenimi hasıl olmakta ise de masaya dahil mal ve haklar bakımından muflisin yetkisiz kalması keyfiyeti, kendisinin, müstacel de olsa bu davalara taraf olmaya devam etmesine manidir. Bu durum karşısında birinci alacaklılar toplantısı yapılmış ve iflas idaresi teşekkül etmişse, müstacel davalar ikinci alacaklılar toplantısı beklenmeden iflas idaresine karşı; birinci alacaklılar toplantısı henüz yapılmamış ve işin müstaceliyeti icabı iflas idaresinin seçimini dahi beklemeye durum müsait değilse, bu takdirde iflas idaresi muflisin yerini alarak davaya iflasın açılmasından önce davanın görüldüğü iş mahkemesinde devam olunur. Böylece işçinin alacağının tahsili amacıyla iş mahkemesinde açılan davadan sonra işverenin iflasına karar verilmesi mahkemenin görevini etkilemez ise de, işveren muflisin yerine geçecek olanı etkiler. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi iflas idare memurlarından Fatih Mehmet Altay tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi E. Yıldırım tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Davacının, davalı işyerinde sürekli fazla mesai yaptığını, 2014 yılının Ocak ayına kadar zaman zaman fazla mesai ücretlerinin elden verildiğini, fazla mesailerin bordroda gösterilmesini talep etmesine rağmen fazla mesailerinin bordroda gösterilmediğini, maaşının asgari ücretin üzerinde olmasına rağmen bordrolarda asgari ücret olarak gösterildiğini, bu nedenlerle davacının iş sözleşmesine haklı nedenle son verdiğini belirterek kıdem tazminatı ve fazla mesai ücretinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı cevap dilekçesi sunmamış, yargılama esnasında sunduğu dilekçelerinde davalı şirketin iflasına karar verildiğini ve davanın iflas memurluğuna ihbarını talep etmiş ve iflas memurluğu adına tebligat çıkartılmıştır. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz : Karar, iflas idare memuru Fatih Mehmet Altay tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: İflasın açılması, maddi hukuka ilişkin ilişkileri ve hükümleri cebri şekilde etkilediği gibi medeni usul ve icra hukuku kuralları üzerinde de etki meydana getirir. Bu etkilerden biri de görev kurallarında meydana gelen değişikliktir. Görev kurallarındaki değişikliği dava açıldıktan sonra işverenin iflas etmesi hali ve iflas kararı verdikten sonra işçinin işverene dava açması hali bakımından ayrı ayrı incelemek gerekir. İflasın açılması ile müflisin taraf olduğu hukuk davalarının ikinci alacaklılar toplantısından on gün sonrasına kadar duracağı genel kural ise de, yine bu hükmün müstacel haller, tazminatsız ceza davaları, şeref ve haysiyete tecavüzden ve cismani zararlardan doğan tazminat davaları ile evlenme, ahvalı şahsiye veya nafaka davalarının uygulanamayacağı kabul edilmiştir. 2004 sayılı Kanun’un 194. maddesinde ayrık tutulan “Müstacel haller” den maksat, acele görülmesi gereken ve durduğu takdirde verilecek hükmün faydasız kalacağı gerçeğidir. Bu davalarda hakim takdir hakkını kullanarak müstaceliyet kararı vermek suretiyle yargılamaya devam eder. İşçinin alacaklı olduğu iş hukukuna ilişkin bir dava, işçinin sosyal durumu itibarıyle 2004 sayılı Kanun’un 194. maddenin gayesine uygun görülerek acele işlerden sayılmalı ve ikinci alacaklılar toplantısı beklenmeksizin yargılamaya devam edilmelidir. Bunun yanında kanunun lafzına göre davacıların müflise karşı davaya devam edeceği izlenimi hasıl olmakta ise de masaya dahil mal ve haklar bakımından muflisin yetkisiz kalması keyfiyeti, kendisinin, müstacel de olsa bu davalara taraf olmaya devam etmesine manidir. Bu durum karşısında birinci alacaklılar toplantısı yapılmış ve iflas idaresi