15. Ceza Dairesi 2020/9945 E. , 2021/2026 K. “İçtihat Metni” Nitelikli dolandırıcılık suçundan meçhul şüpheli hakkında yapılan soruşturma esnasında, suç yeri itibarıyla dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine dair Edremit Cumhuriyet Başsavcılığının 09/03/2020 tarihli ve 2020/1434 soruşturma, 2020/126 sayılı yetkisizlik kararını müteakip, bu kez suç yeri bakımından dosyanın Edremit Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ilişkin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 17/04/2020 tarihli ve 2020/53538 soruşturma, 2020/8842 sayılı yetkisizlik kararı üzerine, Edremit Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili savcılık olarak belirlenmesine dair mercii Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 07/05/2020 tarihli ve 2020/513 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Yüksek Adalet Bakanlığınca verilen 16/09/2020 gün ve 94660652-105-10-10326-2020-Kyb sayılı kanun yararına bozma talebine dayanılarak soruşturma dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 02/10/2020 gün ve 2020/84171 sayılı tebliğnamesiyle Dairemize gönderilmekle okundu. Kanun yararına bozma isteyen tebliğnamede; Benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 04/11/2019 tarihli ve 2019/6236 esas, 2019/10639 karar sayılı ilâmında “….Dairemizin 06.04.2015 tarih ve 2015/4473-23011 sayılı ilâmı ve daha birçok kararında da belirtildiği üzere, dolandırıcılık suçunun, iradesi fesada uğratılan kişinin yatırmış olduğu paranın fail tarafından çekildiği anda tamamlanacak olması nedeniyle suç yerinin de menfaatin temin edileceği yer olacağından hareketle….” şeklinde belirtildiği üzere, soruşturma konusu olayda, müştekinin instagram hesabı üzerinden “TRT payını almayan kalmasın” isimli reklama tıklayarak açılan formu doldurması sonucu hesabından 1.500,00 Türk lirası tutarındaki paranın Eyüp White Hill AVM Eyüp/İstanbul adresinde bulunan ATM’den çekildiğinin tespit edilmesi karşısında, haksız menfaatin temin edildiği yerin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının yargı çevresinde kaldığı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozma talebine dayanılarak ihbar olunmuştur. GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Soruşturma dosyasına konu olayda haksız menfaatin temin edildiği yerin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı yargı çevresinde kaldığı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet bulunmadığından, kanun yararına bozmaya atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde görülmekle, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 07/05/2020 tarih ve 2020/513 D.İş sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi gereğince BOZULMASINA, aynı maddenin 4. fıkrasının (a) bendi uyarınca müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yerine getirilmesine, 01/03/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Daily Archives: 04/05/2021
11. Hukuk Dairesi 2019/4045 E. , 2021/3483 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 19.12.2017 tarih ve 2017/15 E. – 2017/585 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabulüne dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 30.05.2019 tarih ve 2018/1229 E. – 2019/657 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 06.04.2021 günü hazır bulunan davacı vekili Av. … ile davalı vekili Av. … dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkili şirketin Türkiye’nin ilk özel sektör şarap üreticisi olarak 1929 yılında Ankara’nın Kavaklıdere semtinde kurulduğunu, kurulduğu günden bu yana kesintisiz olarak “Kavaklıdere” ticaret unvanını kullandığını, müvekkili şirketin iştigal konusunun ana sözleşmesinde belirtildiği üzere şarapçılık ve kanunen caiz her