Hukuk Genel Kurulu 2019/335 E. , 2022/850 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “edinilmiş mallara katılma rejimi alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 5. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 30.04.1999 tarihinde evlendiklerini, İzmir 5. Aile Mahkemesinin 05.02.2013 tarihli ve 2012/648 E., 2013/101 K. sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiğini, kararın 21.01.2013 tarihinde kesinleştiğini, evlilik birliği içerisinde davalı adına İzmir ili Seferihisar ilçesinde kayıtlı gayrimenkulün 1/2 hissesi, yine İzmir ili Altındağ Mahallesinde bir adet daire, İzmir ili Dikili ilçesinde bir adet daire, 35 AN 2491, 35 HB 8561 ve 35 AG 8921 plaka sayılı araçlar, Elit Otomasyon adlı şirkette mevcut kar payı alacağı hissesinin edinildiği, müvekkilinin bu mallar yönünden davalıdan edinilmiş mallara katılma rejiminden kaynaklı alacağının bulunduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000TL alacağın davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tarafların 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166. maddesinin 3. fıkrası uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiğini, buna göre birbirlerinden maddi ve manevi tazminat taleplerinin bulunmadığını, mahkeme içi ikrar niteliği bulunan beyanı doğrultusunda davacının eldeki davayı kesin hüküm nedeni ile açamayacağını, kaldı ki dava konusu edinilen malların müvekkilinin kişisel mal grubu niteliğinde sayılan mallardan olduğunu, davacının bu mal grubuna giren dava konusu mallar yönünden bir hak talep edemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. İzmir 5. Aile Mahkemesinin 09.09.2014 tarihli ve 2014/108 E., 2014/583 K. sayılı kararı ile; tarafların Mahkemenin 2012/648 E. ve 2013/101 K. sayılı boşanma dava dosyasında yaptıkları protokol sonucunda anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiğini, imzalanan bu protokolün duruşmada doğru olduğunu kabul ettiklerini, protokolde “boşanmanın fer’isi niteliğindeki velayet, nafaka, kişisel ilişki dışında davalının davacıya ait evde oturmaya devam edeceği, evde bulunan eşyaların davalı …’a ait olacağı ve birbirlerinden başkaca maddi manevi taleplerinin olmadığının” belirtildiği, bu protokol uyarınca taraflar arasında boşanmanın fer’îleri dışında kalan yönlerden de anlaşma sağlandığı, bu beyanların mahkeme içi ikrar niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15.03.2016 tarihli ve 2014/24971 E., 2016/4701 K. sayılı kararı ile; “…Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (6100 sayılı HMK 33. m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, değer artış payı ve artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir. Kural olarak anlaşmalı boşanma davasında taraflar arasında akdedilmiş olan boşanma protokolünde yer alan mal rejimi hukukundan kaynaklanan anlaşma maddelerinin mahkeme kararında yer alması veya protokolün mahkemece onaylanması gerekir. Mal rejiminden kaynaklanan talepler boşanmanın ferilerinden olmadığından ayrıca dava konusu edilebilirler. Mahkemece, davacının anlaşmalı boşanma davasında düzenlenen protokolde boşanmanın fer’ileri olan velayet, nafaka, şahsi münasebet dışında kadının erkek adına tapuda kayıtlı Bornova/Yeşilova adresindeki evde ikinci bir evlilik yapıncaya kadar oturmaya devam edeceğinin, bu evdeki eşyaların kadına bırakıldığının ve tarafların yukarıdaki şartlarda anlaştıkları, birbirlerinden başkaca maddi manevi tazminat talepleri ile masraf ve vekâlet ücreti talep etmeyeceklerinin düzenlendiği, 05.02.2013 tarihli duruşmadaki beyanlarında da bu hususları tekrarla bundan başka maddi manevi tazminat talepleri olmadığının da bildirilerek boşanmanın fer’ileri dışında da anlaşma sağlandığı görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de; ulaşılan sonuç isabetli değildir. Davacı …’ın boşanma protokolündeki ve protokolü doğruladığı 05.02.2013 tarihli oturumdaki boşanma dava dosyasındaki beyanı, boşanmanın fer’i niteliğindeki mali konulara yönelik olup, mal rejiminin tasfiyesi dolayısı ile eldeki dava konusu yapılan malvarlığına ilişkin bir açıklama içermemektedir. Mal rejiminin tasfiyesi boşanma davasının eki niteliğinde olmadığından; boşanmayla birlikte karara bağlanması zorunluluğu bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, mahkemece iddia ve savunma çerçevesinde taraf delilleri toplanarak tartışılması ve tüm deliller değerlendirildikten sonra talebin esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, protokolden ve mahkeme içi ikrardan hareketle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İzmir 5. Aile Mahkemesinin 21.06.2017 tarihli ve 2017/200 E., 2017/433 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda tarafların TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği gözetildiğine, eşlerin boşanma kararında yer alan “birbirlerinden başkaca maddi ve manevi tazminat talepleri bulunmamaktadır” şeklindeki beyan ve ifadenin edinilmiş mallara katılma mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkını kapsayıp kapsamadığı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar verdır. 13. Mal rejimi; eşlerin evlenmeden önce sahip oldukları ve evlilik birliği devam ettiği sürece edindikleri mallar üzerindeki hakları, birbirlerine ve üçüncü kişilere karşı sorumlulukları ile evlilik birliği sona erdiğinde bu malların paylaştırılması yönündeki kurallar bütününü ifade etmektedir. Mal rejimleri, yasal ve seçimlik mal rejimleri olarak iki gruba ayrılmıştır. Eşlerin malvarlıklarının yönetimi hususunda sözleşme ile mal rejimini tayin etme imkanı bulunmakla birlikte, bu seçimin gerçekleşmemesi ihtimali gözetilerek kanun gereği eşlerin tabi olacakları yasal mal rejimi belirlenmiştir. 14. Bilindiği üzere TMK’nın 202. maddesinin 1. fıkrası uyarınca eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimine yönelik düzenlemeler TMK’nın 218 ilâ 241. maddeleri arasında yer almaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar (TMK m. 219) ile eşlerden her birinin kişisel mallarını (TMK m. 220-221) kapsar. 15. Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi için tasfiyeye konu malın hangi grupta yer aldığının belirlenmesi zorunludur. Zira malvarlığının yer aldığı grup, bu malvarlığının tasfiyeye girip girmeyeceği veya tasfiyeye girmesi hâlinde ne şekilde tasfiye edileceği açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki; edinilmiş mallara katılma rejiminde kural, mal gruplarının değişmezliğidir. TMK’nın 221. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile açıklanan istisnalar dışında, eşler; mal gruplarını değiştiremezler, aksine ilişkin sözleşmeler geçersizdir. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 222/3). 16. Edinilmiş mallara katılma rejiminde tasfiye davasının görülebilmesi için eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması gerekir. TMK’nın 225. maddesi ile “Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer. Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer” hükmü düzenleme altına alınmıştır. 17. Edinilmiş mallara katılma rejiminin sona ermesiyle birlikte eşler veya mirasçılar tarafından açılabilecek davalar; değer artış payı alacağı (TMK m. 227) davası ve artık değere katılma alacağı (TMK m. 231) davalarıdır. Bu iki alacak türünün özellikleri, koşulları ve hesaplama yöntemleri arasında farklılıklar bulunmakla birlikte, tasfiye davalarına özgü usul ve esasa yönelik genel ilkelerin tamamı her iki dava türü için de geçerlidir. 18. Eldeki davada olduğu gibi mal rejiminin tasfiyesinde evlilik birliğinin anlaşmalı boşanma neticesinde sona ermesi hâli özellik arz eden durumlardan biridir. Öyle ise uyuşmazlığın çözümü için “anlaşmalı boşanma” kavramının da açıklanması gerekmektedir. 19. Bilindiği üzere TMK’nın 166. maddesinin 3. fıkrasında eşlerin anlaşmalı olarak boşanma ve esasları düzenlenmiştir. Buna göre evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz. 20. Maddede değinildiği üzere anlaşmalı boşanmanın sağlanması için boşanmanın fer’î niteliğindeki taleplerde taraflar arasında uzlaşma gerçekleşmelidir. Bu talepler kanun koyucu tarafından “boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu” olarak ifade edilmiştir. Maddede geçen “boşanmanın mali sonuçları” kavramı mal rejiminin tasfiyesini kapsamaz. Boşanmanın mali sonuçları ile anlaşılması gereken TMK’nın 174. maddesinde düzenlenen boşanma nedeniyle maddi-manevi tazminat, 174. maddesinde düzenlenen yoksulluk nafakası ile 182. maddesinde düzenlenen iştirak nafakasıdır. Bununla birlikte, boşanma davasında tarafların mal rejiminin tasfiyesi hakkında anlaşma yapmasını engelleyen yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. 21. Mal rejiminin tasfiyesi boşanmanın fer’îsi niteliğinde olmayıp; eşler, tasfiyeyi anlaşmalı boşanma ile birlikte yapabilecekleri gibi bu yöndeki haklarını zamanaşımı süresi içerisinde daha sonra da kullanmak isteyebilirler. Bu konuda anlaşma sağlanamaması anlaşmalı boşanma davasının reddi sonucunu doğurmaz ve anlaşmalı boşanmaya bir etkisi olamaz. Anlaşmada ayrıca yer verilmemişse, tarafların sırf anlaşmalı olarak boşanmış olmaları aralarındaki mal rejimini de tasfiye ettikleri anlamında kabul edilemez. 22. Eşler, anlaşmalı boşanmada mal rejiminin tasfiyesine karar verdikleri takdirde bu durum doğmamış bir hakkın kullanımı anlamına gelmeyecektir. Zira boşanma ile sona eren evlilikler yönünden mal rejiminin tasfiyesi davasının görülebilirlik koşulu olarak boşanmanın gerçekleşmesi aranmakta ise de eşler arasındaki mal rejiminin sona erdiği tarih kabulle sonuçlanan boşanma davasının dava tarihi olup (TMK m. 225/2), mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı dava tarihi itibariyle doğmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, mal rejiminden kaynaklı hakkın dava yolu ile kullanılabilmesi, diğer bir ifadeyle mal rejiminin tasfiyesine karar verilebilmesi için eşlerin boşanmalarına ilişkin kararın kesinleşmesi gerektiğidir. Anlaşmalı boşanmada ise eşler boşanma davası açmakla doğmuş hakları olan mal rejiminin tasfiyesine yönelik tasarrufta bulunabilirler. Uygulamada eşler boşanma davası ile eş zamanlı mal rejimin tasfiyesi davası açmaktadırlar. Bu şekilde boşanma davası ile birlikte açılıp tefrik edilen yahut bağımsız ancak boşanma sonuçlanmadan açılan tasfiye davaları yönünden Yargıtay’ın istikrarlı kararlarında, usul ekonomisi gereği davanın görülebilirlik şartı oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmemesi, boşanmanın sonucunun bekletici mesele yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. 23. Gerçekten de eşler; zorunlu olmamakla birlikte, anlaşmalı boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi konusunda da anlaşma yapabilirler. Anlaşma, mal rejiminin tasfiyesini de içermekte ise ayrı bir geçerlilik şartı aranmaz. Anlaşmalı boşanmada, taraflar edindikleri malvarlığını paylaşarak veya tasfiyeye yönelik haklarından feragat ederek mal rejiminin tasfiyesini gerçekleştirebilirler. Usulüne uygun şekilde yapılan anlaşma ile boşanma davası neticelenmiş ve karar kesinlemiş ise tarafların tekrar mal rejimi tasfiyesi talep etmeleri mümkün olmayacaktır. 24. Diğer yandan mal rejiminin tavsiyesi davası, boşanma davasının fer’î niteliğinde olmadığından, boşanma davasında tarafların anlaşmış olmaları kural olarak boşanma davasının fer’î niteliğindeki tazminat, nafaka ve velâyet konularını kapsadığı kabul edilmelidir. Şayet eşler, boşanma davasında mal rejiminin tasfiyesi hususunda da anlaşma yapmak istiyorlarsa, bu hususun hiçbir duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta olması çok önemlidir. Soyut, muğlâk, her anlama gelebilen, farklı şekilde yorumlanmaya açık, müphem kelime ve cümleler kullanılan anlaşma metinleri sonradan açılan davanın görülmesine engel teşkil etmez. 25. Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, tarafların İzmir 5. Aile Mahkemesinin 05.02.2013 tarihli ve 2012/648 E., 2013/101 K. sayılı kararı ile TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verildiği, kararın 21.03.2013 tarihinde temyiz edilmeyerek kesinleştiği, anlaşmaya dayanak 05.02.2013 havale tarihli protokolün 5. bendinde “Taraflar yukarıdaki şartlarda anlaşmış olup birbirlerinden başkaca maddi ve manevi talepleri ile mahkeme masrafı ve avukatlık ücreti talep etmeyecektir” hükmünün imza altına alındığı, Mahkemece yapılan yargılamanın 05.02.2013 tarihli duruşmasında eşlerin hazır bulunduğu, protokolün doğru olduğunu ve onayladıklarını, anlaşma metni dışında birbirlerinden karşılıklı maddi ve manevi tazminat taleplerinin bulunmadığını beyan ettikler, Mahkemece gerekçeli kararın 7. bendi ile 05.02.2013 tarihli protokolün onaylanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; eşlerin gerek anlaşmalı boşanmaya dayanak protokol metninden gerekse duruşmadaki beyanlarından aralarındaki mal rejimini tasfiye ettikleri sonucuna varılamadığı gibi, salt “davalının davacıya ait evde oturacağına” ilişkin anlaşma hükmünden eşlerin mal rejimini tamamen tasfiye ettiklerini değerlendirmek mümkün değildir. 26. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine. Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.06.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
AİLE HUKUKU
2. Hukuk Dairesi 2019/5744 E. , 2020/1135 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı kadın tarafından erkeğin kabul edilen davaları ve fer’ileri, yararına hükmolunan tazminatların ve tedbir nafakasının miktarı, yoksulluk nafakasının reddi yönünden; davalı-karşı davacı erkek tarafından ise kadının kabul edilen davaları ve fer’ileri ile velayet yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 17.02.2020 günü duruşmalı temyiz eden davacı-karşı davalı … vekili Av…. ile karşı taraf duruşmalı temyiz eden davalı-davacı … ve vekili Av. … geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Taraflarca karşılıklı olarak Türk Medeni Kanunu’nun 161 ve 166/1. maddesine dayalı boşanma davaları açılmış olup, mahkemece ilk hükümde her iki davanında kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Hükmün taraflarca temyiz edilmesi üzerine; Dairemizin 2013/9428 esas, 2014/1864 karar sayılı bozma ilamında “Kadın tarafından 30.06.2011 tarihinde davalı-karşı davacıya karşı boşanma davası açılmış, davalı-karşı davacının aynı yargı çevresinde 09.08.2011 tarihinde açtığı boşanma davası kadının davasıyla birleştirilmiş, davalı-karşı davacı (koca) tarafından 30.03.2012 tarihinde ayrıca açılan boşanma davası ile kadın tarafından bu davaya karşı 14.05.2012 tarihli cevap dilekçesi ile açılan karşı boşanma davası ve davacı-karşı davalı (kadın)’ın 23.08.2011 tarihinde bağımsız olarak açtığı tazminat davası aralarındaki bağlantı sebebiyle ilk davayla birleştirilmiştir. Mahkemece; kadının 30.06.2011 tarihinde açtığı boşanma davası ile kocanın 09.08.2011 tarihinde açtığı birleştirilen boşanma davası hakkında hüküm kurulduğu halde, birleştirilen diğer davalar hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmamıştır. Aynı ya da ayrı yargı çerçevesinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış olan davalar aralarındaki bağlantı sebebiyle birleştirilmiş olsa bile, birleştirilen her dava bağımsız niteliğini korur. Bu bakımdan birleştirilen davaların her biri hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması zorunludur. Bu hususun nazara alınmaması doğru bulunmadığı” gerekçesi ile hüküm bozulmuş, bozma sebebine göre diğer yönleri şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda her bir boşanma davası ve bu davaların esasını oluşturan “boşanma” talepleri konusunda ayrı ayrı hüküm kurulması gerekmekle birlikte, tarafların birbirlerine karşılıklı açmış bulundukları Türk Medenî Kanunu’nun 161, 166/1. ve 2. maddelerinde yazılı evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma davalarında ayrı ayrı kusur oranı belirlenerek, sonucunda boşanma davalarının eki niteliğinde bulunan tazminat talepleri konusunda her bir dava yönünden ayrı ayrı hüküm kurulması doğru olmamıştır. Evlilik birliği sona erinceye kadar; herhangi bir sebeple açılmış bulunan boşanma davalarında taraflara yüklenen tüm kusurlar, birlikte değerlendirilip, tarafların kusur oranlarının bir kez belirlenmesi ve belirlenen bu orana göre maddi-manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talepleri yönünden bir kez hüküm kurulması gerekir. Tarafların kusurları bölünerek, her bir dava için ayrı kusur oranı belirlemesi yapılıp, fer’i konularda da her bir dava için ayrı hüküm kurmak, Türk Medeni Kanunu’nda yer alan düzenlemelere (TMK m. 4, 174/1-2, 175) aykırı düşeceği gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olamayıp, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre tarafların diğer yönlere ilişki temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, duruşma için takdir olunan 2.540 TL vekalet ücretinin Aslı’dan alınarak Yüksel’e verilmesine, 2.540 TL vekalet ücretinin Yüksel’den alınarak Aslı’ya verilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde yatıranlara geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 17.02.2020 (Pzt.)
Hukuk Genel Kurulu 2017/1038 E. , 2021/458 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “ziynet eşyasının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 12. Aile Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili boşanma talebini de içeren daha sonra ziynet talepleri yönünden tefrik edilen dava dilekçesinde; taraflara düğünde takılan 200 adet çeyrek altın, 6 adet tam altın, 3 adet yarım altın, 19 adet 20’şer gram 22 ayar altın bilezik ile 1 adet 14 ayar 13 gram altın bilezikten oluşan ziynet eşyasının öncelikle aynen iadesine, mümkün olmaması hâlinde ödeme günündeki değerlerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili; talep edilen miktarda ziynet eşyasının bulunmadığını, toplamda 150 civarı küçük altın ve muhtelif ölçülerde bilezik takıldığını ancak örf ve adetlere göre düğünde takılan tüm takıların erkek tarafına ait olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararı: 6. … 12. Aile Mahkemesinin 10.11.2014 tarihli ve 2013/241 E., 2014/732 K. sayılı kararı ile; davaya konu ziynetlerin davalı yan uhdesinde kaldığının kabulü ile birlikte düğünlerdeki takıların kime takıldıysa ona ait olacağına ilişkin geleneklerinden bahseden davalı tanığının beyanı ve taraflara takılan takıları gösterir bilirkişi raporu benimsenerek sadece kadına ait olduğu anlaşılamayan davalıya takılan takıların onun kişisel malı sayılacağı gerekçesiyle, ispatlandığı kanaatine varılan 31 çeyrek altın, 22 ayar 11 adet bilezik, 22 ayar 1 adet bilezik, 1 adet 14 ayar fantezi bilezik yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı ve davalı vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur. 8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.01.2016 tarihli ve 2015/2539 E., 2016/842 K. sayılı kararı ile; “…Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. Davacı vekilinin temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede ise; Dava; düğünde takılan ziynet eşyalarının aynen iadesi; bunun mümkün olmaması halinde değerinin nakden tahsili istemine ilişkindir. Kural olarak, düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı sayılır. Türk Medeni Kanunu’nun 6.maddesi hükmü uyarınca; Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatlamakla yükümlüdür. Gerek doktrinde, gerek Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere ispat yükü, hayatın olağan akışına aykırı durumu iddia eden ya da savunmada bulunan kimseye düşer. Somut olayda; tarafların düğünlerinde, davalıya takılan 1 adet 22 ayar 13 gr bilezik, 3 adet yarım altın, 2 adet tam altın, 80 adet çeyrek altının, davalıya ait olduğu kabul edilerek, sadece, düğünde kadına takılan altınların bir kısmı yönünden kabul kararı verildiği; talep olunan 5 adet altın bileziğin ise, davalı tanığı anne …’ nin(bilezikleri düğünlerde davacının kolunda gördüm) beyanına göre davacıya iade edildiği kabul edilerek, bu talep yönünden ise ispatlanamayan davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Oysa, davalı tanığı annenin beyanı; dava konusu 5 adet burma bileziğin davalı tarafından davacıya iade edildiğinin ispatına yeterli değildir. Mahkemece yapılacak iş; düğünde taraflara takılıp da davacıya iade edildiği ispatlanamayan, davalıya da takılan altınlar ve 5 adet burma bilezik de dahil altınlar hakkında davanın kabulüne karar vermekten ibarettir. Yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Mahkemenin 30.05.2016 tarihli ve 2016/234 E., 2016/388 K. sayılı kararı ile; takıların davalı elinde kaldığı kabul edilerek tekrar davacıya iade edildiğinin ispat yükünün davalıda olduğundan bahisle kısmen kabul kararı verildiği, bu karar verilirken davalıya takılan takıların davalıya, davacıya takılan takıların ise davacıya ait kişisel mal olduğunun kabul edildiği, sadece davalıya takılan 13 gram 22 ayar 1 adet bilezik yönünden bu takının kullanılış amacı ve niteliğine göre erkek tarafından kullanılabilecek takılardan olmaması nedeni ile davanın kabul edildiği, Özel Dairenin ise düğünde takılan takıların kime takılırsa takılsın kadına bağışlanmış ve onun kişisel malı olacağından bahisle bozma kararı verdiği, bu bozma gerekçesinin doğru olmadığı, zira tanık …’nın yeminli ifadesinde bu tür takıların kime takılır ise onun sayılacağına dair adetleri olduğunu beyan ettiği, davalıya takılan takıların bilirkişi raporunda da fotoğraf ve CD incelenerek açıkça belirlendiği üzere ziynet-yarım-çeyrek altın, para ve bir adet 13 gram 22 ayar bilezikten ibaret olduğu, davalı erkeğe takılan bilezik yönünden davacı kadının davasının zaten önceki kararda kabul edildiği, diğer ziynet-yarım-çeyrek altının ise nitelikleri ve kullanım amaçları gereği yatırım aracı oldukları, günümüzde erkeklerin de altın günleri yapmaya başladıkları, bankalarda altın hesabı açtıkları, bu tür değerli metallerin tasarruf amacı ve aracı olarak sürekli alınıp satıldığı, para biriktirildiğinde bu nitelikte değerli metallerin herkesçe edinildiğinin bir gerçek olduğu, kaldı ki Özel Dairenin bu takıların kadına bağışlanmış sayılacağını kabul ettiği, bağışın, bağışlayan kişinin bağış iradesini bağışlanana tevdi etmesi ve bağışlananın da bu bağışı kabul edilmesi ile sonuçlanan bir işlem olduğu, düğün sırasında davacıya bağış iradesini gösterip ona takı takma serbestisi var iken hâlen yatırım amacı ve aracı niteliğinde olan belirtilen takıların davalıya takılması hâlinde, bu takıları takanların bağış iradesinin davacıya değil davalıya yöneltildiği ve onun da kabul etmesi ile artık davalının kişisel malı olacağı kanaatinin hasıl olduğu, aslında bu nitelikteki takıların edinilmiş mal olduğu hususunun da uygulamada tartışılmaya başlanması gerektiği ancak davacı yanın bu yönde bir talebinin olmadığı, yine beş adet burma bilezik yönünden davalının annesi de olsa tanık …’nin bu bilezikleri davacının kolunda gördüğünü yeminli olarak ifade ettiği, tanığın doğru söylemediğine ilişkin somut belirti olmaz ise asıl olanın yeminli tanıkların doğruyu söylediklerinin kabul edilmesi gerektiği, tanığın salt davalının annesi olmasının onun doğruyu söylemediğini kabule yetmeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; a) Düğündeki takıların takılan kişiye ait olacağına ilişkin gelenekleri bulunduğuna dair tanık beyanı olan eldeki davada, kullanılış amacı ve niteliğine göre erkek tarafından kullanılamayacaklar hariç olmak üzere düğün sırasında erkeğe takılan ziynet eşyalarının erkeğin kişisel malı sayılıp sayılamayacağı, b) Yerel Mahkemece verilen ilk kararda, düğünde davacıya takıldığı benimsenen 5 adet bilezik yönünden talep reddedilmiş ve davacı tarafından bu husus temyize konu edilmemiş olmakla birlikte, Özel Dairece davacı lehine bozma nedeni yapılmasının davalının kazanılmış hakkının ihlali mahiyetinde olup olmadığı, taraflarca ileri sürülmemesi nedeniyle bu hususun re’sen nazara alınıp alınamayacağı, re’sen dikkate alınamayacağı sonucuna varılacak olursa düğünde davacı kadına takılan ve saklanması için kendisine teslim edilen 5 adet burma bileziği davacıya iade ettiğine ve akabinde birkaç sefer davacının kolunda gördüğüne ilişkin tanık olarak dinlenen davalının annesinin yeminli beyanına itibar edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuçlara göre davalıya takılan altınlar ve 5 adet burma bilezik yönünden de davanın kabulünün gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın aydınlatılması için ispat hukuku yönünden geçerli kurallara değinmekte yarar vardır: 13. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. 14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1. maddesi; “İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 15. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. 16. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise HMK’nın “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde yer almakta olup; “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır. 17. Bu hüküm, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde yer alan: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ifadesine paralel olarak düzenlenmiştir. 18. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 10.11.2020 tarihli ve 2017/3-1509 E., 2020/863 K. sayılı kararında da aynı hususlara değinilmiştir. 19. Eldeki davada, davacı düğünde takılan altınların kendisine ait olduğunu ancak davalı tarafça verilmediğini iddia etmiş; davalı ise yerel örf ve adetleri gereği düğünde takılan altınların erkek tarafına ait olduğunu o nedenle davacıya verilmediğini savunmuştur. Mahkemece davalı tarafça iddia edilen örf ve adetin varlığına ilişkin dinletilen tanığının beyanına itibar edilerek kadına özgü olanlar dışında düğünde takılan ziynetlerin kime takıldıysa ona ait olduğu kabul edilmiştir. 20. İhtilaf düğünde takılan ziynet eşyasının taraflardan hangisine ait olduğu noktasındadır. 21. Mevzuatımızda, düğün sırasında takılan ziynet ile parasal değeri olan bütün eşyanın aidiyeti konusunda yazılı bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenledir ki, örf ve adet hukuku uygulanmaktadır. Yargıtayın yerleşik uygulamasına, yaygın örf ve adet ile ülke gerçeklerine göre kural olarak, düğün sırasında takılan ziynet eşyası ve paralar kim tarafından ve hangi eşe takılırsa takılsın aksine bir anlaşma ya da örf ve adet kuralı olmadığı takdirde kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı kabul edilir. Yani erkeğe takılan ziynetler ve paraların da aksi kanıtlanmadığı müddetçe kadına ait olduğu kabulü vardır. Söz konusu ziynet eşyasının (altın vs.) evlenme sebebiyle gerek ailelerce ve gerek yakınlarca kadına geleceğinin güvencesi olarak takıldığı kabul edildiğinden emaneten (geçici olarak) takıldığı konusunda kadının bir kabulü olmadığı sürece genel kural kabul edilecektir. Artık, ziynetlerin geri istenmemek üzere verildiği iddia ve ispat edilmedikçe, bunları alan iade etmekle yükümlüdür. 22. İspat külfetinin hangi tarafta olduğu hususunun, yukarıda bahsedilen hukuki düzenleme çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir. Davalı genel kuralın aksine örf ve adetleri bulunduğunu iddia ettiğine göre bunu ispat külfeti kendisine düşmektedir. Davalı ispat amacıyla muhtar olan tanık …’ı dinletmiş; tanık iddia edilenden farklı olarak “bizim adetlerimiz düğünde takılan takılar, kıza takıldıysa kızın, oğlana takıldıysa oğlanın olur” şeklinde ifade vermiş; mahkemece tanığın beyanı esas alınarak hüküm kurulmuştur. 23. Hemen belirtmek gerekir ki, düğünde takılan takıların erkeğe ait olduğu yönünde örf ve adetleri bulunduğunu belirten davalının, dinlettiği tanığın beyanı ve Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına yansıyan yaygın örf ve adet karşısında daha köklü bir adetin varlığını ispatlayamadığı açıktır. Bu durumda genel kuraldan ayrılınmasını gerektirecek bir durum söz konusu değildir. 24. Ne var ki, mahkemece dinlenilen davalı tanığı …’nin beyanına itibar edilerek 5 adet burma bileziğin davacıya iade edildiğinin kabulü ile bu 5 bilezik yönünden talebin reddine karar verilmiştir. Ancak, mahkemece kurulan 10.11.2014 tarihli ve 2013/241 E., 2014/732 K. sayılı karara davacının 5 adet burma bilezik yönünden itiraz etmemesi nedeniyle bu husus davalı yönünden usulü kazanılmış hak teşkil eder. Bu nedenle taraflarca getirilme ilkesine tabi bulunan ve davacı tarafça temyize getirilmediğinden bu yöndeki ret kararı kesinleşen 5 adet burma bilezik hakkındaki direnme kararı isabetli olmakla birlikte, yukarıdaki açıklamalar gereğince, diğer ziynetler bakımından direnme kararı Kurul çoğunluğu tarafından isabetli bulunmamıştır. 25. Ayrıca, somut olayda davalıya takılan 1 adet bilezik yönünden davacının talebi mahkemece kabul edildiğinden Özel Daire bozma kararının 9. paragrafında yapılan açıklamalar dosya kapsamı ile örtüşmemektedir. Bu durumda, Özel Daire bozma kararının 9. paragrafının 1. bendindeki “1 adet 22 ayar 13 gr bilezik” ifadesinin bozma kararında yer almasının isabetli olmadığı, karardan çıkartılması gerektiği sonucuna varılmıştır. 26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, düğünde takılan takıların düğün masraflarına katkı mahiyetinde olduğu ve kime takıldıysa ona hediye verilmesi gayesi güdüldüğü, takılan tüm ziynet eşyasının kadına bağışlanmasının amaçlanamayacağı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. 27. Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 28. Bu nedenle direnme kararı açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulmalıdır. IV. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.01.2016 tarihli ve 2015/2539 E., 2016/842 K. sayılı kararının 9. paragrafının 1. bendindeki “1 adet 22 ayar 13 gr bilezik” ifadesinin bozma kararından çıkartılması suretiyle direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.04.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi. KARŞI OY Uyuşmazlık; tarafların düğününün yapıldığı yörenin örf ve adetine göre erkeğe takılan altınların erkeğe ait olduğu yönündeki davalı savunmasının kanıtlanıp kanıtlanmadığı, buna göre düğünde erkeğe hediye olarak takılan altınların, davalının kişisel malı sayılıp sayılmayacağı, örf ve adet gereği erkeğe verilmiş kabul edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Davalı erkek; yörenin örf ve adetine göre düğünde takılan takıların erkeğe ait olduğunu savunmuş, davacı kadın ise, örf ve adete göre ev eşyalarını erkek tarafının alması hâlinde takıların erkeğe ait olacağını, oysa tarafların ev eşyalarını kendilerinin aldığını ileri sürmüştür. Bu noktada; ziynet kavramı, örf ve adet kuralları ile davada ispat kuralarına ilişkin yasal düzenlemelere bakmak gerekir. Ziynet; altın, gümüş gibi kıymetli madenlerden yapılmış olup; insanlar tarafından takılan süs eşyası olarak tanımlanmaktadır (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, … 2011, s. 1529). Ziynet eşyasını da, evlilik münasebetiyle gelin ve damada verilen hediyeler olarak nitelendirmek mümkündür. Kadına özgü ziynet eşyaları; bilezik, altın kelepçe, kolye, gerdanlık, takı seti, bileklik, saat, küpe ve yüzük gibi takılar olarak kabul edilmektedir (Sağıroğlu, M.Ş: Ziynet davaları, …, 2013, s.3). Kadına özgü ziynet eşyaları; eşler arasında bir anlaşma yoksa veya bu konuda örf ve adet bulunmadıkça evlilik sırasında kim tarafından hangi eşe takılmış olursa olsun kadın eşe bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır (HGK’nın 05.05.2004 tarih, 2004/4-249 E, 2004/247 K, 04.03.2020 tarih, 2017/3-1040 E, 2020/240 K). 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 1/1 maddesindeki; “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim , örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir.” düzenlemesi gereği hâkim kanunda hüküm bulunmayan hâllerde örf ve adet gereğince karar verme yetkisine sahiptir. Örf ve adet kuralları; belli bir olay ve ilişkilerde toplumun bireylerince belli bir biçimdeki davranışın tekrarlanması ile yavaş yavaş organizmanın gelişmesi gibi meydana gelir. Dolayısıyla, bir örf ve adet kuralının uzun süre uygulanması (maddi unsur) bu kurala uyma konusunda toplumda bir inancın (psikolojik unsur) yerleşmesi ve kurala uyulmaması durumunda bir yaptırım ile karşılaşılacağı konusunda bir kabulün olması ( hukuki unsur) gerekir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesi: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. ” 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “İspat yükü” başlığını taşıyan 190. maddesi: “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.” hükmünü içermektedir. HMK’nın 190. maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. İspatın konusu, tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve bu uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalardır ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E. ve 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. Bir davada o davanın çözümünü etkileyebilecek vakıalar için delil gösterilir ve ancak bu deliller inceleme konusu olabilir. Başka bir deyişle, delil, bir vakıanın ispatı için başvurulan vasıtalardır ve konusu da maddi hukuktur. Öncelikle düğünde takılan ziynet ve altınların varlığı ve miktarının tespiti gerekir. Düğünde taraflara takılan bilezikler ile altınların tespiti için davacı tarafın dayandığı altı adet fotoğraf ve CD üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen asıl ve ek raporlar ve tanık beyanına göre, mahkemece, davacı kadın üzerinde 5 adet 22 ayar, her biri 22 gram … burması, 11 adet 22 ayar her biri 15 gram civarında takı bileziği, 1 adet 14 ayar 10 gram fantezi bilezik ile 31 adet çeyrek altın, davalı erkek üzerinde ise, 1 adet 13 gram 22 ayar bilezik, 2 adet ziynet altın, 3 yarım altın, 80 adet çeyrek altın bulunduğu, erkek üzerine takıldığı tespit edilen 1 adet bilezik davalıya takılmış ise de kadına özgü ziynet eşyası olması nedeniyle kadına ait olduğu ayrıca 5 … burma bileziğin de davacıda kaldığı kabul edilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme kararını temyizinde davacı, örf ve adet yönünde yeterli araştırma yapılmadığını ileri sürmüş, mahkemece davacıda kaldığı kabul edilen 5 … burma bileziği temyiz konusu yapmamış, davalı da temyizinde, köy muhtarının beyanı ile yöresel örf ve âdetin belirlendiğini, buna göre üzerinde tespit edilen altınların davacı tarafından talep edilmesinin yerinde olmadığını, davacı üzerinde 15 çeyrek altın tespit edilmesine rağmen, 31 adet çeyrek altının davacıya iadesi yönündeki kararın yerinde olmadığını ileri sürerek temyiz etmiş, davalı erkek üzerinde tespit edilen 1 adet 22 ayar, 13 gram bileziğin davacıya iadesini temyiz konusu yapmamıştır. Bu durumda; mahkemenin, ilk kararında, 5 adet bileziğin davacıda bulunduğu, düğünde davalıya takılan 1 adet bileziğin de davacıya ait olduğu yönündeki kabulü taraflarca temyiz konusu yapılmadığından Özel Dairenin bu yöndeki bozması yerinde değildir. Belirtilen yasal düzenlemeler ve tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde; tarafların aynı köylü olduğu ve düğünlerinin köyde yapıldığı, CD ve fotoğraflarda tarafların düğününde kadın ve erkeğe ayrı kuşak takılarak takıların ayrı ayrı takılmış olması ve 9 yıl köy muhtarlığı yapan tanığın, “adetlere göre, düğünde kıza takılan takıların kıza, erkeğe takılan takıların erkeğe ait olduğu” beyanı karşısında, yöresel örf ve adet gereği düğünde davalı erkeğe takılan altınların davalıya ait olduğu kanıtlanmış bulunduğundan, mahkemenin direnme kararının yerinde olduğu, kararın onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki bozma kararına katılınmamıştır.