teşekkül etmişse, müstacel davalar ikinci alacaklılar toplantısı beklenmeden iflas idaresine karşı; birinci alacaklılar toplantısı henüz yapılmamış ve işin müstaceliyeti icabı iflas idaresinin seçimini dahi beklemeye durum müsait değilse, bu takdirde iflas idaresi muflisin yerini alarak davaya iflasın açılmasından önce davanın görüldüğü iş mahkemesinde devam olunur. Böylece işçinin alacağının tahsili amacıyla iş mahkemesinde açılan davadan sonra işverenin iflasına karar verilmesi mahkemenin görevini etkilemez ise de, işveren muflisin yerine geçecek olanı etkiler. İflas kararı verildikten sonra işçi işçilik haklarından doğan alacağının dayanağını ve miktarını iflas idaresine bildirir. Alacaklıların alacaklarını kaydettirmeleri için 2004 sayılı Kanun’un 219/2. maddesinde öngörülen bir aylık sürenin bitiminden sonra, iflas idaresi alacakların doğru olup olmadığını incelemeye başlar. Maddi yönden inceleme sonucu kabul edilen her alacak tespit edilen sıraya göre sıra cetveline kaydedilir. Kabul edilmeyen alacaklar da red sebebleri ile birlikte sıra cetvelinde gösterilir. İflas idaresi 2004 sayılı Kanun’un 232. maddesinde öngörülen sürede düzenlediği sıra cetvelini iflas idaresine verir ve alacaklıları aynı Kanun’un 166/2. maddesindeki usule göre ilan yoluyla haberdar eder. Ayrıca iflas masasına müracaat sırasında tebliğatı gösterir adres ve tebliğat masrafları için avans yatıranlara sıra cetveli tebliğ edilir. Sıra cetveline itiraz davalarında dava açma süresi, görev ve yetki 2004 sayılı Kanun’un 235. maddesinde düzenlenmiştir. Bu hükme göre dava açma süresinin ilandan itibaren başlıyacağı belirtildikten sonra, ayrıca 2004 sayılı Kanun’un 223/3. maddesi hükmünün saklı olduğu belirtilmiştir. Saklı tutulan hükme göre, iflas masasına müracaat eden alacaklılar tebliğatı kabule elverişli adres gösterir, yazı ve tebligat masrafları için avans yatırmışlarsa sıra cetveline itiraz davası açma süresi bu alacaklılar hakkında sıra cetvelinin kendilerine tebliğinden itibaren başlar. Davanın onbeş gün içinde açılması gerekmektedir. Bu süre hak düşürücü süre olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınır. 2004 sayılı Kanun’un 235/1. maddesine göre sıra cetveline itiraz davası iflas kararı veren ticaret mahkemesinin bulunduğu yerdeki herhangi bir ticaret mahkemesinde açılabilir. Görevin belirlenmesinde dava değerinin önemi olmadığı gibi, buradaki mahkemenin yetkiside kamu düzenine ilişkindir. Bu durum karşısında iş mahkemesinde görülmekte olan, işçi alacaklarına yönelik dava sırasında, işverenin iflası halinde dahi, 2004 sayılı Kanun’un 194. maddesi uyarınca, davaya iş mahkemesinde devam edileceği, işverenin işçi alacaklarına ilişkin dava açılmadan önce iflası halinde ise yukarıda belirtilen şekilde hareket ile alacağın iflas masasına kaydedilmemesi halinde, asliye ticaret mahkemesinde kayıt kabul davası olarak açılması gerekir. Somut olayda, davalı şirket hakkında 15.12.2014tarihinde iflas kararı verildiğinin davalı tarafça Mahkemeye bildirildiği, bunun üzerine iflas memurluğuna dava dilekçesi ve eklerinin tebliğ edilerek iflas memurluğunun davaya dahil edildiği anlaşılmıştır. Ancak dosya kapsamında davalı şirket hakkında verilen iflas kararına rastlanılmamıştır. O halde Mahkemece, davalı şirketin iflasına hükmedilen dava dosyası getirtilerek, işbu davanın iflas kararının verilmesinden sonra açılıp açılmadığının denetlenmesi gerekmektedir. Davanın, iflas kararından sonra açıldığının anlaşılması halinde dosyanın kayıt kabul davası olacağı gözetilerek Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmesi gerektiğinden görevsizlik kararı verilmesi, davanın iflas kararından önce açıldığının tespiti halinde ise davanın kayıt kabul davası olarak sonlandırılması ve yargılama sonucunda hükümedilen harç ve vekalet ücretinin de maktu olarak hüküm altına alınması gereklidir. Bu hususlar gözetilmeden karar verilmesi hatalı olup bozma sebebidir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 14.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