türlü alkollü, alkolsüz içecek ile gıda maddesi üretimi, iç ticaret ve turizm endüstrisini ilgilendiren her türlü etkinlik olduğunu, yapılan yatırımlarla “Kavaklıdere” markasının ülkemizin en eski ve tanınmış markalarından birisi haline getirildiğini, bu ibarenin aynı zamanda müvekkili adına marka olarak tescilli olduğunu, davalı şirketin ise ticaret unvanı “Yeni Kavaklıdere Gıda Tarım Hayvancılık Kimya Fermantasyon San ve Tic Ltd. Şti.” iken “Kavaklıdere Gıda AŞ” olarak değiştirdiğini, “Yeni Kavaklıdere” ve “Yeni Kavaklıdere Efor” ibareli ilki 1984 yılında tescil edilmiş 4 adet tescilli markasının bulunduğunu, belirtilen markalarda “Yeni” ve “Kavaklıdere” ibarelerinin boyut ve görünüm olarak birbirine eşit puntolarla yazıldığını, davalının tescilli markalarını, tescilli oldukları halleriyle değil “KAVAKLIDERE” ibaresini ön plana çıkartarak, “Yeni” ibaresini son derece küçük ve neredeyse hiç okunamayacak puntolarla yazılı olarak kullandığını, davalının “Yeni Kavaklıdere” markasını tescilli halinden farklı olarak, müvekkili şirketin tescilli “Kavaklıdere” markaları ve ticaret unvanı ile iltibas yaratacak şekilde kullanarak, şirket unvanı olarak “Kavaklıdere” işaretini tescil ettirmek ve unvandaki “Kavaklıdere” işaretini markasal olarak kullanmak suretiyle müvekkili şirkete ait marka hakkını ihlal ettiğini, haksız rekabete yol açtığını, “Kavaklıdere” tanıtım işaretinin/markasının tanınmışlığından-şöhretinden haksız ve izinsiz olarak faydalandığını, aynı ibareye alan adında da yer verdiğini ileri sürerek, davalı şirketin ticaret unvanından “KAVAKLIDERE” ibaresinin çıkartılmasına, sicilden terkinine, davalının haksız rekabetin men’ine, “KAVAKLIDERE” markasına tecavüzlerinin ref ve men’ine, davacının haksız rekabetinin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, www.kavaklideregida.com alan adının terkinine ve hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkili şirketin 1952 yılından beri faaliyet gösterdiğini, “Yeni Kavaklıdere” markasını en baştan bu yana tanıtım vasıtası olarak kullandığını, ilki 1984 yılında olmak üzere, bu ibareyi defaten marka olarak tescil ettirdiğini, Ankara merkezli olan her iki şirketin uzun yıllardan bu yana kendi sektörlerinde faaliyet gösterdiklerini ve birbirlerinden haberdar olduklarını, davacı şirket yetkililerinin müvekkili tesislerini 2014 ve 2015 yıllarında ziyaret ederek müvekkili şirketi devralma yoluyla şirketleri birleştirme teklifinde bulunduklarını, 2014 ve 2015 yılında bu görüşmeler yapılırken, müvekkili şirketin unvanını “KAVAKLIDERE GIDA A.Ş.” olarak değiştirdiğini ve 2014 yılında yapılan bu değişikliğin davacı tarafından bilindiğini, ayırt ediciliği olmayan tali bir unsur olan “Yeni” ibaresinin müvekkili şirket unvanından çıkartılmasının, davacı kullanımına yaklaşma çabası olarak aktarılmasının yerinde olmadığını, bu değişikliğin amacının müvekkili şirketin yeni bir firmaymış gibi algılanmasının önüne geçilmesi olduğunu, ayırt edici olan “Kavaklıdere” ibaresinin, davacı ve müvekkili şirket tarafından uzun senelerdir birlikte kullanıldığını, müvekkili şirketin 65 yılı aşkın süredir sirke, sos grupları, şalgam suyu vb. üretmek suretiyle kendi sektöründe faaliyet gösterdiğini, alkollü içecek üretiminin kesinlikle bulunmadığını, markasını 1984 yılında tescil ettirdiğini ve “Yeni Kavaklıdere” ibareli 81189 (1984), 2003 25640 (2003), 2006 28862 (2006) ve “Yeni Kavaklıdere Efor” ibareli 2010 80623 (2010) tescilli markalarının sahibi olduğunu, davacının ihtarname dahi göndermeksizin bu davayı ikame etmiş olmasının tamamen kötü niyetli bulunduğunu gösterdiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının, davalının “YENİ KAVAKLIDERE SİRKELERİ”, “YENİ KAVAKLIDERE SİRKELERİ” ve “KAVAKLIDERE SİRKELERİ” biçiminde kullanımlarına ses çıkarmaması nedeniyle bu kullanımlar yönünden susmak suretiyle hak kaybına uğradığı, susma suretiyle hak kaybı koşullarının mevcut olması nedeniyle davalının yukarıdaki kullanımlarının davacı adına tescilli markalardan doğan haklara tecavüz etmediği, davalının internetteki “KAVAKLIDERE GIDA A.Ş” şeklindeki ve internet sitesindeki markasal kullanımla aynı şekilde ticaret unvanı kullanımı içeren broşür ve instagram fotoğrafındaki kullanımının davacı markalarından doğan haklara karıştırılma ihtimali yaratmak suretiyle tecavüz etmediği, bu eylemlerin haksız rekabet de oluşturmadığı, tarafların serbest piyasada birlikte varoldukları, davacının kendisinden sonra faaliyete başlayan davalı şirket hakkında ticari faaliyet alanları ve kayıtlı oldukları ticaret sicil memurlukları ile ticari hayatın olağan akışı dikkate alındığında davalı faaliyetlerini bildiği veya bilebilecek durumda olduğu, davacının marka hakkına dayanarak açtığı davada, dosya kapsamında temel olarak davacının sessiz kalma yolu ile hak kaybına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, davalının ticaret unvanını tescilli olduğu biçimiyle değil “KAVAKLIDERE” ibaresini öne çıkaracak şekilde markasal olarak kullandığı, yine bordo zemin üzerine “KAVAKLIDERE” ibaresinin yazılması suretiyle gerçekleşen markasal kullanımın, davacının tescilli markaları kapsamında veya önceden beri gerçekleşen fiili kullanımları kapsamında bir kullanım olarak değerlendirilemeyeceği, söz konusu kullanımlarının, davacının marka tescilinden doğan haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığının da söylenemeyeceği gerekçesiyle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince kabulü ile, Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 19.12.2017 gün ve 2017/15 E. – 2017/585 K. sayılı kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile “KAVAKLIDERE” ibaresinin, davalı şirketin ticaret unvanından terkinine, davalının, ticaret unvanını tescilli olduğu biçimiyle değil, ticaret unvanında yer alan “KAVAKLIDERE” ibaresini öne çıkaracak şekildeki kullanımının ve bordo zemin üzerine “KAVAKLIDERE” ibaresi yazılmak suretiyle gerçekleşen markasal kullanımının, markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, bu eylemlerin ref’ine ve men’ine, haksız rekabetin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, bu kapsamda, davalının yukarıda belirtilen kullanımlarına konu her türlü tabela, broşür, etiket, ambalaj ve sair tanıtma vasıtalarının toplanmasına, “KAVAKLIDERE” ibaresinin silinmesine, silinmeyenlerin imhasına, “www.kavaklideregida.com” internet sitesindeki dava konusu kullanımların durdurulmasına, bu alan adının terkinine, kararın kesinleşmesini müteakip hüküm fıkrasının ilanına karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak, davacıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 14,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 08.04.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2017/150 E. , 2017/6231 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Özel hayatın gizliliğini ihlal Hüküm : Beraat İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.01.2016 tarihli, 2015/503-2016/33 sayılı direnme kararı, katılan tarafından temyiz edilip, 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik CMK’nın 307. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Yargıtay Ceza Genel Kurulunca direnme hükmünün incelenmesi için dosya Dairemize gönderilmekle; yeniden incelenerek gereği düşünüldü: İncelenen dosyada, sanığın, TCK’nın 134/2. maddesinde tanımı yapılan özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı “…Yapılan yargılama sonucu, sanığın savunması, katılanın beyanı, dosya içersindeki belge ve tüm dosya kapsamından; bir süre arkadaşlık yapan sanığın katılanla beraber çekilmiş olduğu fotoğrafın facebook isimli internet sitesine yüklediği tarihin tam olarak tespit edilemediği, yani katılanla ayrıldıktan sonra rızası dışında yükleyip yüklemediğinin tam olarak tespit edilemediği, böylece şüpheden sanığın yararlanması ilkesi gereğince atılı suçtan beraati yönünde aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur…” biçimindeki gerekçeye dayalı olarak beraatine ilişkin 13.03.2014 tarihli, 2013/143 esas, 2014/133 karar sayılı hükmün, katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 11.05.2015 tarihli, 2015/35 esas, 2015/7819 karar sayılı ilamı ile; “…Sanığın ve katılanın bir süre arkadaş olduğu, daha sonra arkadaşlıklarının sona erdiği, sanığın katılan ile birlikteliği sırasında katılan ve sanığın yanyana çektirdikleri fotoğrafları kendi facebook sayfasına koyduğu, arkadaşlıkları sona erdikten sonra katılanın fotoğrafların kaldırılmasını sanıktan talep etmesine rağmen sanığın bahse konu fotoğrafları kaldırmadığı olayda, Dosya kapsamından sanık ile katılanın ilişkilerini 2012 yılı eylül ayına kadar sürdürdükleri ve beraber oldukları dönemde çektirdikleri fotoğrafların, facebooka konulma tarihi tam olarak tespit edilemese de, tarafların beraber oldukları dönemde sanık tarafından kendisine ait facebook sayfasına konulduğu ve o dönem itibariyle katılanın buna itirazda bulunmadığı, katılanın beyanıyla, kendisinin eylül ayında sanıktan ayrılmak istediği, ancak sanığın birlikteliği devam ettirmek istediği, 2012 yılı ekim ayında katılanın, sanığın kendisini tehdit ettiği iddiasıyla, katılan hakkında suç duyurusunda bulunduğu, ancak daha sonra tehdit eylemiyle ilgili katılanın şikayetinden vazgeçtiği, daha sonra katılan tarafından 12/12/2012 tarihinde de, bahse konu fotoğrafların halen sanığın facebook sayfasında paylaşıldığı iddiasıyla şikayette bulunduğu ve iddianamede de belirtildiği üzere, şikayet tarihi itibariyle fotoğrafların sanığın facebook sayfasında bulunduğunun belirtildiği, sanığın savcılıkta verdiği ifadesinde de, 2012 yılının aralık ayı sonunda bahse konu fotoğrafları kaldırdığı dikkate alındığında, şikayet tarihinden önce katılanın sanığı tehdit suçu nedeniyle şikayet etmesi ve sanığın katılana gönderdiği mesaj bölümünde “o resimlerde benim, ister koyarım face’me ister koymam kimseye de hesap vermem sen de bunu böyle bil.” şeklindeki mesajı da göz önünde bulundurularak, katılanın sanıktan eylül ayında ayrılmak istediğinin kabulü gerektiği ve bahse konu fotoğrafların katılanın rızasıyla sanığın kendi sayfasında paylaşılsa da, katılanın fotoğrafları kaldırması isteminde bulunduktan sonra katılanın rızasından bahsedilemeyeceği ve sanığın fotoğrafları kaldırması gerektiği halde kaldırmadığı, fotoğrafların facebook isimli internet sitesine konulma tarihinin bir önemi bulunmadığı, önemli olan hususun şikayet tarihi itibariyle katılanın rızasının devam edip etmediği ve fotoğrafların facebookta bulunup bulunmadığı anlaşılmakla, sanığın katılanla yanyana çekilen fotoğrafını facebookta yayınlaması eylemine uyan TCK’nın 134/2-1.cümle gereğince cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, ‘sanığın katılanla beraber çekilmiş olduğu fotoğrafın facebook isimli internet sitesine yüklediği tarihin tam olarak tespit edilemediği, yani katılanla ayrıldıktan sonra rızası dışında yükleyip yüklemediğinin tam olarak tespit edilemediği’ gerekçesiyle oluşa ve dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeyle beraat kararı verilmesi, Kabul ve uygulamaya göre de; Hükmün esasını teşkil eden kısa kararda ve gerekçeli kararın hüküm kısmında, sanık hakkında beraat hükmü kurulurken, uygulanan kanun ve maddesinin gösterilmemesi suretiyle CMK’nın 232/6. maddesine aykırı hareket edilmesi…” nedenlerine dayalı olarak bozulduğu ve mahkemece önceki verilen kararda direnildiği belirtilerek 26.01.2016 tarihli beraat hükmünün kurulduğu anlaşılmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.11.2013 tarihli, 2013/50 esas, 2013/525 sayılı kararına ve süreklilik kazanmış uygulamalarına göre, şeklen direnme kararı verilmiş olsa dahi; bozma kararı doğrultusunda işlem yapmak, bozma kararında tartışılması gerektiği belirtilen hususları tartışmak, bozma sonrasında yapılan araştırmaya, incelemeye, toplanan yeni delillere dayanmak, ilk kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş bulunan yeni ve değişik gerekçelerle hüküm kurmak suretiyle verilen karar; özde direnme niteliğinde olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucu verilen yeni bir hükümdür. Bu nitelikteki bir hükmün temyiz edilmesi halinde ise incelemenin Yargıtay’ın ilgili dairesi tarafından yapılması gerekir. Dairemizin bozma ilamından sonra yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda önceki uygulama aynen benimsenmiş ise de; “…mahkememizce bozma üzerine yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde; bozmanın yerinde olmadığı, taraflar arasında özel hayata ilişkin olduğu kabul edilecek resimleri ilişki sürecinde birlikte sanığın facebook hesabından paylaşıldığı ya da müştekinin buna açıkça rıza gösterdiği, ilişki bittiğinden itibaren sanıktan istendiği anda resimleri sayfadan çıkarılmamasının TCK 134/2 madde ve yönünden suçun unsurlarını oluşturmayacağı, ilgili madde de görüntülerin hukuka aykırı olarak ifşasından bahis edildiği, oysa ki olayda sanığın resimleri ifşaya başladığında herhangi bir hukuka aykırılıktan söz edilemeyeceği, yasada korunması amaçlanan şeyin kişilerin özel görüntü ya da seslerinin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesinin önlenmesi olduğu, suça konu resimlerin başlangıçtan itibaren belirli aşamaya kadar hukuka uygun olarak ifşa edildiği, gelinen noktada resmin taraflarından birinin yani müştekinin rızasını çektiği anda eylemin suça dönüşmeyeceği, bu noktada sanığın sergilediği hareketsiz kalarak resimleri çıkarmamasının atılı suçun unsurlarını oluşturmayacağı kanaatiyle mahkememiz kararının yerinde olduğu değerlendirilerek aşağıdaki şekilde sanığın beraatine hükmolunmuştur…” biçimindeki yeni ve değişik gerekçelerle CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince hüküm kurulmasından dolayı yerel mahkemenin son uygulaması direnme kararı olmayıp, yeni hüküm niteliğinde olduğundan, direnme kararının eylemli uyma olarak kabulü ile hükmü temyizen inceleme görevinin Dairemize ait olduğu belirlenerek yapılan incelemede: Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılanın sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; Sanığın, bir karede mağdurun kendisini yanağından öptüğü, diğerlerinde kendisine sarıldığı ve her ikisinin üzerlerinde günlük kıyafetleri bulunduğu halde yan yana poz vererek çektirdikleri fotoğraflarını, mağdurun bilgisi dahilinde facebook hesabında yayımladıktan sonra, söz konusu fotoğrafları, mağdurla ayrılmalarına ve mağdur tarafından kaldırılması istenilmesine rağmen yayımlamaya devam ettiği olayda; İddiaya konu sanıkla mağdur arasındaki ilişkinin varlığını ve boyutunu gösteren fotoğrafların, daha önce mağdurun rızasına uygun olarak facebook adlı sosyal paylaşım sitesinde yayımlanmış olması karşısında, bu fotoğraflar, mağdurun özel yaşam alanına ilişkin ve özel hayatının gizliliğini ihlal edecek nitelikte görüntüler olarak kabul edilemeyeceğinden, sanığın, mağdura ait kişisel veri niteliğindeki fotoğrafları, mağdurun rızasına aykırı şekilde yayımlamaya devam etmesi biçiminde sübut bulan eyleminden dolayı TCK’nın 136/1. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yasal ve yeterli olmayan yazılı gerekçelerle sanık hakkında CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraat kararı verilmesi, Kanuna aykırı olup, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 13.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
9. Hukuk Dairesi 2020/3079 E. , 2020/10129 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İş Mahkemesi DAVA TÜRÜ : ALACAK Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalı iş yerinde 09/03/2005-26/05/2014 tarihleri arası çalıştığını, iş sözleşmesinin davalı işverence haklı neden olmaksızın feshedildiğini, fesihten yirmi gün sonra kalan maaşının ödeneceği söylenerek istifa dilekçesi imzalatıldığını beyanla kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık ücretli izin, fazla mesai ve genel tatil ücreti alacaklarını talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının iş yerinden istifa ederek işten ayrıldığını, istifa eden kişinin kıdem ve ihbar tazminatının talep etmesinin yasal olarak mümkün olmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararının Özeti: Bozmaya uyan Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz: Karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasında, iş ilişkisinin işçinin istifası ile sona erip ermediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. İşçinin haklı bir nedene dayanmadan ve bildirim öneli tanımaksızın iş sözleşmesini feshi, istifa olarak değerlendirilmelidir. İstifa iradesinin karşı tarafa ulaşmasıyla birlikte iş ilişkisi sona erer. İstifanın işverence kabulü zorunlu değilse de, işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin de işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemez. Bununla birlikte istifaya rağmen tarafların belirli bir süre daha çalışma yönünde iradelerinin birleşmesi halinde, kararlaştırılan sürenin sonunda iş sözleşmesinin ikale yoluyla sona erdiği kabul edilmelidir. İşçinin istifa dilekçesindeki iradesinin fesada uğratılması da sıkça karşılaşılan bir durumdur. İşverenin tazminatların derhal ödeneceği sözünü vermek ve benzeri baskılarla işçiden yazılı istifa dilekçesi vermesini talep etmesi ve işçinin buna uyması halinde, gerçek bir istifa iradesinden söz edilemez. Bu halde feshin işverence gerçekleştirildiği kabul edilmelidir. İşverenin baskı uygulaması sonucu düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemez. Dairemizce bu gibi hallerde feshin işverence gerçekleştirildiği, bununla birlikte işveren feshinin haklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yargıtay 9.HD. 3.7.2007 gün 2007/14407 E, 2007/21552 K.). İstifa iradesinin bulunmadığına yönelik olarak irade fesadı iddiası tanık dahil her türlü delil ile ispatlanabilir. Somut uyuşmazlıkta davacı işçilik alacaklarını alabilmek amacıyla istifa dilekçesi verdiğini ileri sürmüş, davalı işveren ise davacının istifa ettiğini savunmuştur. Mahkemece davacının istifa iradesinin fesada uğratıldığının ispatlanamadığı gerekçesi ile dava konusu kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine hükmedilmiş ise de bozma sonrası dinlenen davacı tanığı S.A.’nın “Tarafıma gösterilen istifa dilekçesi ile ilgili bilgim vardır. Kendisine iki üç gün içerisinde tazminatların ödeneceği söylenerek bu belge imzalatılmıştır.” şeklindeki beyanları, gerekçesiz istifa beyanı, davalı tanık söylemleri ve dosya kapsamına göre, davacının 26/05/2014 tarihli istifa dilekçesinin irade fesadı ile malul olduğu ve davacının gerçek istifa iradesinin bulunmadığının anlaşılmasına göre dava konusu kıdem ve ihbar tazminatının kabulü gerekirken reddi hatalıdır. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 01/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.