2. Hukuk Dairesi 2018/1268 E. , 2019/3978 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı kadın tarafından; kusur belirlemesi ve aleyhine hükmedilen tazminatlar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle, davalı kadına yüklenen sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış fiilinin ispatında kullanılan ve dedektif tarafından çekilen fotoğrafların hukuka aykırı delil niteliğinde olması sebebiyle kusur belirlemesinde esas alınamayacağı, ancak yapılan yargılama ve toplanan diğer delillerden davalıya ait telefon görüşme dökümlerine göre davalı kadının güven sarsıcı davranışlarda bulunduğunun, ayrıca davacı erkeğin de dedektif tutmak suretiyle kusurlu olduğunun, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davalı kadının yine de ağır kusurlu bulunduğunun anlaşılmasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna ve 176.60 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 03.04.2019 (Çrş.)
Hukuk Genel Kurulu 2017/2809 E. , 2021/367 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “ipoteğin kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 7. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı banka tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 03.07.2013 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili ile davalılardan Al.. ’nin 05.11.1994 tarihinde evlendiklerini, dava konusu taşınmazın 09.12.2005 tarihinde satın alınarak davalı eş adına kaydedildiğini, o tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığını, davalı eşin müvekkilin bilgisi dışında diğer davalı olan banka lehine taşınmazda ipotek tesis ettiğini, müvekkilinin dava konusu dairenin satış aşamasına geldikten sonra ipotek işleminden haberdar olduğunu, ipotek işlemine açık rızasının alınmadığını, Akbank T.A.Ş. tarafından Ankara 22. İcra Dairesinin 2010/587 E. sayılı dosyası ile ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibine başlanıldığını, müvekkilinin aile konutu olarak kullandıkları bağımsız bölüm üzerinde davalı eşi tarafından yapılmış olan ipotek tesisi işlemine rızası bulunmadığını ileri sürerek dava konusu taşınmaza aile konutu şerhi işlenmesini ve ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar Cevabı: 5. Davalı banka vekili 19.07.2013 tarihli cevap dilekçesinde; davacı tarafın iddia ve taleplerinin kötü niyetli ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, diğer davalı …’ın müvekkili bankadan taşınmazın alımı yönünde konut kredisi kullandığını, kredinin teminatı olarak da ilgili taşınmaz kaydına 23.12.2005 tarihli ve 23728 yevmiye numaralı işlem ile 60.000TL bedelli ipotek tesis edildiğini, kredi taksitlerinin ödenmemesi üzerine Ankara 22. İcra Dairesinin 2010/587 E. sayılı dosyası ile 12.02.2010 tarihinde ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibe geçildiğini, ipotekli taşınmazın satışının mahkemenin verdiği ihtiyati tedbir kararı ile durdurulduğunu, davacı eşin haberi olmadan konut üzerine ipotek tesisinin hayatın olağan akışına aykırı ve konut kredisinin ilkelerine ters olduğunu ileri sürerek öncelikle satışın durdurulmasına yönelik ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına ve haksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. 6. Diğer davalı malik olan eş ise cevap dilekçesi sunmamış olup, 07.11.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında dava konusu taşınmazın 2005 yılında alındığını, aynı tarihlerde davacı eşine ait 60.000TL değerinde bilezikleri bozdurduklarını, evi kredi ile satın aldığı hâlde eşine bozdurulan bileziklerin bedeli ile ev aldığını söylediğini, ancak gerçekte bileziklerin parasını ticari işlerinde kullandığını, ancak işlerinin kötü gitmesi nedeniyle kredileri ödeyemediğini, eşinin icra takibi nedeniyle ipotekten haberdar olduğunu beyan etmiştir. Mahkeme Kararı: 7. Ankara 7. Aile Mahkemesinin 26.12.2013 tarihli ve 2013/902 E., 2013/1724 K. sayılı kararı ile; dava konusu bağımsız bölüme 26.05.2006 tarihinde aile konutu şerhi konulduğu, tüketici kredisinin bu tarihten sonra kullanıldığı, bankanın basiretli bir tacir gibi gerekli özen ve dikkati göstermesi gerektiği, bu yükümlülüğünü yerine getirmemesinden doğan sorumluluğun kredi kullandırılan kişiye değil bankaya ait olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ve ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 8. Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 28.05.2014 tarihli ve 2014/4838 E. ve 2014/11669 K. sayılı kararı ile; “…Hüküm davalı banka tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü: Mahkemece, davacı (kadın)’ın rızası alınmadan davalı (koca) adına tapuda kayıtlı olan ve aile konutu niteliğindeki taşınmaza, davalı banka tarafından, ipotek konulduğu belirtilerek davanın kabulü ile ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK md. 6). İpotek tesisine ilişkin işlemden önce taşınmazın tapu kütüğünde “aile konutu” olduğuna ilişkin bir şerh bulunmamaktadır. Bu durumda davalı bankanın ipoteğe ilişkin kazanımı iyi niyetli ise korunur (TMK md. 1023). Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda asıl olan iyiniyetin varlığıdır. İyiniyetin varlığı asıl olduğuna göre lehine ipotek tesis edilenin kötüniyetli olduğunu kanıtlama yükümlülüğü bunu iddia edene düşer (TMK md. 6). Toplanan delillerden, dava konusu taşınmazın davalı eş adına 09.12.2005 tarihinde tescil edildiği, ipoteğin de kullandırılan konut kredisinin teminatını teşkil etmek üzere aynı tarihte tesis edildiği, aile konutu şerhinin ise daha sonra 26.05.2006 tarihinde konulduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı, lehine ipotek tesis edilen davalı bankanın kötü niyetli olduğunu kanıtlayamamıştır. Şu hale göre tapuya güven ilkesini esas alan Türk Medeni Kanununun 1023. maddesi koşulları işlem tarafı olan davalı banka lehine gerçekleşmiştir. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir (HGK’nun 24.04.2013 tarih, 2012/2-1567 esas, 2013/579 karar sayılı ilamı),…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Ankara 7. Aile Mahkemesinin 05.02.2015 tarihli ve 2014/1636 E., 2015/95 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçeyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı banka tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; aile konutu olarak kullanılan dava konusu taşınmaza yönelik ipotek işleminin konut kredisinin teminatı oluşturması karşısında 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 194. maddesi uyarınca ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir. 13. 4721 sayılı TMK’nın “Eşlerin hukuki işlemleri” başlıklı 193. maddesi “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.” şeklindedir. 14. Aynı Kanun’un 194. maddesinin 1. fıkrasında ise “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Anılan maddenin gerekçesine göre aile konutu; eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan olarak tanımlanmıştır. 15. TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestîsi kabul edilmişken, aynı Kanun’un 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş ve aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması esası kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile malik olmayan eşe, aile konutu ile ilgili tapu kütüğüne şerh verilmesini isteme hakkı tanınmış, eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü “aile birliğinin’’ korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa dahi aile konutuna ilişkin olarak; eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamayacaktır. Malik olmayan eşin izni için şekil şartı bulunmamakla birlikte, iznin açık olması gerekmektedir. Açık rızanın varlığını ispat yükü ise aile konutu ile ilgili tasarrufta bulunana aittir. 16. TMK’nın 194. maddesinde öngörülen sınırlandırma, taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulduğu için değil, konut aile konutu vasfı taşıdığı için getirilmiştir. Bu sebeple taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Nitekim aile konutu şerhi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Aksi düşünce ile tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamanın şerh ile başlayacağı kabul edilmiş olur. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir. 17. Eş söyleyişle aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tek başına aile konutunu ayni bir hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 tarihli ve 2017/2-1604 E., 2017/967 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. 18. TMK’nın 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “açık” olması gerekir (Gümüş, M.A., Türk Medeni Kanununun Getirdiği Yeni Şerhler; İstanbul 2007, Birinci Basıdan İkinci Tıpkı Bası, s. 41-42). 19. Her ne kadar ipotek işleminin doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyor olduğu düşünülse de, hak sahibi eşin kötü niyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin açık rızası şarttır. Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde ipotek işleminin, aile konutu olarak kullanılan dava konusu taşınmaza yönelik konut kredisinin teminatı niteliğinde olmasının da bir önemi bulunmamaktadır. Böyle bir durumda dahi TMK’nın 194/1. maddesi malik olmayan eşin açık rızasını aradığından, açık rıza alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkânsızdır. 20. Bu durumda; TMK’nın 194. maddesi uyarınca malik olan eş tarafından diğer eşin açık rızası alınmadan aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması durumunda yapılan bu işlemin “geçerli” kabul edilemeyeceği emredici hüküm gereğidir. Diğer eşin geçerli olmayan işlemin iptali için dava açabileceği kuşkusuzdur. 21. Diğer yandan yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere; TMK’nın 194. maddesinde öngörülen aile konutu ile ilgili sınırlandırma, taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulduğu için değil, konutun aile konutu olma özelliği nedeniyle getirildiğinden, taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Bu nedenle işlem tarafı üçüncü kişinin iyi niyetli olup olmamasının önemi bulunmamaktadır. Başka bir ifade ile TMK’nın 194. maddesine dayalı davalarda; işlem tarafı üçüncü kişi konumunda bulunan davalının iyi niyet iddiasına dayanak, ipotek işleminin tesis edildiği tarihte taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmadığı savunması önemini kaybetmiş, madde metninde yer alan “açık rıza” koşulu davalıya ispat külfeti olarak yüklenmiştir. Nitekim benzer hususlar Hukuk Genel Kurulu’nun 15.04.2015 tarihli ve 2013/2-2056 E., 2015/1201 K. sayılı kararı ile de benimsenmiştir. 22. Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, davalılardan malik eşin dava konusu aile konutu üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirdiği, bu işlem sırasında davalı banka tarafından malik olmayan davacı eşin açık rızasının alınmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktada basiretli bir tacir gibi davranması gereken davalı bankanın iyi niyet savunmasının dinlenemeyeceği tartışmasızdır. Bu itibarla, aile konutu niteliğini taşıdığı hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz üzerinde davacının açık rızası alınmadan, TMK’nın 194/1. maddesine aykırı olarak tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından davanın kabulüne karar verilmiş olması anılan maddenin amacına da uygundur. 23. O hâlde, açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir. IV. SONUÇ: Yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı davalı banka vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, Aşağıda dökümü yazılı (3.074,10TL) ilâm harcının temyiz eden davalı bankadan alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.03.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
2. Hukuk Dairesi 2018/218 E. , 2018/1055 K. “İçtihat Metni” … Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere Ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı erkeğin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2- Mahkemece, boşanmaya neden olan olaylarda, davalı erkeğin davacı kadına nazaran daha ağır kusurlu olduğu kabul edilerek davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına ve davacı kadın lehine manevi tazminata hükmedilmiş ise de yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davacı kadının eşinin kapıcı olmasından rahatsızlık duyarak eşini aşağıladığı ve müşterek konutu terk ettiği, kadına yüklenen diğer kusurlu davranışların ispatlanamadığı, davalı erkeğin ise eşine hakaret ettiği, velayete yönelik düzenlenen sosyal inceleme raporundaki müşterek çocuk beyanlarının ise hükme esas alınamayacağı anlaşılmaktadır. O halde, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü gerekir. Eşit kusurlu eş yararına manevi tazminat (TMK m. 174/2) hükmedilemez. Somut olayda kadın yararına Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi koşulları oluşmamıştır. Bu husus nazara alınmadan kusur durumunun hatalı belirlenmesi ve bu yanılgılı kusur belirlemesine bağlı olarak davacı kadın yararına manevi tazminata hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 23.01.2018 (Salı)
2. Hukuk Dairesi 2021/6658 E. , 2021/8169 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı kadın tarafından TMK 166/1 maddesine dayalı boşanma davası açılmış, yapılan yargılaması sonunda, ilk derece mahkemesince tarafların birlikte otelde tatile gittikleri, kadının davalıya kusur olarak yüklenen önceki olayları af etmiş veya en azından hoşgörü ile karşılamış olduğu, affedilen veya hoşgörü ile karşılanan olaylar taraflara kusur olarak yüklenemeyeceği, birlikte yapılan tatilden sonra davalıya kusur olarak yüklenebilecek herhangi bir somut olay ileri sürülmediği,davalının birlikte yaşamaktan kaçındığı ispatlanamadığı gerekçesiyle kadının boşanma davasının reddine karar verilmiş, verilen bu karara karşı davacı kadın tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince tarafların otelde konaklama tarihleri 01/08/2018- 05/08/2018 tarihleri arasında değil, 01/08/2016-05/08/2016 tarihleri arasında olduğu, ve torunları …‘ın da taraflar ile birlikte konakladığı af olgusunun kabul edilebilmesi için affı gösterir fiili bir tutum ve davranışın ispatlanmış olmadığı, bu nedenle erkeğin affedildiği en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulüne olanak bulunmadığı, davalı erkeğin davacı kadını aşağılayıcı tarzda konuştuğu ve kadına hakaret ettiği, davacı kadının ise ispatlanmış kusurunun bulunmadığı gerekçesi ile ilk derece mahkemesinin ret hükmünün kaldırılarak kadının boşanma davasının kabulüne karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesince verilen bu karar, davalı erkek tarafından temyiz edilmiştir. Türk Medeni Kanununun 166/1-2 maddesi uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa Bölge adliye mahkemesince erkeğe yüklenen hakaret ve aşağılamaya yönelik davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, zamanı belli olmayan, soyut ve genel nitelikte olup, bir kısım tanıkların anlatımları ise sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak ve davacıdan duyuma dayalı izahlardan ibarettir. Yine tarafların 2012 yılından beri ayrı yaşadıkları ve ayrı yaşama döneminde 2016 tarihinde aynı otelde kaldıkları, bu hale göre de var ise karşılıklı birbirlerine yönelik önceki kusurları affettikleri, en azından hoşgörü ile karşıladıkları, bu tarihten sonra gerçekleşen başkaca bir kusurun varlığının da ispat edilemediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla erkeğe atfı kabil herhangi bir kusur ispatlanamamış olup kadının boşanma davasının reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oy birliğiyle karar verildi. 04.11.2021 (Per.)
2. Hukuk Dairesi 2019/5103 E. , 2019/12386 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi DAVACI-DAVALI : … DAVALI-DAVACI : … DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma-Ziynet ve Eşya Alacağı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı kadın tarafından, erkeğin kabul edilen davası, kusur belirlemesi, reddedilen nafaka, tazminat ve ziynet alacağı davası yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 03.12.2019 günü temyiz eden davalı-karşı davacı … ile vekili Av. … ile karşı taraf davacı-karşı davalı … vekili Av. … geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Davalı-karşı davacı kadının ziynet alacağına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; 6100 sayılı HMK’nın 362. maddesinin 1. fıkrasının b bendi uyarınca “Miktar veya değeri kırk bin Türk Lirasını (bu tutar dahil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar” temyiz edilemez. 02.12.2016 tarihli 6763 sayılı Kanun’un 44. maddesi ile de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen ek madde 1 uyarınca temyiz parasal sınırlarının (HMK m. 341, 362) Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 298. maddesine göre her yıl tespit ve ilan edilecek yeniden değerleme oranında artırılması öngörülmüştür. Karar tarihi itibariyle bu miktar “58.800,00 TL” olarak belirlenmiştir. Somut olayda, kadının talebi olan 54.306,75 TL ziynet alacağının reddine karar verilmiş olup, bölge adliye mahkemesince ziynet alacağına yönelik verilen karar kesindir. Bu nedenle kadının ziynet alacağına yönelik temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekmiştir. 2- Davalı-karşı davacı kadının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; a-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. b-Mahkemece, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu gerekçesiyle davalı-karşı davacı kadının tazminat talepleri reddedilmiştir. Oysa ki, ilk derece mahkemesince kadına yüklenen “Elindeki bıçak ile davalıya saldırma” vakıasından sonra evlilik birliği devam etmiştir. O halde davacı erkeğin, kadının bu kusurlu davranışını affettiği ve en azından hoşgörü ile karşıladığının kabulü gerekir. Affedilen ve hoşgörülen olaylar karşı tarafa kusur olarak yüklenemez. Mahkemece tespit edilen ve gerçekeleşen olaylara göre eşine “Sürtük, kaltak” şeklinde hakaret eden,’ “S…tir ol git, yüzüğünü bırakıp eşyalarını da alıp git” diyerek evden kovan, eşini kastederek tanık…’ye “Nerede kaldığı, ne yaptığı belli değil, ben 10 tane karı bulurum, ancak bir tane ana bulamam” dediği anlaşılan erkeğin, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda ağır kusurlu olduğu anlaşılmıştır. Hal böyle iken; tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve bu hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak, kadının maddi ve manevi tazminat isteklerinin reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. c-Mahkemece davalı-karışı davacı kadının çalışması nedeniyle sabit geliri olduğu ve boşanma yüzünden yoksulluğa düşmeyeceği gerekçesi ile yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, kadının yargılama aşamasında asgari ücretle işe başladığı, yalnız yaşadığı, kira giderinin bulunduğu ve adına kayıtlı herhangi bir malvarlığının olmadığı, buna karşılık davalı erkeğin ise: polis memuru olduğu ve 2.800 TL maaş aldığı ve arkadaşları ile birlikte kiralık evde oturduğu anlaşılmıştır. Asgari ücret seviyesindeki gelirin kişiyi yoksulluktan kurtarmayacağını açıklayan HGK 24.12.2014 gün 2013/2-1364 esas ve 2014/1082 sayılı kararı doğrultusunda, asgari ücret seviyesinde gelir elde eden davalı karşı davacı kadın yararına yoksulluk nafakası koşulları gerçekleşmiş olup, elde ettiği gelir kadını yoksulluktan kurtaracak düzeyde değildir. Mahkemece davalı karşı davacı kadın lehine Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi gereği uygun bir miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken, yazılı şekilde isteğin reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün, yukarıda 2/b-c bentlerde gösterilen sebeplerle; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi 06.02.2019 tarih, 2017/2734 esas ve 2019/173 sayılı kararının, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesine göre KALDIRILMASINA; Bakırköy 4. Aile Mahkemesi 15.12.2016 tarih, 2015/347 esas ve 2016/902 sayılı kararının BOZULMASINA; yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple dilekçenin REDDİNE, bozma ve dilekçenin reddi kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 2/a bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, duruşma için takdir olunan 2.037 TL vekalet ücretinin Sinan’dan alınıp Elçin’e verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ise ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 17.12.2019 (Salı)
3. Hukuk Dairesi 2017/9508 E. , 2017/10932 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ Taraflar arasındaki iştirak nafakasının artırımı davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, davalı ile 2008 yılında evlendiklerini,bu evlilikten 2009 doğumlu bir müşterek çocuklarının bulunduğunu, davalı ile 2011 yılında boşandıklarını,müşterek çocuğun velayetinin ise kendisine verildiğini, müşterek çocuk için 2011 yılında açılan iştirak nafakası davası neticesinde 07.07.2011 tarihi olan nafaka dava tarihinden itibaren aylık 400 TL iştirak nafakasına hükmedildiğini,bu kararın 2013 yılında kesinleştiğini,davalının halihazırda aylık 480 TL nafaka ödediğini, müşterek çocuğun altı yaşında olduğunu, piyano vb. faaliyetleri nedeniyle masrafları olduğunu,kendisinin bankada çalıştığını ve aylık 3.500 TL geliri olduğunu, davalının ise havaalanında çalıştığını ve aylık 6.000 TL civarı geliri bulunduğunu ileri sürerek, müşterek çocuk için aylık 480 TL olarak ödenen nafakanın aylık 1.500,00 TL’ye yükseltilmesini dava ve talep etmiş;duruşmada hükmedilecek nafakaya Üfe oranında artış uygulanmasını da istemiştir. Davalı,davanın reddini istemiştir. Mahkemece;davanın kısmen kabulüne, tarafların müşterek çocuğu …için İstanbul … 13 Aile Mahkemesi’ nin 05/03/2013 tarihli 2011/601 E -2013/120 K sayılı kararı ile takdir edilen ve dava tarihi itibariyle 480,00 TL iştirak nafakasının dava tarihi olan 15/10//2015 tarihinden itibaren aylık 500,00 TL’ ye çıkarılmasına, iştirak nafakasının her yıl Tüik tarafından yayınlanan yıllık Üfe artış oranı esas alınmak suretiyle arttırılmasına karar verilmiş,hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava;iştirak nafakası artırım istemine ilişkindir. TMK.nun 182. maddesine göre; boşanma kararı ile velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. TMK.nun 330.maddesindeki düzenleme, nafaka miktarının çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçlerine göre belirlenir, şeklindedir. TMK’nun 331.maddesi uyarınca da; durumun değişmesi halinde hakim nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırabilir. TMK.nun 328/1.maddesinde “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.” Aynı yasanın 2.fıkrasında ise, “Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitim sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.” hükmü mevcut bulunmaktadır. Somut olayda;tarafların 2011 yılında boşandıkları ve müşterek çocuk 2009 doğumlu ….’in velayetinin davacı anneye verildiği,boşanma davasında müşterek çocuk için iştirak nafakasına hükmedilmediği, davacı annenin 2011 yılında açtığı iştirak nafakası davası sonucunda ise 2013 yılında müşterek çocuk için nafaka dava tarihinden itibaren aylık 400 TL iştirak nafakasına hükmedildiği ve nafakada Üfe oranında artışa da hükmedildiği,eldeki dava tarihi itibariyle iştirak nafakasının aylık 480 TL olarak ödenmekte olduğu sabittir. Yine dosya kapsamında yer alan tarafların sosyal ve ekonomik durum araştırma sonuçlarına göre ise; davacının bankacı olduğu,aylık 3.000 TL geliri bulunduğu,aylık 870 TL kira ödemesinin olduğu,kızının 7 yaşında olup öğrenci olduğu;davalının ise İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanında TGS yer hizmetlerinde çalıştığı,aylık 2.800 TL geliri bulunduğu,aylık 710 TL kira ve 290 TL de aidat ödemesi bulunduğu,evli olup eşinin çalışmadığı anlaşılmaktadır.Ayrıca dosya kapsamında yer alan kayıtlardan anlaşıldığı üzere müşterek çocuğun aylık 239 TL piyano kurs masrafı,350 TL servis ücreti,bunların dışında da yine spor ve etüt merkezindeki eğitimi için de masrafları bulunduğu da tespit edilmektedir. Bu durumda, tarafların yukarıda tespit edilen sosyal ve ekonomik durumları,müşterek çocuğun yaşı,eğitime devam ediyor olması, eğitim, kurs vb. masrafları olması, müşterek çocuk için hükmedilen nafakanın 2013 yılında karara bağlandığı da nazara alındığında mahkemece yanılgılı değerlendirme ile müşterek çocuğun servis ve etüd ücreti dışında piyano, dans vs. gibi kurslarının zorunlu ihtiyaçlardan olmadığı ve nafaka ihtiyacı belirlenirken değerlendirilmesinin mümkün olmadığından bahisle düşük oranda artışa karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. Hal böyle olunca mahkemece; yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve açıklamalar dikkate alınmak suretiyle müşterek çocuğun yaşı, eğitimine devam etmesi,spor,sanat vb. sosyal gelişimini sağlayacak nitelikteki faaliyetlerinin de nafaka miktarının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği nazara alınarak,aradan geçen sürede müşterek çocuğun ihtiyaçlarında olan artış ve davalının gelir durumu ile davalının gelir ve giderleri de dikkate alınmak suretiyle TMK’nun 4.maddesi gereğince daha uygun miktarda nafaka artırımına hükmedilmesi gerekirken , eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 03.07.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2011/2-703 E. , 2012/70 K. “İçtihat Metni” Taraflar arasındaki “Boşanma ( Kusur Tespiti)” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 1.Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.02.2010 gün ve 2009/1074 E., 2010/77 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 15.12.2010 gün ve 2010/8335 E., 2010/21119 sayılı ilamı ile, (…Davacı, boşanma ile ilgili hüküm kesinleşmeden önce 7.7.2009 tarihinde ölmüştür. Davacının mirasçıları Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi gereğince davalının kusurlu olduğunun tespitini istemişlerdir. Mahkemece dava kabul edilip davalının daha fazla kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. Taraflardan ve üçüncü kişilerden aktarılan olaylar hükme esas alınamaz. Davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı davalının kusurlu olduğunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin taktirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile davalının kusurlu olduğunun tespitine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN: Davalı vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, boşanma istemine ilişkin olmakla birlikte, yargılama aşamasında davacı öldüğünden davaya kusur tespiti davası olarak devam olunmuştur. Davacı Tahsin Ö.vekili dava dilekçesinde, taraflar arasındaki evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığı iddiasıyla tarafların boşanmalarına, davacı yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Davalı Nuran Ö.vekili, iddiaların asılsız olduğunu taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığını, davacının temyiz kudretine sahip olmadığını belirterek davanın reddini savunmuş; aksi halde maddi manevi tazminata birleşen davada da nafakaya hükmedilmesini istemiştir Yargılama sırasında davacıya kızı Semra Ö. vasi olarak atanmıştır. Mahkemece davalının daha fazla kusurlu kabul edilerek verilen davanın kabulüne ilişkin ilk karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, dosyaya sunulan nüfus kayıt örneğinden davacı Tahsin Ö.’in 07.07.2009 tarihinde öldüğünün anlaşıldığına işaretle evliliğin ölüm ile son bulduğu, davanın konusunun kalmadığı, bu konuda bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerektiği, gerekçesi ile karar bozulmuş; bunun üzerine davacı mirasçıları Semra Ö. vs. vekili 4721 sayılı Medeni Kanunu(TMK)’nun 181.maddesi uyarınca inceleme yapılarak davalının kusurlu olduğunun tespitine karar verilmesini istemişler; mahkemece bozma ilamına uyularak davaya kusur tespiti davası olarak devam olunmuş ve davalı Nuray Ö.’in daha fazla kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiş; davalı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenlerle ikinci kez bozulmuştur. Mahkeme, tanık anlatımları dışında başka delillere dayanarak kusur tespitine karar verdiğini, savcılık evrakı, icra dosyaları ve CD kayıtlarında taraflar arasında geçen konuşma sonucu davalının davacıya ekonomik şiddet uyguladığı gerekçesiyle önceki kararında direnmiş; hükmü davalı vekili temyize getirmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosyada mevcut delillerin davalının evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında kusurlu kabul edilmesine yeterli olup olmadığı, noktasında toplanmaktadır. Öncelikle mahkemece direnme kararında gerekçe olarak dayanılan ses ve görüntü kaydı içeren CD delilinin, hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil niteliğinde olup olmadığının çözümü gerekmektedir: Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesinden önceki dönemde, hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda açık bir düzenleme bulunmamakta; konu öğretide yer alan bilimsel görüşler ve yargısal uygulama ile şekillenmekteydi. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “ispat hakkı” başlığını taşıyan 189.maddesinin 2.fıkrasında yer alan; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olamayacağı kabul edilmiştir. Böylece ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması esası getirilmiştir. Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle, yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re’sen göz önüne alınması ve delilin her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi halinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir. Bu yasal düzenleme öncesinde, hukuki nitelendirme açısından, öğretide nasıl bir yaklaşımın benimsendiğinin irdelenmesinde de yarar vardır: Berkin, usulsüz veya kanunsuz yahut hukuka aykırı yoldan elde edilmiş delile dayanılarak hüküm verilemeyeceği; örneğin posta memuru ile anlaşarak ele geçirilmiş ve mahkemeye sunulmuş olan başkalarına yazılmış mektupların veya evli erkeğin ilişki kurduğu ve ileride evlenmek istediği kadına yazdığı mektupların çalınarak boşanma davasında delil olarak kullanılmasının caiz olmadığı, görüşündedir(Bkz.Prof.Dr.Berkin N.Tatbikatçılara Medeni Usul Hukuku Rehberi İst.s.734). Üstündağ, hukuka aykırı yollardan elde edilmiş olan delillerin değerlendirilmesi konusunda usul kanunumuzda bir hüküm bulunmadığını belirtmekte; sesin gizlice banda alınması halinde buna daha sonra bir ispat vasıtası olarak dayanmanın mümkün olduğunu açıklamaktadır. Örnek olarak Alman Mahkemesinin kararı alınarak, bu karara göre, insan seslerinin konuşanın muvafakati olmaksızın tespiti kişilik haklarına bir saldırı olmakla beraber, gizli ses almayı haklı kılan nedenlerin mevcudiyeti halinde bu şekilde bir tecavüze müsaade edilmesi gerektiğinin kabul edildiğini belirtmektedir. Alman Mahkeme kararına esas teşkil eden olayda evli kadın, kocasına defalarca hakaret etmiş ve bütün bunları da mahkemede inkâr edeceğini de ilave etmiştir. Bunun üzerine koca açmayı tasarladığı boşanma davası için bu sahneleri teybe almıştır(Bkz.Prof.Dr.Üstündağ-S.Medeni Yargılama Hukuku C.1-II, İst.2000 S.267 ve 762). Prof.Dr.Pekcanıtez’e göre, kişilik haklarının, özel yaşam alanı ve sır alanının ihlali sonucu elde edilen teyp bandı, fotoğraf, çalınmış veya el konulmuş aşk mektupları delil olarak değerlendirilemez. Hukuka aykırı olarak elde edilen delilin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda da geçerli olan dürüstlük kuralı esas alınarak karar verilmeli ve bu konuda her somut olayda, o olayın özelliğine göre değerlendirme yapılmalıdır. Bu konuda ihlal edilen kanun hükmü ile ispatlanmak istenen menfaat arasında amaca uygunluk hususu da esas alınmalıdır. Diğer taraftan gizli şekilde ele geçirilen tüm deliller hukuka aykırı delil olarak nitelendirilmemelidir. Örneğin bir telefon görüşmesinde, telefondaki ses yükseltici veya ikinci bir dinleme aleti sayesinde tarafların söylediklerinin duyulması sonucu yapılan açıklamalar ve bu konudaki tanıklık geçerli olmalıdır. Kişilik hakkının ihlali sonucu elde edilen delilin kullanılmasına hakkı ihlal edilen kişi izin verirse bu delil mahkemece kullanılabilir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes,Medeni Usul Hukuku, 2.Bası,Ankara 2001/s.390 vd.). Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı Ceza Yargılamaları Usulü Kanunu(CMUK) ’nda gerekse de 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu(CMK)’nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 s. CMUK’nun 254/2.maddesinde ‘koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.’ Denilmiş; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Delillerin Ortaya Konulması Ve Reddi” başlıklı 206.maddesinin 2.fıkrasının (a) bendinde “ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak edilmesi halinde reddolunacağı” düzenlenmiştir. Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizli alanı dediğimiz ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin kişinin cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu, kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun söz konusu delil Ceza Mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder(Öztürk, B. Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları ,Ank.1995, S.116 vd.). Yargısal uygulamada somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 25.09.2002 tarih ve 2002/2-617 E. 2002/648 sayılı kararında evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal nedenine dayalı boşanma davasında davalı kadına ait günlüğün delil olarak kabul edilip edilemeyeceği tartışılmış ve kararda bu konuya ilişkin olarak aynen;“ ‘Zehirli ağacın meyveleri’ olarak ifade edilen hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda Medeni Usul Hukukunda açık bir düzenleme bulunmamaktadır.” tespiti yapıldıktan sonra yukarıda da işaret olunan öğretideki görüşlere yer verilmiş; ardından tarafların birlikte yaşadığı evde, davalı evi terk ettikten sonra kilitli olmayan yerden elde edilip mahkemeye sunulan zor ve tehdid ile ele geçirildiği savunulmayan ve davalı tarafından tutulduğu tartışmasız olan …defterin yukarıda anılan görüşler doğrultusunda delil olup olmadığı değerlendirilmiştir. Sonuçta: “öncelikli olarak özel hayatın gizliliğinin korunmasının esas olduğu; ancak somut olayın özelliğinin bu genel görüşten ayrılmayı gerektiren istisnalar içerdiği; kullanılan deliller çalınmış, tehdit ya da zorla elde edilmiş ise burada hukuka aykırılığın olacağı, hukuka aykırı yollardan elde edilmemiş delillerin ise yasak bir delil olarak değerlendirilemeyeceği; boşanma davasının zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir dava olduğu ve kocanın eşi ile birlikte yaşadıkları mekanda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya mektupları mahkemeye delil olarak verilmesi halinde, bu deliller hukuka aykırı yollardan elde edilmediğinden mahkemede delil olarak değerlendirileceği; aynı evde yaşayan kadının, kocanın bu delilleri ele geçirilebileceğini bilebilecek durumda olduğu, kocanın yatak odasındaki bir dolabın içinde yada yatağın altında kadın tarafından saklanan bir not defterini ele geçirmesinin, bu mekan eşlerin müşterek yaşamlarını sürdürdükleri bir yer olduğundan kadın için gizli mekan kabul edilemeyeceği; hiç kimsenin evindeki bir mekanda bulduğu bir delili hukuka aykırı yollardan ele geçirmiş sayılamayacağı, özel hayatın gizli alanlarının, özel hayatın gizli alanını ilgilendiren delillerle ispat edilebileceği” vurgulanarak davalıya ait günlük delil olarak kabul edilmiştir. Kararda üzerinde önemle durulan husus, delilin hukuki yollardan elde edildiğinin kabulüdür. Yine Hukuk Genel Kurulu’nun 28.05.2003 gün ve 2003/1-374 E- 2003/370 K. sayılı ilamında ise: davacı tarafça muvazaanın kanıtı olarak sadece video kaseti deliline dayanılmış; kararda video kasetinin hukuka aykırı delil olmamakla birlikte, murisin ses ve görüntüsünün kaydedildiği ortam, murisin ses ve görüntüsünün alındığı tarih itibariyle yaşlı, hastalıklar içinde kıvranan, hastaneden çıkmak için yardım bekleyen, her türlü etkiye açık bir kişi olması nedeniyle bu delilin başlı başına muvazaaya kanıt olamayacağı kabul edilmiştir. Bir delilin mahkemece kabul edilebilmesi için, gerek öğretide yer alan ağırlıklı görüş, gerekse de Hukuk Genel Kurulu Kararlarında ortaya konulan ölçüt; o delilin usulsüz olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesidir. Vurgulanmalıdır ki, bir delilin usulsüz olarak elde edilmesi ayrı, usulsüz olarak yaratılması ayrı bir olaydır. Usulsüz olarak elde edilen bir delil somut olayın özelliğine göre değerlendirilebilirse de; usulsüz olarak yaratılan bir delilin hiçbir şekilde delil olarak kabulü olanaklı değildir. Somut olaya gelince; Mahkemece, hükme esas alınan CD, davalı kadının rızası dışında kaydedildiği gibi sırf boşanma davasında delil olarak kullanılmak amacıyla bir kurgu sonucu oluşturulmuştur. O halde bu şekilde oluşturulmakla usulsüz olarak yaratılmış bu delilin hükme esas alınması mümkün değildir. Kaldı ki, bir an için delil olarak kabul edilse dahi ne CD içeriği, ne savcılık evrakı ve icra dosyaları ne de tanık beyanları davalının kusurlu olduğunu ispata yeterli bulunmamıştır. O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 15.02.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.
2. Hukuk Dairesi 2016/16861 E. , 2018/5575 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, nafakalar ve tazminatlar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davalı erkeğin eşinden habersiz kredi çekmek suretiyle güven sarsıcı davranışta bulunduğu, mahkemece erkeğe yüklenen hakaret ve aşağılama eylemlerine yönelik tanık beyanlarının duyuma dayalı olduğu, yine mahkemece erkeğe yüklenen diğer kusurlu davranışların ise evlilik birliğinin devam etmiş olması nedeniyle affedildiği veya en azından hoşgörüldüğü, bu nedenle bu eylemlerin erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği, ancak bu hale göre de erkeğin boşanmaya sebep olan olaylarda tamamen kusurlu olduğunun anlaşılmasına göre, davalı erkeğin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Boşanma sebebiyle manevi tazminata hükmedilebilmesi için, tazminat talep eden tarafın kusursuz veya az kusurlu olmasının yanında, boşanmaya sebep olan olayların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olması da gerekir (TMK m. 174/2).Somut olayda, yukarıdaki bentte belirtildiği üzere, davalı erkeğin eşinden habersiz kredi çekmek suretiyle güven sarsıcı davranışta bulunduğu, mahkemece erkeğe yüklenen hakaret ve aşağılama eylemlerine yönelik tanık beyanlarının duyuma dayalı olduğu, yine mahkemece erkeğe yüklenen diğer kusurlu davranışların ise evlilik birliğinin devam etmiş olması nedeniyle affedildiği veya en azından hoşgörüldüğü, bu nedenle bu eylemlerin erkeğe kusur olarak yüklenemeyeceği anlaşılmış olup; davalı erkeğin boşanmaya sebep olan olaylarda davacı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bir kusuru ispatlanamamıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında. Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi şartlarının kadın lehine gerçekleşmediğinin kabulü gerekir. Bu husus nazara alınmadan, kadının manevi tazminat isteğinin reddi yerine yetersiz gerekçe ile davacı kadın yararına manevi tazminat hükmedilmesi doğru bulunmamıştır. 3-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre davacı kadın yararına hükmedilen yoksulluk nafakası azdır. Mahkemece Türk Medeni Kanununun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun miktarda nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 25.04.2018
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında; evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı, bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesinin şart olduğu düzenlenmiştir. 2. Hukuk Dairesi 2021/7601 E. , 2021/6759 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi DAVA TÜRÜ :Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğünün 07.09.2021 tarihli yazısı ile istenilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı erkek tarafından TMK 166/3 maddesine dayalı olarak boşanma davası açılmış, mahkemece tarafların TMK 166/3 maddesi uyarınca boşanmalarına, velayetlerin davalı anneye verilmesine, çocuklar ve davalı kadın yararına nafakaya hükmedilmiş, hüküm her iki tarafın temyiz etmemesi üzerine 30.03.2018 tarihinde kesinleştirilmiş, Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü’nün 07.09.2021 tarihli yazısı ile, karar ile ilgili kanun yararına bozma talebinde bulunulmuş, dosya Dairemize gönderilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında; evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış sayılacağı, bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesinin şart olduğu düzenlenmiştir. Somut olayda dosyanın incelenmesinden; tarafların dosyaya sunduğu 05.02.2018 tarihli anlaşmalı boşanma protokolünün taraflarca değil, taraf vekilleri tarafından imzalandığı, ayrıca 06.02.2018 tarihli duruşmada davacı erkeğin hazır bulunmadığı, davacı erkeğin Fransa`da bulunması sebebi ile oğlu Yasin Öztürk`ün cep telefonundan davacı erkeğin görüntülü olarak aranarak beyanının tutanağa geçirildiği ve bu şekilde tarafların boşanmalarına karar verildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda bahsedilen kanun hükmü gereğince davacı ve davalı asıl tarafından imzalanmış anlaşma protokolü olmadan ve davacı erkek duruşmada hazır olup mahkeme hakimince bizzat dinlenilmeden Türk Medeni Kanunu`nun 166/3. maddesi uyarınca tarafların boşanmalarına karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğünün, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 363/1. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi. 04.10.2021 (Pzt.)
Hukuk Genel Kurulu 2017/2420 E. , 2019/750 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Taraflar arasında görülen karşılıklı “boşanma” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda Silifke Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 03.07.2013 tarih ve 2012/484 E., 2013/846 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 29.05.2014 tarih ve 2014/804 E,. 2014/11848 K. sayılı kararı ile; “…1-Davacı-davalı (koca) Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebine, davalı-davacı (kadın) ise aynı Kanunun 162’nci maddesinde yer alan “pek kötü muamele” ve “onur kırıcı davranış” sebebine dayanarak boşanma davası açmış, mahkemece davacı- davalı kocanın davası kabul edilip, davalı- davacı kadının davası reddedilmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davacı- davalı kocanın, eşine 25.07.2012 tarihinde fiziki şiddet uyguladığı ve hakaret ettiği, davalı- davacı kadının da 27.07.2012 tarihinde dava açtığı anlaşılmaktadır. Davacı-davalı koca hakkında fiziki şiddet uygulamaktan ceza davası ikame edilmiş ve mahkum olmuştur. Davacı- davalı kocanın eşine yönelik ağır hakaret ve fiziksel şiddete ilişkin eylemleri onur kırıcı davranış oluşturur. Bu sebeple Türk Medeni Kanununun 162. maddesindeki boşanma koşulları gerçekleşmiştir. Davalı- davacı kadının eşini affettiğine dair dosya kapsamında delil de bulunmamaktadır. Bu bakımdan, mahkemenin ret gerekçesi yasal değildir. O halde, yasanın 162’nci maddesinde yer alan boşanma sebebinin oluştuğu dikkate alınarak davacı-davalı kadının davasının kabulü gerekirken reddi doğru bulunmamıştır. 2-Davalı-karşı davacı kadının, usulüne uygun harcı yatırılarak açılmış bir aile konutu şerhi konulması davasının olmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece bu talep konusunda “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerekirken, aleyhinde kesin hüküm oluşturacak şekilde bu talebin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir….” gerekçesiyle oy çokluğu bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda kısmen direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/1. maddesinde yer alan evlilik birliğinin sarsılması nedenine; karşı dava ise hayata kast, pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış nedenine dayalı (TMK m.162) boşanma isteklerine ilişkindir. Davacı-karşı davalı (erkek), davalının içki ve sigara gibi kötü alışkanlıkları olduğu hâlde sigara kullanmayacağını, içki içmeyeceğini vaat ederek kendisini evlenmeye razı ettiğini, istememesine karşın eşinin ikinci ve üçüncü çocuğa hamile kaldığını, bu süreçlerde kötü alışkanlıklarından vazgeçmediği gibi başına buyruk bir hayat yaşamaya başladığını, çocukları koz olarak kullanmaya başladığını, entrikacı ve maddiyatçı biri olduğunu, şiddete uğramadığı hâlde kendini dövülmüş gibi göstermeye çalıştığını, son olarak uyarılara rağmen düzelmeyen eşine boşanmak istediğini söyleyip evden ayrıldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, ortak çocuk Yağmur’un velâyetinin tarafına verilmesini talep ve dava etmiş; cevaba cevap dilekçesinde ise ortak çocuklarının velâyeti ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Davalı–karşı davacı (kadın), davacının iddialarının asılsız ve çarpıtılmış ifadeler olduğunu, zaman zaman sigara alışkanlığını terk edip yeniden başladığını ancak son olaylara kadar sigaranın hiçbir zaman evliliklerini boşanma aşamasına getirmediğini, eşinin ve kendisinin isteğiyle çocuk sahibi olduklarını, fiziksel şiddete uğradığını, Haziran ayı başında davacının boşanmak istediğini söyleyerek evi terk ettiğini, son olarak 25.07.2012 günü gittiği Karadeniz turundan dönen eşinin evin dış kapısına gelip kızları Yağmur’u görmek istediğini, bu sırada çıkan tartışmada fiziksel şiddet gördüğünü ileri sürerek davacı eşin davasının reddine, kendi davasının TMK’nın 162. madde gereğince pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış nedeniyle kabulüne, velâyet hakkının tarafına tevdiine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Yerel mahkemece, erkeğin evlilik birliği içerisinde fiziksel şiddet uygulamak, eşinin saçını çekmek, boğazını sıkmak, hakaret etmek ve “ahlâksız, içkici, çok sigara içer” şeklinde davalıyı etrafa kötülemek suretiyle ağır kusurlu, kadının ise evlenmekle sigarayı bırakacağı konusunda söz verdiği ancak sigarayı bırakmaması ve davacıyla bu konuda sürekli tartışması nedeniyle az da olsa kusurlu olduğu, ceza dosyasına göre tarafların birbirlerini yaralama suçunda karşılıklı ceza aldıkları ancak işbu boşanma davasının açılma tarihinin 21.06.2012, ceza davasında suç tarihinin ise 25.07.2012 olduğu, dava açıldıktan sonra gerçekleşen olayların hükme esas alınamayacağı gerekçesiyle davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının kabulüne, TMK’nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmiş, buna karşılık dosya kapsamına göre, erkeğin kadına yönelik olarak kendisine pek kötü davranışta ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunmadığı, fiziksel şiddet uyguladığı açıkça sabit olmasına rağmen, tarafların birlikte yaşamaya devam etmesi ve süresi içerisinde TMK’nın 162. maddesi gereği dava hakkını kullanmaması nedeniyle davacı-karşı davalıyı affettiği gerekçesiyle belirtilerek karşı davanın ve aile konutu şerhi konulması talebinin reddine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur. Yerel mahkemece bozma kararının ikinci bendine uyulmuş, birinci bent yönünden; karşı oy yazısında yer alan gerekçelere aynen yer verildikten sonra davacı-karşı davalı erkeğin kusurlu olduğu hususunun mahkemenin kabulünde olduğu, ancak bu kusurların TMK’nın 162. maddesinde belirtilen nitelikte ve ağırlıkta olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı-karşı davacı kadının karşı davası yönünden Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesi (pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış nedeniyle) uyarınca boşanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır. Bilindiği üzere, boşanma geçerli olarak kurulmuş bir evliliğin sonradan ortaya çıkan ve yasada öngörülen bazı sebeplerle mahkeme kararıyla sona erdirilmesinin istenmesidir. Türk Medeni Kanunu, boşanma sebeplerini 161-166 arasındaki altı maddede düzenlemiştir. Bu sebepler konularına, kanunda özel olarak düzenlenip düzenlenmediklerine göre “özel-genel boşanma sebepleri” ve evlilik üzerindeki etkilerine, evlilik birliğini çekilmez hâle getirip getirmediklerine göre “mutlak-nispi boşanma sebepleri” olarak sınıflandırılabilirler. Zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığı belirli olgulara dayandıklarından özel boşanma sebeplerini oluştururlar ve sınırlı sayıdadırlar. Buna karşılık, evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1,2) ile eşlerin anlaşması (m. 166/3) ve fiili ayrılık (m. 166/4) ise belli bir olguyu göstermeyen ve önceden belirlenemeyen nitelikte olduklarından genel boşanma nedenlerini oluştururlar (Gençcan, Ö: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s. 120-121). Diğer yandan, bir olay evlilik ilişkisi üzerindeki etkisine bakılmaksızın boşanma hakkını verebiliyorsa, mutlak boşanma sebebinden; boşanma sebebi olarak gösterilen olgunun açılmış davada ispat edilmesi boşanma kararı verilmesi için yeterli değilse nispi boşanma sebebinden söz edilir. Nispi boşanma sebeplerinde ispat edilen olgu veya olayın diğer eş için ortak hayatı çekilmez hâle getirip getirmediğinin de hâkimce araştırılması gerekir (Gençcan, s.121; Akıntürk, T./Ateş, D: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s. 244-245). Bu genel açıklamalar sonrası uyuşmazlığın çözümü için “özel bir boşanma sebebi” olarak kanunda sayılan “hayata kast, pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış” başlıklı TMK’nın 162. maddesinin incelenmesi gerekmektedir. Hükme göre; “Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur”. Görüldüğü üzere, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışın gerçekleşmesi ile hâkim tarafından evlilik birliğinin çekilmez hâle gelip gelmediği şartını araştırmaya gerek kalmaksızın, boşanma kararı verilebilecektir. Başka bir deyişle TMK’nın 162. maddesi mutlak bir boşanma sebebi olup bu maddenin üç ayrı boşanma sebebi saydığı söylenebilir. Şöyle ki, madde metninde geçen “hayata kast” ifadesi ile eşini öldürme girişiminde bulunmak, onu intihara zorlamak gibi eşlerden biri tarafından diğerinin hayatına karşı yapılmış acı sonuç doğuran davranışlar kastedilmektedir (Akıntürk/Ateş, s. 249; Dural, M./Öğüz, T./Gümüş, M.A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.110). “Pek kötü davranış”; eşlerden birinin diğerine uyguladığı, vücut bütünlüğünü, bedensel veya ruhsal sağlığını bozucu ya da tehlikeye düşürücü davranışlardır. Dövme ve fiziksel şiddet uygulama, evden kovma, aç bırakma, anormal cinsel ilişkiye zorlama gibi davranışlar pek kötü davranışa örnek olarak gösterilebilir. İşlenen fiilin devamlılık arzetmesi zorunlu olmamakla birlikte pek kötü davranış eyleminin zülüm ve işkence boyutunda olması gerekmektedir (Gençcan, s.184). Eski Medeni Kanunu’nda yer almayan ancak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda düzenlenen “onur kırıcı davranış” ise , eşlerden birinin diğerine hakaret etmek, onu küçük düşürmek amacıyla yaptığı saldırıdır (Dural/Öğüz/Gümüş: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.111). Ayrıca her türlü onur kırıcı davranış değil, ağır derecede onur kırıcı bir davranışın boşanma sebebi sayıldığı da bilinmelidir. Hemen belirtilmelidir ki, diğer eşin hayatına kast eden veya pek kötü ya da onur kırıcı davranışta bulunan eşin bunu kasten işlemesi ve ayırt etme gücünün bulunması gerekmektedir. Madde de sayılan her üç neden için de, kusursuz olan eşin dava hakkı iki hâlde düşer. Bunlardan biri kusursuz eşin, hayatına kastetmiş veya kendisine pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunmuş olan eşini affetmesi; diğeri ise altı aylık ve beş yıllık hak düşürücü sürelerin geçirilmiş olmasıdır. Somut olaya gelindiğinde; erkek tarafından TMK’nın 166/1. maddesine dayalı olarak 21.06.2012 tarihinde genel sebebe dayalı boşanma davası açıldığı, buna karşılık kadının da 27.07.2012 tarihinde TMK’nın 162. maddesinde belirtilen özel sebebe dayalı boşanma davası açtığı, her iki tarafın temyizi üzerine Özel Dairece davalı-karşı davacı kadının davasının kabulü gerektiğine dair bozma kararı verildiği ve tarafların bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda direnme konusu uyuşmazlığın kapsamı davalı-karşı davacı kadının davası ile sınırlıdır. Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, tarafların fiilen ayrı yaşamaya başladığı dönemde davacı-karşı davalı erkeğin ortak çocuk Yağmur’u görmek için müşterek haneye gittiği, kapının girişinde tarafların tartışmaya başladıkları, karşılıklı itiş kakış yaşandığı, erkeğin içeri girip eşini yatak odasına götürerek koluna vurduğu, saçını çektiği ve tanık ifadesine göre erkek eşin elinde bir yumak saç kaldığı, bu olay nedeniyle Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/1276 E., 2013/198 K. sayılı dosyasında tarafların yargılanarak ceza aldığı, bu olaydan iki gün sonra da davalı-karşı davacı kadının boşanma davası açtığı, diğer yandan erkeğin eşini etrafta “ahlâksız, içkici” gibi sözlerle kötülediği tüm dosya kapsamı ile sabittir. Davalı-karşı davacı kadının ceza dosyasına konu fiziksel şiddet eylemi nedeniyle eşini affettiğine dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır. O hâlde, davacı-karşı davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uygulaması ve sarf ettiği hakaret sözcükleri dikkate alındığında bu eylemlerin onur kırıcı davranış sayılacağı, dolayısıyla TMK’nın 162. maddesinde belirtilen koşulların oluştuğu ve kadın eşin karşı davasının kabulü gerektiği belirgindir. Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. S O N U Ç : Davalı-karşı davacı (kadın) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara iadesine, davacı-karşı davalı erkeğin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.06.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
2. Hukuk Dairesi 2010/12640 E. , 2011/3109 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi DAVA TÜRÜ :Kayyım Tayini Davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle koruma altında bulunan çocuğa (H1N1) tipi grip aşısı yapılmasının temsil kayyımı atanmasını gerektiren işlerden olmadığından hükmün sonucu itibarıyla doğru bulunduğunun anlaşılmasına göre yerinde bulunmayan temyiz isteğinin reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA oybirliğiyle karar verildi.23.02.2011 (Çrş.)
2. Hukuk Dairesi 2019/6118 E. , 2019/12831 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVACI-DAVALI : … DAVALI-DAVACI : … DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-davacı kadın tarafından erkeğin kabul edilen davası, kusur belirlemesi, reddedilen tazminat ve yoksulluk nafakası talepleri yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle kadın yararına hükmolunan tedbir nafakasının infazının mümkün olduğunun anlaşılmasına göre, davalı-davacı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı olarak taraflarca karşılıklı açılan boşanma davalarının, ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, evlilik birliği içerisinde davacı-davalı erkeğin bağımsız konut temin etmediği, ailesinin evliliğe ve düğün sürecinde eşine yönelik olumsuz müdahalelerine sessiz kaldığı; davalı-davacı kadının ise eşine hakaret ve aşağılayıcı nitelikte “Sen erkek misin, şerefsizsin, seninle evlendiğime pişmanım” şeklinde sözler sarfettiği gerekçesiyle her iki davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadın yararına aylık 300 TL tedbir nafakasına, karar kesinleştiğinde nafakanın yoksulluk nafakası olarak devamına, tarafların eşit kusurlu olmaları sebebiyle, kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir. Hüküm davacı-davalı erkek tarafından yoksulluk nafakası yönünden, davalı-davacı kadın tarafından erkeğin kabul edilen davası, kusur belirlemesi, reddedilen tazminat talepleri ve nafaka miktarı yönünden istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince davacı-davalı erkeğin istinaf talebinin kabulü ile kadının yoksulluk nafası talebinin reddine hükmedilmiş, kadının istinaf taleplerinin esastan reddine karar verilmiş, hüküm davalı-davacı kadın tarafından temyiz edilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden mahkemece tarafların kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında davacı-davalı erkeğin “Eşinin kız olmadığı yönünde söylenti çıkararak” eşini evden gönderdiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebep olan olaylarda; erkeğin ağır, kadının az kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir. 3-Yukarıda 2. bentte açıklandığı üzere; evlilik birliğinin sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davalı-davacı kadının ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların, kadının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği ve boşanma sonucu bu eşin, en azından diğerinin maddi desteğini yitirdiği anlaşılmıştır. O halde mahkemece, tarafların, sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK m. 4, TBK m. 50. 51) dikkate alınarak kadın yararına uygun miktarda maddi (TMK 174/1) ve manevi (TMK 174/2) tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen bölge adliye mahkemesi hükmünün yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 26.12.2019 (Prş.)
Hukuk Genel Kurulu 2017/2733 E. , 2021/1053 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 12. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 24.09.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 09.06.2012 tarihinde evlendiğini, ortak çocuklarının bulunmadığını, üniversite mezunu olduklarını, evlilik öncesinde İstanbul’da çalıştıklarını, davalının isteği üzerine müvekkilinin işten ayrılarak Manavgat’a yerleştiklerini, evlilik birliği kurulduktan sonra davalının eşine küfür ve hakaret ettiğini, sadakatsiz davrandığını, toplum içerisinde küçük düşürücü söz ve eylemlerde bulunduğunu, sürekli boşanma isteğini dile getirdiğini ileri sürerek tarafların boşanmalarına, müvekkili yararına 6.000TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 500.000TL maddi, 500.000TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 02.12.2013 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, müvekkilinin ilk, davacının ise ikinci evliliği olduğunu, tarafların evlilik öncesinde ortak kararla Manavgat’a yerleştiklerini, bu tarihten sonra evlilik birliğinin kurulduğunu, davacının evliliğin ilk gününden itibaren maddi taleplerde bulunmaya başladığını, düğünün hemen ardından takılan takıları bozdurarak banka hesabına yatırdığını, evlilik süresince eşine şirket kurması için baskı yaptığını, Manavgat’ta yaşamaktan mutlu olmadığını, İstanbul’da yaşamak konusunda ısrarcı tavırlar sergilediğini, müvekkiline karşı aşağılayıcı sözler söylediğini, güven sarsıcı davranışlarda bulunduğunu, isteklerini yerine getirmek amacıyla cinselliğini koz olarak kullandığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına ancak davacının kusurlu davranışları nedeni ile maddi taleplerinin reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. İstanbul 12. Aile Mahkemesinin 23.09.2014 tarihli ve 2013/636 E., 2014/629 K. sayılı kararı ile; tarafların birlikte aldıkları karar ile ayrı yaşamaya başladıkları, erkeğin eşinin işi ve geliri olmadığını bildiği hâlde kredi kartlarını iptal ettirdiği, giderlerini karşılamadığı, bu nedenle kendisini arayan kayınvalidesine “manyak karı” dediği, böylece boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğin tam, kadının ise kusursuz olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, kadın eş yararına 1.000TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 20.000TL maddi tazminat ödenmesine, manevi tazminat talebinin ise davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte kusurlu bir davranışın varlığı ispatlanamadığından reddine karar verilmiştir. Özel Daire Kararları: 7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 19.10.2015 tarihli ve 2015/1872 E., 2015/18743 K. sayılı kararı ile; “…Hüküm davacı kadın tarafından kusur belirlemesi, nafakanın ve maddi tazminatın miktarı ve manevi tazminatın reddi yönünden, davalı erkek tarafından ise kusur belirlemesi, nafaka ve maddi tazminat yönünden temyiz edilerek; edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı erkeğin tüm, davacı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Davalı erkeğin, mahkemece kabul edilen kusurlu davranışları davacı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK.md.4, BK.md. 42, 43, 44, 49) dikkate alınarak davacı kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat talebinin reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 8. İstanbul 12. Aile Mahkemesinin 04.10.2016 tarihli ve 2016/417 E, 2016/579 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında, tarafların ortak kararı ile kadının evden ayrılarak annesinin yanında yaşadığı, bu aşamada erkeğin eşinin kredi kartlarını iptal ettirdiği ve giderlerini karşılamadığı, bunun dışında erkek eşin davacının annesine hakaret etmesi eyleminin kadının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olmadığı gibi hakaretin doğrudan davacıya yöneltilen bir söz olmaması gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının kusurlu davranışları nedeniyle davacının kişilik haklarının saldırıya uğrayıp uğramadığı, burada varılacak sonuca göre davacı yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174/2 maddesinde yer alan manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir. 12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır. 13. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş birçok konuda evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime takdir hakkı tanımıştır. Dolayısıyla olayın özellikleri, oluş biçimi, eşlerin kültürel ve sosyal durumları, eğitim durumları, mali durumları, eşlerin birbirleri ve çocukları ile olan ilişkileri, yaşadıkları çevrenin özellikleri, toplumun değer yargıları gibi hususlar dikkate alınarak evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı tespit edilecektir. 14. Diğer yandan, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanma kararının kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Boşanmanın eşler bakımından kişisel ve malî olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Manevi tazminat talebi de boşanmanın eşlerle ilgili malî sonuçlarındandır. 15. TMK’nın “Maddi ve manevi tazminat” başlıklı 174. maddesinde “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Görülüyor ki hâkim, boşanmaya sebep olan olaylarda kusursuz veya az kusurlu bulunan eş yararına tazminat ödenmesine karar vermek yetkisine sahiptir. 16. Manevi zarar; insan ruhunda kişinin iradesi dışında meydana gelen acı, ızdırap ve elem olarak ifade edilmektedir. Bozulan manevi dengenin yerine gelmesi için kanunun öngördüğü bir telafi şeklidir. 22.06.1966 tarihli, 1966/7 E. ve 7. K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere manevi tazminat bir yönüyle de insanlardaki kırgınlık ve kızgınlığı, hatta intikam duygusunu tatmin etme aracıdır. Amacı, olaydan duyulan acı, ızdırap, elem ve kızgınlığı kısmen olsun dindirmek, olayı unutturarak tekrar normal hayata dönüşü sağlamaktır. 17. Kişilik hakları ise, bir bütün olarak kişinin maddi ve manevi varlığıyla ilişkili ve bu varlığın geliştirilmesini hedefleyen haklar ve özgürlükler olarak tanımlanır. Bu haklar; kişiliğe bağlı, dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez haklardır. Kişilik haklarının mutlak bir hak oluşu, hak sahibine, bu hakka ve hakkın içerdiği değerlere herkesin saygı göstermesini isteme, kişisel değerlerin korunmasını herkesten isteme, yasaların, kamu düzeninin ve genel ahlak ile adabın çizdiği sınırlar içerisinde dilediği gibi kullanma hakkı verir. Kişilik hakkı kavramı; kişiyi var eden, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan, diğer kişilerden farklılığını temin eden bütün değerler üzerindeki haktır. Yaşam, vücut bütünlüğü, özgürlükler, şeref ve haysiyet, özel yaşam, isim, resim gibi kişisel varlıklar üzerindeki haklar kişilik hakkını ifade eder. Bu varlıklara yönelen saldırılar ise kişilik hakkının ihlali sonucunu doğururlar. Kişilik haklarının korunmasına ilişkin temel düzenleme TMK’nın 23, 24 ve 25. maddelerinde yer almakta; Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi ile bu düzenlemeler tamamlanmaktadır. Ancak bu genel korumanın dışında bazı kişisel değerleri koruyan özel hükümler de bulunmakta olup, TMK’nın 174/2. maddesi bu hükümlerden biridir. 18. Eldeki davada; ilk derece mahkemesince boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin tam kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Ne var ki, erkek eşe yüklenen kusurlu davranışların diğer tarafın kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği gerekçesiyle kadın eşin manevi tazminat istemi reddedilmiştir. 19. Toplanan delillerin değerlendirilmesinde; tarafların 09.06.2012 tarihinde evlenerek Manavgat’a yerleştikleri, sonrasında birlikte aldıkları karar ile ayrı yaşamaya başladıkları, dolayısıyla kadın eşin İstanbul’a ailesinin yanına dönmek durumunda kaldığı, bu tarihten sonra eşinin işi ve geliri olmadığını bilen erkeğin, kadının kullanmakta olduğu kredi kartlarını iptal ettirdiği, giderlerini karşılamadığı, bu nedenle kendisini arayan kayınvalidesine “manyak karı” dediği, boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin tam, kadın eşin ise kusursuz olduğu noktasında Yerel Mahkeme ve Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelediğinde, erkeğin kusurlu davranışları nedeniyle kadının kişilik haklarının saldırıya uğradığı belirgin olup, davacı kadın yararına manevi tazminata hükmedilmemesi bozmayı gerektirmiştir. 20. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında direnme gerekçesinin isabetli olduğundan mahkemece verilen direnme kararının onanması gerektiği görüşü ile somut olayda boşanmaya sebep olan olaylarda erkeğe yüklenen kusurlu davranışlar ve bu davranışların hangi noktalarda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği yönünde Özel Daire bozma kararındaki gerekçenin genişletilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler, Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir. 21. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 22. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
2. Hukuk Dairesi 2021/4211 E. , 2021/5410 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-davalı erkek tarafından; kusur belirlemesi, reddedilen manevi tazminat talebi ile kadın yararına hükmedilen yoksulluk nafakası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Taraflarca karşılıklı olarak açılan boşanma davalarının yapılan yargılaması sonucunda ilk derece mahkemesince boşanmaya sebep olan olaylarda; maddi çıkar amacıyla evlenen, evlilik birliğini devam ettirme amacı bulunmayan, eşi ile birlikte olmaktan kaçınan, evlilik birliğinin gereklerini yerine getirmeyen ve evden ayrıldıktan sonra tanıklara ve erkeğin oğluna, eşi için sapkın isteklerinin olduğunu söyleyen davalı-davacı kadının, eşine küfür eden ve eşini evden kovan davacı-davalı erkeğe nazaran daha ağır kusurlu olduğu kabul edilerek her iki boşanma davasının da kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadının yoksulluk nafakası ve tazminat taleplerinin reddine, erkek yararına 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmiş, hüküm davalı-davacı kadın tarafından istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, davacı-davalı erkeğe yüklenen kusurların erkek tarafından istinaf edilmeyerek kesinleştiği, erkeğin kesinleşen “Kadını evden kovma” kusuru da göz önüne alındığında kadına yüklenen “Maddi çıkar amacıyla evlenme” ve “Evlilik birliğini devam ettirme gibi bir amacının bulunmamasına” ilişkin kusurlu davranışlarının kanıtlanamadığı, bu durumda kabul edilen ve gerçekleşen diğer kusurlu davranışları uyarınca tarafların boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit derecede kusurlu oldukları gerekçesiyle kadının istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile, kadın yararına boşanma hükmünün kesinleştiği tarihten itibaren aylık 350,00 TL yoksulluk nafakası takdirine, erkeğin manevi tazminat talebinin reddine, kadının sair istinaf taleplerinin ise esastan reddine karar verilmiş, hüküm bu sefer davacı-davalı erkek tarafından temyiz edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince her ne kadar davalı-davacı kadına yüklenen “Maddi çıkar amacıyla evlenme” ve “Evlilik birliğini devam ettirme gibi bir amacının bulunmamasına” yönelik kusurlu davranışların kanıtlanamadığı gerekçesiyle bu vakıalar yönünden kadına kusur yüklenmesinin doğru olmadığı belirtilmiş ise de yapılan yargılama ve toplanan delillerden, öncelikle tanıklardan kadının ilk eşinden olan oğlu Ömer’in beyanında geçen “Kadını evden kovma” vakıasının erkek tarafından istinaf edilmeyerek kesinleşmiş olması, kadına yüklenen “Maddi çıkar amacıyla evlenme” ve “Evlilik birliğini devam ettirme gibi bir amacının bulunmamasına” ilişkin kusurlu davranışların gerçekleşmediği sonucunu doğurmaz. Davalı-davacı kadın evlilik tarihinden üç gün önce 11.12.2015 tarihinde davacı-davalı erkeğin tek tapulu mal varlığı olan oturduğu evini tapuda satış yoluyla devralmış, mahkemeye ise kendisine ait taşınmazın satışı suretiyle elde ettiği parayla davacı-davalı erkeğin evini satın aldığını beyan etmiş ise de tapu müdürlüğünden gelen yazı cevabı ile beyanının doğru olmadığı anlaşılmıştır. Yine davalı-davacı kadının tanıklara çocuklarının geleceği için, ev için evlendiğini söylediği ve taraflar arasındaki yaş farkının da kırk yedi olduğu göz önüne alındığında, kadına yüklenen “Maddi çıkar amacıyla evlenme” ve “Evlilik birliğini devam ettirme gibi bir amacının bulunmamasına” ilişkin kusurlu davranışlarının dosya kapsamından sabit olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda ilk derece mahkemesinin de kabulünde olduğu üzere boşanmaya sebep olan olaylarda maddi çıkar amacıyla evlenen, evlilik birliğini devam ettirme amacı bulunmayan, eşi ile birlikte olmaktan kaçınan, evlilik birliğinin gereklerini yerine getirmeyen ve evden ayrıldıktan sonra tanıklara ve erkeğin oğluna, eşi için sapkın isteklerinin olduğunu söyleyen davalı-davacı kadının, eşine küfür eden ve eşini evden kovan davacı-davalı erkeğe nazaran daha ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekirken yanılgılı kusur belirlemesi sonucu tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 2- Boşanmaya sebep olan olaylarda yukarıda (1.) bentte açıklandığı üzere davalı-davacı kadın ağır kusurludur. Gerçekleşen kadının kusurlu davranışları aynı zamanda erkeğin kişilik haklarına saldırı teşkil eder niteliktedir. Somut olayda davacı -davalı erkek yararına TMK’nun 174/2 maddesi koşulları oluşmuştur. O halde davacı-davalı erkek lehine tarafların sosyal ve ekonomik durumları, kusurun ağırlığı ve hakkaniyet ilkesi (TMK m. 4, TBK m. 50 ve 51) dikkate alınarak uygun miktarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken yanılgılı kusur belirlemesine bağlı olarak erkeğin manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. 3-Yukarıda (1.) bentte açıklandığı üzere boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davalı-davacı kadın ağır kusurludur. Ağır kusurlu eş yararına yoksulluk nafakasına (TMK m. 175) hükmedilemez. O halde davalı-davacı kadının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar vermek gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen bölge adliye mahkemesi hükmünün yukarıda (1.), (2.) ve (3.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcın istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 29.06.2021 (Salı)
2. Hukuk Dairesi 2021/7868 E. , 2021/6962 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Boşanma-Ziynet Alacağı Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, kadın yararına hükmolunan tazminat ve nafakalar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Davalı erkeğin “kadın yararına hükmolunan nafakalara” yönelik temyiz dilekçesinin incelenmesinde; İlk derece mahkemesince kadın yararına hükmolunan nafakalara yönelik verilen hüküm davalı erkek tarafından istinaf edilmeyerek kesinleşmiştir. Bu nedenle davalı erkeğin, istinaf edilmeyerek kesinleşen bu yöne ilişkin temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Davalı erkeğin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; a)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. b-Boşanma sebebiyle manevi tazminata hükmedilebilmesi için, tazminat talep eden tarafın kusursuz veya az kusurlu olması yanında, boşanmaya sebep olan olayların kişilik haklarına saldırı niteliğinde olması da gerekir (TMK m. 174/2). Boşanmaya sebep olan olaylar bu nitelikte değilse manevi tazminata hükmedilemez. Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillerden;davalı erkeğin bağımsız konut temin etmediği ve eşinin ortak konuta dönmesini istemediği anlaşılmaktadır. Davalı erkeğin boşanmaya neden olan kusuru, davacı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğinde değildir. Öyleyse davacı kadının manevi tazminat talebinin reddi gerekir. Bu husus nazara alınmadan kadın yararına manevi tazminata hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2/b bendinde gösterilen sebeple BOZULMASINA, davalı erkeğin kadın yararına hükmolunan nafakalara yönelik temyiz dilekçesinin ise yukarıda 1. bentte açıklanan sebeple REDDİNE, hükmün bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 2/a bendinde gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcın istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 07.10.2021 (Prş.)
2. Hukuk Dairesi 2020/6157 E. , 2021/371 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Eşinde bulunmaması onunla birlikte yaşamayı kendisi için çekilmez bir duruma sokacak derecede önemli bir nitelikte yanılarak evlenen kişi (TMK m. 149/2) evlenmenin nispi butlan ile iptalini isteyebilir. İptal davası açma hakkı, iptal sebebinin öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak altı ay ve her hâlde evlenmenin üzerinden beş yıl geçmekle düşer (TMK m. 152). Tarafların sadakat yükümlülüğü evlilik birliğinin kurulmasıyla başlar (TMK m. 185). Davalı kadının evlilik öncesi cinsel ilişki yaşamış olması (başka bir erkekten hamile kalması ve evlilik birliği içinde doğum yapması) boşanma davasında davalı kadın için kusur oluşturmaz, ancak koşulları var ise evliliğin nispi butlan ile iptali davasına konu olabilir (TMK m. 149). Evlilik birliği kurulmadan önceki nedenlere dayanılarak boşanma davası açılamaz. Evlilik birliği kurulduktan sonra kadından kaynaklanan başkaca bir kusurlu davranış da ispatlanamamıştır. Bu durumda davacı erkeğin boşanma davasının reddi gerekirken, kanun hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Yukarıda gösterilen sebeple bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi.20.01.2021 (Çrş.)
2. Hukuk Dairesi 2020/565 E. , 2020/4810 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Velayeti Annede Olan Çocuğun Soyadının Değiştirilmesi Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı kurum tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı kadın dava dilekçesinde; ortak çocuk U. ‘un babası olan davalı … ile Sivas Aile Mahkemesinin 2005/1*22 Esas, 200*/991 Karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, ortak çocuk U.’un velayetinin kendisine verildiğini, ikinci evliliğini Göksel isimli şahıs ile yaptığını, ortak çocuk ile kendi soyadlarının farklı olmasından dolayı sorunlar oluştuğunu ileri sürerek, ortak çocuk U’un “Yıldız” olan soyadının “kaya” olarak değiştirilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan deliller neticesinde; davacının ikinci evliliğini yaptığı, ikinci evliliğinden de bir çocuğunun olduğu, Göksel ‘nın da ilk evliliğinden bir oğlu olduğu, ailede davacının oğlu U. dışında herkesin soyadının “kaya” olduğu, bu durumun çocuğu olumsuz etkilediği, TMKmd. 27 ve Anayasanın 20. maddesi gereği velayeti anneye verilen çocuğun soyadının haklı neden olması durumunda değiştirilme talebinin kabul edilebileceği, bu nedenle davanın kabulü ile U.’un “Yıldız” olan soyadının “kaya” olarak değiştirilmesine karar verilmiş ilgili karar davalı kurum tarafından temyiz edilmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık; evlilik birliği içinde doğan çocuğun evlilik içinde doğumla kazandığı soyadının, davacı annenin ikinci evliliği nedeniyle kazanmış olduğu soyadı ile değiştirilmesinin mümkün olup olmadığı noktasındadır. Türk Hukuk Sisteminde evlilik birliği içinde doğan çocuğun, babasının soyadını alabileceği veya içtihatlarla gerçekleşen duruma göre boşanma sonucu velayeti kendisine verilen annenin bekarlık soyadının çocuğun üstün yararının bulunması halinde alabileceği ve bu konuda başkaca bir yasal düzenlemenin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında davanın reddi gerekirken kanun hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek davanın kabulüne karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 15.10.2020 (Prş.)
2. Hukuk Dairesi 2020/6499 E. , 2021/935 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ :Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından kadının kabul edilen davası, kusur belirlemesi, manevi tazminatın reddi yönünden; davalı-karşı davacı kadın tarafından ise erkeğin kabul edilen boşanma davası, kusur belirlemesi ve tazminatların reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1- Taraflarca açılan karşılıklı boşanma davalarının yapılan yargılaması sonunda mahkemece, her iki boşanma davasının kabulü ile tarafların TMK m. 166/1 gereğince boşanmalarına, kadın yararına tedbir ve yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminata, erkeğin tazminat taleplerinin ise reddine karar verilmiştir. Verilen bu kararın davacı- karşı davalı erkek tarafından, kadının kabul edilen boşanma davası, kusur belirlemesi, kadın yararına hükmedilen nafakalar ve tazminatlar ile kendi tazminat taleplerinin reddi yönünden istinaf edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararının kusura ilişkin gerekçesinin düzeltilmesine, davalı- karşı davacı kadının tazminat taleplerinin reddine, erkeğin sair istinaf taleplerinin esastan reddine karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesince verilen karar taraflarca temyiz edilmiştir. İlk derece mahkemesince verilen karar, istinaf edilmeyen yönlerden kesinleşmiş olup istinaf edilmeyen konular temyize getirilemez. Bu itibarla davalı- karşı davacı kadın tarafından erkeğin kabul edilen boşanma davasına yönelik temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir. 2- Davalı- karşı davacı kadının kusur belirlemesi ve tazminat taleplerinin reddine yönelik temyiz itirazlarının ve davacı- karşı davalı erkeğin tüm temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; a)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı- karşı davalı erkeğin tüm, davalı- karşı davacı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. b) İlk derece mahkemesince erkek ağır, kadın hafif kusurlu kabul edilerek her iki tarafın davasının kabulü ile boşanmalarına karar verilmiş, davacı- karşı davalı erkeğin istinaf kanun yoluna başvurması üzerine erkeğin “Sürekli akşamları iş çıkışından sonra annesinin evine giderek bu durumu alışkanlık haline getirmek, evin ihtiyaçlarını gidermeyerek birlik görevlerini yerine getirmemek ve evi terk etmek” kadının ise ilk derece mahkemesince kusur olarak kendisine yüklenen ve istinaf başvurusunda bulunmadığından kendisi bakımından kesinleşen “evin anahtarlarını değiştirmek, eşinin eşyalarını toplayarak çöpe atmak” şeklindeki kusurlu davranışları yanında eşi için kocalık vazifesini yerine getirmiyor dediği gerekçesiyle tarafların eşit kusurlu olduğu kabul edilmiş ise de; yapılan incelemede davalı-karşı davacı kadına bölge adliye mahkemesince kusur olarak yüklenen “Eşi için kocalık vazifesini yerine getirmiyor dediği” vakıasının aile ortamında tarafların evlilik birliğindeki sorunlarıyla ilgili görüşmede söylendiği anlaşılmakla kadına kusur olarak yüklenmesi doğru olmamıştır. O halde, mahkemece belirlenen ve gerçekleşen diğer kusurlu davranışlara göre erkeğin boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kadına nazaran daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu tarafların eşit kusurlu olduklarının kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir. c)Yukarıda 2/b bendinde açıklandığı üzere boşanmaya sebep olan olaylarda davacı- karşı davalı erkek daha fazla kusurlu olduğundan, boşanma yüzünden mevcut ve beklenen menfaatleri zedelenen davalı- karşı davacı kadın yararına Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi gereğince uygun miktarda maddi tazminat takdir edilmesi gerekirken, kadının bu isteğinin hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple davalı-karşı davacı kadının, erkeğin kabul edilen boşanma davasına yönelik temyiz dilekçesinin REDDİNE, yukarıda 2/b ve 2/c bentlerinde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 2/a bendinde gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın İsmail’e yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna ve 267.80 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran Nursev’e geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 02.02.2021 (Salı)
2. Hukuk Dairesi 2019/6157 E. , 2019/10856 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ :Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı kadın tarafından her üç dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı-karşı davalı kadın, evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1) hukuki sebebine dayalı olarak boşanma talebinde bulunmuş, davalı-karşı davacı erkek karşı davasıyla zina hukuki sebebine dayalı boşanma istemiş ve daha sonra birleşen davasıyla TMK’nun 166/1. maddesi uyarınca ayrı bir dava daha ikame etmiş, mahkemece davacı-karşı davalı kadının davasının reddine, davalı-karşı davacı erkeğin ise TMK 161. maddesine dayalı boşanma talebinin ve TMK’nun 166/1. maddesine dayalı birleşen davasının kabulüyle tarafların boşanmalarına karar vermiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı-karşı davacı erkeğin eşini “Sen ancak benim paramla varsın, sen ben yoksam hiçsin” diyerek aşağıladığı ve eşine yönelik süregelen fiziksel şiddetinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda davacı-karşı davalı kadının evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK m. 166/1) hukuki sebebine dayalı boşanma davasının ispatlandığının kabulü gerekir. O halde davacı-karşı davalı kadının boşanma davasının kabul edilmesi gerekirken, yetersiz gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalı-karşı davacı erkeğin yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen TMK 166/1. ve TMK 161. maddelerine dayalı boşanma davaları ve fer’ilerine yönelik temyiz itirazları ile diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 05.11.2019 (Salı)
2. Hukuk Dairesi 2021/1499 E. , 2021/2952 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı erkek tarafından kusur belirlemesi, nafaka ve reddedilen tazminat talepleri yönünden; davalı kadın tarafından ise tamamına yönelik olarak temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı erkeğin tüm, davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Davacı erkek tarafından evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı olarak boşanma davası açılmış, ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, davacı erkeğin kadına ağır hakaretler ettiği, kapıyı kilitleyerek kadını eve almadığı, kadına telefonda ithamlarda bulunduğu, davalı kadının ise sosyal medya hesaplarında 7 yıl boyunca kızlık soyadını kullandığı, erkeğin ilk evliliğinden olan çocuklarının erkeği ziyaret etmesinden rahatsızlık duyduğu ve erkeğe hakaret ettiği gerekçesiyle boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğu kabul edilerek; erkeğin boşanma davasının kabulüne, tarafların tazminat taleplerinin reddine ve kadın lehine tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmiş, ilk derece mahkemesinin bu kararı taraflarca istinaf edilmiş ve bölge adliye mahkemesince tarafların istinaf taleplerinin esastan reddine karar vermiştir. Hüküm taraflarca yukarıda gösterildiği şekilde temyiz edilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; özellikle davalı kadına yüklenen “Sosyal medya hesaplarında kızlık soyadının kullanması” bu kişinin güven sarsıcı davranışının kanıtı olarak kabul edilemeyeceği gibi, güven sarsıcı davranış olarak da nitelendirilemeyeceğinden mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen tarafların diğer kusurlu davranışlarına göre davacı erkeğin ağır kusurlu, davalı kadının ise az kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. 3-Yukarıda 2. bentte gösterilen sebeplerle boşanmaya neden olan olaylarda davacı erkek ağır kusurludur. Gerçekleşen kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına da saldırı teşkil eder niteliktedir. Kadın yararına TMK m. 174/1-2 koşulları oluşmuştur. Tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı ve hakkaniyet kuralları gözetilerek davalı kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesinin kararının BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerin yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın davacıya yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna ve 292.10 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran davalıya geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 13.04.2021 (Salı)
2. Hukuk Dairesi 2016/6232 E. , 2017/11551 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı kadın tarafından kusur belirlemesi, erkeğin davasının kabulü, velayet, tazminat taleplerinin reddi, nafakaların miktarı yönünden, davalı-karşı davacı erkek tarafından ise; kusur belirlemesi, kadının davasının kabulü, tazminat taleplerinin reddi, çocuk için tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmemesi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davacı-karşı davalı kadın lehine hükmedilen tedbir ve yoksulluk nafakalarının “aylık” olarak ödeneceğinin tabi bulunmasına ve erkek hakkında açılan ceza davasında, kadının şikayetinden vazgeçmesinin eşini cezadan kurtarmak amacıyla olduğunun ve bunun başka olgularla desteklenmediği sürece af niteliğinde kabul edilemeyeceğinin anlaşılmasına göre davalı-karşı davacı erkeğin tüm, davacı- karşı davalı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Mahkemece, taraflar eşit kusurlu kabul edilerek davacı- karşı davalı kadının tazminat taleplerinin reddine karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden tarafların mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında davacı- karşı davalı erkeğin kadına “oğlum” diye hitap ettiği, eşinin şişmanlığı ile ilgili olarak “popon sepet gibi” şeklinde aşağılayıcı beyanlarda bulunduğu, ters ilişkiye zorladığı anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre boşanmaya sebep olan olaylarda davalı-karşı davacı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden davacı- karşı davalı kadın en azından eşinin maddi desteğini yitirmiş olup, bu vakıalar aynı zamanda kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Davacı- karşı davalı kadın yararına maddi ve manevi tazminat (TMK m.174/1-2) koşulları gerçekleşmiş olup, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK m.4, TBK. 50,51,52,58) dikkate alınarak kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmcsi gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu olarak bu isteklerin reddi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan diğer bölümlerin ise yukarıda l. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA,aşağıda yazılı harcın …’a yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 143.50 TL temyiz başvuru harcı peşin yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran …’e geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 24.10.2017(Salı)
Hukuk Genel Kurulu 2017/1374 E. , 2018/1780 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesince asıl davanın ve karşı davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.07.2014 tarihli ve 2013/79 E. 2014/340 K. sayılı karar davalı- karşı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 08.02.2016 tarihli ve 2015/1566 E., 2016/1362 K. sayılı kararı ile; (…Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi; karşı dava ise haksız eylem nedenine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, dava ve karşı davadaki istemlerin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalı-karşı davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı-karşı davalı, davalı-karşı davacının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte olduğunu, eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur. Davalı-karşı davacı ise, davacının iddialarını kabul etmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini, davacı-karşı davalının kendisine karşı hakaret ve yaralama niteliğindeki haksız eylemleri nedeniyle uğradığı manevi zararın ödetilmesini istemiştir. Mahkemece, toplanan delillere göre davalı-karşı davacının, davacı-karşı davalının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulü ile davacı-karşı davalı yararına manevi tazminata; karşı dava yönünden ise, davacı-karşı davalının haksız eylemleri sabit görülerek kısmen kabul ile davalı-karşı davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiş; karar, davalı-karşı davacı tarafından asıl davada davacı-karşı davalı yararına hükmedilen manevi tazminat yönünden temyiz edilmiştir. TMK’nın 185. maddesine göre, “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Aynı Kanun’un 174. maddesine göre de, “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” Evlenmeyle eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunundaki sonuçları, boşanma ve boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebileceğidir. TBK’nın 49. maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Yine TBK’nın 58. maddesinde “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.” Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için, hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik bağı bulunması gerekir. Somut olaya gelince, davalı-karşı davacının ve dava dışı eşin davacı-karşı davalıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir. Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacı-karşı davalının dava dışı eşinin TMK’nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Kanun’un 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK’daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir. Davalı-karşı davacının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalı-karşı davacının doğrudan davacı-karşı davalının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Yasada yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir. Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, söz konusu Kanun’un 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı-karşı davacı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine yasa hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir. Açıklanan nedenlerle, BK’nın 49 (TBK.58) maddesine göre, davalı-karşı davacının eylemi, davacı-karşı davalının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacı-karşı davalının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı- karşı davalı vekili; müvekkilinin dava dışı eşi ile 32 yıldır evli olup bu evliliğinden iki çocuğu bulunduğunu, davalının müvekkilinin eşi ile evli olduğunu bilerek duygusal ve cinsel ilişkiye girmesi nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığını ileri sürerek 40.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı- karşı davacı vekili; sadakat yükümlülüğünün eşler arasında akdi bir yükümlülük olup bu akdin tarafı olmayan üçüncü kişiye ileri sürülemeyeceğini, davacının iddia ettiği olay sebebi ile zarar görmediğini, eşi aleyhine hiçbir dava açmadığını ve boşanmayı istemediğini, davacının eşiyle müvekkili arasında evlilik dışı bir ilişki bulunmadığını, davacının müvekkiline yönelik olarak birçok farklı zamanda sözlü ve fiziki saldırılarda bulunduğunu, ağır hakaretler ettiğini belirterek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile 100.000,00TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece; asıl dava yönünden davalı- karşı davacı … Kırıkçı’nın, davacı- karşı davalı …’nın eşi olan … ile evli olduğunu bilmesine rağmen gayriresmi ilişkide bulunmak suretiyle davalı- karşı davacının haksız eylem niteliğinde davranış içine girdiği, davacının eşinin sadakatsizlik eylemine katıldığı, davacı- karşı davalının kişilik haklarına, manevi varlığına ve aile bütünlüğüne ağır saldırıda bulunduğu gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile 30.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı -karşı davacıdan tahsiline; karşı dava yönünden tarafların birbirine karşılıklı olarak hakaret etmeleri sebebiyle ve ceza yargılaması sonunda da ceza tertibine yer olmadığına karar verilmiş olması nedeniyle tazminat takdirine yer olmadığı, ancak davacı- karşı davalının davalı- karşı davacıya yönelik kasten yaralama eylemleri sebebiyle ceza aldığı gerekçesiyle karşı davanın kısmen kabulü ile 10.000,00TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacı -karşı davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalı- karşı davacı vekilinin asıl davada verilen kararı temyiz etmesi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı- karşı davacı vekili temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, davacı- karşı davalının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalı- karşı davacının bu eylemi nedeniyle davacı- karşı davalının manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı noktasında toplanmaktadır. Direnme kararının temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca verilen 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı ile “Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağına” karar verilmiştir. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, anılan içtihadı birleştirme kararının eldeki uyuşmazlığa etkisi tartışılıp değerlendirilmiştir. 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun “İçtihadların birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı” başlıklı 45. maddesinde; “İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan, doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması hâlinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur. Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek yazılı başvurmaları hâlinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip gerekmediğine Birinci Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir. İçtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılmasının istenmesi de yukarıdaki usule bağlıdır. İçtihadı birleştirme görüşmeleri, alınmış olan ilke kararları çerçevesinde yürütülür ve kararları yazılır. İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar. İçtihadı birleştirme kararlarının niteliğini açıkça belirten özeti, kararın verilmesini izleyen en kısa zamanda Adalet Bakanlığına bildirilir. Adalet Bakanlığı bütün adliye mahkemelerine ve Cumhuriyet savcılıklarına bu kararları gecikmeksizin duyurur. İçtihadı Birleştirme Kurulları, genel kurulların veya dairelerin kararlarındaki gerekçe ve görüşlerle bağlı olmaksızın sorunu başka bir görüşle karara bağlayabilirler.” Hükmü yer almaktadır. Anılan yasal düzenleme gereğince, içtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay genel kurulları, daireleri ve adliye mahkemeleri için gerekçeleri ile açıklayıcı, sonucu ile bağlayıcı olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Tüm bu açıklamalar, yasal düzenlemeler ve 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı ışığında somut olay incelendiğinde; Davacı-karşı davalının dava dışı eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalı- karşı davacının bu eyleminin, davacı- karşı davalının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu iddiasıyla manevi tazminat talep edildiği anlaşılmaktadır. Davacı- karşı davalının dava dilekçesinde manevi tazminat istemine dayanak olarak gösterdiği maddi olgular; evlilik birliğinin devamı sırasında davacı- karşı davalının dava dışı eşi tarafından sadakat yükümlülüğünün ihlali niteliğindeki eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişi olan ve evlilik birliğinin tarafı olmaması nedeniyle üçüncü kişi konumunda bulunan davalı- karşı davacının salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eylemine ilişkindir. Davalı- karşı davacının, dava dışı eş ile evli olduğunu bilerek birlikte olmaktan ibaret olduğu anlaşılan eyleminden başka doğrudan doğruya davacı- karşı davalıya yönelik olarak bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlalinde bulunduğuna dair bir iddia da bulunmamaktadır. Bu nedenlerle eldeki davanın konusu itibariyle 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararı kapsamında değerlendirilmesi gereklidir. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece eldeki dava ile ilgili olarak, yukarıda açıklanan ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/5. maddesi gereğince bağlayıcı olan, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı tartışılıp değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekmektedir. Şu hâlde direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik nedenlerle bozulmalıdır. SONUÇ: Davalı- karşı davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2420 E. , 2019/750 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Taraflar arasında görülen karşılıklı “boşanma” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda Silifke Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 03.07.2013 tarih ve 2012/484 E., 2013/846 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 29.05.2014 tarih ve 2014/804 E,. 2014/11848 K. sayılı kararı ile; “…1-Davacı-davalı (koca) Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebine, davalı-davacı (kadın) ise aynı Kanunun 162’nci maddesinde yer alan “pek kötü muamele” ve “onur kırıcı davranış” sebebine dayanarak boşanma davası açmış, mahkemece davacı- davalı kocanın davası kabul edilip, davalı- davacı kadının davası reddedilmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davacı- davalı kocanın, eşine 25.07.2012 tarihinde fiziki şiddet uyguladığı ve hakaret ettiği, davalı- davacı kadının da 27.07.2012 tarihinde dava açtığı anlaşılmaktadır. Davacı-davalı koca hakkında fiziki şiddet uygulamaktan ceza davası ikame edilmiş ve mahkum olmuştur. Davacı- davalı kocanın eşine yönelik ağır hakaret ve fiziksel şiddete ilişkin eylemleri onur kırıcı davranış oluşturur. Bu sebeple Türk Medeni Kanununun 162. maddesindeki boşanma koşulları gerçekleşmiştir. Davalı- davacı kadının eşini affettiğine dair dosya kapsamında delil de bulunmamaktadır. Bu bakımdan, mahkemenin ret gerekçesi yasal değildir. O halde, yasanın 162’nci maddesinde yer alan boşanma sebebinin oluştuğu dikkate alınarak davacı-davalı kadının davasının kabulü gerekirken reddi doğru bulunmamıştır. 2-Davalı-karşı davacı kadının, usulüne uygun harcı yatırılarak açılmış bir aile konutu şerhi konulması davasının olmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece bu talep konusunda “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerekirken, aleyhinde kesin hüküm oluşturacak şekilde bu talebin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir….” gerekçesiyle oy çokluğu bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda kısmen direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/1. maddesinde yer alan evlilik birliğinin sarsılması nedenine; karşı dava ise hayata kast, pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış nedenine dayalı (TMK m.162) boşanma isteklerine ilişkindir. Davacı-karşı davalı (erkek), davalının içki ve sigara gibi kötü alışkanlıkları olduğu hâlde sigara kullanmayacağını, içki içmeyeceğini vaat ederek kendisini evlenmeye razı ettiğini, istememesine karşın eşinin ikinci ve üçüncü çocuğa hamile kaldığını, bu süreçlerde kötü alışkanlıklarından vazgeçmediği gibi başına buyruk bir hayat yaşamaya başladığını, çocukları koz olarak kullanmaya başladığını, entrikacı ve maddiyatçı biri olduğunu, şiddete uğramadığı hâlde kendini dövülmüş gibi göstermeye çalıştığını, son olarak uyarılara rağmen düzelmeyen eşine boşanmak istediğini söyleyip evden ayrıldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, ortak çocuk Yağmur’un velâyetinin tarafına verilmesini talep ve dava etmiş; cevaba cevap dilekçesinde ise ortak çocuklarının velâyeti ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Davalı–karşı davacı (kadın), davacının iddialarının asılsız ve çarpıtılmış ifadeler olduğunu, zaman zaman sigara alışkanlığını terk edip yeniden başladığını ancak son olaylara kadar sigaranın hiçbir zaman evliliklerini boşanma aşamasına getirmediğini, eşinin ve kendisinin isteğiyle çocuk sahibi olduklarını, fiziksel şiddete uğradığını, Haziran ayı başında davacının boşanmak istediğini söyleyerek evi terk ettiğini, son olarak 25.07.2012 günü gittiği Karadeniz turundan dönen eşinin evin dış kapısına gelip kızları Yağmur’u görmek istediğini, bu sırada çıkan tartışmada fiziksel şiddet gördüğünü ileri sürerek davacı eşin davasının reddine, kendi davasının TMK’nın 162. madde gereğince pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış nedeniyle kabulüne, velâyet hakkının tarafına tevdiine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Yerel mahkemece, erkeğin evlilik birliği içerisinde fiziksel şiddet uygulamak, eşinin saçını çekmek, boğazını sıkmak, hakaret etmek ve “ahlâksız, içkici, çok sigara içer” şeklinde davalıyı etrafa kötülemek suretiyle ağır kusurlu, kadının ise evlenmekle sigarayı bırakacağı konusunda söz verdiği ancak sigarayı bırakmaması ve davacıyla bu konuda sürekli tartışması nedeniyle az da olsa kusurlu olduğu, ceza dosyasına göre tarafların birbirlerini yaralama suçunda karşılıklı ceza aldıkları ancak işbu boşanma davasının açılma tarihinin 21.06.2012, ceza davasında suç tarihinin ise 25.07.2012 olduğu, dava açıldıktan sonra gerçekleşen olayların hükme esas alınamayacağı gerekçesiyle davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının kabulüne, TMK’nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmiş, buna karşılık dosya kapsamına göre, erkeğin kadına yönelik olarak kendisine pek kötü davranışta ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunmadığı, fiziksel şiddet uyguladığı açıkça sabit olmasına rağmen, tarafların birlikte yaşamaya devam etmesi ve süresi içerisinde TMK’nın 162. maddesi gereği dava hakkını kullanmaması nedeniyle davacı-karşı davalıyı affettiği gerekçesiyle belirtilerek karşı davanın ve aile konutu şerhi konulması talebinin reddine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur. Yerel mahkemece bozma kararının ikinci bendine uyulmuş, birinci bent yönünden; karşı oy yazısında yer alan gerekçelere aynen yer verildikten sonra davacı-karşı davalı erkeğin kusurlu olduğu hususunun mahkemenin kabulünde olduğu, ancak bu kusurların TMK’nın 162. maddesinde belirtilen nitelikte ve ağırlıkta olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı-karşı davacı kadının karşı davası yönünden Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesi (pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış nedeniyle) uyarınca boşanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır. Bilindiği üzere, boşanma geçerli olarak kurulmuş bir evliliğin sonradan ortaya çıkan ve yasada öngörülen bazı sebeplerle mahkeme kararıyla sona erdirilmesinin istenmesidir. Türk Medeni Kanunu, boşanma sebeplerini 161-166 arasındaki altı maddede düzenlemiştir. Bu sebepler konularına, kanunda özel olarak düzenlenip düzenlenmediklerine göre “özel-genel boşanma sebepleri” ve evlilik üzerindeki etkilerine, evlilik birliğini çekilmez hâle getirip getirmediklerine göre “mutlak-nispi boşanma sebepleri” olarak sınıflandırılabilirler. Zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığı belirli olgulara dayandıklarından özel boşanma sebeplerini oluştururlar ve sınırlı sayıdadırlar. Buna karşılık, evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1,2) ile eşlerin anlaşması (m. 166/3) ve fiili ayrılık (m. 166/4) ise belli bir olguyu göstermeyen ve önceden belirlenemeyen nitelikte olduklarından genel boşanma nedenlerini oluştururlar (Gençcan, Ö: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s. 120-121). Diğer yandan, bir olay evlilik ilişkisi üzerindeki etkisine bakılmaksızın boşanma hakkını verebiliyorsa, mutlak boşanma sebebinden; boşanma sebebi olarak gösterilen olgunun açılmış davada ispat edilmesi boşanma kararı verilmesi için yeterli değilse nispi boşanma sebebinden söz edilir. Nispi boşanma sebeplerinde ispat edilen olgu veya olayın diğer eş için ortak hayatı çekilmez hâle getirip getirmediğinin de hâkimce araştırılması gerekir (Gençcan, s.121; Akıntürk, T./Ateş, D: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s. 244-245). Bu genel açıklamalar sonrası uyuşmazlığın çözümü için “özel bir boşanma sebebi” olarak kanunda sayılan “hayata kast, pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış” başlıklı TMK’nın 162. maddesinin incelenmesi gerekmektedir. Hükme göre; “Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur”. Görüldüğü üzere, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışın gerçekleşmesi ile hâkim tarafından evlilik birliğinin çekilmez hâle gelip gelmediği şartını araştırmaya gerek kalmaksızın, boşanma kararı verilebilecektir. Başka bir deyişle TMK’nın 162. maddesi mutlak bir boşanma sebebi olup bu maddenin üç ayrı boşanma sebebi saydığı söylenebilir. Şöyle ki, madde metninde geçen “hayata kast” ifadesi ile eşini öldürme girişiminde bulunmak, onu intihara zorlamak gibi eşlerden biri tarafından diğerinin hayatına karşı yapılmış acı sonuç doğuran davranışlar kastedilmektedir (Akıntürk/Ateş, s. 249; Dural, M./Öğüz, T./Gümüş, M.A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.110). “Pek kötü davranış”; eşlerden birinin diğerine uyguladığı, vücut bütünlüğünü, bedensel veya ruhsal sağlığını bozucu ya da tehlikeye düşürücü davranışlardır. Dövme ve fiziksel şiddet uygulama, evden kovma, aç bırakma, anormal cinsel ilişkiye zorlama gibi davranışlar pek kötü davranışa örnek olarak gösterilebilir. İşlenen fiilin devamlılık arzetmesi zorunlu olmamakla birlikte pek kötü davranış eyleminin zülüm ve işkence boyutunda olması gerekmektedir (Gençcan, s.184). Eski Medeni Kanunu’nda yer almayan ancak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda düzenlenen “onur kırıcı davranış” ise , eşlerden birinin diğerine hakaret etmek, onu küçük düşürmek amacıyla yaptığı saldırıdır (Dural/Öğüz/Gümüş: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.111). Ayrıca her türlü onur kırıcı davranış değil, ağır derecede onur kırıcı bir davranışın boşanma sebebi sayıldığı da bilinmelidir. Hemen belirtilmelidir ki, diğer eşin hayatına kast eden veya pek kötü ya da onur kırıcı davranışta bulunan eşin bunu kasten işlemesi ve ayırt etme gücünün bulunması gerekmektedir. Madde de sayılan her üç neden için de, kusursuz olan eşin dava hakkı iki hâlde düşer. Bunlardan biri kusursuz eşin, hayatına kastetmiş veya kendisine pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunmuş olan eşini affetmesi; diğeri ise altı aylık ve beş yıllık hak düşürücü sürelerin geçirilmiş olmasıdır. Somut olaya gelindiğinde; erkek tarafından TMK’nın 166/1. maddesine dayalı olarak 21.06.2012 tarihinde genel sebebe dayalı boşanma davası açıldığı, buna karşılık kadının da 27.07.2012 tarihinde TMK’nın 162. maddesinde belirtilen özel sebebe dayalı boşanma davası açtığı, her iki tarafın temyizi üzerine Özel Dairece davalı-karşı davacı kadının davasının kabulü gerektiğine dair bozma kararı verildiği ve tarafların bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda direnme konusu uyuşmazlığın kapsamı davalı-karşı davacı kadının davası ile sınırlıdır. Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, tarafların fiilen ayrı yaşamaya başladığı dönemde davacı-karşı davalı erkeğin ortak çocuk Yağmur’u görmek için müşterek haneye gittiği, kapının girişinde tarafların tartışmaya başladıkları, karşılıklı itiş kakış yaşandığı, erkeğin içeri girip eşini yatak odasına götürerek koluna vurduğu, saçını çektiği ve tanık ifadesine göre erkek eşin elinde bir yumak saç kaldığı, bu olay nedeniyle Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/1276 E., 2013/198 K. sayılı dosyasında tarafların yargılanarak ceza aldığı, bu olaydan iki gün sonra da davalı-karşı davacı kadının boşanma davası açtığı, diğer yandan erkeğin eşini etrafta “ahlâksız, içkici” gibi sözlerle kötülediği tüm dosya kapsamı ile sabittir. Davalı-karşı davacı kadının ceza dosyasına konu fiziksel şiddet eylemi nedeniyle eşini affettiğine dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır. O hâlde, davacı-karşı davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uygulaması ve sarf ettiği hakaret sözcükleri dikkate alındığında bu eylemlerin onur kırıcı davranış sayılacağı, dolayısıyla TMK’nın 162. maddesinde belirtilen koşulların oluştuğu ve kadın eşin karşı davasının kabulü gerektiği belirgindir. Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. S O N U Ç : Davalı-karşı davacı (kadın) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara iadesine, davacı-karşı davalı erkeğin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.06.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2018/2351 E. , 2019/3869 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (AİLE MAHKEMESİ SIFATIYLA) TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada Ilgın Asliye Hukuk Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 14/11/2017 tarih ve 2017/476-2017/546 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davalı Banka vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, mülkiyeti müvekkilinin eşi davalı …’ya ait olan aile konutuna davalı banka tarafından müvekkilinin rızası alınmaksızın ipotek tesis edildiğini, TMK/194 gereğince eşinin rızası olmadan ipotek tesis edilemeyeceğini, bankanın kötü niyetli olduğunu ileri sürerek, aile konutu niteliğindeki taşınmaz üzerinde bulunan ipoteğin kaldırılmasını talep etmiştir. Davalı …, mahkemeye hitaben sunduğu cevap dilekçesiyle davayı kabul ettiğini bildirmiştir. Davalı banka vekili, dava konusu taşınmaza müvekkili tarafından 2001 ve 2006 yıllarında 2 ayrı ipotek tesis edildiğini, davacının bu ipoteklerden haberi olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, ipotek tesis işleminin yapıldığı anda tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamına göre, davalı banka tarafından ipotek tesis işleminden önce tanzim ettirilen ekspertiz raporunda birinci katın kullanıldığının tespit edildiği, yapılan kolluk araştırması ve dinlenen tanık beyanlarına göre de, ipoteğe konu taşınmazın uzun yıllardır davacı ve ailesi tarafından aile konutu olarak kullandığının anlaşıldığı, TMK’nın ilgili hükümleri gereği diğer eşin açık rızası olmadan aile konutuna ilişkin tasarrufta bulunulamayacağı bu nedenle davacı eşin rızası alınmadan tesis edilen ipoteğin geçersiz olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne, aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararı davalı banka vekili temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı Banka vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı Banka vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 1.793,13 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 20/05/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2017/9508 E. , 2017/10932 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ Taraflar arasındaki iştirak nafakasının artırımı davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, davalı ile 2008 yılında evlendiklerini,bu evlilikten 2009 doğumlu bir müşterek çocuklarının bulunduğunu, davalı ile 2011 yılında boşandıklarını,müşterek çocuğun velayetinin ise kendisine verildiğini, müşterek çocuk için 2011 yılında açılan iştirak nafakası davası neticesinde 07.07.2011 tarihi olan nafaka dava tarihinden itibaren aylık 400 TL iştirak nafakasına hükmedildiğini,bu kararın 2013 yılında kesinleştiğini,davalının halihazırda aylık 480 TL nafaka ödediğini, müşterek çocuğun altı yaşında olduğunu, piyano vb. faaliyetleri nedeniyle masrafları olduğunu,kendisinin bankada çalıştığını ve aylık 3.500 TL geliri olduğunu, davalının ise havaalanında çalıştığını ve aylık 6.000 TL civarı geliri bulunduğunu ileri sürerek, müşterek çocuk için aylık 480 TL olarak ödenen nafakanın aylık 1.500,00 TL’ye yükseltilmesini dava ve talep etmiş;duruşmada hükmedilecek nafakaya Üfe oranında artış uygulanmasını da istemiştir. Davalı,davanın reddini istemiştir. Mahkemece;davanın kısmen kabulüne, tarafların müşterek çocuğu …için İstanbul … 13 Aile Mahkemesi’ nin 05/03/2013 tarihli 2011/601 E -2013/120 K sayılı kararı ile takdir edilen ve dava tarihi itibariyle 480,00 TL iştirak nafakasının dava tarihi olan 15/10//2015 tarihinden itibaren aylık 500,00 TL’ ye çıkarılmasına, iştirak nafakasının her yıl Tüik tarafından yayınlanan yıllık Üfe artış oranı esas alınmak suretiyle arttırılmasına karar verilmiş,hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava;iştirak nafakası artırım istemine ilişkindir. TMK.nun 182. maddesine göre; boşanma kararı ile velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır. TMK.nun 330.maddesindeki düzenleme, nafaka miktarının çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçlerine göre belirlenir, şeklindedir. TMK’nun 331.maddesi uyarınca da; durumun değişmesi halinde hakim nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırabilir. TMK.nun 328/1.maddesinde “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.” Aynı yasanın 2.fıkrasında ise, “Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitim sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.” hükmü mevcut bulunmaktadır. Somut olayda;tarafların 2011 yılında boşandıkları ve müşterek çocuk 2009 doğumlu ….’in velayetinin davacı anneye verildiği,boşanma davasında müşterek çocuk için iştirak nafakasına hükmedilmediği, davacı annenin 2011 yılında açtığı iştirak nafakası davası sonucunda ise 2013 yılında müşterek çocuk için nafaka dava tarihinden itibaren aylık 400 TL iştirak nafakasına hükmedildiği ve nafakada Üfe oranında artışa da hükmedildiği,eldeki dava tarihi itibariyle iştirak nafakasının aylık 480 TL olarak ödenmekte olduğu sabittir. Yine dosya kapsamında yer alan tarafların sosyal ve ekonomik durum araştırma sonuçlarına göre ise; davacının bankacı olduğu,aylık 3.000 TL geliri bulunduğu,aylık 870 TL kira ödemesinin olduğu,kızının 7 yaşında olup öğrenci olduğu;davalının ise İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanında TGS yer hizmetlerinde çalıştığı,aylık 2.800 TL geliri bulunduğu,aylık 710 TL kira ve 290 TL de aidat ödemesi bulunduğu,evli olup eşinin çalışmadığı anlaşılmaktadır.Ayrıca dosya kapsamında yer alan kayıtlardan anlaşıldığı üzere müşterek çocuğun aylık 239 TL piyano kurs masrafı,350 TL servis ücreti,bunların dışında da yine spor ve etüt merkezindeki eğitimi için de masrafları bulunduğu da tespit edilmektedir. Bu durumda, tarafların yukarıda tespit edilen sosyal ve ekonomik durumları,müşterek çocuğun yaşı,eğitime devam ediyor olması, eğitim, kurs vb. masrafları olması, müşterek çocuk için hükmedilen nafakanın 2013 yılında karara bağlandığı da nazara alındığında mahkemece yanılgılı değerlendirme ile müşterek çocuğun servis ve etüd ücreti dışında piyano, dans vs. gibi kurslarının zorunlu ihtiyaçlardan olmadığı ve nafaka ihtiyacı belirlenirken değerlendirilmesinin mümkün olmadığından bahisle düşük oranda artışa karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. Hal böyle olunca mahkemece; yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve açıklamalar dikkate alınmak suretiyle müşterek çocuğun yaşı, eğitimine devam etmesi,spor,sanat vb. sosyal gelişimini sağlayacak nitelikteki faaliyetlerinin de nafaka miktarının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği nazara alınarak,aradan geçen sürede müşterek çocuğun ihtiyaçlarında olan artış ve davalının gelir durumu ile davalının gelir ve giderleri de dikkate alınmak suretiyle TMK’nun 4.maddesi gereğince daha uygun miktarda nafaka artırımına hükmedilmesi gerekirken , eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 03.07.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2420 E. , 2019/750 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Taraflar arasında görülen karşılıklı “boşanma” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda Silifke Asliye Hukuk (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesince asıl davanın kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 03.07.2013 tarih ve 201/484 E., 201*/846 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 29.05.2014 tarih ve 2014/804 E,. 2014/11848 K. sayılı kararı ile; “…1-Davacı-davalı (koca) Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebine, davalı-davacı (kadın) ise aynı Kanunun 162’nci maddesinde yer alan “pek kötü muamele” ve “onur kırıcı davranış” sebebine dayanarak boşanma davası açmış, mahkemece davacı- davalı kocanın davası kabul edilip, davalı- davacı kadının davası reddedilmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden; davacı- davalı kocanın, eşine 25.07.2012 tarihinde fiziki şiddet uyguladığı ve hakaret ettiği, davalı- davacı kadının da 27.07.2012 tarihinde dava açtığı anlaşılmaktadır. Davacı-davalı koca hakkında fiziki şiddet uygulamaktan ceza davası ikame edilmiş ve mahkum olmuştur. Davacı- davalı kocanın eşine yönelik ağır hakaret ve fiziksel şiddete ilişkin eylemleri onur kırıcı davranış oluşturur. Bu sebeple Türk Medeni Kanununun 162. maddesindeki boşanma koşulları gerçekleşmiştir. Davalı- davacı kadının eşini affettiğine dair dosya kapsamında delil de bulunmamaktadır. Bu bakımdan, mahkemenin ret gerekçesi yasal değildir. O halde, yasanın 162’nci maddesinde yer alan boşanma sebebinin oluştuğu dikkate alınarak davacı-davalı kadının davasının kabulü gerekirken reddi doğru bulunmamıştır. 2-Davalı-karşı davacı kadının, usulüne uygun harcı yatırılarak açılmış bir aile konutu şerhi konulması davasının olmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece bu talep konusunda “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerekirken, aleyhinde kesin hüküm oluşturacak şekilde bu talebin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir….” gerekçesiyle oy çokluğu bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda kısmen direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Asıl dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/1. maddesinde yer alan evlilik birliğinin sarsılması nedenine; karşı dava ise hayata kast, pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış nedenine dayalı (TMK m.162) boşanma isteklerine ilişkindir. Davacı-karşı davalı (erkek), davalının içki ve sigara gibi kötü alışkanlıkları olduğu hâlde sigara kullanmayacağını, içki içmeyeceğini vaat ederek kendisini evlenmeye razı ettiğini, istememesine karşın eşinin ikinci ve üçüncü çocuğa hamile kaldığını, bu süreçlerde kötü alışkanlıklarından vazgeçmediği gibi başına buyruk bir hayat yaşamaya başladığını, çocukları koz olarak kullanmaya başladığını, entrikacı ve maddiyatçı biri olduğunu, şiddete uğramadığı hâlde kendini dövülmüş gibi göstermeye çalıştığını, son olarak uyarılara rağmen düzelmeyen eşine boşanmak istediğini söyleyip evden ayrıldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, ortak çocuk Yağmur’un velâyetinin tarafına verilmesini talep ve dava etmiş; cevaba cevap dilekçesinde ise ortak çocuklarının velâyeti ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir. Davalı–karşı davacı (kadın), davacının iddialarının asılsız ve çarpıtılmış ifadeler olduğunu, zaman zaman sigara alışkanlığını terk edip yeniden başladığını ancak son olaylara kadar sigaranın hiçbir zaman evliliklerini boşanma aşamasına getirmediğini, eşinin ve kendisinin isteğiyle çocuk sahibi olduklarını, fiziksel şiddete uğradığını, Haziran ayı başında davacının boşanmak istediğini söyleyerek evi terk ettiğini, son olarak 25.07.2012 günü gittiği Karadeniz turundan dönen eşinin evin dış kapısına gelip kızları Yağmur’u görmek istediğini, bu sırada çıkan tartışmada fiziksel şiddet gördüğünü ileri sürerek davacı eşin davasının reddine, kendi davasının TMK’nın 162. madde gereğince pek kötü muamele ve onur kırıcı davranış nedeniyle kabulüne, velâyet hakkının tarafına tevdiine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Yerel mahkemece, erkeğin evlilik birliği içerisinde fiziksel şiddet uygulamak, eşinin saçını çekmek, boğazını sıkmak, hakaret etmek ve “ahlâksız, içkici, çok sigara içer” şeklinde davalıyı etrafa kötülemek suretiyle ağır kusurlu, kadının ise evlenmekle sigarayı bırakacağı konusunda söz verdiği ancak sigarayı bırakmaması ve davacıyla bu konuda sürekli tartışması nedeniyle az da olsa kusurlu olduğu, ceza dosyasına göre tarafların birbirlerini yaralama suçunda karşılıklı ceza aldıkları ancak işbu boşanma davasının açılma tarihinin 21.06.2012, ceza davasında suç tarihinin ise 25.07.2012 olduğu, dava açıldıktan sonra gerçekleşen olayların hükme esas alınamayacağı gerekçesiyle davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının kabulüne, TMK’nın 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmiş, buna karşılık dosya kapsamına göre, erkeğin kadına yönelik olarak kendisine pek kötü davranışta ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunmadığı, fiziksel şiddet uyguladığı açıkça sabit olmasına rağmen, tarafların birlikte yaşamaya devam etmesi ve süresi içerisinde TMK’nın 162. maddesi gereği dava hakkını kullanmaması nedeniyle davacı-karşı davalıyı affettiği gerekçesiyle belirtilerek karşı davanın ve aile konutu şerhi konulması talebinin reddine karar verilmiştir. Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur. Yerel mahkemece bozma kararının ikinci bendine uyulmuş, birinci bent yönünden; karşı oy yazısında yer alan gerekçelere aynen yer verildikten sonra davacı-karşı davalı erkeğin kusurlu olduğu hususunun mahkemenin kabulünde olduğu, ancak bu kusurların TMK’nın 162. maddesinde belirtilen nitelikte ve ağırlıkta olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı-karşı davacı kadının karşı davası yönünden Türk Medeni Kanunu’nun 162. maddesi (pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış nedeniyle) uyarınca boşanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır. Bilindiği üzere, boşanma geçerli olarak kurulmuş bir evliliğin sonradan ortaya çıkan ve yasada öngörülen bazı sebeplerle mahkeme kararıyla sona erdirilmesinin istenmesidir. Türk Medeni Kanunu, boşanma sebeplerini 161-166 arasındaki altı maddede düzenlemiştir. Bu sebepler konularına, kanunda özel olarak düzenlenip düzenlenmediklerine göre “özel-genel boşanma sebepleri” ve evlilik üzerindeki etkilerine, evlilik birliğini çekilmez hâle getirip getirmediklerine göre “mutlak-nispi boşanma sebepleri” olarak sınıflandırılabilirler. Zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığı belirli olgulara dayandıklarından özel boşanma sebeplerini oluştururlar ve sınırlı sayıdadırlar. Buna karşılık, evlilik birliğinin sarsılması (TMK m. 166/1,2) ile eşlerin anlaşması (m. 166/3) ve fiili ayrılık (m. 166/4) ise belli bir olguyu göstermeyen ve önceden belirlenemeyen nitelikte olduklarından genel boşanma nedenlerini oluştururlar (Gençcan, Ö: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s. 120-121). Diğer yandan, bir olay evlilik ilişkisi üzerindeki etkisine bakılmaksızın boşanma hakkını verebiliyorsa, mutlak boşanma sebebinden; boşanma sebebi olarak gösterilen olgunun açılmış davada ispat edilmesi boşanma kararı verilmesi için yeterli değilse nispi boşanma sebebinden söz edilir. Nispi boşanma sebeplerinde ispat edilen olgu veya olayın diğer eş için ortak hayatı çekilmez hâle getirip getirmediğinin de hâkimce araştırılması gerekir (Gençcan, s.121; Akıntürk, T./Ateş, D: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s. 244-245). Bu genel açıklamalar sonrası uyuşmazlığın çözümü için “özel bir boşanma sebebi” olarak kanunda sayılan “hayata kast, pek kötü muamele veya onur kırıcı davranış” başlıklı TMK’nın 162. maddesinin incelenmesi gerekmektedir. Hükme göre; “Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir. Davaya hakkı olan eşin boşanma sebebini öğrenmesinden başlayarak altı ay ve her halde bu sebebin doğumunun üzerinden beş yıl geçmekle dava hakkı düşer. Affeden tarafın dava hakkı yoktur”. Görüldüğü üzere, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranışın gerçekleşmesi ile hâkim tarafından evlilik birliğinin çekilmez hâle gelip gelmediği şartını araştırmaya gerek kalmaksızın, boşanma kararı verilebilecektir. Başka bir deyişle TMK’nın 162. maddesi mutlak bir boşanma sebebi olup bu maddenin üç ayrı boşanma sebebi saydığı söylenebilir. Şöyle ki, madde metninde geçen “hayata kast” ifadesi ile eşini öldürme girişiminde bulunmak, onu intihara zorlamak gibi eşlerden biri tarafından diğerinin hayatına karşı yapılmış acı sonuç doğuran davranışlar kastedilmektedir (Akıntürk/Ateş, s. 249; Dural, M./Öğüz, T./Gümüş, M.A: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.110). “Pek kötü davranış”; eşlerden birinin diğerine uyguladığı, vücut bütünlüğünü, bedensel veya ruhsal sağlığını bozucu ya da tehlikeye düşürücü davranışlardır. Dövme ve fiziksel şiddet uygulama, evden kovma, aç bırakma, anormal cinsel ilişkiye zorlama gibi davranışlar pek kötü davranışa örnek olarak gösterilebilir. İşlenen fiilin devamlılık arzetmesi zorunlu olmamakla birlikte pek kötü davranış eyleminin zülüm ve işkence boyutunda olması gerekmektedir (Gençcan, s.184). Eski Medeni Kanunu’nda yer almayan ancak 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda düzenlenen “onur kırıcı davranış” ise , eşlerden birinin diğerine hakaret etmek, onu küçük düşürmek amacıyla yaptığı saldırıdır (Dural/Öğüz/Gümüş: Türk Özel Hukuku, Cilt III, Aile Hukuku, Şubat 2019, s.111). Ayrıca her türlü onur kırıcı davranış değil, ağır derecede onur kırıcı bir davranışın boşanma sebebi sayıldığı da bilinmelidir. Hemen belirtilmelidir ki, diğer eşin hayatına kast eden veya pek kötü ya da onur kırıcı davranışta bulunan eşin bunu kasten işlemesi ve ayırt etme gücünün bulunması gerekmektedir. Madde de sayılan her üç neden için de, kusursuz olan eşin dava hakkı iki hâlde düşer. Bunlardan biri kusursuz eşin, hayatına kastetmiş veya kendisine pek kötü veya onur kırıcı davranışta bulunmuş olan eşini affetmesi; diğeri ise altı aylık ve beş yıllık hak düşürücü sürelerin geçirilmiş olmasıdır. Somut olaya gelindiğinde; erkek tarafından TMK’nın 166/1. maddesine dayalı olarak 21.06.2012 tarihinde genel sebebe dayalı boşanma davası açıldığı, buna karşılık kadının da 27.07.2012 tarihinde TMK’nın 162. maddesinde belirtilen özel sebebe dayalı boşanma davası açtığı, her iki tarafın temyizi üzerine Özel Dairece davalı-karşı davacı kadının davasının kabulü gerektiğine dair bozma kararı verildiği ve tarafların bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmediği anlaşılmaktadır. Bu durumda direnme konusu uyuşmazlığın kapsamı davalı-karşı davacı kadının davası ile sınırlıdır. Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, tarafların fiilen ayrı yaşamaya başladığı dönemde davacı-karşı davalı erkeğin ortak çocuk Ya***’u görmek için müşterek haneye gittiği, kapının girişinde tarafların tartışmaya başladıkları, karşılıklı itiş kakış yaşandığı, erkeğin içeri girip eşini yatak odasına götürerek koluna vurduğu, saçını çektiği ve tanık ifadesine göre erkek eşin elinde bir yumak saç kaldığı, bu olay nedeniyle Silifke Sulh Ceza Mahkemesinin 2012/1276 E., 2013/198 K. sayılı dosyasında tarafların yargılanarak ceza aldığı, bu olaydan iki gün sonra da davalı-karşı davacı kadının boşanma davası açtığı, diğer yandan erkeğin eşini etrafta “ahlâksız, içkici” gibi sözlerle kötülediği tüm dosya kapsamı ile sabittir. Davalı-karşı davacı kadının ceza dosyasına konu fiziksel şiddet eylemi nedeniyle eşini affettiğine dair herhangi bir delil de bulunmamaktadır. O hâlde, davacı-karşı davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uygulaması ve sarf ettiği hakaret sözcükleri dikkate alındığında bu eylemlerin onur kırıcı davranış sayılacağı, dolayısıyla TMK’nın 162. maddesinde belirtilen koşulların oluştuğu ve kadın eşin karşı davasının kabulü gerektiği belirgindir. Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. S O N U Ç : Davalı-karşı davacı (kadın) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara iadesine, davacı-karşı davalı erkeğin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.06.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
2. Hukuk Dairesi 2015/13454 E. , 2016/4141 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-davalı kadın tarafından; kusur belirlemesi, tazminatlar ve nafakaların miktarı yönünden, davalı-davacı erkek tarafından ise; kusur belirlemesi, tazminat taleplerinin reddi ile kadın lehine hükmedilen tazminatlar ve nafakalar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle tarafların mahkemece ise kabul edilen kusurlu davranışları yanında erkeğin hakaret edip, aşağılayıcı sözler söylediği, kadının ise birlik görevlerini yerine getirmediği, başka bir kadın ismi kullanarak twitter hesabı açıp eşi aleyhine delil yaratmaya çalıştığı, erkeğin de eşine yalan söyleyerek güvenini sarstığı, bu durumda, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin ağır kusurlu olduğunun anlaşılmasına göre erkeğin tüm, kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı-davalı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Türk Medeni Kanununun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanununun 50 ve 52. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın….’e yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna ve 136.00 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatıran …’e geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.02.03.2016(Çrş.)
2. Hukuk Dairesi 2014/754 E. , 2014/2657 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sakarya l. Aile Mahkemesi TARİHİ :18.04.2013 NUMARASI :Esas no:2012/462 Karar no:2013/287 Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı-davacı (koca) tarafından her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda; davalı-karşı davacı kocanın mahkemece belirlenen kusurlarına karşılık, davacı-karşı davalı kadının da eşine ” zürriyetsiz, çocuğun olmuyor, erkekmisin, sokaktan sperm mi toplayayım” şeklinde hakaretler ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Gerçekleşen olaylar karşısında davalı-karşı davacı koca da dava açmakta haklı olup Türk Medeni Kanununun 166/2. maddesi koşulları kocanın davası yönünden gerçekleşmiştir. O halde, davalı-karşı davacı kocanın boşanma davasının da kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamına göre davacı-karşı davalı kadının boşanma davası ve fer’ileri yönünden mahkemece yeniden hüküm kurulması zorunlu hale geldiğinden kocanın bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 13.02.2014 (Per.)
2. Hukuk Dairesi 2020/5360 E. , 2021/1358 K.“İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından, asıl davanın reddi ve karşı davanın kabulü yönünden; davalı-karşı davacı kadın tarafından ise tazminatlar ve nafakaların miktarları yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 16.02.2021 günü duruşmalı temyiz eden davacı-karşı davalı … vekili Av. . …. ve karşı taraf temyiz eden davalı-karşı davacı … ile vekili Av. … geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davalı-karşı davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir. 3-Toplanan delillerden davalı-karşı davacı kadının öğretmen olduğu, sürekli ve yeterli gelirinin bulunduğu, boşanma nedeniyle yoksulluğa düşmeyeceği anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesi koşulları oluşmamıştır. Yoksulluk nafakası isteminin reddi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 4-Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine, günün ekonomik koşullarına göre 2010 doğumlu ortak çocuk yararına takdir edilen iştirak nafakası çoktur. Mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak daha uygun nafakaya hükmedilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2, 3. ve 4. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, duruşma için takdir olunan 3.050 TL vekalet ücretinin Ahmet’den alınıp Faika’ya verilmesine, 3.050 TL vekalet ücretinin Faika’dan alınıp Ahmet’e verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 16.02.2021 (Salı)
4. Hukuk Dairesi 2019/1464 E. , 2020/359 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki resmi nikâh kıyılmaması nedeniyle maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yerel mahkemece verilen gün ve sayısı yukarıda yazılı kararın; Dairemizin 19/11/2018 gün ve 2016/11308-2018/7147 sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla HUMK’un 440-442. maddeleri uyarınca tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 1-Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirisine uymayan davacının maddi tazminat istemine yönelik karar düzeltme istemleri reddedilmelidir. 2-Davacının manevi tazminata yönelik karar düzeltme istemine gelince; Dava, resmî nikâh olmaksızın yapılan evlilik sonrası gerçekleşen ayrılığa dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; davacının temyizi üzerine karar Dairemizin 19/11/2018 gün, 2016/11308 esas ve 2018/7147 karar sayılı ilamı ile onanmış, davacı vekili kararın düzeltilmesini istemiştir. Davacı, aynı zamanda akrabası olan davalı ile 2009 yılı Nisan ayında tanıştığını, 20 Eylül 2010 günü dinî nikâh kıyılarak …’den davalının yaşadığı …’ne geldiğini, 3 yıl boyunca resmî nikâh yapılmasını talep ettiğini, ancak davalı ve ailesinin çeşitli bahaneler ile resmî nikâh yapmaktan kaçındığını, sebepsiz yere davalı tarafından evden gönderildiğini, 2013 yılı Temmuz ayından bu yana kendi ailesinin evinde yaşadığını, aradan geçen zaman içinde davalının sözlerini yerine getirmediği gibi başka bir kadınla resmî nikâh yaparak evlendiğini, bu gelişmelerden sonra kandırıldığını öğrendiğini, bu durumun toplum içinde itibarını zedelediğini, ileride sağlıklı bir evlilik yapabilme olanağını yitirdiğini belirterek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Davalı, davacı ile anne babalarının hala-dayı çocukları olduğunu, karşılıklı rıza ile memleketleri olan …’de bulunan köyde düğün yaparak evlendiklerini, Korkuteli’ne gelecekleri için köyde resmî nikâh kıyılmadığını, Korkuteli’ne gelince evlilik için gerekli hazırlıklara başladıklarını, ancak davacının davranışlarındaki değişiklik nedeniyle anlaşmazlık yaşamaya başladıklarını, bu nedenle resmi nikah işlemlerinin yarım kaldığını, davacının da resmî nikâh yapmak istemediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davacının evliliğin gerçekleştiği tarihte reşit ve mümeyyiz olduğu, resmî nikâh yapılmaksızın kendi iradesi ile evlenmeyi kabul ederek davalı ile birlikte olduğu, bu nedenle davalının tazminatla sorumlu tutulmasını gerektiren bir haksız eylem bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacının temyizi üzerine karar Dairemizin 19/11/2018 gün, 2016/11308 esas ve 2018/7147 karar sayılı ile onanmış, davacının karar düzeltme isteği üzerine dosya yeniden incelenmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesi gereğince hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kişi hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49. maddesiyle de kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin, bu zararı gidermekle yükümlü olacağı hüküm altına alınmıştır. Somut olayda, tarafların akraba oldukları, 2010 yılı Eylül ayında ailelerin bilgisi dâhilinde toplumsal gelenekler yerine getirilerek davacının ailesinin bulunduğu …’ye bağlı köyde dinî tören ve düğün yaparak evlendikleri, …’nde davalının ailesi ile birlikte yaşamaya başladıkları, bu durumun 3 yıl sürdüğü, bu süre içerisinde resmi nikahın yapılmadığı ve bunun sonucunda davacının …’ye ailesinin yanına geri döndüğü anlaşılmaktadır. Davacı köyde yapılan düğün tarihinde 19 yaşındadır. Tarafların evlenip davalının ailesinin evinde birlikte karı koca hayatı yaşamaya başladıkları hususu, içerisinde bulundukları toplum tarafından bilinmektedir. Davacının resmî nikâh olmadan geleneksel törenle evlenme eylemine rızası olsa bile, nikah kıyma vaadine dayalı olarak bu rızanın temin edildiği açıktır. Resmi nikâh yapılacağı inancı ile tarafların ailelerinin ve yakınlarının katılımı ile gerçekleştirilen düğün töreninden sonra davacının, davalı ile 3 yıl karı koca hayatı yaşaması, resmî nikâh yapılmaması fırsat bilinerek hiçbir yasal hakkı olmaksızın ailesinin evine gönderilmesi veya terke zorlanması, toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre gözetildiğinde, toplumda boşanmış kadın damgasını taşımasına yol açacağından, ortaya çıkan bu olgu davacının kişilik haklarına saldırı oluşturur. Böyle bir durumun varlığı, davacının yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı zamanda akraba olan taraflardan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek daha hassas davranması beklenmelidir. Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından resmî nikâh yapma vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında, fiziksel ve ruhsal olarak zarara uğratıldığı, bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski hâline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Yukarıda açıklanan yönler gözetilerek mahkemece, kişilik hakları zedelenen davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yerinde olmayan yazılı gerekçeyle manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Bu durum kararın bozulmasını gerektirir ise de karar onanmış bulunduğundan, davacının karar düzeltme istemi HUMK’nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, Dairemizin 19/11/2018 gün, 2016/11308 esas ve 2018/7147 karar sayılı onama kararı kaldırılmalı ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır. SONUÇ: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440-442. maddeleri gereği yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenle davacının karar düzeltme isteğinin KABULÜNE, Dairemizin 19/11/2018 gün, 2016/11308 esas ve 2018/7147 karar sayılı onama ilamının KALDIRILMASINA ve kararın davacı yönünden açıklanan nedenle BOZULMASINA, davacının diğer karar düzeltme istemlerinin yukarıda ilk bentte açıklanan nedenlerle REDDİNE ve tahsisi karar talep eden davacıdan önce alınan onama harcı ile peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 04/02/2020 gününde oy çokluğu ile karar verildi. KARŞI OY YAZISI Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin reddine karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden çoğunluğun kararına katılmıyorum.04/02/2020
12. Hukuk Dairesi 2006/10799 E. , 2006/13163 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Sincan İcra Mahkemesi TARİHİ : 24/02/2006 NUMARASI : 2006/58-68 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü : Boşanma ilamı ekinde verilen yoksulluk nafakası, maddi ve manevi tazminatın icra takibine konu edilebilmesi için HUMK’nun 443. maddesi gereğince (boşanma) ilamının kesinleşmesine bağlıdır. Somut olayda takibe konu Sincan 1. Aile Mahkemesinin 20.9.2005 tarih ve 2005/276-642 sayılı tarafların boşanmasına ilişkin verdiği karar kesinleşmemiştir. Bu durumda takibe dayanak ilamda hükmolunan yukarıda belirtilen alacaklar ile yargılama gideri ve ücreti vekalet takip konusu yapılamaz. Mahkemece şikayetin kabulüne karar vermek gerekirken reddine karar vermesi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 21.9.06006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
8. Hukuk Dairesi 2015/16133 E. , 2016/6077 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Mal Rejimi Tasfiyesi Davacı-karşı davalılar … ve … ile davalı-karşı davacı … aralarındaki mal rejiminin tasfiyesi davasının kısmen kabulüne kısmen reddine dair … 14. Aile Mahkemesi’nden verilen … sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi davacı-karşı davalılar vekili, duruşmasız olarak katılma yoluyla davalı-karşı davacı … vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için … Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden … bizzat ve vekili Avukat … geldiler, karşı taraftan … bizzat ve vekili Avukat … geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR Davacı-birleşen dosya davalıları … ve … vekili, müteveffa … ile davalının 2001 yılında evlendiklerini, eşlerden …’in 2007 yılında öldüğünü, evlilik birliği içerisinde sahip olunan mal varlığının müteveffanın kişisel malları ile alınarak davalı adına tescil edildiğini açıklayarak, taşınmazlar ve araç kayıtlarının iptaliyle vekil edenleri adına tesciline, olmadığı takdirde mal rejiminin tasfiyesi ile miras payları oranında alacağın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini istemiş, birleşen davanın reddini savunmuştur. Davalı-birleşen dosya davacısı … vekili, asıl davanın yersiz açılması nedeniyle reddine karar verilmesini savunmuş, birleşen dava dilekçesinde evlilik birliği içerisinde edinilen banka hesapları, araç ve diğer malvarlığının tasfiyesi ile 1/2 oranındaki tasfiye alacağının birleşen davalılardan alınmasına karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, asıl davada taşınmaz ve araç kaydının iptaline yönelik talebin reddine, asıl dava ve birleşen davanın kabulü ile taleple bağlı olarak 10.000 TL.artık değere katılma alacağının dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte davalıdan, yine taleple bağlı olarak 10.000 TL. artık değere katılma alacağının dava tarihinden geçerli yasal faiziyle birlikte birleşen davalılardan alınmasına karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı-birleşen davalılar vekili ile davalı-birleşen davacı … vekili tarafından temyiz edilmiştir. -//- Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (6100 s.lı HMK 33 m).İddianın ileri sürülüş şekline göre asıl dava; ölüme bağlı mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde artık değere katılma alacağı, birleşen dava; aynı nedene dayalı taşınmaz, araç ve ev eşyalarından kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir. Müteveffa … ile davalı 29.12.2001 tarihinde evlenmişler, taraflar arasındaki mal rejimini, eşlerden …’in 20.05.2007 tarihinde ölmesi üzerine sona ermiştir. Dava konusu … ada … parsel üzerindeki 9 nolu bağımsız bölüm,08.07.2004 tarihinde,…ada … parsel üzerindeki 5 nolu bağımsız bölüm,26.11.2002 tarihinde, … plakalı araç,11.02.2002 tarihinde satın alınarak davalı … adına tescil edilmiş, … isimli yat ise;26.07.2006 tarihinde satın alınarak müteveffa … adına tescil edilmiştir. 1-Dosya kapsamına, dava evrakı ile yargılama tutanakları içeriğine, mahkemece deliller değerlendirilerek karar verildiğine ve takdirde de bir isabetsizlik bulunmadığına, 07.10.1953 gün 8/7 YİBK, uyarınca tasfiye alacaklıları ayrık durumlar hariç ayni hak isteğinde bulunamayacağına, dava konusu aracın doğum günü hediyesi olarak davalı eşe verilmesi nedeniyle davalının kişisel malı niteliğinde olan araçtan dolayı tasfiye alacağı istenemeyeceğine, dava konusu yat ve müşterek ev eşyaları yönünden birleşen davacının tasfiye alacakları usulüne uygun olarak belirlendiğine, mahkemece taleple bağlı olarak yazılı şekilde karar verildiğine göre, taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerde gösterilen nedenler dışındaki sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. 2-Davacı-birleşen davalılar vekili ile davalı-birleşen davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; mahkemece taşınmazların davalı …’ın kişisel malı olduğu görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de verilen karar dosya kapsamına ve toplanan delillere uygun düşmemektedir. Dava konusu 5 nolu bağımsız bölüm, 26.11.2002 tarihinde … İnşaat Şirketi’nden satın alınarak davalı … adına tescil edilmiştir. … İnşaat ile davalı … arasında düzenlenen 19.11.2002 tarihli daire teslim protokolünde satış bedelinin Hatice Tual’dan tahsil edildiği açıklanmış, 06.11.2002 ve 13.11.2002 tarihli toplam 35.000 $ bedelli alındı makbuzları tanzim edilmiş, daire teslim protokolünün düzenlendiği 19.11.2002 tarihinde tarafların Akbank’taki müşterek hesabından 295.000 $ çekilmiştir. Dava konusu taşınmazlardan 9 nolu bağımsız bölüm ise; 08.07.2004 tarihinde satın alınarak davalı adına tescil edilmiş, aynı tarihte banka hesabından müteveffa tarafından 170.000 TL çekilmiştir. Taşınmazların satın alınma tarihleri, daire teslim protokol tarihi, alındı makbuzları ile hesaplardan para çekilme tarihleri aynı ya da yakın günlere isabet etmektedir. Davacılar vekili,söz konusu taşınmazın müşterek hesaptan çekilen parayla satın alındığını, müteveffanın tasfiye alacağı olmadığını ileri sürerek istekte bulunmuştur. Taşınmaz satış protokolünün düzenlendiği tarih ile banka hesabından paranın çekildiği tarihlerin aynı güne denk gelmesi dikkate alındığında mahkemece bu taşınmazın davalının kişisel malı olduğu ve tasfiyeye tabi tutulamayacağı yönündeki görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Bundan ayrı, Mersin’de bulunan 24 ada 4 parsel üzerindeki 6 nolu bağımsız bölüm, davalı adına tapuda kayıtlı olup, davalının kişisel malı niteliğinde ise de, davacılar taşınmazın kiraya verilmek suretiyle gelir elde ettiği ve kira geliri üzerinde tasfiye alacağı bulunduğunu bildirerek istekte bulunulmuştur. TMK’nun 219/4.madde uyarınca; kişisel malların gelirleri edinilmiş mal niteliğinde olup tasfiyeye tabidir. Mahkemece kira gelirleri yönünden açılan davanın kişisel mal olduğu gerekçesiyle talebin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Banka hesaplarına ilişkin temyiz itirazlarına gelince; hesap bilirkişisi tarafından, banka hesaplarındaki yoğun hareketler nedeniyle denkleştirme ve hesaplar arasındaki kaymaların tespit edilememesi nedeniyle tasfiye anındaki mevcut bakiyeler esas alınarak yazılı şekilde karar verilmiştir. Düzenlenen bilirkişi raporu yetersiz olduğu gibi banka -//- hesaplarının tam olarak incelenemediği bilirkişi raporunda da açıkça belirtilmiştir. O halde, mahkemece banka hesaplarının açılış tarihleri, hesap hareketleri üzerinde uzman bilirkişiler aracılığı ile inceleme yapılarak, hangi Hesapların tasfiyeye tabi olduğu, birleşen davacının tasfiye alacağının oluşacak sonuca göre belirlenmesi gerekirken eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan hususlar dikkate alınarak, taraf delillerinin eksiksiz olarak toplanması, dava konusu taşınmazlar ile davalının kişisel malı niteliğindeki 6 nolu bağımsız bölümün kira geliri üzerindeki davacıların tasfiye alacağının usulüne uygun olarak tespiti, banka hesaplarının açılış tarihleri ve hesap hareketleri gözönün de tutulması, hesaplar üzerinde 2 bankacı ve 1 hesap uzmanı bilirkişi aracılığıyla inceleme yapılarak, banka hesaplarının tasfiyeye tabi mal niteliğinde olup olmadığının tespiti ile ondan sonra esas hakkında bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırmayla yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddine, bozma nedenlerine göre taraflar lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, taraflarca HUMK’nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 24,30 TL peşin harcın istek halinde davacı-karşı davalılara, 321,30 TL peşin harcın da davalı-karşı davacıya iadesine 05.04.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
2. Hukuk Dairesi 2020/2359 E. , 2020/3302 K. MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı erkeğin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Mahkemece davacı-karşı davalı kadın tarafından dosyaya delil olarak sunulan CD hükme esas alınarak davalı-karşı davacı erkeğe sadakatsiz davrandığı vakıası kusur olarak yüklenilmişse de, CD’nin erkeğin “Özel hayatının gizliliği” ihlal edilmek suretiyle hukuka aykırı yolla elde edildiği anlaşılmaktadır. Hukuka aykırı delil hükme esas alınamaz. CD’nin hukuka aykırı delil niteliğinde olması sebebiyle davalı-karşı davacı erkeğe sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış vakıasının kusur olarak belirlenmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir. 3-Davalı-karşı davacı erkeğin yoksulluk nafakasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; Yerel mahkemenin boşanma hükmü, taraflarca temyiz edilmeyip, 02.03.2018 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı-karşı davalı kadının yargılamanın devamı sırasında 15.09.2018 tarihinde evlendiği anlaşılmakla, evlendiği tarihten sonra yoksulluk nafakasının talep edilmeyeceği ancak evlenme tarihine kadar yoksulluk nafakası alabileceği dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. ve 3. bentlerinde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarına yönelik bölümünün ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.24.06.2020 (Çrş.)
2. Hukuk Dairesi 2020/1980 E. , 2020/3397 K. MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 18. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Yoksulluk Nafakasının Kaldırılması – İndirilmesi Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı, davalı ile 2017 yılında TMK 166/3. maddesi hükmü gereği boşandıklarını, protokol uyarınca mahkemece davalıya aylık 8.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak davalı kadının dava dışı Güray isimli şahısla evliymiş gibi fiilen birlikte yaşadığını, boşanma davasından sonra kendisinin ekonomik durumunda meydana gelen olumsuz değişiklikler sonucu nafakayı ödeyemeyecek duruma geldiğini ileri sürerek daha evvel hükmedilen aylık 8.000 TL yoksulluk nafakasının kaldırılmasını, aksi kanaatte olunması halinde azaltılmasını talep ve dava etmiştir. Mahkemece; dava ile dava dışı Güray isimli şahsın davalının çocukları ile birlikte yaşadığı ikamette olmasa da farklı yerlerde sık sık bir araya gelip birlikte zaman geçirdiği ve fiili olarak evliymiş gibi bir yaşam sürdüğünün anlaşılması sebebiyle yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm davalı kadın tarafından istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesi ilgili hukuk dairesi tarafından, tanıklarca doğrulanan sosyal medya paylaşımları, muhtelif otel kayıtları ve sıklığı, otele giriş/çıkış gün ve saatleri, fotoğraflar, aralarında bir kısım davalı tanıklarının da bulunduğu tanıkların görgüye dayalı somut beyanları, birlikte Kıbrıs’a tatile gitmeleri dikkate alındığında, davalı ile dava dışı Güray isimli şahsın ilişkisinin fiilen evliymiş gibi yaşandığına dair kabule yeterli ve elverişli olduğundan davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmiştir. TMK’nun 176/3. maddesi uyarınca; irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın birlikte fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır. TMK’nın 176/4. maddesinde; “Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir” düzenlemesi bulunmaktadır. TMK’nın 331. maddesi uyarınca da; durumun değişmesi halinde hakim nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırabilir. Anılan yasal düzenlemeye göre, iradın arttırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu sağlaması gerekmektedir. Nafaka iradı, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir. Ancak, sözleşme ile kararlaştırılmış ve hakim tarafından onaylanmış olan iradın, yasada aranan şartlar gerçekleşmeden tamamen kaldırılmasını ya da indirilmesini istemek hakkın kötüye kullanılması mahiyetini arz eder. Bunun gibi sırf boşanmayı sağlayabilmek için, bilerek ve isteyerek mali gücünün üzerinde bir yükümlülüğü üstlenen kişinin, sonradan bu yükümlülüğün kaldırılması veya azaltılması yönünde talepte bulunması da iyi niyet ve sözleşmeye bağlılık ilkeleri ile bağdaşmaz. Ancak, Türk Borçlar Kanunu’nun 26. ve 27. maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge umulmadık gelişmeler yüzünden sonradan bozulacak olursa, sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca, beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla bağlı kalmaları beklenemiyorsa, sözleşmeye hakimin müdahalesi gerekebilir. O nedenle, işlem temelinin çökmesi veya tarafların mali durumlarının değişmesi irat şeklinde ödenmesine karar verilen nafakanın kaldırılmasını veya yeniden belirlenmesini gerektirebilir. Somut olayda taraflar TMK 166/3 maddesi gereği 2017 yılında boşanmışlar, davalı kadın lehine aylık 8.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Nafaka alacaklısının, evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluk nafakasının kaldırılması sebebidir (TMK m.176/2). Bu düzenlemeye göre, yoksulluk nafakasının kaldırılması için, aynen evlilik gibi ortak bir hayat kurularak, fiilen birlikte yaşamak gerektiği açıkça belirtilmiştir. Somut olayda ise, dosyadaki tüm deliller bir arada değerlendirildiğinde, davalının davacıdan boşandıktan sonra başka bir şahıs ile “Evlenme olmaksızın fiilen birlikte yaşadığına” dair somut, inandırıcı delil bulunmadığı, yoksulluk nafakasının indirilmesi için yasanın aradığı koşulların da oluşmadığı anlaşıldığından, davanın reddi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu davanın kabulü yönünden hüküm kurulması doğru bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Yukarıda gösterilen sebeple temyize konu bölge adliye mahkemesinin kararının KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oyçokluğuyla karar verildi. 29.06.2020 (Pzt.) KARŞI OY YAZISI Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına, karar verilmesi gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
2. Hukuk Dairesi 2020/2401 E. , 2020/3512 K. MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı erkeğin açmış olduğu boşanma davasında ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, hükme karşı, davacı erkek tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge adliye mahkemesi, erkeğin istinaf başvurusunun kabulüne ve tarafların T.M.K m. 166/1 ‘e göre boşanmalarına karar vermiştir. İlk derece mahkemesince, davacı erkeğin, evin giderleri ve çocukların bakımı ile ilgilenmediği, giderlerin davalı tarafça karşılandığı, davalının davranışlarının, davacının güven sarsıcı eylemlerinin sonucu tepki niteliğinde yapılmış davranışlar olduğunun anlaşıldığı ve davalı kadına kusur yüklenemeyeceğinden davanın reddine karar verilmiştir. Bölge adliye mahkemesi yaptığı istinaf incelemesinde; davalı kadının sinkaflı küfür ettiği ve davacı erkeğin işlettiği dükkanın camlarını golf sopasıyla kırdığı vakıalarının gerçekleştiğinden bahisle davanın kabulüne karar vermiş ise de; kadına kusur olarak yüklenen bu vakıaların davacı erkeğin davranışlarına tepki niteliğinde olduğu, bu nedenle kadına kusur olarak yüklenemeyeceği, davalı kadına yüklenebilecek başkaca da kusurlu davranışın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklanan sebeplere göre davacı erkeğin açmış olduğu boşanma davasının reddi gerekirken, bölge adliye mahkemesince davacı erkeğin istinaf talebinin kabulüne karar verilerek, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Yukarıda gösterilen sebeple bölge adliye mahkemesi kararının BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 01.07.2020 (Çrş.)
2. Hukuk Dairesi 2016/8065 E. , 2017/14026 K. MAHKEMESİ:Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi DAVATÜRÜ: Karşılıklı BoşanmaTaraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-davalı erkek tarafından; kadının davasının kabulü, kusur belirlemesi, kadına verilen yoksulluk nafakası, tazminatlar, terk nedenine dayanan davasının reddi ve lehine tazminata hükmedilmemesi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1- Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesi uyarınca boşanma kararı verebilmesi için davalının az da olsa kusurunun olması, evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacı-davalı erkek tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise. sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Ayrıca erkek tarafından kadına terk ihtarı gönderilmiş, bu sebeple kadından kaynaklanan kusurlu davranışlar affedilmiştir. Affedilen ve hoşgörülen olaylar boşanma sebebi kabul edilemez. Bu itibarla erkeğin TMK 166/1. maddesinde düzenlenen evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı davasının reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yetersiz gerekçe ile kabulüne karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Ancak hükmün boşanmaya ilişkin bölümü temyiz edilmediğinden bozma nedeni yapılmamış yanlışlığa değinilmekle yetinilmiştir. 2-Davacı-davalı erkeğin temyiz sebeplerine hasren yapılan incelemeye gelince; Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle davalı-davacı kadının fiziksel şiddet sebebiyle evden ayrılmak zorunda kaldığı bu nedenle terkedilen eş durumunda olduğu, erkek aleyhine kadına karşı bu eyleminden dolayı ceza davası açıldığı, ceza yargılaması devam ederken, terk ihtarı gönderilmesinin hukuki sonuç doğurmayacağı, bu sebeple erkeğin terke dayalı davasının reddinde isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla temyiz isteğinin reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz edinen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna ve 143.50 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 06.12.2017 2. Hukuk Dairesi 2016/20495 E. , 2017/1328 K. MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından; kusur belirlemesi yönünden, davalı-karşı davacı kadın tarafından ise, kusur belirlemesi, erkeğin davasının kabulü, tazminat talepleri konusunda bir karar verilmemesi ve vekalet ücreti yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Davacı-karşı davalı erkeğin temyizinin incelenmesinde; Mahkemece davacı-karşı davalının, davalı-karşı davacıya fiziksel şiddet uyguladığı, davalı-karşı davacının da, eşinin ailesini evine kabul etmediği, eşine karşı saygısız davrandığı, eşine yeterince zaman ayırmadığı, gerçekleşen duruma göre de davacı-karşı davalının boşanmaya sebebiyet veren olaylarda ağır kusurlu ise de, evlilik birliğinin devam etmesinde taraflar yönünden fayda kalmadığı gerekçesiyle, davacı-karşı davalının boşanma talebinin kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, tahkikat aşamasında davalı-karşı davacı kadının davasından vazgeçtiği ve feragat nedeniyle reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmeyerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. Feragat nedeniyle davacı-karşı davalı erkekten kaynaklanan kusurlu davranışlar affedilmiş olup, bu haliyle boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kadın tam kusurlu hale gelmiştir. O halde erkeğe kusur yüklenemeyeceği sabit iken yanılgılı değerlendirme ile erkeğinde kusurlu kabul edilmesi doğru bulunmamıştır. 2-Davalı-karşı davacı kadının temyizinin incelenmesinde; a)Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre davalı-karşı davacı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir. b)Davalı-karşı davacı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m.174/1-2) talepleri hakkında olumlu ya da olumsuz bir hüküm tesis edilmesi gerekirken, bu hususlarda hüküm kurulmaması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (1.) ve (2/b) bentlerinden gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda (2/a) bendinde gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 13.02.2017(Pzt.) 2. Hukuk Dairesi 2015/12766 E. , 2016/2934 K. MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından, kusur belirlemesi, kadın yararına takdir edilen tazminatlar ile nafakalar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itiraları yersizdir. 2-Davacı kadın tarafından 10.10.2013 tarihinde şiddetli geçimsizlik hukuksal nedenine dayalı boşanma davası, yine kadın tarafından 30.10.2013 tarihinde aynı hukuksal nedene dayalı olarak açılan dava ile birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir. Kadın 13.11.2014 tarihli oturumda birleşen boşanma davasından feragat etmiş olup, bu tarihe kadar erkekten kaynaklanan kusurlu davranışlar affedilmiş en azından hoşgörü ile karşılanmıştır. Kadın yararına Türk Medeni Kanununun 174/1-2. maddesi şartları oluşmamıştır. Bu haliyle tazminat taleplerinin reddine karar vermek gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru bulunmamış, hükmün bozulması gerekmiştir. SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.18.02.2016(Prş.)
2. Hukuk Dairesi 2020/1970 E. , 2020/3675 K. MAHKEMESİ : Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Boşanma Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Mahkemece davacı kadının boşanma davası, davalı erkekten kaynaklanan kusurlu davranışların, davacı kadın tarafından affedildiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Evlilik birliğinin devamı için barışma teklifi veya görüşmesi af niteliğinde kabul edilemez. Öte yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre, taraflar dava veya cevap dilekçelerinde (HMK m. 119/1-e-f, HMK m. 129/1-e-f) iddiasının ve savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini açıkça göstermek zorunda olduğu hükmü bulunmaktadır. Davalı erkek cevap dilekçesinde bir sayfadan ibaret abisine ait facebook çıktısı ile ödeme belgelerinden başkaca bir delil bildirmemiştir. Davalı erkek WhatsApp deliline dayanmadığından, dayanılmayan delilin bildirilmesi için ön inceleme aşamasında verilen süre sonuç doğurmaz. Tüm dosya kapsamından davalı erkeğin kadının ailesine ağza alınmayacak hakaret ettiği anlaşılmaktadır. O halde erkeğin kusurlu davranışlarına göre boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkek tamamen kusurludur. Evlilik birliğinin devamı eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığı kuşkusuzdur. Dosyaya yansıyan olaylar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabit olup, TMK’nın 166/1 maddesinde yer alan boşanma koşullarının oluştuğu dikkate alınarak davacı kadının davasının kabulü gerekirken reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 14.09.2020 (Pzt.)
Hukuk Genel Kurulu 2017/1941 E. , 2019/475 K. MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi Taraflar arasında görülen “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Malatya 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.06.2014 tarih ve 2014/444 E., 2014/526 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.03.2015 tarih ve 2014/19828 E., 2015/4293 K. sayılı kararı ile; “…Taraflar Türk Medeni Kanununun 166/3. maddesi uyarınca boşanmışlar, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan karar kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçlan, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmamaktadır. Bu halde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi gerekir. Açıklanan sebeple mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir….” gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/3. maddesi uyarınca açılan boşanma istemine ilişkindir. Davacı; davalı ile 04.06.2004 tarihinde evlendiklerini, aralarında karakter farklılığından dolayı tartışmalar olduğunu, evlilik birliğinin çekilmez hâl aldığını, uzun zamandır ayrı yaşadıklarını, davalının da boşanmayı kabul ettiğini ileri sürerek dava dilekçesine ekli protokol kapsamında TMK’nın 166/3. maddesi gereği boşanmalarına ve protokolün kararın eki sayılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiş, 27.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında taleplerini tekrar etmiştir. Davalı 27.06.2014 tarihli duruşmada alınan imzalı beyanında; boşanmayı istediğini, davacının taleplerini kabul ettiğini beyan etmiştir. Mahkemece; tarafların boşanma konusunda görüş birliği içinde oldukları, boşanmanın sosyal ve ekonomik sonuçları konusunda anlaşma yaptıkları, yapılan anlaşmanın hukuka uygun olduğu gerekçesiyle TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca boşanmalarına, velâyetin anneye verilmesine, baba ile kişisel ilişki tesisine, çocuk yararına 1.000,00TL tedbir ve iştirak nafakasına, davacı ve müşterek çocuğun Yapı Kredi Yaşam Sigortadaki paket sağlık sigortasında sigorta şirketi tarafından belirlenecek artış farkının davalı tarafça karşılanmasına, müşterek çocuğun toplam 10.000,00TL olan özel okul masrafının artması hâlinde %30’a kadar olan artış oranının davalı baba tarafından karşılanmasına, davacının davalının soyadını kullanma talebinin feragat nedeni ile reddine, tarafların boşanmadan sonra birbirleri aleyhine mal rejiminin tasfiyesi ve katkı payına yönelik olarak dava açmayacaklarının tespitine, birbirlerinden maddi, manevi tazminat, tedbir, yoksulluk nafakası ve yargılama gideri talep etmediklerinden bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur. Yerel mahkemece; HMK’nın 308. maddesinde davayı kabul beyanının yargılamaya son veren taraf işlemi olarak düzenlendiği ve kabulün mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurduğu, kesin hüküm gibi sonuç doğuran feragat ve kabul beyanının irade bozukluğu hâllerinde iptalinin istenebileceği, somut olayda da davalının kabul sırasında iradesinin fesada uğradığı iddiasında bulunmadığı, bozma kararının da bu doğrultuda olmadığı, aksi durumun davayı uzatmak isteyen davalı tarafından kötüye kullanılabileceği belirterek direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmektedir. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, anlaşmalı olarak açılan boşanma davasında, davalının anlaşma iradesinden dönmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının çekişmeli olarak görülmeye devam edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Öncelikle, ilgili kanun maddesinin incelenmesinde yarar görülmektedir. TMK’nın 166. maddesinin 3. fıkrasında; “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz ” düzenlemesi yer almaktadır. Uygulamada anlaşmalı boşanma adı verilen ve yukarıya alıntılanan fıkra uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için ilk koşul; evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Aksi takdirde hâkim diğer şartları incelemeden boşanma davasını reddetmelidir. İkinci koşul, eşlerin mahkemeye birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmesidir. Burada önemli olan tarafların boşanma iradelerini aynı anda ve duruşmada hâkime beyan etmesidir. Üçüncü koşul, eşlerin iradelerini hâkime bizzat açıklamalarıdır. Hâkimin eşleri dinleyerek serbest iradelerinin oluşup oluşmadığına karar vermesi gerekir. Madde hükmü, duruşmada tarafların her türlü baskı ve tehditten uzak olarak özgür iradeleri ile beyanda bulunduklarının denetlenmesini amaçladığından hâkimin bu hususta her türlü özeni göstermesi gerekmektedir (Kılıçoğlu A: Aile Hukuku, Ocak 2019, s.113). Son koşul ise; anlaşmalı olarak boşanmak isteyen eşlerin boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda da anlaşmış olmaları ve buna ilişkin düzenlemeyi hâkimin onayına sunmaları gerekir. Taraflar bu hususta mahkemeye bir protokol sunabilecekleri gibi, belirtilen tüm bu hususlarda mahkemeye sözlü olarak da beyanda bulunabilirler. Ancak ikinci durumda sözlü beyanın zapta geçirilmesi ve taraflarca imzalanması gerekir (Akıntürk T: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s.271). “Boşanmanın mali sonuçları” ile kastedilen maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talepleridir (TMK m. 174/1-2; m. 175). “Çocukların durumu” ile kastedilen ise, ortak çocukların velâyetinin kime verileceği, velayet verilmeyen eş ile çocuklar arasında kurulacak kişisel ilişki ve çocuklar için ödenecek iştirak nafakası ile ilgili düzenlemelerdir. Madde metninden anlaşıldığı üzere, boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkındaki düzenlemeler hakkında tarafların serbest iradelerinin uyuşması gerekmekte ise de, aynı zamanda hâkimin bu anlaşmayı onaylaması gerekmektedir. Görüldüğü üzere, taraflar anlaşma konusunda tamamen özgür bırakılmamıştır. Bu nedenle, hâkim tarafından onaylanmayan anlaşmalar hukuki sonuçlarını doğurmayacağı gibi, tarafların da kendilerine önerilen değişikliği kabul etmesi hâlinde anlaşma geçerli olacak ve boşanma kararı verilebilecektir. Önemle belirtilmelidir ki, taraflarca yapılan ve hâkim tarafından onaylanan anlaşma hükümleri infazda sıkıntı doğurmaması için hüküm fıkrasında aynen yer almalıdır. Anlaşmalı boşanmanın koşulları bu şekilde ana hatlarıyla belirtildikten sonra uyuşmazlığın çözümü bakımından “ikrar” ve “kabul” kavramlarının irdelenmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK’da, boşanma davaları için özel yargılama kurallarına yer verilmiştir. Şöyle ki, 184. maddesinin birinci fıkrasının (1) nolu bendinde hâkimin, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamayacağı ve (3) numaralı bendinde ise tarafların bu konudaki her türlü ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı belirtilmiştir. İkrar, bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir. İkrarın konusu ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. İkrar, tek tek vakıalar hakkında olup, talep sonucuna ilişkin değildir. Bir tarafın talep sonucunun diğer tarafça kabul edilmesi, davayı sona erdiren bir taraf işlemi olup davayı (kabul) ismini alır. Kabulde, karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalara değil, onlardan çıkardığı talep sonucuna rıza gösterilmektedir (Kuru, B./Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2013, s.366). Kural olarak, boşanma davalarında hâkim ikrarla bağlı olmadığı gibi kabulle de bağlı değildir. Bu durum, Türk Medeni Kanunu’nda “irade ilkesine” dayanan bir boşanma sisteminin olmayışından kaynaklanır. Çünkü irade ilkesine göre tarafların karşılıklı rızaları boşanma kararı verilmesi için yeterlidir. TMK’da ise kusur ilkesi, irade ilkesi ve evlilik birliğinin sarsılması ilkeleri gibi tek tipten oluşmayan karma bir sisteme yer verildiği görülmektedir (Gençcan, Ö.U: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s.118). Uyuşmazlığın temelini teşkil eden anlaşmalı boşanma davaları kısmen irade ilkesinin uygulandığı davalardır. Bu durum, maddede yer alan “Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz” cümlesinden de anlaşılmaktadır. Evlilik birliğinin kurulması sırasında karşılıklı iradelerine önem verilen tarafların boşanma konusunda da istek ve beyanlarının dikkate alınması anlaşmalı boşanmanın gereğidir. Ne var ki, TMK’nın 166/3. maddesinde sayılan diğer koşulların hepsinin gerçekleşmediği bir durumda davalının boşanma davasını kabul etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Bu nedenledir ki, TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca davanın kabulü, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 308. maddesinde düzenlenen “kabul” kavramından ayrılmaktadır. HMK’nın 308. maddesi uyarınca davayı kabul, davalının mahkemeye yönelik olarak yapacağı tek taraflı bir irade beyanı ile olmakta ve dava konusu uyuşmazlık esastan sona ermektedir. Kabulün geçerliliği davacı veya mahkemenin kabulüne bağlı değildir. Oysa anlaşmalı boşanma davalarında kabul, tek başına davayı sona erdirmediği gibi, TMK 166. maddenin 3. fıkrası; hâkimin boşanma isteğinin serbest iradeye dayanıp dayanmadığını saptamasını ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hakkında düzenlemeleri uygun bulmasını ve uygun bulmadığı takdirde bu düzenlemelere açık müdahalesini aramaktadır. Öte yandan, usul hukuku anlamında kabul, kesin hükmün sonuçlarını doğurur ve ancak irade bozukluğu hâllerinde kabulün iptali istenebilir (HMK m.311). Diğer bir anlatımla davalı irade fesadı hâlleri dışında kabulden dönemez. Yukarıda belirtildiği üzere anlaşmalı boşanma davalarında ise “kabulün” doğurduğu tek sonuç evlilik birliğinin sarsıldığı olgusunun ispatlandığıdır, diğer bir anlatımla mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmasına gerek yoktur ancak “yalın kabul” boşanma kararı vermeye yetmemektedir. Bu nedenle, TMK’nın 166/3. maddelerinin uygulandığı bir davada davanın kabulü şekli ve maddi hukuk anlamında hükmün kesinleşmesi sonucunu doğurmadığından hükmün kesinleşmesine kadar davalının kabul beyanından dönmesi mümkündür. Çünkü bu durumda anlaşmalı boşanma koşullarının gerçekleştiğinden söz edilemez (Özdemir, N: Türk Hukukunda Anlaşmalı Boşanma, Doktora Tezi, s.176-177; Gençcan, s.780). Taraflardan birinin anlaşmadan dönme iradesi davanın samimi bir iradenin mahsülü olmadığına, hâkimin anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup oluşmadığı konusunda gerekli her türlü araştırmayı yapmadığına işaret eder. Esasen yapılan bu değerlendirmeler, Türk toplumunun temeli olan ve eşler arasında eşitliğe dayanan aile kurumunun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 41. maddesi ile özel olarak güvence altına alınmasından kaynaklanmaktadır. Devlet ailenin korunması için gerekli her türlü tedbiri alır ve boşanma davalarının toplumu ilgilendiren yapısı nedeniyle de üzerine düşen yükümlülükleri mahkemeler/hâkimler vasıtasıyla yerine getirir. Bu nedenle, TMK’nın 166/3. maddesine dayalı davalarda da hâkim, bir yandan tarafların ikrarı ile bağlıyken, aynı zamanda bir denetim yetkisine sahiptir. Buradan hareketle, genel hükümlere dayalı bir alacak davasında olduğu gibi davayı sona erdiren “kabul” beyanının, toplumun temeli olan aile kurumu için de boşanma kararı verme zorunluluğu getirdiği ve tarafların da kararın kesinleşmediği sürece bu kabul beyanlarıyla bağlı olduğu söylenemeyecektir. Diğer yandan anlaşmalı boşanma davasında feragat hakkı bulunan davacıya bir nevi anlaşmayı bozma hakkı verilirken anlaşmanın diğer tarafı olan eşin bu anlaşmayla sonuna kadar bağlı olması silahların eşitliği ilkesine de aykırılık teşkil ettiğinden anlaşmayı bozma hakkının davalıya da verilmesi gerekmektedir. Bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 04.06.2004 tarihinde evlendiği, bu evlilikten 12.03.2007 doğumlu müşterek çocuklarının bulunduğu, davacı kadının anlaşmalı boşanma isteğiyle mahkemeye başvurduğu ve dilekçe ekinde iki tarafın imzaladığı 23.06.2014 tarihli protokolde boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında düzenlemelerin yer aldığı, 27.06.2014 tarihli duruşmada tarafların protokol içeriğine göre boşanmak istediklerini bildirdikleri ve bu beyanlarını imzaladıkları, mahkemece de TMK 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanma kararı verdiği görülmektedir. Davalı ise aralarındaki protokol şartları ve boşanmaya sebep olan hadiselerin farklılığı sebebiyle anlaşamadıklarını, anlaşmalı boşanmanın irade fesadı hâllerinin varlığı altında gerçekleştiğini, davadan feragat ettiğini beyanla hükmü süresinde temyiz etmiştir. Anlaşmanın diğer tarafı olan eşin hüküm kesinleşinceye kadar anlaşma iradesinden dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmadığından, taraflara iddia ve savunmalarını bildirmesi ve delillerini sunması için imkân verilerek davaya “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak davaya devam edilmesi gerekir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, tarafların somut uyuşmazlıkta yaptıkları protokolü kabul ettiklerini mahkeme huzurunda özgür iradeleri ile beyan ettikleri, bu beyanlarını imzaladıkları, mahkemece de bu protokolün uygun görüldüğü ve anlaşmalı boşanmaya karar verildiği, anlaşmalı boşanma kararından sonra hangi gerekçeyle olursa olsun taraflardan birinin bu beyanından dönmesi hâlinde davanın çekişmeli boşanmaya döneceğine ilişkin görüşün yasal dayanağının bulunmadığı, TMK’nın 166/3. maddesi gereğinceanlaşmalı boşanma kararı verildikten sonra tarafların ancak irade fesadı hâllerinin varlığı iddiasıyla kararın bozulmasını isteyebileceği, bu durumda da öncelikle hadise şeklinde irade fesadı olup olmadığı tespit edilerek anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup olmadığının belirlenmesi, irade fesadının varlığının kanıtlanması hâlinde davanın çekişmeli olarak görülüp hükmün bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır. S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 18.04.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Uyuşmazlık, anlaşmalı olarak açılan ve hâkim tarafından Medeni Kanunu’nun 166/3 maddesi kapsamında verdiği karar sonrası karar kesinleşmeden temyiz etmek sureti ile taraflardan davalının kabul beyanından dönmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının çekişmeli olarak görülmeye devam edip etmeyeceği noktasındadır. Yerel mahkemenin “HMK’nın 308. maddesinde davayı kabul beyanının yargılamaya son veren taraf işlemi olarak düzenlendiği ve kabulün mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurduğu, kesin hüküm gibi sonuç doğuran feragat ve kabul beyanının irade bozukluğu hallerinde iptalinin istenebileceği, somut olayda da davalının kabul sırasında iradesinin fesada uğradığı iddiasında bulunmadığı ve keza bozma ilamının da bu doğrultuda olmadığı, aksi durumun hem davayı uzatmak isteyen davalının kullanabileceği bir yöntem olarak kullanılabilecek ve hem de anlaşmalı boşanma davalarının anlaşmalı olmaktan çıkmasına neden olacağı” gerekçesi ile verdiği direnme kararı çoğunluk tarafından Özel Dairenin çoğunluk tarafından verilen bozma gerekçesi benimsenerek “Anlaşmalı boşanma yönünde oluşan kararın kesinleşinceye kadar eşlerin bu yöndeki diğer bir ifadeyle gerek boşanmanın mali sonuçlan, gerekse çocukların durumu hususunda kabul edilen düzenlemeleri kapsayan irade beyanından dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmadığı, bu hâlde anlaşmalı boşanma davasının “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak görülmesi ve mahkemece taraflara iddia ve savunmalarının dayanağı bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini içeren beyan ile iddia ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın ispatını sağlayacak delillerini sunmak ve dilekçelerin karşılıklı verilmesini sağlamak üzere süre verilip ön inceleme yapılarak tahkikata geçildikten sonra usulüne uygun şekilde gösterilen deliller toplanarak gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 166/3 maddesi uyarınca “Anlaşmalı boşanmaya karar verilebilmesi için evlilik birliğinin en az bir yıl sürmüş olması, eşlerin boşanmak üzere birlikte başvurmaları veya bir eşin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi, hâkimin tarafları bizzat dinlemesi ve tarafların yapmış oldukları anlaşmanın hâkim tarafından uygun bulunması, hakimin değişiklik yapması hâlinde de bu değişikliğin taraflarca kabul edilmesi” gerekir. Taraflar birlikte başvurdukları gibi bir eşin açmış olduğu dava diğer eş tarafından kabul edilerek de anlaşmalı boşanılabilir. Diğer eşin herhangi bir aşamada kabul etmesi hâlinde boşanma talebi anlaşmalı boşanmaya dönüşecektir. Beyanların serbest irade ürünü olup olmadığı hususunda hâkimin gerekli her türlü araştırma ve incelemeyi yapma yükümlülüğü vardır. Kanun koyucu tarafından eşlerin boşanma anlaşmasını iradelerini serbestçe açıklayarak yaptıkları hususunda hâkimin inceleme yapmakla yükümlü olduğunu açıkça vurgulanırken, bu incelemenin tarafların dinlenmesiyle mümkün olacağını öngörmektedir. Eşler tarafından yapılan anlaşma, hâkim tarafından onaylanmadıkça hukuki sonuçlarını doğurmayacaktır. TMK m. 166/f. 3’e göre, hâkim, eşlerin önüne getirdikleri düzenleme ile kural olarak bağlı değildir. Hâkim, tarafların yaptığı düzenlemeyi uygun bulmaması hâlinde, tarafların ve çocukların menfaatini göz önünde bulundurarak gerekli olan değişiklikleri yapar. Anlaşma, ancak tarafların bu değişiklikleri kabul etmesi hâlinde geçerli olacaktır. Eşler arasında yapılan anlaşma, boşanmanın yan sonuçlarına ilişkin taraflarca düzenlenen ve hâkimin özel onay şartına bağlı özel hukuk sözleşmeleridir. Aslında bu bir anlamda kendine özgü bir sulh sözleşmesi niteliğindedir. Türk Borçlar Kanunu’nun sözleşmelerin kurulması, geçerliliği ve hükümlerine ilişkin hükümleri, boşanma hukukunda aksine bir hüküm olmadıkça boşanmaya ilişkin anlaşma bakımından da geçerlidir. Bu nedenle tarafların TMK’nın 166/3 maddesine uygun yaptıkları anlaşmalı boşanma sözleşmesi, Türk Borçlar Kanunu’nun 27 ve devamı maddeleri uyarınca kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olma yönünden denetime tabi tutulabileceği gibi yanılma, aldatma ve korkutma gibi irade sakatlığı ileri sürülerek geçersizliği istenilebilecektir. Eşler arasında yapılan anlaşmanın eşlerden biri tarafından sözleşmeden dönmek suretiyle tek taraflı olarak sona erdirilmesi Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca mümkün değildir. Zira Türk Borçlar Kanununda, özel hükümlerle getirilen dönme hükümleri hariç tutulursa, genel hükümler kapsamında tek taraflı sözleşmeden dönmeye olanak tanıyan bir hüküm bulunmamaktadır (SEÇER Öz: İsviçre ve Türk Hukuklarında Anlaşmalı Boşanma ve Fiili Ayrılık Sebebiyle Boşanma, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi, Kasım Aralık 2009, S. 63-64, s. 39-69). Zira burada artık her ne kadar eşler davada taraf ise de davacı ve davalı sıfatı anlaşma ile ortadan kalktığından, kanunun emredici hükümleri, kamu düzenine, ahlâka ve kişilik haklarına aykırılık ve irade sakatlığı hariç davadan feragat veya kabulden tek taraflı dönme olanağı bulunmamaktadır. Eşin tek taraflı olarak anlaşmalı boşanmaya ilişkin irade beyanından dönebileceği yolundaki görüşün, eşin irade beyanının sakatlandığı hâllerle sınırlı olmak üzere kabulü mümkündür. Dosya içeriğine göre taraflar boşanmak için birlikte başvurmuşlar ve yazılı anlaşma tutanağı yapılan yargılamada hâkim tarafından uygun bulunmuş ve tarafların iradelerine göre boşanma ve sonuçlarına karar verilmiştir. Taraflardan erkek, verilen karardan sonra kadın eşin başka birine kaçması üzerine anlaşmalı boşanmada iradesinin fesada uğratıldığını belirterek kararı temyiz etmiştir. Temyiz eden eş anlaşma tutanağının Türk Medeni Kanununun 166/3 maddesine aykırı yapıldığını, bu koşulları taşımadığını iddia etmemiş, irade sakatlığına dayanmıştır. Mahkemece tarafların anlaşmalı boşanma koşulları uygun görülmüş ve buna göre karar verilmiştir. Mahkemece verilen kararda 166/3 maddesinde öngörülen koşullara aykırılık olmadığına göre ancak temyiz eden eşin anlaşmada iradesinin sakatlandığının ve buna ilişkin iddiasının kanıtlanması hâlinde boşanma çekişmeli hâle gelecektir. Bu nedenle irade sakatlığını ileri süren temyiz eden eşin bu konudaki delilleri toplanmalı, irade sakatlığının tespit edilmemesi hâlinde şimdiki gibi, aksi hâlde ise geçersizliği kabul edilerek çekişmeli boşanmanın sonuçlarına göre karar verilmesi gerekir. Yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması görüşünde olduğumuzdan Sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır. KARŞI OY Dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/3.maddesi uyarınca açılan boşanma davasıdır. Taraflar, 23.06.2014 tarihli boşanma protokolünü mahkemeye sunmuşlar ve 27.06.2014 tarihli duruşma tutanağında da boşanma ve sonuçlarına ilişkin beyanlarda bulunmuşlar, tarafların bu beyanları doğrultusunda boşanma ve fer’ilerine ilişkin karar verilmiştir. Anlaşmalı boşanmada hâkim, eşlerin anlaşmalarının serbest iradeleri sonucu olduğuna kanaat getirir ve yaptıkları düzenlemeyi, duruşmadaki beyanlarını uygun bulursa boşanmaya karar verir. Yine TMK 166/3. maddesi uyarınca, eşlerin yaptıkları düzenlemeyi uygun bulmaması hâlinde, gerekli değişiklikleri yapar, bu değişikliği tutanağa geçirir ve eşlerin onayına sunar. Eşler, hâkim tarafından yapılan değişik düzenlemeyi kabul etmeleri hâlinde de boşanmaya karar verilir. Eşlerin mahkemeye sundukları düzenlemeye hâkimin müdahale hakkı var ise de, bu müdahale ile hâkimin yaptığı değişikliğin de eşler tarafından kabulü gerekmektedir. Somut olayda, tarafların protokolü ve duruşma tutanağına geçen beyanları hâkim tarafından uygun görülerek TMK 166/3. maddesi uyarınca boşanmalarına karar verilmiştir. Tarafların boşanma ve fer’ilerine ilişkin beyanları birbirine uygun olup ikrar mahiyetindedir. Nitekim TMK 166/3. madde de, tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmünün uygulanmayacağı belirtilerek, TMK 184/1.3. maddesine istisna getirilmiştir. Taraflar bir araya gelmelerinin mümkün olmadığı ve boşanmak istedikleri konusunda açıkca ikrarda bulunmuşlardır. Bu ikrardan, hükmü temyiz etmek suretiyle dönülerek, davanın çekişmeli boşanma davasına dönüşmesi mümkün değildir. İkrardan, ancak irade fesadı hallerinde (hata, hile, ikrah) dönülebilir. Nitekim, temyiz eden davalı da, temyiz dilekçesinde, anlaşmalı boşanmaya aldatılarak zorlandığını, hileli davranışlarla kandırıldığını ileri sürmüştür. Bu durumda, mahkemece bu iddianın hadise şeklinde tahkiki ile, anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup oluşmadığının belirlenerek sonucuna göre anlaşmalı boşanma davası mı, çekişmeli boşanma davası mı olduğunu tespit edip, gerektiğinde esasa ilişkin delilleri toplaması gerektiğinden kararın bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiğini düşündüğümden, çoğunluğun, Özel Dairenin bozma ilamındaki gerekçelerle bozma görüşüne katılmıyorum. KARŞI OY Özel Daire bozması ve çoğunluk kabulü yenilik doğurucu hakkın niteliğine uygun düşmemektedir. Bozucu yenilik doğurucu hak kullanılmakla tükenir, geri dönüşü olmaz. Kullanılan bu haktan ancak irade bozukluğuna bağlı olarak TBK’nın 39. maddesindeki bir yıllık hak düşürücü süre içinde dönülebilir. Nitekim HMK 311 ”Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi sonuç doğurur. İrade bozukluğu hallerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.” diyerek, yenilik doğurucu hakka ilişkin ilkeyi kanuna taşımıştır. Yenilik doğurucu hak kullanılmakla tükenir ve irade bozukluğu dışında geri dönülmesi düşünülemez. İrade bozukluğu talebi dava sonuçlanmamış ise ait olduğu dava dosyasında hadise şeklinde, dava sonuçlanmış ve kesinleşmiş ise TBK 39’daki hak düşürücü süre içinde ayrı bir dava olarak incelenip karara bağlanır. Somut olayımızda davalı ilk temyizinde irade bozukluğuna dayanmamış ise de, direnme kararına ilişkin temyizinde irade bozukluğuna ilişkin konuyu temyize taşıdığından, dava henüz kesinleşmediğinden, mahkemenin irade bozukluğunu hadise şeklinde incelemesini temin eden değişik bozma yapılması görüşünü taşıdığımdan, çoğunluk görüşü belirttiğim şekildeki inceleme isteğimi karşılamadığından, çoğunluk bozma görüşüne katılma imkânı bulamıyorum. KARŞI OY Dava, Türk Medeni Kanunu 166/3. maddesi gereğince açılan boşanma davasına ilişkindir. Taraflar mahkeme huzurunda anlaşmalı olarak boşanmışlar, bundan sonra davalı iradesinin fesada uğratıldığı gerekçesiyle kararı temyiz etmiştir. Özel Dairece, anlaşmalı boşanma yönünde oluşan iradenin karar kesinleşinceye kadar devam etmesi gerektiği, bu nedenle davanın çekişmeli boşanmaya dönüştüğü gerekçesiyle kararın bozulması üzerine Yerel Mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, anlaşmalı boşanma kararı verildikten sonra herhangi bir sebeple taraflardan birinin kararı temyiz etmesi hâlinde irade fesadı hâllerinin olup olmadığına bakılmaksızın davanın çekişmeli boşanmaya dönüştüğü gerekçesiyle bozma kararı verilip verilemeyeceğine ilişkindir. Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında çıkan uyuşmazlık tamamen usulü bir sorundur. O nedenle usul kanunları çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere “Boşanmada yargılama usulü” Türk Medeni Kanunu 184. maddede “Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeler Kanunua tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir. Sayılan istisnalar içerisinde anlaşmalı boşanma bulunmamaktadır. Bundan başka yine TMK’nın 166/3. maddesinde de açıkça hangi şartlarda anlaşmalı boşanma kararı verilebileceği tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmiştir. TMK’nın 184. maddesi 6100 sayılı HMK’ya yollama yaptığına göre uygulanacak usul hükümleri TMK 166/3. maddeden sonra HMK olacaktır. HMK’nın 311. maddesi “Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.” demek suretiyle feragat ve kabulün hangi şartlarda geçersiz sayılabileceğini düzenlemiştir. Tarafların mahkeme huzurunda TMK 166/3. maddesinde sayılan şartların tamamında anlaşmak suretiyle boşanma kararı verilmesi hâlinde, tarafların özgür iradeleri ile oluşan bu anlaşmanın bozulabilmesi için ancak taraflardan birinin iradesinin fesada uğratılmış olması gerekmektedir. Anlaşmalı boşanmadan kararından sonra hangi gerekçeyle olursa olsun taraflardan birinin bu beyanından dönmesi hâlinde, davanın çekişmeli boşanmaya döneceğine ilişkin görüşün yasal dayanağı bulunmamaktadır. Diğer yandan, taraflar karardan sonra velâyet ve nafaka gibi ayrı dava konusu olabilecek hususlarda anlaşmadan vazgeçtiğini bildirmesi hâlinde de çekişmeli boşanmadan bahsedilemeyecektir. Zira bu hususların boşanma kararı kesinleştikten sonra her zaman yeni bir dava konusu olabileceği izahtan varestedir. Sonuç itibariyle TMK 166/3. maddesi gereğince anlaşmalı boşanma kararı verildikten sonra tarafların ancak irade fesadı hâllerinin varlığı iddiasıyla kararın bozulmasını isteyebileceği, bu durumda da öncelikle hadise hâlinde irade fesadı olup olmadığının tespitinden sonra bunun sonucuna göre anlaşmalı boşanmadan dönülebileceği, kararın bu gerekçelerle bozulması gerektiği kanaatinde olduğumdan, sayın çoğunluğun bozma gerekçelerine katılmıyorum.
2. Hukuk Dairesi 2020/2414 E. , 2020/3389 K. MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi DAVA TÜRÜ : Mutlak Butlan Sebebi ile Evlenmenin İptali Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacılar tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 145/2. maddesiyle düzenlenen evliliğin iptali davası olup, davacı, davalılardan … ile … arasında gerçekleşen 18.04.2012 tarihli evliliğin, davalı …’ın evlilik tarihinde sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksun bulunduğunu ileri sürerek evliliğin mutlak butlan ile batıl olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir. İlk derece mahkemesince davanın kabulüne dair karar verilmiştir. Anılan karara karşı davalı … tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olup, istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesince, evliliğin ölüm ile sona erdiğinden ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, evliliğin iptali ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına, kadının kötü niyeti kanıtlanmadığından sağ kalan eşin evlenme ile kazandığı kişisel durumun korunmasına karar verilmiştir. Ancak, mutlak butlan sebebiyle evliliğin iptali davalarında, evliliğin ölümle sona ermesi davayı konusuz kılmaz. İlgililer her zaman için evliliğin mutlak butlanla sakat olduğunun tespit altına alınmasını isteyebilirler. O halde yapılacak iş, yargılamaya devamla, evliliğin mutlak butlanla sakat olup olmadığının tespit edilmesi, eğer mutlak butlanın varlığı kanıtlanırsa ancak o zaman TMK’nın 159. maddesi gereğince, sağ kalan eşin evlenme sırasında iyi niyetli olup olmadığı konusunda bir karar verilmesinden ibarettir. Anılan hususlar gözetilmeksizin, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda gösterilen sebeple bölge adliye mahkemesi kararının BOZULMASINA, bozma sebep ve şekline göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 29.06.2020 (Pzt.)
8. Hukuk Dairesi 2018/9159 E. , 2019/9855 K. DAVA TÜRÜ : Mal Rejiminin Tasfiyesinden Kaynaklanan Alacak MAHKEMESİ : … 4. Aile Mahkemesi Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda … 4. Aile Mahkemesi hükmüne karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması sonunda … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, bu kez Bölge Adliye Mahkemesi kararının Yargıtayca incelenmesi duruşmalı olarak davacı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 08.10.2019 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davacı … asil ve vekili Av. … ve karşı taraftan davalı … asil ve vekili Av. … geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü. KARAR Davacı … vekili, davacının evlilik birliği içinde elde ettiği gelirini davalı eşe, para biriktirmek ve ev almak amacıyla verdiğini, davalının ise bankalarda birikim yaptığını, … Bankasında 2010 yılında yaklaşık 66.000 Dolar paraları bulunduğunu, boşanma aşamasında paranın taraflarca eşit oranda bölüşüleceği konusunda anlaştıkları halde davalının herhangi bir miktar vermediğini açıklayarak, evlilik birliği içinde biriktirilen ve bankada bulunan paraların tespitinin yapılarak, davacıya düşen miktardan fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere şimdilik 1.000,00 TL’nin tahsilini istemiştir. Davalı … vekili, tarafların boşanma davası sırasında birlikte düzenledikleri 24.01.2012 tarihli anlaşmalı boşanma protokolünün 4. maddesi ile edinilmiş mallara katılma rejimi uyarınca tarafların taleplerinin olmayacağı yönünde karşılıklı olarak anlaştıklarını, mahkeme içi ikrar söz konusu olduğunu, mahkeme içi ikrarın kesin delil olup, aynı konulara ilişkin yeniden talepte bulunulamayacağını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesince, tarafların TMK’nin 166/1. maddesi uyarınca boşandıkları, boşanma ile birlikte tarafların mal rejiminin tasfiyesine ilişkin yapmış oldukları anlaşmanın, hakim huzurunda ikrar niteliğinde olduğu ve tarafları bağlayacağı, her ne kadar somut olayda anlaşmalı boşanma şartları oluşmamış ise de, protokoldeki mal rejiminden herhangi bir hak ve alacağının olmadığına ilişkin davacı beyanına rağmen, aradan dört yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra yeniden mal rejiminin tasfiyesinin istenilmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili tarafından esas yönünden, davalı vekilince vekalet ücreti ve ihtiyati tedbir yönlerinden karar istinaf edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi; tarafların boşanmalarına ilişkin … 2. Aile Mahkemesi’nin 30.03.2012 tarihli ve 2012/66-301 Esas, Karar sayılı dosya kapsamındaki tarafların imzalı beyanları dikkate alındığında bu beyanların mahkeme içi ikrar niteliğinde olduğu, mahkeme içi ikrarla taraflar arasındaki mal rejiminin tasfiyesi ile ilgili düzenleme yapıldığının, bu beyanların kendilerini bağlayacağının, tek taraflı bu beyanlardan dönülemeyeceğinin, böylece görülmekte olan davada kesin delil niteliğini taşıdığı ve ayrıca boşanma dosyasında davacı erkeğin, gerek davalı kadının imzasını içeren protokoldeki düzenlemeye, gerekse mahkemeye gönderdiği benzer açıklamaları ve ikrarı içeren dilekçesindeki beyanına güvenerek boşanmayı kabul ettiğine göre, artık kadının bu açıklamaları ve beyanları yok sayarak, görülmekte olan bu davayı açması ve talepte bulunması “Dürüst davranma” kuralına aykırılık teşkil ettiğinden, davacı kadının dürüstlük kuralına aykırı davrandığının, bu durumun hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiğinin kabulü gerektiği, diğer yandan davacının doğmamış haktan feragat edemeyeceği ileri sürülebilirse de; boşanma nedeniyle eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının dava tarihi itibarıyla sona ermekte olup mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak hakkı boşanma dava tarihi itibarıyla doğacağı ancak bu hakkın dava yolu ile kullanılabilmesi, tasfiyeye karar verilebilmesi için boşanma davasının olumlu sonuçlanarak kesinleşmesi gerektiği, bu durumda davacı kadının beyanlarının boşanma davasının yargılaması devam ederken yapıldığı anlaşıldığına göre doğmamış haktan söz etmenin de mümkün olmadığı gerekçeleriyle İlk Derece Mahkemesince yazılı şekilde boşanma dosyasındaki beyanlara değer verilerek davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik görülmediğinden davacı vekilince yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine, davanın reddinin ön şart gerçekleşmediğinden red olarak kabulü gerektiği bu nedenle ön şart yokluğu gözetildiğinde, davalı yararına kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/2. maddesi gereğince 1.980 TL vekalet ücretine hükmedilmiş olmasında da bir isabetsizlik bulunmadığından, ihtiyati tedbir kararının karar kesinleşinceye kadar devamına karar verilmiş olması da doğru olduğundan davalı vekilince yapılan istinaf başvurunun esastan reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık, boşanma davasında sunulan 24.01.2012 tarihli protokolde geçen beyanların hukuki nitelendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Protokolün ikinci bendinde taraflar üzerinde kayıtlı bulunan taşınır ve taşınmazların boşanmadan sonra yine kendi üzerlerinde kalacağı ve tarafların iş bu boşanma nedeni ile birbirlerinden tazminat adı altında herhangi bir ödence talep etmediklerini, dördüncü bendinde ise, tarafların edinilmiş mallarda katılma rejimi uyarınca bir taleplerinin olmayacağı kararlaştırılmıştır. Dosya kapsamı bir bütün olarak incelendiğinde erkek tarafından boşanma dava dilekçesiyle birlikte ilgili protokolun Mahkemesine sunulduğu, kadının cevap dilekçesinde ise boşanma porotokolüne atıfta bulunarak boşanma protokolü esaslarına bağlı kalarak boşanmak istediğini bildirdiği ve taraflar arasında protokolün imzalandığı hususunda ihtilaf bulunmadığı anlaşılmaktadır. Ne var ki boşanma dava dosyası incelendiğinde taraflar arasındaki boşanmanın anlaşmalı olarak gerçekleşmediği, kadının protokole atıfta bulunduğu cevap dilekçesi dışında mal rejimi tasfiyesine dair dilekçesi yahut beyanı bulunmadığı, taraflarca sunulan protokol Mahkemece tasdik edilmediği gibi dosyada tanık dinlendiği, sonuç olarak TMK’nin 166/1 maddesine dayalı olarak tarafların boşanmasına karar verildiği ve hüküm ikinci fıkrasında “Taraflar karşılıklı olarak kendileri için nafaka, maddi ve manevi tazminat talep etmedikleri için bu konularda karar verilmesine yer bulunmadığına,” hususunun karara bağlandığı, bu hükmün taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleştiği sabittir. Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin haklara yönelik tarafların anlaşmalı boşanma için mahkemeye sundukları ve tasdik edilmeyen porotokol dışında beyanları bulunmamaktadır. 24.01.2012 tarihli protokol tanzim edilerek anlaşmalı olarak (TMK mad. 166/3) açılan anlaşmalı boşanma davasının yargılaması sırasında davalının duruşmaya gelmemesi sebebiyle dava evlilik birliğinin temelinden sarsılması (TMK mad.166/1) nedenine dayalı boşanma davasına dönüşmüştür. Mahkemece tanıklar dinlenerek şiddetli geçimsizlik nedeniyle Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi gereğince boşanmaya karar verilmiştir. Anlaşmalı boşanma koşulları oluşmadığından davaya devam edilip boşanmaya karar verildiğine ve boşanmanın mali hükümlerinin düzenlendiği boşanma protokolü taraflarca mahkemeye verilmiş olmasına rağmen hakim tarafından uygun bulunup hüküm fıkrasında tasdik edilmeyen protokol hükümsüz kalmıştır. Açıklanan nedenlerle, mahkemece iddia ve savunma çerçevesinde taraf delillerinin toplanarak tartışılması ve tüm deliller değerlendirildikten sonra davalı erkeğin banka hesaplarındaki para yönünden davacının katılma alacağı talebinin esası hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Açıklanan yönlerden hüküm usul, Yasa ve Daire uygulamasına aykırı bulunmuş olup bozulmasına karar verilmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı HMK’nin 373/1 maddesi uyarınca kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının HMK’nin 371. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 2.037,00 TL avukatlık ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davacıya verilmesine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 05.11.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi
13. Hukuk Dairesi 2014/19529 E. , 2014/20906 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Şereflikoçhisar 1. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 29/01/201 NUMARASI : 2011/180-2013/76 Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü. KARAR Davacı, davalı Y.. A..’ın kızı olan diğer davalı N.. A..’ı, oğlu M. Ö. ile evlendirebilmek için davalı babaya 6.000,00 TL güvence parası, 6.000,00 TL karşılığında altın ve 3.500,00 TL karşılığında giysi alınıp teslim edildiğini, davalı N. ile oğlunun evlendiğini ancak davalı Y.. A..’ın resmi nikah kıydırmadığını, resmi nikah istediklerinde kızının boşandığı eşinden nafaka aldığını ve davalının kızını alıp götürdüğünü, davalıların kendisini haksız yere 15.500,00 TL zarara uğrattıklarını belirterek davalılardan 15.500 TL alacağın tahsiline, mahkeme masraflarının davalılara yüklenilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne 5.000 TL’nin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş; hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Davacı diğer taleplerinin yanında, davalı Yaşar’ın kızı olan diğer davalı Nurgül ile kendi oğlunu evlendirebilmek için, davalı Yaşar’a 5.000,00 TL güvence parası (başlık parası) verdiğini iddia ederek, bu bedelin iadesini istemiştir. Mahkemece, “…davacının oğlu ile davalılardan N.. A..’ın evlenmek amacıyla resmi nikah olmaksızın bir araya gelerek yaşamaya başladıkları, tarafların birlikte yaşamalarından önce düğün hediyesi olarak davacı tarafından davalıya kıyafet ve ziynet eşyası alındığı, düğün hediyesi olarak alınan ziynet eşyası ve altınların kadına ait olduğu anlaşılmakla bunların bedeline yönelik istemin reddine karar verilmiştir. Her ne kadar davacı taraf davalılara 6.000 TL güvence parası verdiğini belirtmiş ise de 6.000 TL para verdiğine ilişkin yazılı belge bulunmadığı gibi davalıların 5.000 TL para verildiğini kabul ettikleri, tanıkların da 5.000 TL paranın davacı tarafından verildiğini beyan ettikleri dikkate alınarak davacı tarafından davalılara 5.000 TL güvence parası verildiği kabul edilmiştir. Dosya kapsamından davacı tarafından davalılara verilen paranın güvence parası başlık parası olarak verildiği anlaşılmıştır. Tanıklar da 5.000 TL’nin güvence parası olarak davacı tarafından davalı Yaşar’a verildiğini belirtmişlerdir. Davalılar da 5.000 TL güvence parasının davacı tarafından verildiğini kabul etmişlerdir. Kural olarak kişinin davranış özgürlüğü, hukuk ve genel ahlak kuralları ile sınırlıdır. Sözleşme özgürlüğünün hukuka aykırı olarak aşılması veya etkilenmesinin müeyyidesi BK.nun 19 ve 20. maddelerinde gösterilmiş ve böyle bir bağıtın hükümsüz olduğu kabul edilmiştir. Kişinin dilediği kimse ile evlenmesi, yasanın öngördüğü sınırlar içinde, temel hak ve hürriyetinin bir gereğidir. Kızın babasının evlenmeye razı olmasının karşılığı olarak güvence parası, başlık adı altında aldığı mal veya para, bu ölçüler içinde hukuka aykırı düşeceğinden, bunu sağlayan bağıt ve taahhütler de hükümsüz sayılmalıdır. Bu nedenlerle güvence parası olarak alınan 5.000 TL’nin davacıya iadesine karar verilmesi gerekmiştir…” gerekçeleri ile davacının diğer taleplerinin reddine ancak bahsi geçen evliliği temin maksatlı güvence bedeline yönelik talebin kabulüne karar verilmiştir. Evliliğin tarafların ortak ve hür iradeleri Medeni Kanun’un belirlediği ilkeler çerçevesinde yapılması gerektiği düzenlenmiştir. Medeni Kanun ve diğer kanunlarda evliliği temin maksatlı güvence parası (başlık parası) adı altında bir bedelin istenebileceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu ad altında ödenen paranın genel ahlaka ve kamu düzenine aykırı olduğu belirgindir. Genel ahlaka ve kamu düzenine aykırı olarak ödenen parada eksik borç niteliğindedir ve dava yoluyla talep edilemez. Bu durumda mahkemece, davanın belirtilen gerekçelerle tümden reddi gerekirken, bu husus gözetilmeksizin hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle temyiz olunan kararın davalılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan 85,40 TL harcın istek halinde iadesine, 24.6.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
8. Hukuk Dairesi 2018/12447 E. , 2019/10257 K. MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi DAVA TÜRÜ : Babalığın Hükmen Tespiti Ve Nafaka İstemi Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 12.11.2019 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden davalı vekili Av. … ve karşı taraftan davacı vekili Avukat … geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosyanın incelenip karara bağlanması için 13/11/2019 gününe bırakılması uygun görüldüğünden dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R Dava dilekçesinde, evlilik dışı doğan davacı 22.04.1995 doğumlu … …’nın babasının … olduğu ileri sürülerek, davalı …’ın davacının babası olduğunun tespiti ile aylık 1.500 TL nafaka istenmiş, davanın kabulüne dair ilk karar, taraf teşkilinin sağlanması, nafaka yönünden araştırma yapılması ve babalık iddiasına dair DNA testi yaptırılıp alınacak rapor da gözetilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekçesi ile bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu davanın kabulü ile davalının davacının babası olduğunun tespiti ile açık lisede okuyan ergin davacı lehine aylık 600 TL nafakaya hükmedilmiştir. Dava, çocuk tarafından baba olduğu iddia edilen aleyhine açılan TMK’nin 301.madde kapsamında babalığın hükmen tespiti ile TMK’nin 327 ve devamı maddelerde düzenlenen nafaka istemine ilişkindir. 1.Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilâmında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu dairesinde hüküm tesis edildiğine göre davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. 2.4721 sayılı Türk Medeni Kanunun “Çocukların bakım ve eğitim giderlerini karşılama” başlıklı 327.maddesinde çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından karşılanacağı, 328.maddesinde ise ana ve babanın bakım borcunun, çocuğun ergin olmasına kadar devam edeceği, çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve babanın durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlü oldukları, yani ergin çocuğun kural olarak nafaka isteminde bulunamayacağı, ancak bu kurala bir istisna getirilerek eğitiminin devam etmesi halinde durum ve koşullara göre ana ve babadan nafaka isteminde bulunacağı düzenlenmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmüne yer verilmiştir. Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nin 2/I hükmü herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Türk Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden, 22.04.1995 doğumlu davacının, davanın açıldığı 04.11.2013 tarihi itibari ile ergin olduğu, davanın açılmasından önce davacının 16.09.2011 tarihinde açık liseye kayıt yaptırdığı, bozma ilamından sonra dosyaya sunulan 08.01.2018 tarihli belgeye göre açık lise kaydının devam ettiği, yine davacının dava açılmasından sonra 2014 yılında SGK girişi olduğu yani bir müddet çalıştığı, daha sonra işten ayrıldığı tespit edilmiştir. Açık Öğretim Lisesi ya da kısa adı ile açık lise, herhangi bir sebepten dolayı örgün öğretimine devam edemeyen kişilerin eğitimlerinin yarım kalmaması üzere okumuş oldukları lisedir. Lisenin temel prensibi uzaktan öğretim esasına dayanmaktadır. Açık öğretim lisesinde okuyan öğrencilere örgün öğretim ile paralel bir eğitim sunulmaktadır. Öğrenciler eğitimlerini basılı yayın, TV ve radyo yayınları vasıtası ile almaktadılar. On sekiz yaşından büyükler için yılda üç sınav hakkı verilmiş olup şayet bu haktan faydalanılırsa iki buçuk yılda açık lise tamamlanabilmektedir. Açık öğretim lisesinde okuma hakkı sınırsız olup herhangi bir şekilde öğrenci okul ile ilişkini kesmedikçe okuldan uzaklaştırılmamakta ancak on iki dönem üstüne çıkan bir öğrencinin lise öğrencisi olarak faydalanabileceği haklar elinden alınmaktadır. Somut olay yukarıda metni verilen kanun maddeleri ile açıklanan olaylar kapsamında birlikte değerlendirildiğinde; ergin olan davacının örgün eğitime devam etmediği, devam mecburiyeti ve okulu bitirmek için belli bir süre şartı olmayan açık liseye kayıt yaptırması, iki buçuk yılda bitirilebilecek okula yaklaşık yedi yıla yakın süre kayıt yenileyip kaydın açık tutulması, bu okul için somut olarak ne tür giderlerin yapıldığı ileri sürülmediği gibi bu yöne davacı yanca delil sunulmadığı, ayrıca bu okula kayıtlı olmanın çalışmaya engel olmadığı, nitekim davacının belli bir dönem çalışıp işten ayrıldığı gibi durumlar da dikkate alındığında TMK’nin 328/2.maddesi kapsamında durum ve koşullara göre nafaka isteme hakkı vermeyeceği gibi hakkın kötüye kullanımı mahiyetinde olduğu dikkate alındığında davacının nafaka isteminin tümden reddi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabulü doğru görülmemiştir. SONUÇ: Davalı vekilinin yazılı temyiz itirazlarının yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının yukarıda (1) nolu bentte gösterilen nedenle reddine, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi hükümleri uyarınca 2.037,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalıya verilmesine, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 13/11/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.