İlgili Kanun / Madde 1475 S. İşK/14 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2016/26168 Karar No. 2020/11793 Tarihi: 14/10/2020 l İŞÇİNİN ÖNCE İŞ GÖRÜŞMESİ YAPIP SONRA YAŞIN DIŞINDA EMEKLİLİK KOŞUL-LARINI TAŞIDIĞI GEREKÇESİYLE İŞ SÖZLEŞMESİNİ SONA ERDİREREK YENİ İŞE GİRMESİ l YASADAN DOĞAN EMEKLİLİK HAKKINI KULLANMANIN HAKKIN KÖTÜYE KULLANIL-MASI OLARAK KABUL EDİLEMEYECEĞİ l KIDEM TAZMİNATI ÖDENMESİNİN GEREKTİĞİ ÖZETİ Finans şirketine mahkememizce yazılan yazıya verilen cevapta davacının 01.06.2015 tarihinde işe başladığının ve görüşme tarihinin 29.04.2015 olduğunun belirtildiği anlaşılmış olup, davacının yasal koşullara sahip olmasına rağmen, önce iş bulduğu, daha sonra ise iş sözleşmesini yaş hariç emeklilik koşullarını taşıdığı gerekçesi ile feshettiği, davacının Medeni Kanunu’nun 2. maddesi ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 23. maddesi düzenlemesi karşısında fesih hakkını dürüstlük kuralına uygun kullanmadığı, hakkın kötüye kullanımını hukukun korumayacağı gerekçesiyle kıdem tazminatı talebi reddedilmiştir. Davacının, yasadan doğan emeklilik hakkını kullanmak amacıyla iş sözleşmesini feshetmesi hakkın kötüye kullanılması sayılamayacağından, Mahkemece, kıdem tazminatı talebinin reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı, emeklilik sebebiyle akdi feshettiğini iddia ederek, kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti ve fazla çalışma ücretinin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davanın reddini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz: Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Gerekçe: Somut olayda davacı, davalı bankada, 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında çalışırken Sosyal Güvenlik Kurumu’na verdiği 14.05.2015 günlü dilekçe ile yaşlılık aylığı tahsis talebinde bulunmuştur. Sosyal Güvenlik Kurumu, aynı günlü yazı ile davacının sigortalılık süresinin 16 yıl ve 4401 gün prim ödemesi olup yaşlılık aylığını hak ettiğini bildirmiştir. Davacı, bu yazıya istinaden iş sözleşmesini 22.05.2015 günü emeklilik gerekçesiyle feshetmiş, ertesi gün başka bir işyerinde çalışmaya başlamıştır. Mahkemece, davacının sigortalı hizmet cetvelinde görülen 1245690 sicil numaralı dava dışı … Finans şirketine mahkememizce yazılan yazıya verilen cevapta davacının 01.06.2015 tarihinde işe başladığının ve görüşme tarihinin 29.04.2015 olduğunun belirtildiği anlaşılmış olup, davacının yasal koşullara sahip olmasına rağmen, önce iş bulduğu, daha sonra ise iş sözleşmesini yaş hariç emeklilik koşullarını taşıdığı gerekçesi ile feshettiği, davacının Medeni Kanunu’nun 2. maddesi ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 23. maddesi düzenlemesi karşısında fesih hakkını dürüstlük kuralına uygun kullanmadığı, hakkın kötüye kullanımını hukukun korumayacağı gerekçesiyle kıdem tazminatı talebi reddedilmiştir. Davacının, yasadan doğan emeklilik hakkını kullanmak amacıyla iş sözleşmesini feshetmesi hakkın kötüye kullanılması sayılamayacağından, Mahkemece, kıdem tazminatı talebinin reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenlerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine, 14.10.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi