23. Ceza Dairesi 2015/18306 E. , 2015/4793 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Kamu kurum ve kuruluşlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik HÜKÜM : Beraat Dosya incelenerek gereği düşünüldü: Katılan ile eşinin 1993 yılında ölümünden sonra intikal eden bir kısım taşınmazları ile ilgili davaların takibi konusunda güvene dayalı olan vekalet ilişkisi kuran avukat olan sanığın, davalar için gerekli olduğundan bahisle bürosuna çağırdığı, kendisinin hulus ve saffetinden yararlanarak katılana boş bir kısım belgeler imzalattığı, aradan geçen süre içinde davaların takibinden memnun olmadığı nedenle kendisini azleden katılana karşı öncesinde imzalattığı belgeler arasında bulunan boş, altı katılanca imzalanan senedi hukuka aykırı şekilde katılanın rızası dışında senedin alacaklı hanesine kendi ismini, miktar kısmına 300.000 Türk lirası, vade kısmına ise 11/02/2013 yazarak/yazdırarak, bahse konu senede istinaden haksız takip başlatıp katılana ait bazı gayrımenkullerin satılmasını sağladığı iddia olunan eylemde, sanığın aşamalarda katılanın dava ücretlerini ödemediği, katılana aynı zamanda borç verdiği şeklindeki savunmaları, mahkemenin ise yargılama sürecinde dosyaya sunulan ve sanığın katılan tarafından ibra edildiğine ilişkin belgedeki imzanın katılan tarafından atıldığı, taraflar arasındaki ihtilafın hukuki mesele olarak değerlendirilmesi gerektiği dolayısıyla yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığının kabulü ile sanık hakkında beraat kararı verilmesi karşısında; 1- Sanık ile katılan arasındaki mevcut vekalet akdi çerçevesinde sanık tarafından takibi yapılan davalara ilişkin vekalet ücret sözleşmesi ile doğmuş ücretlerin ödenip-ödenmediği hususlarının araştırılması, 2- Sanığın savunması doğrultusunda; katılanın ekonomik sıkıntı içinde yada sanığın müvekkili katılana borç verebilecek maddi yeterlilikte olup-olmadığının tespitine yönelik tarafların sosyal ekonomik durumlarının araştırılması ile hayatın olağan akışı içerisinde mevcut durumun karar yerinde değerlendirilmesi, 3- Denetime imkan verecek şekilde, iddia ve savunmanın doğruluğu bakımından dava konusu belgedeki katılanın imzası ile borcu ihtiva eden el yazılarının aynı anda mı, yoksa farklı tarihlerde mi yazıldığı hususunun belirlenebilmesi için belirtilen yazıların aidiyeti ve mümkün olduğu takdirde mürekkepyaşınıntespiti yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğinin gözetilmemesi, 4- Toplanan tüm delillerin sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07.10.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
CEZA HUKUKU
15. Ceza Dairesi 2013/7805 E. , 2015/3637 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır ceza Mahkemesi SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık, görevi ihmal HÜKÜM : Beraat Dosya incelenerek gereği düşünüldü; Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; failin bir kimseyi, kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte bir takım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır. TCK’nın 158/1-e bendinde belirtilen, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak dolandırıcılık suçunun işlenmesi, nitelikli hal kabul edilmiştir. Hangi kurum ve kuruluşların, kamusal nitelik taşıdığı, o kurumun kadro bakımından bağlı olduğu durumu düzenleyen mevzuata göre belirlenir. Bu nitelikli halin oluşması için, eylemin kamu kurum ve kuruluşlarının mal varlığına zarar vermek amacıyla işlenmesi gerekir. Zarar vermek, kamu kurum ve kuruluşlarından hakkı olmayan bir parayı almak ya da bir borcu geri vermemek şeklinde olabilir. Bu suçun zarar göreni kamu kurum ve kuruluşunun tüzel kişiliğidir. Kamu kurum ve kuruluşlarının zarar görmesi söz konusu değilse bu suç oluşmayacaktır. Dolandırıcılık suçunun kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına işlenmesi madde kapsamında değildir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90. maddesinin 5. fıkrasına göre; Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7.5.2004-5170/7 md.)Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır. Buna göre, iç hukukta doğrudan hukuksal sonuçlar yaratan Uluslararası Sözleşmeler, yasalar üstü bir konumdadır ve iç hukukun bir parçası olarak yürütmeyi ve yargıyı bağlamaktadır. İç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin(AİHS), temel amacı, insan haklarının korunması ve bu haklara yönelik ihlallerin engellenmesidir. İnsan hakları, insan onurunu korumayı, insanın maddi ve manevi gelişmesini sağlamayı amaçlayan haller olup, insanın doğuştan var olan hak ve özgürlükleridir. Bu haklar, hak sahiplerini yetkili bir konuma getirirken, devleti ve diğer üçüncü kişileri o kişinin hakkına saygılı olma yükümlülüğü altına sokar. AİHS madde 1’e göre, sözleşmeye taraf devlet, hangi yolla olursa olsun sözleşmede öngörülen haklara riayet yükümlülüğü altındadır. Madde 2’ye göre, her ferdin yaşama hakkı kanunun himayesi altındadır. Madde 3’e göre, hiç kimse …aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz. Madde 8’e göre, herkes özel ve aile yaşamına…saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. AİHS, taraf devlete yaşamı korumak görevi vermektedir. Bu görev, sağlık konusunda tedbir almayı da içermektedir. Bu yükümlülük, devletin hastaların yaşamının korunması için uygun tedbirler alması konusunda sağlık kuruluşlarının uyması gereken kuralları da öngörmesini de gerektirir. Sağlık Bakanlığı’nın 11.05.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Acil Sağlık Hizmetleri Yönetmeliği’nin 37. maddesinde “Yataklı tedavi kuruluşları, acil sağlık hizmetlerinin bedelini hizmet sundukları kişinin ödeme imkânları çerçevesinde tahsil ederler” hükmü yer almaktadır. Yine 2008/13 sayılı Başbakanlık Genelgesi’nin; Birinci maddesinde, “Acil sağlık hizmeti vermekle yükümlü bulunan sağlık kuruluşları, acil vakaları hastanın sağlık güvencesi olup olmadığına veya ödeme gücü bulunup bulunmadığına bakmaksızın kabul edecek ve gerekli tıbbi müdahaleyi kayıtsız-şartsız ve gecikmeksizin yapacaktır. Hiçbir sağlık kuruluşu acil olarak gelen hastalara yeterli personeli veya donanımı olmadığı, ilgili birimi veya boş yatağı bulunmadığı, hastanın sağlık güvencesi olmadığı ve benzeri sebepler ile gerekli acil tıbbi müdahaleyi yapmaktan kaçınmayacaktır” denilmektedir. Yedinci maddesi uyarınca da, acil olarak sağlık kuruluşuna müracaat eden hastaların acil tıbbi müdahale ve tedavileri yapılırken hiçbir surette tedavi masraflarının nasıl karşılanacağı sorgulanmayacak ve hizmet bedelinin tahsili ile ilgili işlemler acil müdahale sağlandıktan sonra yapılacaktır. Dokuzuncu maddesinde ise, “Herhangi bir sağlık güvencesi olmayan vatandaşlardan ödeme gücü bulunmayanların acil sağlık hizmeti bedelleri kendilerinden talep edilmeyecektir. Bunlardan kamuya ait sağlık kuruluşlarından ve ayakta teşhis ve tedavi yapan özel sağlık kuruluşlarından acil sağlık hizmeti alanların hizmet bedelleri 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri çerçevesinde sağlık kuruluşunun bulunduğu yer sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfından talep edilecektir. Bu konuda gerekli tedbirler ilgili vakıf başkanlıklarınca alınacaktır. Özel hastanelerden acil sağlık hizmeti alanların hizmet bedelleri ise talep edilmesi halinde 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununun 32 nci, 5393 sayılı Belediye Kanununun 38’inci ve 60’ıncı, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 18’inci maddeleri gereğince sağlık kuruluşunun bulunduğu yerin belediyesince ödenecektir. Bu amaçla belediyelerce bütçelerine yeterli ödenek konulacaktır” hükmü yer almaktadır. Sanık …’ın karın ağrısı şikayeti ile … Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne başvurduğu sırada kardeşi olan Aş’a ait sağlık karnesini ibraz ettiği, apandisit teşhisi ile ameliyat edildiği, hastane personeli olan …, …, … ve …’un ise görevlerini ihmal ettiklerinin iddia edildiği somut olayda; sanığın herhangi bir sosyal güvencesinin ve sağlık karnesinin olmaması ve ödeme gücünün bulunmaması nedeniyle kendisinden acil sağlık hizmet bedellerinin alınamayacağı ve bu nedenle herhangi bir zararın söz konusu olmayacağı anlaşılmakla, dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığına, hastane görevlisi olan sanıkların ise sağlık karnesini kontrol etmeleri ve durumu anladıktan sonra tutanak düzenleyerek ihbarda bulunmaları karşısında görevi ihmal kastı ile hareket etmediklerine yönelik kabulde, Anayasa, AİHS ve kanuni düzenlemeler dikkate alındığında, bir isabetsizlik görülmemiştir. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA, 05.02.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
15. Ceza Dairesi 2017/34026 E. , 2020/11730 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma HÜKÜM : Beraat Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Sanığın, katılanın yetkilisi olduğu Meda İnş. Nak. San. Tic. Ltd. Şirketinin muhasebe işlemlerini yaptığı, katılanın 02/04/2010 tarihinde Bakırköy 19. Noterliğinin 11191 yevmiye nolu azilnamesiyle sanığı azledip şirkete ait tüm defterleri istediği halde sanığın, katılandan alacağı olduğunu öne sürerek defterleri iade etmediğinin iddia edildiği somut olayda, Serbest Muhasebeci Mali Müşavir Ve Yeminli Mali Müşavirlerin Çalışma Usul Ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in 27. maddesinde “Meslek mensupları kendilerine tevdi edilen defter ve belgeleri işlerinin gerektirdiği süre içinde iyi niyetle muhafaza etmek ve işin bitiminde iade etmek zorundadırlar. Şu kadar ki, defter ve belgelerin geri alınması, sahibine yazı ile bildirilmiş olduğu hallerde saklama mükellefiyeti bildirme tarihinden itibaren bir ay içinde sona erer. İşin bitiminden itibaren bir ay içinde sahipleri tarafından alınmayan defter ve belgeler bir yazı ile ilgililerin bağlı olduğu vergi dairesine teslim edilir.” hükmüne yer verildiği, sanığın, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı huzurunda alınan ifadesinde, katılandan ücret alacağı olduğu için defterleri iade etmediğini ikrar ettiği, katılandan ücret alacağı olmasının defterleri hapis hakkı vermeyeceği, bu haliyle sanığın atılı suçu işlediğinin sabit olduğu gözetilmeden 5237 sayılı TCK’nın 155/2. maddesinde düzenlenen ve 24/10/2019 tarih ve 30928 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. maddeleri gereğince uzlaştırma kapsamında kalan hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine hükmedilmesi, Kanuna aykırı, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanun’un 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 03/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
(Kapatılan)15. Ceza Dairesi 2021/3813 E. , 2021/6518 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik Nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından sanığın mahkumiyetine ilişkin hükümler, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; Sanığın … Sanayi ve Limited şirketinin yetkilisi olduğu, müştekinin, sanığın yetklisi olduğu şirket ile arasında ticari ilişkiler olduğu ancak şirkete borcunun bulunmadığı halde, sanığın 09/06/2012 ödeme tarihli 35.500 TL tutarlı borçlusu müşteki olan alacaklısı kendi şirketi olan … Limited Şirketi yazılı bonoyu sahte olarak düzenleyerek … Bankası girişimci şubesine teminat olarak verip kredi kullandığı, krediyi ödemeyince banka tarafından müşteki hakkında Denizli 5.İcra Müdürlüğünün 2012/7581 esas sayılı dosyasında icra takibinde bulunduğu, bu icra takibi sonucu müştekinin olaydan haberdar olduğu, müştekinin banka tarafından hakkında yapılan icra takibi sebebiyle imzayı inkar ederek 1.İcra Hukuk Mahkemesinde dava açtığı, 1.İcra Hukuk Mahkemesince bononun imza incelemesi için Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, Adli Tıp Kurumun 18/06/2014 tarihli raporunda bonodaki keşideci imzasının müştekiye ait olmadığının tesbit edilmesi üzerine müştekinin imzaya itiraz davasının kabul edilerek icra takibinin durdurulduğu, böylece sanığın sahte bono düzenleyip kullanmak suretiyle resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarını işlediğinin iddia edildiği olayda; dosya kapsamında, UYAP’tan yapılan sorgulamada sanık hakkında Denizli 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/167 Esas sayılı dosyasında (iş bu dosyanın müştekisi) katılan …’ye ve diğer katılanlara yönelik resmi belgede sahtecilik, banka veya kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken krediyi sağlamak amacıyla dolandırıcılık, suçundan kamu davasının bulunduğunun anlaşılması karşısında, Denizli 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/167 Esas sayılı dosyasının getirtilip incelenerek, davaların aynı eylem nedeniyle açılıp açılmadığı belirlenip, mükerrer olup olmadığı tespit edildikten sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri zorunluluğu, Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 03/06/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Ceza Dairesi 2020/5298 E. , 2021/12317 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Açığa atılan imzanın kötüye kullanılması Sanığın, katılana sattığı ve bedeli katılan tarafından çekle ödenen traktörün devir işlemlerinin yapılmasına kadar teminat olması için kendisine boş bir şekilde imzalı olarak verilen suça konu senedi, 14.02.2005 keşide, 20.01.2010 ödeme tarihli ve 11.000 Euro bedelli olarak doldurup bu senede dayalı olarak katılan aleyhine icra takibi başlatılması şeklinde gerçekleşen eyleminin, TCK’nin 209/1. maddesindeki açığa imzanın kötüye kullanılması suçunu oluşturduğu ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 24/03/1989 tarih ve 1988/1-1989/2 sayılı ilamında açıklandığı üzere, senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun yazılı delille ispatı zorunlu olup, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun cevaz verdiği haller dışında iddianın yazılı delille ispatı gerekeceği nazara alındığında; katılanın soyut iddiası dışında, suç konusu bononun aralarındaki anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğuna dair yazılı delil bulunmadığı gözetilmeden, sanığın TCK’nin 209/1. maddesinde düzenlenen açığa atılan imzanın kötüye kullanılması eyleminden beraati yerine TCK’nin 209/2 göndermesiyle TCK’nin 207. maddesinde düzenlenen özel belgedesahtecilik suçundan mahkumiyetine hükmolunması, Yasaya aykırı, katılan ve sanık müdafisinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, 14.12.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
11. Ceza Dairesi 2021/10169 E. , 2021/14070 K. “İçtihat Metni” İNCELENEN KARARIN; MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇLAR : Dolandırıcılık, resmi belgedesahtecilik Sanığın, katılanın oğlu …’den tahsil amacıyla ön yüzü dolu, arka yüzü boş halde aldığı suça konu bononun arkasına katılanın ismini yazıp onun adına imzaladıktan sonra kendi ismini yazıp imzalayarak katılan aleyhine bonoyu takibe koyduğu iddia olunan olayda; ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 28.12.2004 tarih ve 2004/173-228 sayılı kararında açıklandığı üzere; yüklenen dolandırıcılık suçunun kamu kurumu olan İcra Dairesinin vasıta kılınmak suretiyle işlendiğinin iddia olunması karşısında, sanığın eylemlerinin 5237 sayılı TCK’nin 158/1-d ve 204/1 maddelerinde düzenlenen suçları oluşturup oluşturmadığına ilişkin delilleri takdir ve tartışmanın üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde hükümler kurulması, Yasaya aykırı, sanık müdafisinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkın gözetilmesine, 29.12.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
15. Ceza Dairesi 2019/12158 E. , 2020/11366 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık, resmibelgedesahtecilik HÜKÜM : Beraat Sanığın nitelikli dolandırıcılık ve resmibelgedesahtecilik suçlarından beraatına ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; Sanık …’nin, …’ın yetkilisi olduğu … Ltd. Şti’yi gayriresmi olarak devraldığı, tarafların bir aylık deneme süresi öngördükleri, sanık …’in bu deneme süresinde işlerden memnun olması halinde işyerini resmi olarak devralacağı konusunda anlaşma yapıldığı, bu süreçte sanık …’in katılanın yetkilisi olduğu … Tic. A.Ş.’den mal aldığı, malların karşılığı olarak 572,49 TL ve 500 TL’lik 2 adet bono verdiği ve bonolara … Ltd. Şti’nin kaşesini vurduğu, deneme süresi sonunda sanık …’in işlerden memnun olmadığı için şirketi almaktan vazgeçtiği, bonoların vadesi geldiğinde ise sanığın ve …’ın senet bedellerini ödemedikleri, sanığın bu şekilde atılı suçları işlediği iddia edilen olayda; Sanığın savunmalarında, …’ın kendisine mal alışverişleri sırasında şirket kaşesini kullanacabileceğini söylediğini, kendisinin de bu sözlü beyana istinaden katılan şirketten aldığı mallara karşılık verdiği senetlere şirket kaşesini basarak imza attığını, suç kastıyla hareket etmediğini, borcunu ödeyeceğini beyan ettiği, ayrıntısı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 30.03.1992 gün ve 80/98 sayılı kararında da belirtildiği üzere, belgedesahtecilik suçlarında önceden verilen rıza üzerine borçlu yerine onun imzasının atılmasında zarar verme bilinç ve iradesi ile hareket edilmediğinden suç kastından söz edilemeyeceği, sanığın suça konu senetlerdeki imzasını inkar etmediği ve borcunu kabul ettiği anlaşılmakla; sanığın suç işleme kastı bulunmadığı gerekçesiyle verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda, sanığa atılı suçların manevi unsurunun bulunmadığı gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin atılı suçların sübut bulduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükümlerin ONANMASINA, 11/11/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
9. Ceza Dairesi 2021/749 E. , 2021/3171 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü: A-Sanık … hakkında katılan …’ya karşı hakaret ve tehdit suçlarından kurulan hükmün incelenmesinde; Sanık hakkında hakaret ve tehdit suçlarından verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararların, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231/12. maddesi karşısında itiraza tabi olup temyizi mümkün bulunmadığından, aynı Kanun’un 264. maddesi de gözetilerek temyiz isteklerinin itiraz mahiyetinde kabulü ile merciince değerlendirilip karar verilmesi gerektiğinden, incelenmeyen dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİNE, B-Sanık …, hakkında tefecilik suçundan kurulan hükmün katılan …’nun, sanık müdafiinin ve İstanbul Vergi Dairesi’nin temyiz talepleri üzerine incelenmesinde; Sanık hakkında tefecilik suçuna ilişkin olarak; Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinde düzenlenen tefecilik suçu kanunun “Topluma Karşı Suçlar” başlıklı üçüncü kısmının dokuzuncu bölümünde düzenlenmiş olup suçun mağduru tüm toplumdur. Tefecilik ilişkisinde faiz karşılığı ödünç para alan kişi, iradi olarak faiz ilişkisinin tarafı olmakta olup gerçek anlamda suçun pasif failidir. Ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği tefecilik fiilinin aktif failinin kolayca tespitini sağlamak amacıyla ödünç para alan kişiyi cezalandırmamıştır. Bu halde tefecilik fiilinin pasif faili konumunda bulunan faiz karşılığı ödünç para alan kişinin suçun mağduru olarak kabulüne olanak yoktur. Bu kişilerin fail hakkında şikayetçi olmaları halinde açılan bir kamu davasındaki konumları ihbar eden niteliğindedir ve suçun doğrudan mağduru olmadıklarından davaya katılma hak ve yetkileri bulunmamaktadır. Bu nedenle sanık hakkında tefecilik suçundan açılan kamu davalarına Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 237. maddesine göre suçtan doğrudan zarar görmeyen müşteki …’nun katılma hakkı olmadığı, bu itibarla hükmü temyiz yetkisi bulunmadığından müştekiHakan Okuducu’nun temyiz talebinin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerekCeza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 317. maddesi gereğince REDDİNE, İncelemenin sanık müdafiinin ve İstanbul Vergi Dairesi’nin temyiz itirazlarıyla sınırlı olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü: Sanık hakkında tefecilik suçundan kamu davası açıldığı, Hazinenin bu suçun mağduru olduğu, bu sıfatının gereği olarak Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 233 ve 234. maddeleri gereğince kovuşturma evresinde sahip olduğu davaya katılma ve diğer haklarını kullanabilmesi için duruşmadan haberdar edilmesi gerektiği halde, usulen dava ve duruşmalar bildirilmeden, davaya katılma ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mağdur ve katılanlar için öngördüğü haklardan yararlanma olanağı sağlanmadan yargılamaya devam edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması, Kabule göre de; 1-Tefecilik suçlarında Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanma esaslarına ilişkin olarak; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03/06/2018 tarih ve 2018/149 Esas, 2018/163 Karar ve 13/11/2007 tarih ve 2007/171 Esas, 2007/235 Karar sayılı kararlarında vurgulandığı üzere; hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231/5-6 maddesindeki şartlar gözetilmek suretiyle seçenek yaptırımlara çevirme ve erteleme gibi diğer kişiselleştirme hükümlerinden önce hakim tarafından değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231/6-c maddesinde; suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle giderilmesi halinde, maddedeki diğer koşulların da varlığı halinde fail hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği hüküm altına alınmıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17/02/2015 tarih ve 2014/7-297 Esas, 2015/3 Karar sayılı ilamında vurgulandığı üzere; mahkemece, failin işlediği suç nedeniyle mağdurun veya kamunun zararı tespit edilerek, ödeme iradesini ortaya koyup hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep eden sanığa bu miktar bildirilerek zararı karşılayıp karşılamayacağı açıkça sorulduktan sonra sonucuna göre hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına karar verilmelidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26/05/2015 tarih ve 2013/3-546 Esas, 2015/163 Karar ve 03/02/2009 tarih ve 2008/11-250 Esas, 2009/13 Karar sayılı kararlarında vurgulandığı üzere; Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin uygulanmasında, suçun işlenmesi nedeniyle mağdurun oluşan zararının, kanaat verici basit bir araştırma ile belirlenecek maddi zararların esas alınması, manevi zararların bu kapsama dahil edilmemesi gerektiği kabul edilmiştir. Tefecilik suçunda; tefecilik yapan failden faiz, komisyon veya başka adlar karşılığında ödünç para alan kişiler, suçun doğrudan mağduru olmadıklarından, CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasında bu kişilerin maddi zararlarının göz önüne alınamayacağı açıktır. Nitekim 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Kesin hükümsüzlük” başlıklı 27. maddesi karşısında yasanın emredici normlarına aykırı olarak düzenlenen bir tefecilik sözleşmesi nedeniyle, sözleşme taraflarının doğrudan veya dolaylı olarak hukuki korumadan yararlanmaları olanaksızdır. Tefecilik suçu nedeniyle kamunun zararına ilişkin olarak ise; yukarıda vurgulanan Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 26/05/2015 tarih ve 2013/3-546 Esas, 2015/163 Karar ve 03/02/2009 tarih ve 2008/11-250 Esas, 2009/13 Karar sayılı kararları karşısında, tefecilik fiili nedeniyle oluşan kamunun maddi zararının, kanaat verici basit bir araştırma ile tespit edilebilecek nitelikte olmadığından Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin uygulanmasında göz önüne alınamayacaktır. Sonuç olarak; tefecilik suçlarından kurulan hükümlerde Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin uygulanmasında, aynı Yasa’nın 231/6-c maddesindeki “Zararın giderilmesi” koşulunun aranması olanaksızdır. Bu açıklamalar ışığında dosya kapsamı, bilgi ve belgelere göre; Mahkemece sanığa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğinin sorulması sonrasında, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231/5 ve 231/6-a-b madde ve bentleri kapsamında değerlendirme yapılması gerekirken “Karşı tarafın zararı tanzim edilmediğinden” gerekçesi ile sanık hakkında Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi, 2-28.06.2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Yasa’nın 81. maddesi ile değişik 5275 sayılı Kanun’un 106/3. maddesi hükmüne aykırı olarak infaz yetkisini kısıtlayacak şekilde ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin sanığa ihtarına karar verilmiş olması 3-Kısa süreli olmayan hapis cezası ertelenen sanık hakkında Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun 53/1. maddesiyle ilgili iptal kararının uygulanmaması, Kanuna aykırı, sanık müdafiinin ve müşteki Hazine vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi de gözetilerek Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 321. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, 16/06/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
18. Ceza Dairesi 2016/10590 E. , 2019/936 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hakaret HÜKÜM : Mahkumiyet KARAR Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; 1- Sanığın aşamalarda facebook üzerinden mesajları kendisinin paylaşmadığını savunması karşısında, dosya kapsamına göre suça konu facebook hesabında paylaşıldığı kabul edilen hakaret içerikli mesajların, sadece şikayet dilekçesi ekindeki “siyah beyaz ekran çıktısı” na dayanılarak varlığının kabul edildiği somut olayda, facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde, şikayet dilekçesi ve dayanağı ekindeki mesajların paylaşılıp paylaşılmadığının tespit edilmesi, mesajların varlığının tespit edilmesi halinde suça konu paylaşımların yapıldığı facebook hesabının kime ait olduğunun tespiti için, sosyal paylaşım sitesinin yer sağlayıcısı olan şirketten, tespit edilen mesajların ne zaman ve hangi IP numaralarından geldiğinin sorulması, daha sonra da tespit edilecek IP numaralarının kime ait olduğu araştırılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik incelemeyle hüküm kurulması, 2- Karar tarihi itibariyle CMK’nın 231/6. maddesi uyarınca, engel mahkumiyeti bulunmayan sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak, yeniden suç işleyip işlemeyeceği konusunda bir değerlendirme yapılıp, ayrıca suç nedeniyle maddi bir zarar doğup doğmadığı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gözetilmesi gerekirken; “kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurulduğunda ileride suç işlemekten çekineceğine dair mahkememizde olumlu kanaat hasıl olmadığından” biçimindeki gerekçe ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verildiğinin anlaşılması karşısında; talimatla ifadesi alınan ve dolayısıyla hakimin görmediği sanık hakkında hangi gerekçelerle böyle bir sonuca ulaşıldığının Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde belirtilmemesi, 3- Hakaret suçu aleni bir şekilde işlenmesine karşın, sanık hakkında TCK’nın 125/4. maddesinin uygulanmaması, Kanuna aykırı, sanık … müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yeniden hüküm kurulurken aleyhe temyiz olmadığından, 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 09/01/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
15. Ceza Dairesi 2017/36634 E. , 2021/4101 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Bilişim sistemleri banka veya kredi kurumlarının araçolarakkullanılmasısuretiyledolandırıcılık HÜKÜM : TCK’nın 158/1-f-son, 168/1, 62, 52/2-4, 50, 52/2-4. maddeleri uyarınca mahkumiyet Bilişim sistemleri banka veya kredi kurumlarının araçolarakkullanılmasısuretiyledolandırıcılık suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; Sanığın, www…..com sitesine 1.400 TL’ye satılık tablet pc ilanı verdiği, cep telefonu ile irtibat kuran müşteki …’ın 1.400 TL’yi sanığın 5388126 numaralı posta çeki hesabına yatırdığı, ancak sanığın tablet pc’yi göndermeyip yurt dışından geleceğini söyleyerek müştekiyi oyaladığı ve bu şekilde atılı suçu işlediğinin iddia edildiği olayda; sanık savunması ve müşteki beyanı ile tüm dosya kapsamından, nitelikli dolandırıcılık suçunun sanık tarafından işlendiğine ilişkin mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki bozma isteyen görüşe iştirak edilmemiştir. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; sanığın, yerel mahkemenin yeterli inceleme ve araştırma yapmadan yazılı şekilde hüküm kurduğuna, delillerin değerlendirmesinde isabetsizlik olduğuna, müştekinin parası ödendiği için ortada suç unsuru bulunmadığına, yasaların aleyhe değerlendirildiğine, verilen cezanın fahiş olduğuna ilişkin ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA, 05/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
18. Ceza Dairesi 2015/32551 E. , 2017/5520 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi SUÇLAR : Tehdit, kasten yaralama, hakaret HÜKÜMLER : Beraat, mahkumiyet KARAR Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: 1- Sanık … hakkında tehdit suçundan verilen beraat kararının gerekçesine yönelik olmayan temyizde hukuki yararı bulunmadığı anlaşıldığından, 5320 sayılı Kanunun 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca, sanık …’un, tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ İSTEĞİNİN REDDİNE, 2- Sanık … hakkında kasten yaralama suçundan kurulan hükmün temyizinde; Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; Sanığa yükletilen kasten yaralama eylemiyle ulaşılan çözümü haklı kılıcı zorunlu öğelerinin ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğinin Kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, Anlaşılmış ve ileri sürülen başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmediği gibi hükmü etkileyecek oranda hukuka aykırılığa da rastlanmamıştır. Ancak; a) TCK’nın 53/1-b maddesinde yer alan hak yoksunluğunun uygulanmasına ilişkin hükmün, Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararıyla iptal edilmesi nedeniyle uygulanma olanağının ortadan kalkmış olması, b) TCK’nın 53/1-c maddesindeki hak yoksunluklarından, kendi alt soyu yönünden koşullu salıverme tarihine, kendi alt soyu dışındakiler bakımından ise cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına karar verilmesi yerine, (c) bendindeki tüm haklardan koşullu salıverme tarihine kadar yoksunluğa karar verilmesi, Kanuna aykırı, sanık …’un temyiz iddiaları bu nedenle yerinde ise de, bu aykırılıklar yeniden duruşma yapılmasına gerek olmaksızın düzeltilebilir nitelikte olduğundan, temyiz edilen kararın açıklanan noktaları tebliğnameye kısmen uygun olarak, TCK’nın 53/1 maddesinin uygulanmasına yönelik maddeden “b” ibaresinin çıkartılması ve “TCK’nın 53/1-c maddesindeki hak yoksunluklarından kendi alt soyu yönünden koşullu salıverme tarihine, bunlar dışındakiler bakımından ise cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” biçiminde değiştirilmek suretiyle HÜKMÜN DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 3- Sanık … hakkında hakaret suçundan kurulan hükmün temyizinde; Hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye yönelik olarak gerçekleşmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Öte yandan kendilerine belirli idari yetkiler verilmiş görevlilerin, sözlerine ve eylemlerine getirilen eleştirilere daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiği AİHM içtihatlarında kabul edilmektedir. AİHM, kamu görevlilerine karşı yapılmış hakaret içerikli ifadelerle ilgili bir başvuruda, başvuruya konu sözlerin, kamuoyunun söz konusu görevlinin performansına duyduğu güveni ortadan kaldırmaya yönelik gerçek bir tehlike meydana getirip getirmediğini incelemektedir. Yargılamaya konu somut olayda; sanık …’un talimat duruşmasında ifadesini alan Hakime hitaben “alay ederek cevap verdiği” ve sonrasında söylediği kabul edilen “adama bak, biz başka suçtan geliyoruz, adam yeni suç çıkarıp duruyor, ben senin gibi ne hakimler gördüm, 17 yıldır cezaevindeyim” şeklindeki sözünün mağdurun onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı hitap tarzı niteliğinde olduğu, dolayısıyla hakaret suçunun unsurları itibari ile oluşmadığı gözetilmeden, sanığın beraatı yerine mahkûmiyet kararı verilmesi, Kanuna aykırı, sanık …’un temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 10.05.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
6. Ceza Dairesi 2021/5506 E. , 2021/20638 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Nitelikli hırsızlık HÜKÜM : Mahkumiyet Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü: Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hakimin takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşılmış, diğer temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir. Ancak; 1-6545 sayılı Yasa’nın 62. maddesi ile değişik TCK’nın 142/2-h maddesinin 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdiği ve suç tarihinin 13.05.2013 olduğunun anlaşılması karşısında; sanığın suç tarihinde yürürlükte bulunan ve lehe olan TCK’nın 142/1-b maddesi gereğince cezalandırılması yerine, suç tarihinde yürürlükte olmayan TCK’nın 142/2-h maddesi ile hüküm kurulması, 2-Sanığın, müştekiye ait işyerinden çaldığı sadaka kutusunda 100 TL civarında para bulunduğunun anlaşılması karşısında; suçun işleniş şekli ve özellikleri itibariyle ceza vermekten vazgeçilemeyecek ise de, hırsızlık konusunu oluşturan malın değerinin az olması nedeniyle TCK’nın 145. maddesi gereğince verilen cezadan belirlenecek oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 29.12.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
8. Ceza Dairesi 2014/6511 E. , 2014/20124 K. “İçtihat Metni” Tebliğname No : 8 – 2013/217169 MAHKEMESİ : İstanbul 45. Asliye Ceza Mahkemesi TARİHİ : 12/06/2012 NUMARASI : 2011/1075 (E) ve 2012/746 (K) SUÇ : Hakkı olmayan yere tecavüz Gereği görüşülüp düşünüldü: Sanıkların, katılanın kiracı olarak oturduğu taşınmazın kapı ve kilitlerini, kirayı alamadıklarından bahisle değiştirmek suretiyle kiracı olan şikayetçinin faydalan- masına engel oldukları anlaşılmakla; sanıklara atılı hakkı olmayan yere tecavüz suçunun sübut bulduğu gözetilmeden, mahkumiyetleri yerine yazılı gerekçe ile beraatlerine karar verilmesi, Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 17.09.2014 gününde oybirliğiyle karar erildi.
12. Ceza Dairesi 2019/5470 E. , 2021/3094 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suçlar : Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme, haberleşmenin gizliliğini ihlal Hükümler : 1- Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan TCK’nın 44. maddesi gereğince ceza tayinine yer olmadığına 2- Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan TCK’nın 132/1, 132/1-2, 62, 51/1-3. maddeleri gereğince mahkumiyet Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan sanık hakkındaki ceza tayinine yer olmadığına ilişkin hüküm, mahalli Cumhuriyet savcısı tarafından, haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, mahalli Cumhuriyet savcısı ve sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, mahalli Cumhuriyet savcısının suç vasfına yönelen ve sanığın sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; 1- Şikayet dilekçesi, sanık hakkında düzenlenen iddianame ve dosya kapsamına göre, resmi nikahlı eşi olan katılan …’in sadakatinden kuşkulanan ve aldatıldığını düşünen sanık …’ın, daha sonra açacağı boşanma davasındaki iddialarını delillendirmek amacıyla, katılana ait cep telefonuna gizlice casus program yüklemesi ve bu program aracılığıyla katılanın başka kişilerle yaptığı telefon görüşmelerini kayıt altına alması nedeniyle TCK’nın 244/2. madde ve fıkrasındaki sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme ile aynı Kanunun 132/1. madde ve fıkrasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarını işlediğinin iddia edildiği olayda; Katılanın tarafı olduğu haberleşme içeriklerini, üçüncü kişi ya da kişilerle paylaştığı ve/veya çoğaltarak dağıttığına ilişkin hakkında bir iddia ileri sürülmeyen sanığın, kendisine ve aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırı altında ve başkaca şekilde ispatlanması mümkün olmayan bir hal içerisinde iken, kaybolma olasılığı bulunan delillerin muhafazasını sağlayıp, boşanma davasına sunarak, aile içi geçimsizliğin kaynağının, katılanın güven sarsıcı ve olumsuz davranışları olduğunu ispatlama amacını taşıyan eylemlerinde, hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle davranmaması nedeniyle sanığa yüklenen sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme ve haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarından dolayı sanık hakkında CMK’nın 223/2-a madde, fıkra ve bendi gereğince beraat hükümleri kurulması gerekirken, yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle yazılı şekilde karar verilmesi, 2- Kabul ve uygulamaya göre de: a) Sanığın, katılana ait cep telefondaki metin mesajlarına, arama geçmişine, elektronik posta hesaplarına, web tarayıcısı ile gezilen sayfalara ve telefonun GPS konumuna erişim imkanı sağlayan casus programı, katılana ait cep telefonuna gizlice yüklemesi ve böylece katılana ait cep telefonuna izinsizce giriş yapabilme imkanına sahip olması ile bu programa ilişkin internet sitesi üzerinden eriştiği katılanın cep telefonundaki gelen ve giden aramaların ekran görüntülerini, telefon arama kaydının fotoğraflarını, facebook ekran görüntülerini, katılanın başka kişilerle yaptığı telefon görüşmelerini kaydetmesi eylemlerinin “bir fiil” olarak kabul edilemeyeceği ve TCK’nın 44. maddesindeki fikri içtima koşullarının oluşmadığı gözetilmeden, sanığa yüklenen sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan yazılı şekilde karar verilmesi, b) Sanığın bir fiili ile sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme ve haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarını işlediği ve TCK’nın 44. maddesi gereğince bunlardan en ağır cezayı gerektiren haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği kabul edildikten sonra, sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan “hüküm kurulmasına yer olmadığına” karar verilmesi gerekirken, “ceza tayinine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi, c) Sanık hakkında uzlaştırma kapsamına giren haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunun, bu kapsama girmeyen sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçu ile birlikte işlendiği iddiasıyla kamu davası açılmasından dolayı soruşturma evresinde usulüne uygun olarak uzlaştırma yoluna gidilmediği; ancak, sanığın bir fiili ile sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme ve haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarını işlediği kabul edilip, TCK’nın 44. maddesi gözetilerek, sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan ceza tayinine yer olmadığına karar verilmesi ve CMK’nın 253/3. madde ve fıkrası koşullarının oluşmaması karşısında, haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu ile ilgili olarak CMK’nın uzlaşma başlıklı 253 ve 254. madde hükümleri uygulanmak suretiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, uzlaştırma işlemleri tamamlanmadan yargılamaya devamla yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması, d) Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçundan hükmolunan uzun süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak TCK’nın 53. maddesinin 1. fıkrasında yazılı hak yoksunluklarına, aynı maddenin 3. fıkrası da nazara alınarak, hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Kanuna aykırı olup, mahalli Cumhuriyet savcısının ve sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince kısmen isteme uygun olarak BOZULMASINA, 24.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
18. Ceza Dairesi 2018/3616 E. , 2019/598 K. “İçtihat Metni” KARAR Kişinin hatırasına hakaret suçundan sanık …’ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 130/1, 62/1 ve 52. maddeleri gereğince 3.000,00 Türk Lirası adlî para cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231/5. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair Kızıltepe 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 28/02/2018 tarihli ve 2017/719 esas, 2018/290 sayılı kararının, Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, 10/05/2018 gün ve 39556 sayılı istem yazısıyla Dairemize gönderilen dava dosyası incelendi. İstem yazısında; “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216/3. maddesinde yer alan, “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklindeki düzenleme karşısında, somut olayda sanığın facebook adlı sosyal paylaşım sitesindeki hesabında, şehit …’in fotoğrafının altına yaptığı yorumda, “Ne şehittir ne gazi b… yoluna gitti niyazi” şeklinde ifadeler kullanması şeklinde gerçekleşen eyleminin, anılan Kanun’un 216/3. maddesindeki düzenlenen suçu oluşturacağı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir. Hukuksal Değerlendirme: Somut bir tehlike suçu olarak 5237 sayılı TCK’nın 216. maddesinde düzenlenen ve kamu düzenini, toplum huzurunu/barışını himaye eden, esas itibariyle nefret söylemini sınırlandırmayı hedefleyen Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek suçu; halkı, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik edilmesini cezalandırmaktadır. Mahiyeti ve yapısı itibariyle Anayasa’nın 26., AİHS’nin 10. maddeleri ile teminat altına alınan, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti bağlamında suç tanımında gösterilen hassasiyetin uygulamada da gözetilmesinde zaruret bulunduğundan, kamu düzeni ve toplum huzurunu korumak gibi meşru bir amaca yöneldiğinde kuşku bulunmayan müdahalenin, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığının ve hakkın özüne dokunmadan ölçülü/orantılı bir müdahale olup olmadığının olaysal olarak mahkemece değerlendirilmesi gerekir. Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere; Suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail subjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir red veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Diğer bir tabirle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermelidir.Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır. Kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hal” olarak açıklanabilir, “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddet tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir. Türk Ceza Kanunun 216. maddesinde yer alan düzenleme, doğrudan ifadenin içeriğini hedefe alarak bir sınırlama öngörmemektedir. İfadenin iletişimsel etkisinin muhatapları üzerinde yarattığı varsayılan etkiyi değil, somut vakıada kullanılan ifadenin yaratmış olduğu etkiyi dikkate almaktadır. Kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenirken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesine bakmak gerekir. Hakim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak ve noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. TCK’nın 216/3. maddesinde düzenlenen suçun hareket unsuru; halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri kamu barışını bozmaya elverişli biçimde alenen aşağılamaktır. Buradaki dini değerlerden maksat, inanç sistemi, dini büyükler, ibadet yer ve şekilleri gibi o inanışı temsil eden ve inananlarca dini kıymet atfedilen her türlü şey anlaşılmalıdır. Madde metnindeki asıl hareket unsuru dini değerleri aşağılamaktır. Doktrinde aşağılamak “değer vermemek, önemsiz, anlamsız, gereksiz ve yararsızlığını belirterek kişilerdeki saygı ve güven duygularını sarsmak” olarak tanımlanmıştır. Bu aşağılamanın mutlaka alenen yapılması gerekir, aleniyet suçun kurucu unsurudur. Her türlü aşağılama, 216/3. maddesinde düzenlenen suçu oluşturmaz, bu aşağılamanın kamu barışını bozmaya elverişli niteikte olması gerekir. Kamu barışını bozmaya elverişli olmaktan maksat ise, aşağılama fiilinin bireylerin taşıdıkları, barış esasına dayalı bir hukuk toplumunda yaşadıklarına dair duyguyu zedelemesi veya zedeleme ihtimalinin somut biçimde ortaya konmasıdır. Görüldüğü gibi bu suç bir tehlike suçu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahse konu eylemin gerçekleştirilmesi ile, halkın dini değerlerinin aşağılandığı duygusuna kapılması önemli değildir. Objektif olarak eylemin aşağılayıcı nitelikte olması yeterlidir. Ayrıca bu suç somut bir tehlike suçu olarak kabul edilmelidir. Bu suretle hakim kararında suça konu eylemle ne şekilde kamu barışının bozulmaya elverişli olduğunu tartışmak durumundadır. Başka bir deyişle, dini değerlerin her türlü aşağılanması anılan suçu oluşturmamaktadır, aynı zamanda bu aşağılamanın kamu barışını bozmaya elverişli olması da gerekir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/04/2009 tarih, 2007/8-244 Esas ve 2008/92 Karar sayılı ilamında; “Düşünce özgürlüğü ile ilgili gerek uluslar arası hukuk ve gerekse ulusal hukuk alanında ayrıntılı düzenlemeler bulunmaktadır. 10 Aralık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 19. maddesi; “Herkesin fikir ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, ülke sınırları sözkonusu olmaksızın bilgi ve görüşleri her yoldan aramak, almak ve yaymak özgürlüğünü kapsar” hükmünü, 16 Aralık 1966 tarihli Birleşmiş Milletler, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 19. maddesi; “1- Herkesin, söz özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak gerek sözlü, yazılı ya da basılı veya sanat eseri şeklinde, gerekse seçilen diğer herhangi bir yoldan, ülke sınırları sözkonusu olmaksızın, her türlü haber ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü içerir.” hükmünü 4 Aralık 1950 tarihli İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları sözkonusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir.” hükmünü İçermekte, Bunun yanısıra; 21 Kasım 1990 tarihli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı’nda; “İnsan hakları ve temel hürriyetler, tüm insanların doğumlarıyla birlikte iktisap ettikleri vazgeçilmez haklardır ve kanunlarla garanti altına alınmışladır. Bunların korunması ve gelişti¬rilmesi devletin başta gelen görevidir. Bunlara saygı, zorba bir devlete karşı asıl güvenceyi oluşturur. Bunlara uyulması ve tam olarak uygulanması hürriyetin, adaletin ve barışın temelidir.” “…Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. Demokrasi, ifade hürriyetinin, toplumun her kesimine karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir.” 13 Ekim 2004 tarihli Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma’nın II-71. maddesinin 1. fıkrasında; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, bir görüş sahibi olma ve haberlerle fikirleri, kamu yetkililerinin herhangi bir müdahalesiyle karşılaşmadan ve sınırlardan bağımsız olarak alma ve bildirme özgürlüklerini de içine alır.” kuralları yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 13. maddesi; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmünü 14. Maddesi; “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz. Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir.” hükmünü 25. maddesi; “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.” “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” hükmünü 26. Maddesi ise, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fikra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”hükmünü taşımaktadır. Açıklanan normlar birlikte değerlendirildiğinde; özgürlüklerin demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği ve düzeninin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması veya yargı gücünün otorite veya tarafsızlığının korunması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlama ve yaptırımlara tabii tutulacağı anlaşılmaktadır. Ancak, düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin düzenlemelerin olabildiğince dar yorumlanması gerektiği, sınırlandırma için, önemli bir toplumsal gereksinim veya zorunluluğun bulunması, bu sınırlandırmanın meşru bir amacı gerçekleştirmek için yapılması, sınırlandırmada asla aşırıya gidilmemesi ve her hal ve koşulda sınırlandırmanın bireysel ve toplumsal gelişimi zedelemeyecek ölçüde olması görüşü genel ve yoğun bir kabul görmüştür. Bu bağlamda; günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, ifade özgürlüğü gittikçe daraltılan kısıtlamalar dışında, geniş bir yelpazeyle korunmakta ve anılan özgürlüğün sağladığı haklardan bireyler ve toplumlar en geniş şekilde yararlandırılmaktadır. Ne var ki; İftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini zor ve cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, farklılıklar arasında nefret, ayrımcılık, kavga, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan beyan, ifade ve eylemler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır. B) Düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırlandırılması bakımından; 765 sayılı TCY’nın 312 ve 5237 sayılı TCY’nın 216. maddelerinin değerlendirilmesi; Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu olarak da adlandırılan TCY’nın 312/2. maddesindeki suç düzenlemesi ; Resmi Ceridede yayımlanan ilk metinde; “… cemiyetin muhtelif sınıflarını umumun emniyeti için tehlikeli bir tarzda kin ve adavete tahrik eyleyen kimse…..mahkûm olur.” şeklinde iken, 09/07/1953 gün ve 6123 sayılı Yasa ile; “…cemiyetin muhtelif sınıflarını umumun emniyeti için tehlikeli bir tarzda kin ve adavete tahrik eyleyen kimse…..mahkûm olur. Yukarı ki fıkrada yazılı suçları neşir yolu ile işliyenlere verilecek ceza bir misli arttırılır.” biçiminde değiştirilmiş, 07/01/1981 gün ve 2370 sayılı Yasanın 13. maddesiyle; “……………. Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse…….cezalandırılır. Bu tahrik umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek şekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte birden yarıya kadar arttırılır. Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları 311 nci maddenin ikinci fıkrasında sayılan vasıtalarla işleyenlere verilecek cezalar bir misli arttırılır.” şeklinde yeni bir değişikliğe uğramış, 06/02/2002 gün ve 4744 sayılı Yasa ile de; Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçlar 311 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen araçlar veya şekillerle işlendiğinde verilecek cezalar bir katı oranında artırılır.” biçiminde değiştirilmek suretiyle inceleme konusu suç bugünkü halini almıştır. Anılan normun değişim süreci bu düzenlemeyle de sona ermemiş; 01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasa’nın 216. maddesinde ise; “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” başlığı ile; “(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması hâlinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” biçiminde yeni bir düzenleme gündeme gelmiştir. Anılan bu yasa hükümleri değerlendirildiğinde, Ceza Genel Kurulu kararlarında da belirtildiği üzere; Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenen suçun oluşabilmesi için öncelikle suçun koruduğu hukuksal değerin, kamu düzeni olduğu belirtilmelidir. Nitekim 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın Beşinci Babı “Ammenin Nizamı Aleyhine İşlenen Cürümler” başlığını taşımaktadır. Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesinde 4744 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle esasen Beşinci Babda olmasına karşın kamu düzeni kavramı madde metnine konulmakla norm, içtihatlar ışığında soyut tehlikeyi değil somut tehlikeyi cezalandırır hale dönüşmüştür. Bir başka ifadeyle korunan hukuksal değer, somut tehlike ile karşı karşıya kalmalıdır. Gerekçede de ifade edildiği üzere, “tehlike suçları, ifade özgürlüğünün kullanılması bakımından etrafında duraksamalara, yanlış anlaşılmalara elverişli bir alan yaratırlar. Bu bakımdan demokratik hukuk düzenlerinde, tehlike suçu yaratmaktan olabildiğince sakınılır, ancak, teknolojinin insan yaşamına bu derecede egemen olduğu bir dönemde bireyler, tehlikelerle çevrilmiş olarak yaşadıkları için tehlike suçlarına yer vermek zorunlu olmaktadır.” 4744 sayılı Yasa ile 312. maddede değişiklik yapılırken, gerekçede; “çağdaş demokratik ceza hukuku şu yolu veya stratejiyi uygulamaktadır; soyut (mücerret) tehlikeyi değil, somut tehlikeyi suç haline getirmek, somut tehlike suçlarını kabul etmek ve değişik maksatlarla yapılan açıklamaları, gerçek unsurları itibariyle belirlenmiş bir tehlikeyi ortaya çıkarmaları halinde cezalandırmak, yani zorunluluk hallerinde tahriki cezalandırmak için bunun somut bir tehlikeye meydan verecek nitelikte olup olmadığına bakmak. Bu yaklaşım, Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi’nin geliştirdiği bir ölçü ile ‘açık ve mevcut tehlike’… kavramına da uygundur.” açıklamasına yer verildiği görülmektedir. 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın Beşinci Bölümünün başlığı da “Kamu Barışına Karşı Suçlar” başlığını taşımakta, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçu da bu bölümün içinde, 216. maddede yer almaktadır. 765 sayılı TCY.nın 312. maddesini değiştiren 4744 sayılı Yasanın gerekçesi, bir bakıma 5237 sayılı Yasa ile kabul edilen Türk Ceza Yasası’nın 216. maddesinin 1. fıkrasında, “hüküm” haline gelmiştir. Gerçekten de, gerekçede kullanılan açık ve mevcut tehlike kavramı norm alanına girmiş, kamu düzeni ise, kapsamı daraltılarak -kamu sağlığını da içerir tarzda- kamu güvenliği olarak maddede yerini almıştır. Ancak, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin kullandığı açık ve mevcut tehlike kriteri yeni düzenlemede, önceki hükmün gerekçesinden farklı bir şekilde, açık ve yakın tehlike kavramı olarak benimsenmiş; yasama organındaki görüşmelerle “mevcut” sözcüğünün konulmasına ilişkin önerge kabul edilmemek suretiyle açık ve yakın tehlike ile açık ve mevcut tehlike kavramlarının aynı olmadığı da örtülü bir biçimde ortaya çıkmıştır. Nitekim düzenleme ile değişiklik önergesi karşılaştırılır ve açıklama yapılırken, “yakın” ve “mevcut” sözcüklerin aynı anlama geldiğinin belirtilmesine karşın, “Zaten tehlike mevcutsa, suç teşekkül etmiş demektir” denilerek somuta indirgendiğinde dolaylı olarak farklılığa işaret edilmiştir. 5237 sayılı TCY’nın 216. maddesinin gerekçesinde; “Fıkra metninde; fiilin kamu güvenliğini tehlikeye düşürecek biçimde yapılması arandığı için, suç; soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılmış, somut tehlike suçu hâline getirilmiştir. Bu suretle, çağdaş hukuktaki soyut tehlike suçlarını azaltma yönündeki eğilim dikkate alınmış, temel hak ve hürriyetlerin kullanım alanı genişletilmiştir. Bu düzenleme sayesinde “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir. Söz konusu suçun oluşması için, kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Bu somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlerken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesinin gerçekleşmesi gerekir. Hâkim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. Bu kapsamda, kişinin söz ve davranışlarının kamu güvenliğini bozma açısından yakın bir tehlike oluşturduğunun tespit edilmesi gerekir. Kişinin söz ve davranışlarının, halkın bir kesimi üzerinde tahrik konusu fiillerin işleneceği hususunda duyulan endişeyi haklı kılacak bir etki oluşturması gerekir. İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında “açık ve mevcut tehlike” kriterinin var olması gerekir. Buna göre, yapılan konuşma veya öne sürülen düşünceler toplum açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturduğu takdirde yasaklanabilmekte, keza böyle bir tehlikenin varlığı somut olarak, açıkça tespit edilmedikçe söz konusu suçtan dolayı cezalandırma yoluna gidilemez.” açıklamasına yer verilmiştir. 216. maddenin 1. fıkrası TBMM Genel Kurulu’nda verilen bir önerge ile değiştirilmiş olup, değişiklik gerekçesi de; “Ülkemizde ifade özgürlüğünün genişletilmesi süreci ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığı da göz önünde tutularak, madde metnine, ifade özgürlüğünün kapsamını genişletmek amacıyla “açık ve yakın tehlike” koşulu eklenmiştir. Buna göre, söz konusu suçun oluşması için işlenen fiil nedeniyle kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması gerekir. Açık ve yakın tehlikenin belirlenmesinde hâkimin, böyle bir durumun ortaya çıktığına dair somut olguların varlığına ilişkin dayanak noktalarını tespit etmesi ve kararında göstermesi zorunludur.” açıklamasını taşımaktadır. Açık ve mevcut tehlike ölçüsünde, açıklık, tehlikenin, kuşkuya meydan vermeyecek şekilde ortada çıkmasını; yakınlık ise, düşünce açıklamasında kullanılan kelimelerin somut tehlike yani zarar yaratma olasılığına yakın olmasını ifade etmektedir. Zararın ortaya çıkması olasılığının kaçınılmazlık ölçüsünde yüksek olmasının yanı sıra, düşünce açıklamasının açık ve doğrudan bir tehdit içerip içermediği de her somut olayda ayrı ayrı denetlenmelidir. Öte yandan, gerek 765 sayılı TCY’nın 312. maddesinin gerekse 5237 sayılı TCY’nın 216. maddesinin yorumlanmasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının da gözetilmesi gerekmektedir. Öğretide de AİHM kararlarının gözetilmesi gerektiği görüşü benimsenmektedir. AİHM’nın, İHAS’nın 10. maddesi kapsamında düşüncenin açıklanması özgürlüğü ile ilgili kararlarında, düşüncenin açıklanması özgürlüğünün sınırlanmasında aradığı koşullar; a- Yasal bir düzenleme bulunması, b- Sınırlamanın meşru bir amaçla yapılması, c- Sınırlamanın demokratik bir toplum için gerekli olması, d- Yasallık ilkesine uygun olarak verilen cezanın, güdülen meşru amaçla orantılı olması, şeklindedir. AİHM kararlarında, bu koşullar ışığında olaysal değerlendirme yapılmakta, düşünceyi açıklama özgürlüğünün asıl, kısıtlamanın istisna olduğu ortaya konarak, “şiddet içermeyen ya da şiddeti tavsiye etmeyen” açıklamaların hukukun koruma alanında olduğuna işaret olunmakta, hatta bu korumanın aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici karşı görüşlere bile tahammülü gerektirdiği vurgulanmaktadır. Nitekim bu ölçüt, Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, Erdoğdu/Türkiye ve Gündüz/Türkiye kararlarında açıkça ortaya konmuştur. Bu açıklamalar ışığında 765 sayılı TCY’nın 312. maddesinde düzenlenen suçun oluşması için; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun emsal kararlarında da işaret olunduğu üzere; 1- Eylemin aleni yapılması, 2- Kışkırtmanın; sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılıklarından en az birine dayanılarak ve bu kesimleri karşı karşıya getirmek amacıyla gerçekleştirilmesi, 3- “Suç ve ceza da yasallık ilkesi” nedeniyle aynı sosyal sınıf, aynı ırk, aynı din, aynı mezhep ya da aynı bölgeye mensup olup da farklı görüş veya düşünceye sahip olanların yek diğerine karşı kışkırtılması halinde anılan suçun oluşmayacağının tam bir netlikle bilinmesi ve gözetilmesi, 4- Kışkırtmanın, anılan farklı halk topluluklarını birbirine karşı düşmanlığa veya kin beslemeye sevk etmesi ve fakat bu halin “kamu düzeni” için tehlikeli olabilecek bir şekilde ve sonucu gerçekleştirmeye yetecek düzey ve etkinlikte olması, AİHM’nın ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile 8. Ceza Dairesi’nin birçok kararına isabetle yansıtıldığı üzere, kışkırtmanın şiddet çağrısını içermesi ve bu çağrının etkin düzeyde gerçekleşmesi, 5- 4744 sayılı Yasa gerekçesinde de açıklandığı üzere, tanımlanan tehlikenin soyut olmayıp somut ve yakın tehlike olduğunun kitlelerdeki yorum, etkileşim ve hareketler de izlenerek değerlendirmeye tâbi tutulması, 6- Ne var ki, ilk bakışta açıkça saptanamasa dahi, muhatabı kitlenin algılayabileceği maharetli bir gizlilik altında yapılan düşmanlığa veya kin beslemeye elverişli şiddet çağrılarının, yakın tehlike yaratıp kamu düzenini tehlikeye sokacak somutluğa ulaşması hallerinde, suçun oluşacağının kabul edilmesi, 7- Tek başına yeterlilik arzetmeyen ancak, önceden veya sonradan yapılanlarla birlikte değerlendirildiğinde aynı okuyucu veya dinleyici kitlesine hitap ediyor oluşu nedeniyle, kitlelerde kin ve düşmanlık birikimi yaratacağında kuşku bulunmayan eylemlerin, anılan suçu oluşturabileceğinin, ancak bunun için, bütünün parçalarının ayrı hükümlere konu edilmeyerek toplu şekilde yargılanmasının gerekli olacağının bilinmesi, 8- Öngörülen suç unsurlarından herhangi birinin eksikliği veya yeterlik ölçüsünün bulunmayışı durumunda tanımlanan cürmün oluşmayacağı, 9- Ceza Yasası uygulamalarında, genişletilen ve kıyas düzeyine varan yorumlarla suçun varlığına hükmedilemeyeceği, bu itibarla yasal sınırlılıkla belirlenen farklılıkları tahrike yönelmeyen, şiddet çağrısını içermeyen, somut ve yakın tehlike düzeyine de ulaşmamış kışkırtmalara, dolaylı ve zorlayıcı soyutlukla anılan unsurları yakıştırarak, TCY’nın 312/2. maddesindeki suçun oluştuğunu kabullenmenin olanaklı bulunmadığı, ceza yargısında kıyas yoluyla suç oluşturmanın kabul edilemeyeceğinin asla göz ardı edilmemesi gerektiği, 10- “Kuşkunun lehe yorumlanacağı” temel ilkesi gereği; aleniyetin varlığında, tahrikin yasada açıklanan farklılaşmalara dayalı olup olmadığında, anılan farklılıklara dayalı halk kesimlerinin birbirine karşı düşmanlığa veya kin beslemeye sevk edilip edilmediğinde ya da sevk ediliyorsa eylemin bu sonucu yaratmaya yeterli bulunup bulunmadığında, “farklılıkların birlikteliğine dayalı kamu düzeni”ni bozabilecek etkinliğe ulaşıp ulaşamadığında, soyutluktan kurtulup somut ve yakın bir tehlike haline dönüşüp dönüşmediğinde ve nihayet şiddet çağrısını taşıyıp taşımadığında kuşku hali doğduğunda; öncelikle bu kuşkunun aşılması gerektiğinin ve aşılamıyorsa, yorumun sanık yararına olması ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi doğrultusunda yapılması icap edeceğinin gözönünde tutulması, Zorunluluk arz etmekte, ceza yargıcının yargıladığı her olayı bu ilkeler ışığında değerlendirmesi gereği açıklık kazanmış bulunmaktadır. Bu ilkelerin, 5237 sayılı TCY’nın 216/1. maddesinde düzenlenen suç açısından da uygulanacağı açıktır. Ancak, 765 sayılı TCY’nın 312. maddesinde “kamu düzeni” korunurken, 216/1. maddede “kamu güvenliği”nin korunacağı göz önüne alınmalı bunun da öncekine nazaran daha dar bir alanı kapsadığı gözetilmelidir.” şeklinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçuyla ilgili ölçütler belirlenmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; sanığın facebook adlı sosyal paylaşım sitesindeki hesabında, şehit Ö. H.r’in fotoğrafının altına yaptığı yorumda, “Ne şehittir ne gazi b… yoluna gitti niyazi” şeklinde ifadeler kullanması şeklinde gerçekleşen eyleminin, bütünü nazara alındığında özü itibariyle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermemesi, kamu barışını bozmaya elverişli olduğuna dair bir hususa rastlanılmaması karşısında; sanığın eyleminin TCK’nın 216/3. maddesinde düzenlenen suçun unsurlarını taşımadığı anlaşıldığından, kanun yararına bozma talebinin reddine karar verilmiştir. Sonuç ve Karar: Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın düzenlediği tebliğnamedeki düşünce yerinde görülmediğinden, CMK’nın 309. maddesi koşullarını taşımayan KANUN YARARINA BOZMA İSTEĞİNİN REDDİNE, 08/01/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2019/973 E. , 2020/218 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Kişisel verilerin kaydedilmesi Hüküm : TCK’nın 135/1, 62/1, 53, 58/6. maddeleri gereğince mahkumiyet Kişisel verilerin kaydedilmesi suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Sanığın adli sicil kaydında yer alan Giresun 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/394-2011/52 sayılı ve 12.03.2014 kesinleşme tarihli, TCK’nın 226/4. maddesinde düzenlenen müstehcenlik suçundan 10 ay hapis cezasına ilişkin ilamda birinci kez tekerrür hükümlerinin uygulanmasından dolayı bu ilamın tekerrüre esas alınması durumunda sanık hakkında 5275 sayılı Kanun’un 108/3. maddesi hükmü uyarınca ikinci kez tekerrür hükümleri uygulanarak hükümlünün koşullu salıvermeden yararlanamayacağı, bu sebeple tekerrüre esas alınan ilamdan daha aleyhe olduğu gözetilerek tekerrüre esas alınması gerekirken, yazılı şekilde yanlış ilamın tekerrüre esas alınması, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın sübuta ilişkin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; Kişilerin özel hayatının gizliliğinin ihlal edilmesi, TCK’nın 134/1. madde ve fıkrasının 1. cümlesinde suç olarak düzenlenmiş olup, özel hayat; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olaylarını ve bilgilerin tamamını içerir. Bu nedenle, kamuya açık alanda bulunulması, bu alandaki her görüntü veya sesin dinlenilmesine, izlenilmesine, kaydedilmesine, sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulmasına rıza gösterildiği anlamına gelmez. Kamuya açık alanda bulunulduğunda dahi, “kalabalığın içinde dikkat çekmezlik, tanınmazlık, bilinmezlik” prensibi geçerli olup, kamuya açık alandaki kişinin, gün içerisinde yaptıkları, gittiği yerler, kiminle niçin, nasıl, nerede ve ne zaman görüştüğü gibi hususları tespit etmek amacıyla sürekli denetim ve gözetim altına alınması sonucu elde edilmiş bilgileri ya da onun başkalarınca görülmesini ve bilinmesini istemeyeceği özel yaşam alanına girdiğinde şüphe bulunmayan faaliyetleri özel hayat kapsamına dahildir; ancak, süreklilik içermeyen ve özel yaşam alanına dahil olmayan olay ve bilgiler ise bu kapsamda değerlendirilemez. Sonuç olarak, bir olay ya da bilginin, özel hayat kapsamına girip girmediği belirlenirken, kişinin toplum içindeki konumu, mesleği, görevi, kamuoyu tarafından tanınıp tanınmadığı, dışa yansıyan davranışları, rıza ve öngörüleri, içinde bulunduğu fiziki çevrenin özellikleri, sosyal ilişkileri, müdahalenin derecesi gibi ölçütler göz önüne alınmalıdır. TCK’nın 135/1. madde ve fıkrasında ise hukuka aykırı olarak kişisel verilerin kaydedilmesi, aynı Kanun’un 136/1. madde ve fıkrasında da, kişisel verilerin, hukuka aykırı olarak başkasına verilmesi, yayılması ya da ele geçirilmesi, “Kişisel verilerin kaydedilmesi” ve “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” başlıkları altında suç olarak tanımlanmıştır. Kişisel verilerin kaydedilmesi ve verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan “kişisel veri” kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA’sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir. Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.06.2014 tarihli, 2012/1510 esas, 2014/331 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; TCK’nın 135 ve 136. maddelerindeki kişisel verilerin korunmasına ilişkin düzenlemelerde sadece sır niteliğinde kişisel verilerin korunacağına ilişkin bir hükmün bulunmaması ve aksine 135. maddenin gerekçesinde gerçek kişiyle ilgili her türlü bilginin kişisel veri olarak kabul edilmesi gerektiğinin belirtilmesi karşısında, her türlü kişisel verinin hukuka aykırı olarak kaydedilmesi, başkasına verilmesi, yayılması ve ele geçirilmesi fiilleri TCK’nın 135. maddesindeki kişisel verilerin kaydedilmesi ve aynı Kanun’un 136. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçlarını oluşturur. Bu nedenle herkes tarafından bilinen ve/veya kolaylıkla ulaşılması ve bilinmesi mümkün olan kişisel bilgiler de, yasal anlamda “kişisel veri” olarak kabul edilmektedir. Ancak, kişisel verilerin kaydedilmesi ve verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçlarının uygulama alanının amaçlanandan fazla genişletilerek, uygulamada belirsizlik ve hemen her eylemin suç oluşturması gibi olumsuz sonuçların doğmaması için, somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle değerlendirme yapılması, olayda herhangi bir hukuk dalı tarafından kabul edilebilecek bir hukuka uygunluk nedeni veya bu kapsamda nazara alınabilecek bir hususun bulunup bulunmadığının saptanması ve sanığın eylemiyle hukuka aykırı hareket ettiğini bildiği ya da bilebilecek durumda olduğunun da tespit edilmesi gerekir. Ayrıca, bir özel hayat görüntüsünün ya da sesinin, “kişisel veri” olduğunda kuşku bulunmamakta ise de, kişinin özel hayatına ilişkin görüntüsünün ya da sesinin, bilgisi dışında, resim çekme veya kaydetme özelliğine sahip aletle belli bir elektronik, dijital, manyetik yere sabitlenmesi TCK’nın 134/1. madde ve fıkrasının 2. cümlesinde; rızası dışında ifşa edilmesi, yani; yayılması, açığa vurulması, afişe edilmesi, ilan edilmesi, kamuoyuna duyurulması, aleniyet kazandırılması, özetle; içeriğini öğrenme yetkisi bulunmayan kişi veya kişilerin bilgisine sunulması TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasında özel hayatın gizliliğini ihlal suçu kapsamında düzenlendiğinden, kişinin özel hayatına ilişkin görüntüsü ya da sesi, yasal anlamda, TCK’nın 135/1 ve aynı Kanun’un 136/1. madde ve fıkraları kapsamında kişisel veri olarak değerlendirilemez. Bu açıklamalar ışığında incelenen dosya kapsamına göre, sanık …’ın, bir alışveriş merkezinde, kayınbiraderinin eski eşi olan mağdur … ile tanık Turgay’ı aynı masada yemek yerken görüp, cep telefonunun çekim yönünü onlara doğru odaklayarak, rızalarına aykırı şekilde fotoğraflarını çektiği ve durumu fark eden mağdurun sanığa müdahale etmek istediği esnada sanığın cep telefonunu montunun cebine koyup, hızla uzaklaştığı olayda; Tanık Turgay’la aralarındaki arkadaşlık ilişkisinin varlığını ve boyutunu kendisinde saklı tutan mağdur …’nin başkalarınca görülmesini ve bilinmesini istemeyeceği özel görüntüsünün, sanık … tarafından sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulacak şekilde kaydedilmesi nedeniyle sanığa isnat edilen TCK’nın 135/1. madde ve fıkrasındaki kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun yasal unsurlarının somut olayda gerçekleşmediği; ancak, mağdurun özel yaşam alanına ilişkin görüntüsünü, onun rızasına aykırı şekilde kaydeden sanığa, iddianamede eyleminin tarif edildiği de nazara alınıp, CMK’nın 226. maddesi uyarınca TCK’nın 134/1-1 ve 134/1-2. madde, fıkra ve cümlelerinin uygulanması ihtimaline binaen ek savunma hakkı tanınarak, CMK’nın 254. maddesi gereğince uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra, uzlaşma gerçekleşmediği takdirde, sanık hakkında görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülerek, yasal ve yeterli olmayan yazılı gerekçelerle kişisel verilerin kaydedilmesi suçundan mahkumiyet hükmü kurulması, Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarları yönünden sanığın kazanılmış hakkının infazda gözetilerek saklı tutulmasına, 08.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Ceza Dairesi 2016/11975 E. , 2018/4841 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Özel belgede sahtecilik HÜKÜM : Beraat A)Sanık … hakkında “özel belgede sahtecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Yüklenen suçun yasal unsurları itibarıyla oluşmadığı dosya içeriğine uygun şekilde gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, B)Sanık … hakkında “özel belgede sahtecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı katılan vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde; Sanığın, katılandan kiraladığı konutun elektrik, su ve doğalgaz abonelikleri için kira sözleşmesi gerektiğini, bacanağı olan diğer sanığa “sen benim yerime abone ol ben ev sahibiyle anlaştım” dediğini savunması; sanık …’nın, sanık …’in savunmasını doğrulayarak ev sahibi katılanın bilgisinin bulunduğunu düşünerek katılan …’nın kiraya veren, kendisinin kiracı olduğu 03/10/2012 tarihinden başlayan kira sözleşmesini sahte olarak düzenleyip katılanın yerine imza attıktan sonra elektrik, su ve doğalgaz idarelerine abone olduğunu belirtmesi karşısında; sanık …’nın, sanık …’nı, katılanın rızası olduğu yönünde hataya düşürüp özel belgede sahtecilik suçunu işlemeye azmettirdiği gözetilerek sanığın cezalandırılması yerine beraatine hükmedilmesi, Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 22.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
9. Ceza Dairesi 2020/3165 E. , 2021/1839 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : İhmal suretiyle görevi kötüye kullanmak Hüküm : Beraat Dosya incelenerek gereği düşünüldü: Ankara Barosuna kayıtlı avukat olan sanığa, 12/11/2000tarihinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak üzere Niğde İş Mahkemesince görülmekte olan Esas sayılı dosyanın Ankara 5. İş Mahkemesinin 2010/9 talimat sayılı dosyasından tevdii edildiği, 30 günlük süre verilmesine rağmen, dosyanın raporuyla beraber teslim edilmemesi üzerine Niğde İş Mahkemesinin 27/01/2012 tarihli müzekkeresi ile sanık hakkında suç duyurusunda bulunulduğu, davanın gereksiz yere uzamasına ve davada taraf olan şahısların mağduriyetine neden olma şeklinde gerçekleşen eyleminin Türk Ceza Kanunu’nun 257/2. maddesinde düzenlenen ihmali davranışla görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde beraat kararı verilmesi, Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 31/03/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2019/13177 E. , 2021/6887 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal Hüküm : CMK’nın 223/2-e maddesi gereğince beraat Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, mahalli Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Dairemizin 25.09.2019 tarihli tevdi kararı uyarınca; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, mahalli Cumhuriyet savcısının temyizi ile ilgili olarak görüş içeren ek tebliğnamenin düzenlendiği belirlenerek yapılan incelemede: Yapılan yargılamaya, incelenen dosya kapsamına göre, mahalli Cumhuriyet savcısının ve katılan vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; 1- Sanık … tarafından mağdur …’in babasına gönderilen ve sanığın da kabulünde olan “Şimdiye kadar cesaretimi toplayıp bir türlü konuşmayı cesaret edemedim. Bunun sebebi de Cennet’tir. İstediğin zaman istediğin yere konuşmaya gelirim. Öldürsen de ölsemde önemli değil. Artık bu yük ile yaşayamayacağım. Cennet bir saniye bile aklımdan çıkmıyor… Konuşmamız gerek.” vb. içerikli mesajlara, mağdur tarafından cevap verilmemesine rağmen sanığın 26.08.2014-03.09.2014 tarihleri arasında mağdurun kullanımındaki GSM hattına 14 adet mesaj atıp, bir kez de onu telefonla aradığının iletişimin tespiti tutanakları ile belirlenmiş olmasına, sahte facebook hesabının açıldığı tarihten önce sanıkla mağdur arasında yaşanan tartışma esnasında sanığın mağdura “Göreceksin sen, insan yüzüne bakamayacaksın.” şeklinde sözler sarf ettiğine dair tanık Ümit’in anlatımına, sanıkla mağdur arasında geçmişte yaşanan ilişkinin varlığını ve boyutunu gösteren mağdurun özel yaşam alanı kapsamındaki fotoğraflarının, “Bütün … halkı anlasın ne mal olduğunu. İnsanların canını yakıp acıtıp toptancısı ile nişanlanmak ne demekmiş öğrensin, öğrenin.”, “Allah can yakanı iki dağ arasında hapsedermiş. Acıyı fazlası ile hissetsin diye. Cennet Hanımda … kandırdı, ama gerçekler er ya da geç ortaya çıktı işte. Benimle de oynadı, şimdi sıra toptancısında. Oynaşsınlar bakalım.”, “Bu fotoğraflarını gördüğünüz bayan türban altında her türlü pisliği yapan kadındır.” ibareleri ile birlikte sahte facebook hesabında paylaşıldığını gösteren görüntülere ve dosyada mevcut diğer delillere göre; sanık …’ın, mağdur …’le aralarındaki arkadaşlık ilişkisinin sona ermesine ve tekrar görüşme taleplerine olumlu yanıt verilmemesine tepki olarak, mağdurla beraber oldukları dönemde mağdurun bilgisi dahilinde çekilmiş birlikteliklerini gösteren özel fotoğrafları, facebook adlı sosyal paylaşım sitesinde açtığı sahte hesap üzerinden, mağdurun rızasına aykırı şekilde yayımlaması eyleminin sübut bulduğu ve sanık hakkında TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı mahkumiyet hükmü kurulması gerektiği gözetilmeksizin, delillerin takdirinde yanılgıya düşülüp, dosya kapsamına uygun düşmeyen yazılı gerekçelerle sanığın CMK’nın 223/2-e madde, fıkra ve bendi gereğince beraatine karar verilmesi, 2- Adli emanete alınan fotoğraflar hakkında bir karar verilmemesi, Kanuna aykırı olup, mahalli Cumhuriyet savcısının ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 13.10.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2021/3930 E. , 2021/8543 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Özel hayatın gizliliğini ihlal Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Sanığın duruşmalı inceleme isteminin, hükmedilen cezanın on yıl hapis cezasından aşağı olması nedeniyle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 318. maddesi gereğince reddine karar verilerek yapılan incelemede; Dosya kapsamına göre; gazeteci olan sanığın, gazeteciler cemiyeti başkanı olan katılanın havuzda bir bayanla beraber çekilmiş resmini sorumlusu olduğu haftalık yayın yapan gazetede, “… 2014 truzim sezonuna hazır” başlığı altında, kamu yararının ve ilgisinin bulunmadığı, haber değeri ve önemi olmayacak şekilde yayınladığı ve katılana ait bir bayan ile uyurken ve yarı çıplak olarak çekilmiş resmi internette yayınladığı ve tanıklara gösterdiği iddia ve kabul edilen olayda; sanığın sübut bulan eyleminin TCK’nın 134/2-2. madde, fıkra ve cümlesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturduğuna yönelik kabulünde bir isabetsizlik görülmemiş, ancak suç tarihinde yürürlükte bulunan düzenleme gereğince TCK’nın 134/2 madde ve fıkrası gereğince temel cezanın 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasını gerektirdiği gözetilmeden, temel cezanın 1 yıl hapis cezası olarak belirlenmesi ve sanığın aynı suç işleme kararının icrası kapsamında birden fazla katılana ait özel hayat kapsamındaki resimleri ifşa etmesi nedeniyle TCK’nın 43. maddesindeki zincirleme suç hükümlerinin uygulanmaması nedeniyle sanık hakkında eksik ceza tayini temyiz eden sıfatına göre bozma nedeni yapılmamıştır. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın atılı suçu işlediğine dair delil bulunmadığına ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 06.12.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
19. Ceza Dairesi 2020/821 E. , 2021/1558 K. “İçtihat Metni” Reçetesiz antibiyotik satışı sebebiyle 6197 sayılı Eczaneler ve Eczacılar Kanunu’na aykırı davranmak eyleminden dolayı kabahatli … hakkında üç kez 521,00 Türk lirası idarî para cezası uygulanmasına dair Sincan Kaymakamlığı İlçe Sağlık Müdürlüğünün 12/02/2019 tarihli ve E.221, E.222, E.223 sayılı idarî para cezası yaptırım kararlarına karşı yapılan başvurunun reddine ilişkin Ankara Batı 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 13/03/2019 tarihli ve 2019/840 değişik iş sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 20/12/2019 gün ve 94660652-105-06-6539-2019-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekinde bulunan dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03/01/2020 gün ve KYB-2019/136115 sayılı ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu. Anılan ihbarnamede; Dosya kapsamına göre, kabahatli hakkında 3 defa reçetesiz antibiyotik sattığından bahisle her ilaç için bir kere olmak üzere üç kez 521,00 Türk lirası idarî para cezası uygulanmış ise de, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 15/2. maddesindeki “Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idarî para cezası verilir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idarî yaptırım kararı verilinceye kadar fiil tek sayılır.” şeklindeki düzenleme karşısında, reçetesiz antibiyotik satma eylemi sebebiyle üç farklı tutanak düzenlenip üç ayrı idarî yaptırım kararı verilmiş olması karşısında, tüm satışların tek fiil kabul edilmesi gerekirken, her bir ilaç için ayrı ayrı idarî yaptırım kararı verilemeyeceği hususu gözetilmeden, başvurunun bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla, gereği görüşülüp düşünüldü; 1262 sayılı Kanunun 1/2. maddesinde yer alan “Tabip reçetesiyle verilmesi meşrut olanlar ancak reçete mukabilinde ve diğerleri reçetesiz olarak münhasıran eczanelerle ecza ticarethanelerinde kanunu mahsusuna tevfikan satılır.” düzenlemesi ile kabahat oluşturan fiil tanımlanmış olup, 5326 sayılı Kanunun 15/2. maddesinde yer alan kabahatlerdeki içtima uygulamasına yönelik “Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idari para cezası verilir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idari yaptırım kararı verilinceye kadar fiil tek sayılır.” düzenlemesi ile ancak kesintisiz fiille işlenebilen kabahatler yönünden idari yaptırım uygulanana kadar tek fiil sayılacağının kabul edildiği, kabahatliye yüklenen reçete ile satılması zorunlu olan ilaçları reçetesiz olarak satmanın ise farklı zamanlarda ve farklı işlemlerle gerçekleştirilmesi nedeniyle kesintisiz bir fiil olduğundan söz edilemeyeceği cihetle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yerinde görülmeyen kanun yararına bozma isteğinin REDDİNE, 15/02/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
15. Ceza Dairesi 2017/24850 E. , 2020/11377 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ :Nitelikli dolandırıcılık HÜKÜM : Beraat Sanığın nitelikli dolandırıcılık suçundan beraatına ilişkin hüküm, O yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü; Sanığın, internet ortamında Samsungozel.com isimli siteden Samsung Galaxy S3 marka cep telefonu satışı yapacağına dair ilan verdiği, Denizli’de ikamet eden katılanın ilanda yazılı cep telefonundan sanığa ulaştığı ve cep telefonunun 150 TL’ye satışı konusunda sanıkla anlaşmaya vardığı, sanığın vermiş olduğu hesaba anlaştıkları ücreti yatırdığı, sanığın göndermiş olduğu sipariş kolisini açtığında ise, içerisinde piyasada oldukça düşük fiyata satılan veya promosyon olarak verilen sigara bırakma cihazının çıktığı, sanığın bu şekilde atılı nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediği iddia edilen olayda; Sanık tarafından katılana gönderilen kargo içerisinden cep telefonuyla karıştırılması hayatın olağan akışına uygun olmayan ve piyasa değeri düşük olan sigara bırakma cihazının çıkması, katılanın cep telefonuyla durumu bildirmesine rağmen sanığın katılana dönüş yapmaması, hakkında kamu davası açılmasından sonra zararı gidermesi ve UYAP üzerinden yapılan incelemede, sanık hakkında farklı mağdurlara yönelik benzer eylemler nedeniyle açılmış bir çok davanın bulunduğunun anlaşılması karşısında; sanığın baştan itibaren dolandırıcılık kastıyla hareket ettiği ve cep telefonu yerine piyasa değeri çok ucuz olan sigara bırakma cihazı göndermek suretiyle TCK’nın 158/1-f maddesinde düzenlenen bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçunu işlediği gözetilmeden, sanığın mahkumiyeti yerine dosya kapsamına uygun olmayan yetersiz gerekçe ile beraatına hükmolunması, Kanuna aykırı olup, O yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 11/11/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
18. Ceza Dairesi 2015/3536 E. , 2015/4411 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hakaret HÜKÜM : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak : 1- Hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleşmesi gerekmektedir, bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup, zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşa yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Sanığın, kırmızı ışık ihlali nedeniyle kendisine idari para cezası uygulayan müşteki polis memurlarına söylediği ve mahkemece hakaret kabul edilen “hükümete para mı lazım oldu” şeklinde, ağır eleştiri niteliğindeki sözlerin, müşteki polislerin onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmaması nedeniyle hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, mahkumiyet kararı verilmesi, 2- Kabule göre de; a) TCK’da hapis cezası ile adli para cezasının seçenekli yaptırım olarak öngörüldüğü hallerde öncelikle hapis ya da adli para cezasının neden seçildiği kanuni ve yeterli gerekçe gösterilerek açıklanmalı, daha sonra da alt ve üst sınırlar arasında kanuni ve yeterli gerekçe gösterilerek temel ceza belirlenmeli, TCK’nın 3. maddesinde yer alan “suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” ilkesi de gözetilmelidir. Her ne kadar TCK’nın 125/3. maddesinde hapis cezasının alt sınırının 1 yıldan az olamayacağı düzenlenmiş ise de, bu düzenlemenin temel cezanın adli para cezası olarak seçilmesine engel olmayacağı gözönünde bulundurulmadan ve yeterli gerekçe gösterilmeden daha önce sabıkası bulunmayan sanık hakkında temel ceza olarak hapis cezası tercih edilmesi, b) CMK’nın 231/6. maddesi uyarınca, adli sicil kaydı bulunmayan ve yeniden suç işlemeyeceği kanaatiyle verilen hapis cezası ertelenen sanığın, kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları gözönünde bulundurularak, yeniden suç işleyip işlemeyeceği konusunda bir değerlendirme yapılması gerektiği gözetilmeden, “sosyal ve ekonomik durumu ile savunma ve davranışlarından hükmün açıklanmasının geri bırakılması halinde cezanın caydırıcı olmayacağı” biçimindeki kanuni olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi, Kanuna aykırı ve sanık …’ın temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 08/07/2015 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
4. Hukuk Dairesi 2015/6083 E. , 2016/4232 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 31/03/2014 gününde verilen dilekçe ile kişilik haklarının ihlaline dayalı manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 21/10/2014 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, kişilik haklarının ihlali nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili, müvekkilinin halen Tunceli Milletvekili olarak TBMM’de görev yaptığını, davalının 04/06/2013 tarihinde … isimli bir kanalda katıldığı programda müvekkiline yönelik hakaret içeren ifadeler kullandığını, kullanılan ifadelerin davacının kişilik haklarını ihlal eder nitelikte olduğunu belirterek manevi tazminata karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili ise; davaya konu sözlerin A.İ.H.S.’nin 10. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece; davalının davacıyı kastederek söylediği bir kısım ifadelerin kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dava konusu TV programı içeriği bir bütün olarak incelendiğinde; her iki tarafın da milletvekili oldukları, programda söylenen sözlerin genel olarak siyasi eleştiri niteliğinde olduğu, davaya konu ifadelerin davacıya yönelik ağır eleştiriler içerse de davacıyı aşağılama ve küçültme kastıyla söylenmediği, ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı, eleştiri sınırlarının aşılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, istemin reddi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 30/03/2016 gününde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY YAZISI Dava, yayın yoluyla kişilik hakkının zedelenmesine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, talebin bir bölümünün kabulüne karar verilmiş; davalı vekili tarafından temyiz edilen hüküm, Dairemiz çoğunluğu tarafından, sözlerin eleştiri sınırlarını aşmadığı, davcının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı bildirilerek reddedilmek üzere bozulmuştur. Çoğunluk ile aramdaki uyuşmazlık, davalının anlatımında geçen ifadelerin davacının kişilik hakkını zedeleyip zedelemiyeceği, saldırı vardır dediğimiz takdirde, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinin 2. Fıkrasında öngörüldüğü gibi, tazminatın ödenmesi yerine diğer bir giderim biçimi kararlaştırılıp kararlaştırılamıyacağı, diğer bir ifadeyle, saldırıyı kınayan bir karar verilmesinin olaya daha uygun düşüp düşmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Davacı, 02/06/2013 tarihinde twitter adlı sosyal paylaşım sitesindeki yazılarında dönemin Başbakanına karşı hakaretamiz ve kişilik hakkına saldırı mahiyetinde ifadeler kullanmıştır. Davalı da 04/06/2013 günü … deki 1’e bir isimli programda, davacının twitlerine cevaben, davacının kişilik hakkına saldırı teşkil eden beyanlarda bulunmuştur. Bu durumda, hakim kişilik hakkı zedelenen davacının, manevi kişilik değerlerinde sebep olduğu eksilmeyi gözönünde tutarak en uygun düşecek gidirim biçimine karar vermelidir. Somut olayımızda da, davacının iki gün önce attığı twitlerle bu konuşmaya sebebiyet verdiği anlaşıldığından, bir miktar para tazminatı ödenmesi yerine, saldırıyı kınayan bir karar vermekle yetinmelidir. Tüm bu nedenlerle; mahkeme kararının bahsettiğim gerekçelerle bozulması gerektiğini düşündüğümden, Dairemiz çoğunluğunun davanın tümden reddi gerektiğine dair bozma kararına katılmıyorum. 30/03/2016 KARŞI OY YAZISI Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün onanması görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma kararına katılmıyorum. 30/03/2016
6. Ceza Dairesi 2016/3460 E. , 2016/2561 K. “İçtihat Metni” Karar Düzeltme (İtiraz) Yağma suçundan sanık .. .. hakkında yapılan yargılama sonucunda, mahkumiyetine ilişkin …. 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/11/2011 gün ve 2011/240 Esas, 2011/451 Karar sayılı hükmün sanık savunmanı tarafından temyiz edildiği, Dairemizin 27/01/2016 gün ve 2013/28087 Esas, 2016/381 Karar sayılı düzeltilerek onama yolundaki ilamına karşı … .. ….. 17/03/2016 gün ve ….-6-2012/37512 sayılı yazısı ile itiraz kanun yoluna başvurması üzerine; Dosya dairemize gönderilmekle okunarak gereği düşünüldü; T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A 5271 sayılı CMK.’nın 6352 sayılı Yasanın 99. maddesi ile değişik 308. maddesi gereğince yapılan incelemede; Dairemizin 27/01/2016 gün ve 2013/28087 Esas, 2016/381 sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz sebepleri yerinde görülmediğinden, CMK’nın 308/2-3 maddeleri gereğince İTİRAZIN REDDİNE, dosyanın itiraz konusunda karar verilmek üzere Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 31/03/2016 tarihinde Üye İlhan Kaya’nın karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY: İncelenen dosya içeriğine göre; “..Sanık …. ile müşteki S.a’nın resmi nikahla evli oldukları, 19/01/2010 olay tarihinde şüphelinin, müştekiden kolundaki bileziklerini istemesi üzerine başlayan tartışmada basit nitelikte darp edip ölümle tehdit ederek bilezikleri aldığı, savunmasında ödenmesi gerekli taksitler nedeniyle bilezikleri istediğini, eşinin vermemesi üzerine de bilezikleri keserek aldığını beyan ettiği..” iddiasıyla hakkında ….. Sulh Ceza Mahkemesine “basit yaralama” suçundan TCK’nın 86/2, 3.a ve “tehdit” suçu nedeniyle de 106/1-1.cümle maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış, Bu mahkemece, altınların zor kullanmak sureti ile alındığı, tehdit iddiasının da yağma suçunun unsuru içinde yer aldığı, bu şekilde sanığın eyleminin kül halinde TCK’nın 148. maddesinde düzenlenen üst sınırı 10 yıl olan ve 5235 s.y.nın 10.maddesi gereğince değerlendirme görevi Ağır Ceza Mahkemesine ait bulunan “yağma” suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilerek dosya Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiştir. Aşamalarda; Katılan; kolundaki altınları sanığın zorla ve pense ile keserek aldığını, bu esnada bileğinden yaralandığını bildirmiş, Sanık; eşi olan müştekinin kendisini zorla TOKİ’ye üye yaptırdığını, Toki borcunu ödeyebilmek için fiili işlediğini, eşinin kolundaki altın bilezikleri keserek aldığını, ancak kesinlikle kendisini ölümle tehdit etmediğini, olay esnasında yanlarında müşterek kızları ….. bulunduğunu savunmuş, Müşterek kızları olan tanık ……; “..babamın TOKİ borcu vardı. Bu borcu nedeniyle babam annemden altınları istedi. Annem vermedi. …Anneme kesinlikle vurulmadı. Babam annemin kolundan bilezikleri pense ile keserek zorla aldı.” şeklinde beyanlarda bulunmuş, Yerel Ağır Ceza Mahkemesince, olayın oluşu; “..müşteki beyanları, tarafların müşterek çocukları ve olay görgü tanığı olan ….. beyanı, …ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında; müşteki ile sanığın olay tarihinde karı-koca oldukları, olay günü sanığın TOKİ’ye olan borçlarını ödemek için müştekinin kolundaki altın bileziklerini …vermesini istediği, müştekinin kabul etmemesi üzerine sanığın pense ile müştekinin kolundaki altın bilezikleri kesmek suretiyle zorla kolundan aldığı yine müştekinin boynundaki altın kolyeyi de kopartmak suretiyle zorla aldığı, müştekinin sanığın bu eylemleri sırasında bileğinden …basit şekilde yaralandığı, sanığın suçunu açıkça kabul ettiği, olayın tek görgü tanığı ..müşterek çocukları olan tanık ….. ….. Sulh Ceza Mahkemesinde 11.02.2011 tarihli celsede verdiği beyanında olayı doğruladığı anlaşılmış olup, sanığın bu haliyle üzerine atılı yağma suçunu işlediği sabit olduğu..” biçiminde kabul edilerek, 5237 sayılı TCK’nın 148/1, 62. ve 53. maddeleri gereğince sonuç 5 yıl hapis cezasına mahkumiyeti yönünde hüküm kurulmuştur. Her ne kadar, mahkumiyet hükmü gerekçesinde, “..sanığın pense ile müştekinin kolundaki altın bilezikleri kesmek suretiyle zorla kolundan alma fiilininin yanısıra, yine müştekinin boynundaki altın kolyeyi de kopartmak suretiyle zorla aldığı, ..müştekinin ayrıca boynundan da basit şekilde yaralandığı..” kabulüne yer verilmiş ise de; buna ilişkin iddianamede bir anlatım ve açılmış bir kamu davası bulunmamaktadır. Bu nedenle Tebliğnamede de bu konuya hiç değinilmediği anlaşılmaktadır. ….. ….. …. tebliğnamesinde; “..dosya içerisindeki nüfus kaydına göre sanık ile mağdurun resmen evli oldukları, olay günü sanığın konut satın aldığı TOKİ’ye olan borcunun taksidini ödemek amacıyla tarafların evlilik birliği içerisinde edindikleri, ancak mağdur …… tarafından kullanılan altın bilezikleri istediği, mağdurun vermek istememesi üzerine ..mağduru yaralayarak bilezikleri zorla aldığının anlaşılması karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 150/1. maddesi yollamasıyla aynı Yasanın 86/2-3-a, 106/1. (1 cümle) maddelerindeki ‘kasten yaralama ve tehdit’ suçlarını oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması ..usul ve yasaya aykırı görülmekle ..hükmün bozulması..” talep edilmiştir. Öncelikle, inceleme konusu yağma suçu unsurlarına bakacak olursak; ‘Yağma’ suçu; failin, bir başkasının zilyetliğindeki taşınabilir bir maldan zilyedinin rızası bulunmaksızın faydalanmak amacıyla, cebir ve tehdit kullanmak suretiyle zilyedini, bu malın kendisine teslimine veya bulunduğu yerden alınmasına karşı koymamaya zorlamasıdır. Yağma suçu, cebir, tehdit ve hırsızlık suçlarının bir araya gelerek oluşturdukları bir ‘mürekkep/birleşik suç’tur. Bu nedenle yağma suçunun hukuki konusu da birden fazladır. Yağma suçuyla korunan hukuki yarar; bir taraftan hırsızlık suçunda olduğu gibi zilyetlik ve buna bağlı haklar iken, diğer taraftan tehdit suçunda olduğu gibi kişi özgürlüğü ve cebir suçunda olduğu gibi vücut dokunulmazlığıdır (…./…./ ….., TCK, C.IV s.4329-4330, …, a.g.e. C.IV, 796; ….., Sahtecilik- Malvarlığı-Bilişim Suçları (2005), s.70, Parlar/Hatipoğlu, Türk Ceza Kanununun Yorumu, Cilt 2, (2007), 1125). Burada cebir ve tehdit, malvarlığına karşı işlenen suçta araç olduğundan, yağma suçuna ‘malvarlığına karşı suçlar’ arasında yer verilmiştir (Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s.428, CGK’nın 26.03.2002 tarih ve 2002/1-94-2002/225 sayılı kararı). Suçta ‘fiil öğesi’ bağlamında ‘kanuna aykırılık öğesi’nin gerçekleşmesi için, suçun manevi unsurunun da oluşması gerekir. Yağma suçu, kastla işlenebilen bir suçtur. Failin, yukarıda belirtilen suçun hareket unsurlarına bilerek ve isteyerek yönelip gerçekleştirmesinin yanısıra, yağma suçunda failin amacı, kural olarak mülk edinmeye yönelik olmalıdır (Yaşar/Gökcan/Artuç, TCK, C.IV s.4338). Başka amaçlara yönelinmiş ise, yağma suçunun unsurları oluşmaz. Örneğin, failin amacı zarar vermeye yönelik ise, bu durumda ‘mala zarar verme’ suçu oluşacaktır (Yaşar/ Gökcan/Artuç, TCK, C. IV s.4343, 6. CD’nin 31.10.2006 tarih ve 2004 tarih ve 2004/3633-2006/10444 sayılı kararı). Hırsızlık suçunda, fiilin ağır ve acil bir ihtiyacın karşılanması için işlenmesi hali, 5237 s. TCK’nın 147.maddesinde ‘indirim ve cezasızlık nedeni’ olarak öngörülmesine karşın, yağma suçunda böyle bir düzenleme öngörülmemiştir. Ancak, zorunluluk neniyle fail yağma yapmak zorunda kalmış ise, bu durumda TCK’nın 25. maddesi hükümleri uygulanabilecektir. Aynı durum, meşru müdafaa yönünden de geçerlidir (Yaşar/Gökcan/Artuç, TCK, C.IV s.4343-4344, Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, Cilt I, (2007), s.347-348). Yağma suçunda ‘kullanma hırsızlığı’na benzer şekilde, kullanma yağması açıkça düzenlenmemiş, bu konu Yargıtay uygulaması ile çözülmeye çalışılmıştır. Doktrinde; Bazı yazarlarca, failin eyleminin mülkiyete yönelik olmadığı, kullanmaya yönelik olduğu durumlarda yağma suçunun oluşmayacağı, failin cebir/tehdit kullanma ve hırsızlıktan cezalandırılması gerektiği kabul edilmekte (Tezcan/Erdem/Önok, Teorik ve Pratik Ceza Hukuku, (2006), s.522), Diğer bazı yazarlar da, suçun teşekkül edebilmesi için malın mutlaka sahip olmak maksadıyla alınmış bulunmasının şart olmadığını, yararlanmanın geçici olmasının yağma suçunun oluşmasına engel olmayacağını ileri sürmektedirler. Uygulamada; Uzun yıllardan beri yağma suçlarına bakan ….. ….. …. ….., yakın zamanlara kadar; suçun maddi konusunu teşkil eden malın mülk edinilmesi söz konusu olmaksızın sadece kullanma amacıyla da alınmış olsa, başlı başına madde metninde belirtilen suçun hareket unsurlarının/davranışların gerçekleştirilmesi halinde yağma suçunun oluşacağını kabul etmiş olmakla birlikte, … …. …. ….. son kararlarında; doktrinde bazı yazarların, fiil öğesinde kanuna aykırılığın gerçekleşmesi bağlamında suçun manevi/kasıt unsurunun da oluşması, yani failin amacının taşınır malın aynına/mülk edinilmesine yönelik olması gerektiğine ilişkin kabullerinde belirtildiği gibi, başka (örneğin cep telefonunun, iletişimin önlenmesi yada arama kayıtlarına bakılması gibi maksatlarla zorla alınması gibi) amaçlara yönelinmiş ise yağma suçu unsurlarının oluşmayacağı, sonucuna ulaşılmıştır. …. …. ….., (sanığın iki yıldır birlikte olduğu mağdurenin başka bir kişiyle ilişkisi olduğunu düşünerek evine gidip silahını doğrultarak tehdit ve kabzasıyla da darbettiği mağdurenin elinden cep telefonunu, arama kayıtlarına bakmak amacıyla zorla alması, 20 gün sonra iade etmesi) şeklinde gerçekleşen bir olaya ilişkin olarak verdiği 26.01.2016 gün ve 6-709–33 sayılı kararında; “..olay yerine gelen sanığın mağdureye “evde kim var orospu” demesi, telefonu “arama kayıtlarına bakmak için” alması, kullanmadan iade etmesi gözetildiğinde, ekonomik durumu iyi ve yaklaşık bir yıldır mağdureyle birlikte olan sanığın, mağdurenin başka bir kişiyle ilişkisi olup olmadığını öğrenmek için telefonunu aldığı anlaşılmakta olup, sanığın faydalanmak amacıyla telefonu aldığı sabit olmadığından, mağdura karşı gerçekleştirdiği eylemlerin ‘silahla tehdit’ ve ‘kasten yaralama’ suçlarını oluşturabileceği, üzerine atılı ‘yağma’ suçunun unsurları itibariyle oluşmadığı..” kabul edilmiştir. Bu genel açıklamalardan sonra, somut olaya döndüğümüzde; Sanık …. ile müşteki ….. 20/05/1991 tarihinde resmi nikahla evlendikleri, müşterek 12 doğumlu ….. isimli kız ve 19 doğumlu ….. isimli erkek çocukları bulunduğu anlaşılmaktadır. Çalışan kadın olduğuna ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Sanık, eşi olan müştekinin kolundaki altın bilezikleri keserek alma fiilini, kendisini zorla üye yaptırdığı TOKİ borcunu ödeyebilmek için işlediğini savunmuş, müşterek kızları ….. de; babasının TOKİ’ye olan borcu nedeniyle annesinden altınları istediğini beyanla savunmayı doğrulamıştır. Başka benzer dosyalarda …. …. ….. düzenlenen tebliğnamelerde de; (sanık ile katılan’ın karı koca oldukları ve katılan kadının çalışmayan ev hanımı olduğu, sanığın katılanı kasten yaralayıp altınları zorla almasında, katılana altınların kim tarafından alındığı, evlilik birliği devam ederken paydaş oldukları altınların boşanma süreci ile hukuki ilişkiye dayalı alacağa (TCK. m.150/1) konu olup olmayacağı tartışılmaksızın karar verilmesinin eksik araştırmaya dayalı ve yasaya aykırı olduğu) yönünde, görüş ve taleplerde bulunduğu gözlemlenmektedir (…. …. …. 12.09.2013 tarihli 2012/138086 sayılı ve 10.07.2013 tarihli 2012/37512 sayılı tebliğnameleri). Bu nedenle, konuya ilişkin olarak Özel Hukuk’ta evlilikte eşler arası mal rejimini düzenleyen Türk Medeni Kanunu hükümlerine bir göz atacak olursak; Eşler arasında ‘mal ayrılığı sistemi’nin öngörüldüğü 17/2/1926 tarih ve 743 sayılı TMK hükümleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 08/12/2001 tarihli 24607 sayılı … …..’de yayımlanmakla yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kaldırılmış, yeni kanun ‘Dördüncü Bölüm’de ‘Eşler arasındaki mal rejimi’ düzenlenmiş, bazı ayırımlar öngörülmüştür; – ‘BİRİNCİ AYIRIM – Genel Hükümler – A. Yasal mal rejimi’ başlıklı 202 vd. maddeleri ile aşağıdaki hükümler getirilmiştir; Eşler arasında edinilmiş mallara ‘katılma rejimi’nin uygulanması asıldır (A. Yasal mal rejimi, m.202/1). Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul edebilirler (m.202/1). Mal rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir (B. Mal rejimi sözleşmesi, m. 203/1). Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılır. Ancak, taraflar evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini yazılı olarak da bildirebilirler (III. Sözleşmenin şekli, m. 205/1). Mal rejiminin kurulması, değiştirilmesi veya önceki rejimin tasfiyesi, eşlerden birinin veya ortaklığın alacaklılarının, üzerinden haklarını alabilecekleri malları sorumluluk dışında bırakamaz (D. Alacaklıların korunması, m. 213/2). Kendisine böyle mallar geçmiş olan eş, borçlardan kişisel olarak sorumludur (m. 213/2). – ‘İKİNCİ AYIRIM – Edinilmiş mallara katılma – A. Mülkiyet – Kapsamı’ başlıklı 218 vd. maddeleri ile getirilen hükümler ise şunlardır; Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını kapsar (I. Alacaklıların korunması, m. 218). Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir (II. Edinilmiş malları, m. 219). Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır: 1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya, …(III. Kişisel mallar, 1. Kanuna göre, m. 220). …Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler (2. Sözleşmeye göre, m. 221/2). Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir (IV. İspat, m. 222/3). Her eş, yasal sınırlar içerisinde kişisel malları ile edinilmiş mallarını yönetme, bunlardan yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir (B. Yönetim, yararlanma ve tasarruf, m. 223/1). Eşlerden her biri kendi borçlarından bütün malvarlığıyla sorumludur (C. Üçüncü kişilere karşı sorumluluk, m. 223/1). Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer (m. 225). Eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur (II. Malların geri alınması ve borçlar, 2. Değer artış payı, m. 227/1). Böyle bir malın daha önce elden çıkarılmış olması hâlinde hâkim, diğer eşe ödenecek alacağı hakkaniyete uygun olarak belirler (m. 227/2). Bir eşin kişisel mallara ilişkin borçları edinilmiş mallardan veya edinilmiş mallara ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmiş ise, tasfiye sırasında denkleştirme istenebilir. (3. Kişisel mallar ile edinilmiş mallar arasında denkleştirme, m. 227/1). Her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olurlar. Alacaklar takas edilir… (V. Artık değere katılma, 1. Kanuna göre, m. 236/1). – ‘ÜÇÜNCÜ AYIRIM’ başlığı altındaki 242 vd. maddelerde, Mal Ayrılığı’na ilişkin hükümler düzenlenmiş, – ‘DÖRDÜNCÜ AYIRIM’ başlığı altındaki 244 vd. maddelerde, Paylaşmalı Mal Ayrılığı’na ilişkin hükümler düzenlenmiş, – ‘BEŞİNCİ AYIRIM’ başlığı altındaki 256 vd. maddelerde, Mal Ortaklığı’na ilişkin getirilen hükümler de şu şekildedir; Mal ortaklığı rejimi, ortaklık malları ile eşlerin kişisel mallarını kapsar (A. Mülkiyet, 1. Kapsamı, m. 256). Genel mal ortaklığında eşlerin kanun gereğince kişisel mal sayılanlar dışındaki malları ile gelirleri ortaklık mallarını oluşturur (II. Ortaklık malları. 1. Genel mal ortaklığı, m. 257/1). Eşler, ortaklık mallarına bölünmemiş bir bütün olarak sahip olurlar (m. 257/2). Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle sadece edinilmiş mallardan oluşan bir ortaklık kabul edebilirler (2. Sınırlı mal ortaklığı, m. 257/1). Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle belirli malvarlığı değerlerini veya türlerini, özellikle taşınmaz malları, bir eşin kazancını, bir meslek veya sanat icrası için kullandığı malları ortaklık dışında tutabilirler (b. Diğer mal ortaklıkları, m. 259/1). Eşler, ortaklık mallarını evlilik birliğinin yararına uygun olarak yönetirler (B. Yönetim ve tasarruf, I. Ortaklık mallarında, 1. Olağan yönetim, m. 262/1-2). Olağan yönetim sınırları içinde her eş, ortaklığı yükümlülük altına sokabilir ve ortak mallarda tasarrufta bulunabilir (m. 262/1-2). Eşlerden her biri, aşağıdaki borçlardan kişisel malları ve ortaklık mallarıyla sorumludur: 1. Evlilik birliğini temsil veya ortaklık mallarını yönetme yetkisine dayanarak yapılan borçlardan, 2. Ortaklık mallarını veya ortaklık mallarına giren gelirleri kullanarak bir meslek veya sanatın icra edilmesi nedeniyle yapılan borçlardan, 3. Diğer eş için de kişisel sorumluluk doğuran borçlardan, 4. Kişisel mal yanında ortaklık mallarının da sorumlu olacağı hususunda eşlerin üçüncü kişilerle anlaşarak yaptığı borçlardan (C. Üçüncü kişilere karşı sorumluluk, I. Ortaklık borçları, m. 268). Her eş, diğer bütün borçlardan kendi kişisel mallarıyla ve ortaklık mallarının değerinin yarısı kadarıyla sorumlu tutulur (II. Kişisel borçlar, m. 269/1) Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Müşteki …., sanık ….. resmi nikahlı eşidir. Resmi nikahlı eşi olan müştekinin kolundaki altın bileziklerini alma fiilini, mülk edinmek için değil, evlilik birlikleri sırasında onun kendisini üye olması için zorladığı TOKİ dairesine ait borçlarını ödeyebilmek amacıyla işlediği müşterek kızları Zeref’in anlatımları ile doğrulanan sanık savunması, yerel mahkemenin oluşa ilişkin kabulü ve tüm dosya kapsamı içeriğine göre, temyiz incelemesine konu olayda; 20/05/1991 tarihinde resmi nikahla evlenmelerinden önce 08/12/2001 tarihli 24607 sayılı ……’de yayımlanmakla yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun eşler arası mal rejimini düzenleyen hükümleri bağlamında; – Tarafların, evlenmeden önce veya sonra (noterde düzenleme veya onaylama şeklinde) ‘mal rejimi sözleşmesi’ yapabilecekleri (m.203/1), yada evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini yazılı olarak bildirebilecekleri (m.205/1), sözleşme yapılmamış ise 202/1. m.ye göre eşler arasında edinilmiş mallara ‘katılma rejimi’nin uygulanmasının asıl olacağı, sözleşmeyle kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul edebilecekleri (m. 202/2), – Kanunda öngörülen ayrımlardan ikincisi olan ‘edinilmiş mallara katılma rejimi’nin; edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını (m.220. Yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya) da kapsamakta (m. 218) ve aksi ispat edilinceye kadar eşlerin bütün mallarının edinilmiş mal kabul edilmekte olduğu (m. 222/3), – Beşinci ayırım olan ‘mal ortaklığı rejimi’nin; ortaklık malları ile eşlerin kişisel mallarını kapsamakta (m.256) ve ‘genel mal ortaklığı’nda eşlerin ortaklık mallarına bölünmemiş bir bütün olarak sahip olduğu (m.257/2), ortaklık mallarını evlilik birliğinin yararına uygun olarak yönetecekleri (m.262/1-2), her eşin olağan yönetim sınırları içinde ortaklığı yükümlülük altına sokabileceği ortak mallarda tasarrufta bulunabileceği (m. 262/1-2) ve üçüncü kişilere karşı 268. maddede belirtilen (evlilik birliğini temsil veya ortaklık mallarını yönetme yetkisine dayanarak yapılan, yine diğer eş için de kişisel sorumluluk doğuran) borçlardan kişisel ve ortaklık malları ile sorumlu olduğu, yine diğer bütün borçlardan ise kendi kişisel malları ile ve ortaklık mallarının da değerinin yarısı kadarıyla sorumlu tutulacakları (m.268/1), Biçimindeki yasal düzenlemeler, bir bütün halinde gözönünde bulundurulduğunda; Tarafların, 4721 s. TMK’nın eşler arası mal rejimini düzenleyen hükümlerine göre evlenmeden önce veya sonra (noterde düzenleme veya onaylama şeklinde) ‘mal rejimi sözleşmesi’ yapıp yapmadıkları, yada evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini yazılı olarak bildirmiş olup olmadıkları, sözleşme yapılmamış ise eşler arasında edinilmiş mallara ‘katılma rejimi’nin uygulanması asıl olacağından sözleşme yapmışlar ise kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul edip etmedikleri, böyle ise hangisini seçtikleri ve bu rejime ilişkin düzenlemeler kapsamında suça konu edilen altın bileziklerin kim tarafından katılana alındığı hususlarının etraflıca araştırılması, belirlenecek durumlarına göre evlilik birliği devam ederken paydaş oldukları altınların boşanma süreci ile TCK’nın 150/1. maddesi kapsamında bir hukuki ilişkiye dayalı alacağa konu olup olmayacağının tartışılması/değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi, Buna göre de, sanık hakkında ayrıca TCK’nın 150/1. maddesinin uygulanması gerektiği kanaatinde olduğumdan, Açıklanan nedenlerle; Tüm bu hususlar gözetilmeksizin ve yanılgılı uygulama sonucunda yazılı şekilde TCK’nın 148/1, 62. maddelerinin uygulanması suretiyle mahkumiyet hükmü kurulmasının, eksik araştırmaya ve değerlendirmeye dayalı bulunduğu düşüncesiyle, Mahkumiyet hükmünün başka nedenlerden düzeltilerek onanması yönündeki Yüksek Daire sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
6. Ceza Dairesi 2013/31923 E. , 2016/4652 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Yağma (Değişen suç vasfı nedeniyle hırsızlık, tehdit) HÜKÜM : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: 1- Oluş ve dosya içeriğine göre; sanığın, yakınandan suça konu cep telefonunu konuşma bahanesiyle alıp, kimliği belirlenemeyen arkadaşına verdikten sonra, bu kişinin telefonla birlikte olay yerinden ayrılıp gittiği, yakınanın bir süre bekleyip telefonunun getirilmediğini görünce, sanıkla birlikte okulun arkasına gidip baktıklarında, telefonu alan kişiyi burada görememeleri üzerine, yakınanın sanıktan telefonu geri getirmesini istediği, sanığın yakınana küfür ederek bıçakla tehdit ettiğinin anlaşılması karşısında; sanığın sübut bulan yağma suçundan mahkumiyeti yerine, yazılı biçimde hırsızlık ve tehdit suçlarından cezalandırılmasına karar verilmesi; 2- Kabule göre de; 5275 sayılı Yasanın 106/4. maddesi gereğince, suç tarihinde 18 yaşını tamamlamamış olan sanığın, hükmedilen adli para cezasını ödememesi halinde bu cezasının hapse çevrilemeyeceğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi aracılığı ile 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca kazanılmış hakkın korunmasına, 26.05.2016 tarihinde üyeler … ve …’ın muhalefetlerine karşın oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY AÇIKLAMASI Sayın çoğunluğun sanığın eyleminin yağma suçunu oluşturması nedeni ile yerel mahkeme kararını bozma yönünde oluşan görüşünü katılmıyoruz şöyleki; ‘Yağma’ suçu; failin, bir başkasının zilyetliğindeki taşınabilir bir maldan zilyedinin rızası bulunmaksızın faydalanmak amacıyla, cebir ve tehdit kullanmak suretiyle zilyedini, bu malı kendisine teslimine veya bulunduğu yerden alınmasına karşı koymamaya zorlamasıdır. 5237 s. TCK’nın 148. maddesinde suçun temel şekli; 1. fıkrada; “..kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanılarak, mağdurun bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılınması”, 2. fıkrada ise; “..cebir veya tehdit kullanılarak mağdurun, kendisini veya başkasını borç altına sokabilecek bir senedi veya var olan bir senedin hükümsüz kaldığını açıklayan bir vesikayı vermeye, böyle bir senedin alınmasına karşı koymamaya, ilerde böyle bir senet hâline getirilebilecek bir kağıdı imzalamaya veya var olan bir senedi imha etmeye veya imhasına karşı koymamaya mecbur edilmesi..” biçiminde tanımlanmış, senet yada kağıdın imzalayan için “borç doğurucu” olması veya vesikanın mağdurun iktisadi olarak değerlendirmeye elverişli bulunan bir hakkını kullanamamasına yol açan türden bir belge olması gerektiği vurgulanmıştır. Yağma suçu, ‘hırsızlık’ suçunun tehdit ve/veya cebirle işlenen hali olup; cebir, tehdit ve hırsızlık suçlarının bir araya gelerek oluşturdukları bir ‘mürekkep/birleşik suç’tur. Bu nedenle yağma suçunun hukuki konusu da birden fazladır. Yağma suçuyla korunan hukuki yarar; bir taraftan hırsızlık suçunda olduğu gibi zilyetlik ve buna bağlı haklar iken, diğer taraftan tehdit suçunda olduğu gibi kişi özgürlüğü ve cebir suçunda olduğu gibi vücut dokunulmazlığıdır (Yaşar/Gökcan/ Artuç, TCK, C. IV s.4329-4330, Erem, a.g.e. C.IV, 796; Meran, Sahtecilik- Malvarlığı-Bilişim Suçları (2005), s.70, Parlar/Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunun Yorumu, Cilt 2, (2007), 1125). Burada cebir ve tehdit, malvarlığına karşı işlenen suçta araç olduğundan, yağma suçuna ‘malvarlığına karşı suçlar’ arasında yer verilmiştir (Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s.428, CGK’nın 26.03.2002 tarih ve 2002/1-94-2002/225 sayılı kararı). TCK’nın 149. maddesinin 1. fıkrasında ‘suçun nitelikli halleri’ düzenlenmiş, 2. fıkrasında ise “Yağma suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerin uygulanacağı..” öngörülmüştür. Tehdit ve cebir, maldan faydalanan malik için değilse, yani başka maksat için kullanılmışsa yağma suçu oluşmaz. Suçta ‘fiil öğesi’ bağlamında ‘kanuna aykırılık öğesi’nin gerçekleşmesi için, suçun manevi unsurunun da oluşması gerekir. Yağma suçu, kastla işlenebilen bir suçtur. Failin, yukarıda belirtilen suçun hareket unsurlarına bilerek ve isteyerek yönelip gerçekleştirmesinin yanısıra, yağma suçunda failin amacı, kural olarak mülk edinmeye yönelik olmalıdır (Yaşar/Gökcan/Artuç, TCK, C. IV s.4338). Başka amaçlara yönelinmiş ise, yağma suçunun unsurları oluşmaz. Örneğin, failin amacı zarar vermeye yönelik ise, bu durumda ‘mala zarar verme’ suçu oluşacaktır (Yaşar/ Gökcan/Artuç, TCK, C. IV s.4343, 6. CD’nin 31.10.2006 tarih ve 2004 tarih ve 2004/3633-2006/10444 sayılı kararı). Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince: Müşteki beyanı, tanık ifadesi ve dosya kapsamına göre; Olay tarihinde,… ile beraberindeki kimliği belirlenemeyen iki arkadaşının parkta bir arkadaşı ile oturan müştekinin yakınına geldikleri, yanlarına yaklaşan sanığın önce sigara istediği, olmadığını söyledikleri, daha sonra müştekiye “telefonun var mı? bir görüşme yapacağız dediği, “kontörüm yok” demesi üzerine “önemli değil, ödemeli arayacağız” diyerek ikna ettiği, sanığın yanındaki diğer şahsın telefon numarasını söylediği, kendisinin de söylenen numarayı tuşladığı, karşı tarafın ödemeli telefonu kabul etmesi üzerine telefonu sanığa verdiği, onun da yanındaki şahıslardan birine “telefon telefon diyordun, al sana telefon” diyerek verdiği, telefonu alan bu şahsın konuşarak yanlarından uzaklaştığı, diğer ikinci şahsın da sigara almaya gideceği bahanesiyle yanlarından ayrıldığı, sanık ile müştekinin bir müddet bekledikleri, ancak telefonu alan kişinin geri dönmemesi ve müştekinin telefonu istemesi üzerine sanıkla beraber aramaya başladıkları, bulamadıkları, sanığın biraz daha beklemelerini söylediği, bekledikleri, ancak geri dönmediği, daha sonra sanıktan arkadaşını aramasını istediğinde, sanığın müştekiye küfür ederek bıçak göstermek suretiyle tehdit edip duvardan atlayarak olay yerinden kaçtığı, ne telefonu alıp giden kimliği meçhul şahsın ne de sanığın yakalanamadığı anlaşılmaktadır. Bu kabul, gerek yerel mahkeme, gerekse Yüksek Daire çoğunluğu ile karşı görüş sahibi olarak bizim tarafımızca da ihtilafsızdır. Hal böyle olunca; Müştekinin zilliyetliğinin devri esnasında kendine yönelik zilliyetini devretmesi hususunda bir tehdit vuku bulmadığı gibi cebir de kullanılmamıştır. Suça konu telefon müştekiden kısa süreliğine kullanıp iade edileceği belirtilerek alınmıştır. Müştekiye yönelik tehditin, suç konusu eşyanın zilyetliğinin devri sağlanıp görüşme yapması için telefon kendisine verilen sanığın yanındaki şahsın konuşarak uzaklaşması ve gözden kaybolmasından, mekan birlikteliğinin sona ermesinden sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Malın teslimine yönelik bir tehdit gerçekleşmediği gibi, suça konu telefon aynı mekanda bulunmadığından malın geri alınmasına engel olma yönünde de bir tehdit söz konusu değildir. Zilyetliğin hakimiyet alanından bu suretle çıkarılmış bulunduğu somut olayda sayın çoğunluğun işaret ettiği yağma suçu unsurlarının oluşmadığı, fiilin “hırsızlık” suçu kapsamında kaldığı, bu aşamadan sonra gerçekleştirilen tehditin ise ayrı bir suç oluşturduğu ve bu yöndeki yerel mahkeme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle, Sayın çoğunluğun aksi yönde oluşan görüşüne katılmıyoruz.
6. Ceza Dairesi 2021/6180 E. , 2021/17611 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Yağmaya teşebbüs HÜKÜM : Mahkumiyet Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü: Sanık ile mağdurenin olay tarihinden bir süre önce boşandıkları, sanığın aynı günlü kararla, mağdureye karşı işlediği iddia olunan kararla hırsızlık ve konut dokunulmazlığını bozma suçlarından beraatine (bu karar temyiz incelemesi kapsamında dışındadır) karar verildiği, sanığın mağdureye karşı tehditle yağmaya teşebbüs suçunu işlediğine dair aşamalarda yüklenen suçu kabul etmeyen sanık hakkında, aralarında husumet bulunan mağdurenin iddiasından başka yüklenen suçu işlediğini gösterir hükümlülüğüne yeterli ve inandırıcı, hukuka uygun herhangi bir kanıt bulunmadığı gözetilmeden sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık … müdafiinin temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 10/11/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
6. Ceza Dairesi 2011/14851 E. , 2014/1498 K. “İçtihat Metni” Tebliğname No : 6 – 2009/16268MAHKEMESİ : Bakırköy 13. Ağır Ceza MahkemesiTARİHİ : 08/07/2008NUMARASI : 2007/480 (E) ve 2008/174 (K)SUÇ : Yağma, şantajYerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.Ancak;Sanıkla katılanın İnternet ortamında tanıştıkları, aralarında uzun süre devam eden duygusal bir ilişkinin olduğu, bu hususun sanıkla katılan arasındaki bazen gecenin geç saatlerinde gerçekleşen uzun telefon görüşmelerini gösteren HTS raporlarından anlaşıldığı, ayrıca katılanın sanığa msn adresini verdiğini ve internettten de görüştüklerini kabul ettiği, ayrıca katılanın kendisinden zorla cep telefonun alındığı ifade ettiği tarihten sonra da, sanığı kendisi arayarak telefon görüşmeleri yaptığının anlaşılması karşısında; cep telefonunun bıçakla tehdit edilmek suretiyle sanık tarafından alındığına ilişkin katılanın iddiasının oluşa, dosya içeriğine ve sanığın aşamalardaki savunması kapsamına göre, kuşkudan uzak ve kesin olarak kanıtlanamadığından mevcut kuşkunun sanık yararına yorumlanması gerektiğinden sanığın, katılan ile duygusal ilişkisini katılanın eşine anlatacağı tehdidiyle cep telefonunu alması ve daha sonraki günlerde de para istemesi biçimindeki eylemlerinin bir bütün olarak TCK.nun 107/1,43. maddelerine uyan şantaj suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde yağma ve şantaj suçundan ayrı ayrı mahkumiyet kararı verilmesi,Bozmayı gerektirmiş, sanık Ç.. D.. savunmanın temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenle istem gibi BOZULMASINA, 06.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
5. Ceza Dairesi 2016/7375 E. , 2021/3167 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : Sanık … hakkında rüşvet alma (yirmi kez), diğer sanıklar haklarında rüşvet verme (sanıklardan …, …, …, …, …, … ve …haklarında ikişer, … hakkında üç, … ve … haklarında dörder, diğer sanıklar hakkında ise birer kez) HÜKÜM : Sanıklar …, …, …, …, …, … ve … haklarında atılı suçlardan beraat, sanık … hakkında rüşvet alma (yedi kez) ve zincirleme şekilde rüşvet alma (üç kez), sanıklar …, …, …, …, …, … ve … haklarında rüşvet verme, sanıklar … ve … haklarında zincirleme şekilde rüşvet verme suçlarından mahkumiyet Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelendi; CMK’nin 260/1. maddesine göre rüşvet verme suçundan açılan kamu davalarında katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olan Hazinenin kanun yoluna başvurma hakkının bulunması ve sanıklar …, …, …, …, …, … ve … haklarında verilen beraat hükümlerinin vekili tarafından temyiz edilmesi karşısında, 3628 sayılı Kanun’un 18. maddesindeki “…Hazine avukatının yazılı başvuruda bulunması halinde Maliye Bakanlığı, başvuru tarihinde müdahil sıfatını kazanır” düzenlemesinin verdiği yetkiye ve CMK’nin 237/2. maddesine dayanılarak Hazinenin anılan sanıklar hakkında rüşvet verme suçundan açılan kamu davalarına katılan olarak KABULÜNE, rüşvet verme suçundan açılan kamu davalarında katılan sıfatını alabilecek surette doğrudan zarar görmesi söz konusu olmayan, bu nedenle anılan suça yönelik verilen beraat hükümlerini temyiz etme hakkı bulunmadığı anlaşılan İçişleri Bakanlığının vekili aracılığıyla yaptığı temyiz istemi ile sanıklar … ve … müdafilerin süresinden sonra vaki ve …, …, …, … ve … müdafilerin sonuç ceza miktarı itibarıyla da koşulları bulunmayan duruşmalı inceleme taleplerinin 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi de gözetilerek 1412 sayılı CMUK’un 317 ve 318. maddeleri uyarınca ayrı ayrı REDDİNE, incelemenin katılan Hazine vekilinin rüşvet verme suçundan kurulan beraat, O yer Cumhuriyet savcısının rüşvet verme suçundan verilen beraat ile sanıklar …, …, …, …, …, …, … ve … haklarında rüşvet verme ve rüşvet alma suçlarından verilen mahkumiyet, sanıklar …, …, …, …, …, …, … ve … müdafilerin ise adı geçen sanıklar haklarında verilen mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz itirazlarıyla sınırlı ve duruşmasız olarak yapılmasına karar verildikten sonra gereği düşünüldü: Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … haklarında kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde; Suç tarihinde polis memuru olarak görev yapan sanık …’in, kooperatif başkanı, nakliye firması sahibi, kamyon şoförü gibi sıfatları bulunan ve görevli olduğu güzergahı kullanan diğer sanıkların araçlarına kural ihlali, tonaj fazlalığı veya araçtaki herhangi bir eksiklik ve benzeri sebeplerle ceza yazılmaması için elden ya da bankadan havale suretiyle para aldığı iddia ve kabul edilen somut olayda rüşvet alma ve rüşvet verme suçlarından beraat ve mahkumiyet hükümleri kurulmuş ise de; henüz kural ihlaline konu kabahat gerçekleşmeden, gerçekleşme ihtimaline binaen şarta bağlı rüşvet sözleşmesinin yapılamayacağı, suçun oluşabilmesi için görev gereklerine aykırı olarak belirli bir işin yapılması veya yapılmaması karşılığında çıkar sağlanacağı konusunda taraflar arasında işin yapılmasından önce veya yapılması sırasında gerçekleştirilmiş bir anlaşma bulunması gerektiği, ayrıca 5237 sayılı TCK’nin rüşveti tanımlayan ve 05/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun ile değişiklik yapılıncaya kadar yürürlükte kalan 252/3. maddesinde “Rüşvet, bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı olarak bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır” denilerek sadece nitelikli rüşvete yer verildiği, kamu görevlisinin yapması gereken bir işi yapması ya da yapmaması gereken işi yapmaması için yarar sağlanmasının (05/07/2012 tarihine kadar) rüşvet suçu kapsamından çıkarıldığı cihetle; rüşvet verdiği iddia edilen sanıklar yönünden kural ihlali gerçekleştirdikleri hususunda tespit yapılmadığı gibi dosyada bu hususta başkaca bir delil de bulunmadığı, suç tarihleri de nazara alındığında sanık …’ın eyleminin aynı Yasa’nın 6352 sayılı Yasa’dan önce 257/3. maddesinde düzenlenen görevinin gereklerine uygun davranmak için çıkar sağlama suçunu oluşturduğu, diğer sanıkların eylemlerinin ise anılan suça azmettirme olduğu, bu suçun söz konusu maddede öngörülen cezasının üst sınırı itibarıyla aynı Kanun’un 66/1-e ve 67/4. maddelerinde belirtilen 8 yıllık asli ve 12 yıllık ilaveli dava zamanaşımı sürelerine tabi olduğu, suç tarihleri ile inceleme günü arasında ilaveli dava zamanaşımı süresinin gerçekleştiği anlaşıldığından hükümlerin 5237 sayılı TCK’nin 7/2 ve 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddeleri de gözetilmek suretiyle CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı Yasa’nın 322/1 ve 5271 sayılı CMK’nin 223/8. maddeleri gereğince sanıklar hakkında açılan kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle ayrı ayrı DÜŞMESİNE, Sanıklar …, … ve … haklarında kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde ise; Sanık …’un hükümden sonra 07/08/2017 tarihinde öldüğü UYAP sisteminden temin edilen nüfus kaydından anlaşıldığından, bu husus mahallinde araştırılarak sonucuna göre 5237 sayılı TCK’nin 64 ve 5271 sayılı CMK’nin 223/8. maddeleri uyarınca bir karar verilmesi lüzumu, Sanık …’ın hükümden önce 03/08/2011 tarihinde, sanık …’in ise 06/08/2010 tarihinde öldüğü UYAP sisteminden temin edilen nüfus kayıtlarından anlaşıldığından, bu hususlar mahallinde araştırılarak sonucuna göre 5237 sayılı TCK’nin 64 ve 5271 sayılı CMK’nin 223/8. maddeleri uyarınca bir karar verilmesi yerine, yargılamaya devamla yazılı şekilde beraat ve mahkumiyet hükümleri kurulması, Kanuna aykırı, sanık … müdafi, katılan Hazine vekili ve O yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, sair yönleri incelenmeyen hükümlerin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gözetilerek CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA 28/06/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
18. Ceza Dairesi 2018/3072 E. , 2019/14439 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Kişilerin huzur ve sükununu bozma HÜKÜM : Mahkumiyet KARAR Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Mahkemece de kabul edilen oluşa göre, sanığın olay tarihinde Whatsapp uygulamasından “Slm seni ve kalbini nasıl kazanabilirim” şeklinde mesaj gönderdiği kabul edilen eylemin, TCK’nın 105/1. ve 105/2-d maddesine uyan cinsel taciz suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçundan hüküm kurulması, Kabule göre de; Sanık hakkında cinsel taciz suçundan kamu davası açıldığı, sanığın eyleminin soruşturma aşamasında uzlaşma kapsamında olmadığı, ancak yapılan yargılama neticesinde sanığın eyleminin uzlaştırma kapsamına giren kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu olarak kabulü karşısında aynı Kanun’un 253. ve 254. maddeleri uyarınca uzlaşma hükümlerinin uygulanması ve sonucuna göre sanığın hukuksal durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık … müdafiinin ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 15/10/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2015/11883 E. , 2017/1555 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suçlar : Hakaret, şantaj, özel hayatın gizliliğini ihlal, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması Suç Tarihleri : 18/08/2013-20/08/2013 Hükümler : 1- Hakaret suçundan dolayı TCK’nın 125/1, 43, 62/1, 52, 52/4. maddeleri gereğince mahkumiyet 2- Şantaj suçundan dolayı TCK’nın 107/2. maddesi yollamasıyla aynı Kanun’un 107/1, 62/1, 52, 53/1-3. maddeleri gereğince mahkumiyet 3- Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçundan dolayı TCK’nın 133/1, 62/1, 53/1-3. maddeleri gereğince mahkumiyet 4- Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraat Hakaret, şantaj, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçlarından sanığın mahkumiyetine ilişkin hükümler, sanık ve katılan vekili, özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: A) Hakaret suçundan kurulan hükme yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde; Anayasa Mahkemesinin 07.10.2009 gün ve 27369 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanıp, yayımından itibaren bir yıl sonra 07.10.2010 tarihinde yürürlüğe giren, 23.07.2009 gün ve 2006/65 Esas, 2009/114 karar sayılı iptal hükmünün yürürlüğe girdiği tarihe kadar 5237 sayılı TCK’nın 50 ve 52. maddeleri ve 765 sayılı TCK hükümleri uyarınca doğrudan hükmedilip, başkaca hak mahrumiyeti içermeyen 2000 TL’ye kadar (2000 TL dahil) adli para cezalarına ilişkin mahkumiyet hükümleri 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı Kanun’un 305. maddesi gereğince kesin nitelikte olup, 07.10.2010 ila 6217 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 14.04.2011 tarihine kadar ise mahkumiyet hükümlerinin hiçbir istisna öngörülmeksizin temyizinin mümkün olduğu, 14.04.2011 ve sonrasında ise, doğrudan hükmedilen 3000 TL’ye kadar (3000 TL dahil) adli para cezalarının 5320 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesi uyarınca kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla; 25.04.2014 tarihinde doğrudan hükmedilen 1860 TL’den ibaret mahkumiyet hükmüne yönelik sanığın ve katılan vekilinin temyiz istemlerinin 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 317. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak REDDİNE, B) Şantaj, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması, özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz istemlerinin incelenmesine gelince; Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın ve katılan vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; 1- Sanığın, aralarındaki arkadaşlık ilişkisini sona erdiren mağdurdan ayrılmak istemeyip, mağdura, kendisiyle tekrar bir araya gelmediği takdirde, şeref ve saygınlığına zarar verecek nitelikteki hususları yakınlarına açıklayacağı ve birlikteliklerini gösteren fotoğraflarını yayacağı tehdidiyle şantajda bulunup, mağdura karşı aynı suçu değişik zamanlarda zincirleme şekilde işlediği kabul edildiği halde, sanık hakkında şantaj suçundan kurulan hükümde, TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanmaması suretiyle sanığa eksik ceza tayin edilmesi ve gerekçeyle hüküm arasında çelişkiye neden olunması, 2- Sanığın, mağdura ait facebook hesabından ele geçirdiği mağdurun kişisel veri niteliğindeki resimlerini, aynı sitede kendisi tarafından kullanılan hesaplar aracılığıyla mağdurun rızasına aykırı şekilde başkalarının görgüsüne sunması eyleminin TCK’nın 136/1. maddesinde tanımlanan verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturacağı gözetilmeden, sanığa isnat edilen eylem salt TCK’nın 134/1. maddesindeki özel hayatın gizliliğini ihlal suçu kapsamında değerlendirilerek, yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle yazılı şekilde beraat kararı verilmesi, 3- TCK’nın 133/1. maddesinde, iki veya daha fazla kişinin, başkalarının bilmeyeceği ve sınırlı bir dinleyici çevresi dışına çıkmayacağı yönünde haklı bir inanç ve iradeyle hareket ederek, herhangi bir aracı vasıta olarak kullanmadan, yüz yüze gerçekleştirdikleri, ancak özel bir çaba gösterilerek duyulabilecek, aleni olmayan, söze dayalı, sesli düşünce açıklamalarının, konuşmanın tarafı olmayan kişi veya kişilerce, ilgilisinin rızası olmaksızın, elverişli bir aletle (sesli bir açıklamayı kuvvetlendirerek veya naklederek onu ses alanının dışına çıkartıp doğrudan doğruya algılanabilir hale getirmeye yarayan her türlü düzenekle) dinlenmesi veya akustik olarak tekrar dinlenebilmesi imkanını sağlayan bir aletle kaydedilmesi; aynı Kanun’un 133/2. maddesinde ise en az üç veya daha fazla kişinin, yüz yüze gerçekleştirdikleri, aleni olmayan, söze dayalı düşünce aktarımlarının, söyleşinin tarafı olan kişi veya kişilerce, ilgililerinin rızası olmaksızın, bir aletle kaydedilmesi, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması başlığı altında suç olarak tanımlanmıştır. Söyleşiden farklı olarak, iki kişi arasında da gerçekleşebilecek olan konuşmada, konuşan tarafların, aralarında geçen sözleri kaydetmesi, TCK’nın 133/1. maddesi kapsamında suç olarak tanımlanmamış olup, koşulları bulunduğu takdirde eylem aynı Kanun’un 134. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu oluşturabilir. Bu açıklamalar ışığında incelenen dosyada; sanığın, mağdurla bir araya geldikleri bir evin odasında karşılıklı konuşurlarken, cep telefonunun kamerası ile çekim yaptığı olayda, Sanığın yakın mesafeden görünür şekilde ve mağdurun rızası dahilinde cep telefonu kamerası ile çekim yaptığını ifade etmesi, dosyada mevcut 03.03.2014 tarihli CD inceleme tutanağında, son olarak sanığın konuşup, kayıt cihazının sanık tarafından kapatıldığının belirtilmesi karşısında, İddiaya konu CD’nin bir bilirkişiye inceletilip, mağdurun, çekim yapıldığından haberdar olup olmadığı, çekimi fark ettiği izlenimini uyandıracak bir sözü ve davranışının bulunup bulunmadığı, çekim yapan cihaza ısrarla bakıp bakmadığı ve odaklanıp odaklanmadığı, özetle görüntüsünün ve konuşmalarının bilgisi ve rızası dahilinde kaydedilip kaydedilmediği hususlarını denetime olanak verecek şekilde açıklayan rapor düzenlettirilerek, çekimin gizlice yapıldığının tespit edilmesi halinde, mağdurun, sanıkla ve başka bir erkekle olan ilişkisinin varlığını ve boyutunu ortaya çıkaran açıklamalarının özel yaşam alanına ilişkin olduğu gözetilerek, sanık hakkında TCK’nın 134/1. maddesinde tanımlanan özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, sanık ile mağdur arasında geçen konuşmaya bir üçüncü kişinin dahil olmaması ve sanığın tarafı olduğu konuşmayı kaydetmesi karşısında kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunun yasal unsurlarının somut olayda gerçekleşmediği nazara alınmaksızın, eksik incelemeye ve yasal olmayan gerekçelere dayalı olarak sanığın TCK’nın 133/1. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi, kanuna aykırı, 4- Sanık hakkında TCK’nın 53. maddesi tatbik edilirken, Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 08.10.2015 tarihli, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararının gözetilmesinde zorunluluk bulunması, Bozmayı gerektirmiş olup, sanığın ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 01.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
4. Ceza Dairesi 2009/19013 E. , 2011/21017 K. Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; İncelenen dosyada; sanığın, kesinleşmiş 2 yıl 6 ay hapis cezasının infazı için hakkında yakalama kararı çıkarılan Duun’un müdafiliğini üstlendiği, Dun’un 2005 yılı Temmuz ayında Almanya’dan Türkiye’ye giriş yaparak aynı ay bürosunda sanıkla görüştüğü ve teslim olmak istediğini ifade ettiği, sanığın ise yeni yürürlüğe giren 5275 sayılı İnfaz Kanunu’na göre 75 yaşını doldurmuş kişilerin cezasını evinde infaz edeceğine dair düzenleme olduğundan bahisle teslim olmamasını öğütleyip yaş düzeltme davası açacağını söylediği, bu şekilde D.’u teslim olmaması hususunda ikna ettiği, önce Aybastı Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yaş tashihi davası açtığı, reddedilmesi üzerine bu kez de Perşembe Asliye Hukuk Mahkemesi’ne aynı nitelikli dava açtığı, davaların devamı sırasında D’la görüştüğü, ihbar üzerine Dursun’un 23.01.2006 tarihinde yakalandığı, yargılama sonunda mahkemece sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 284. maddesinde tanımlanan hükümlü bir kişinin bulunduğu yeri bildiği halde yetkili makamlara bildirmeme suçundan hükümlülüğüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Avukat ile müvekkili arasındaki sözleşme ilişkisinin temeli güven ve sadakat ilkelerine dayanmaktadır. Müvekkilin; her durumda avukatına güvenmesi, sırrını saklayacağından emin olması gerekir. Bu nedenle Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesinde, avukatların görevlerini “bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmakla” yükümlü oldukları ifade edilmiş ve Yasa’nın 36. maddesinde de görevleri dolayısıyla öğrendikleri hususları açıklamaları yasaklanarak sır saklama yükümlülükleri öngörülmüştür. Avukatın, müvekkilinin sırrını saklama yükümlülüğü üçüncü kişiler yanında mahkemelere, savcılıklara ve idari birimlere karşı da geçerlidir. Avukatlık meslek sırrı, avukatın mesleğini icra ederken öğrendiği, herkes tarafından bilinmeyen, açıklanması halinde vekil edenin maddi ya da manevi zarara uğrayacağı, üçüncü kişilerden gizlenen özel yaşama dair bilgilerdir. Avukatın mesleği ile bağlantılı olarak öğrendiği, vekil edene ait özel ilişkileri, sağlık bilgileri, mali durumu, kişisel bilgileri gibi gerektiğinde bulunduğu yer ya da adresi de sır kapsamına dahildir. Avukata yüklenen sır saklama yükümlülüğü, vekil edenin adli/idari merciler karşısında daha etkin, yerinde ve etraflıca iddiada bulunması veya savunma yapması ile doğrudan bağlantılıdır. Avukatın meslek sırrını koruması ise uluslararası antlaşmalar ve Anayasamızda güvence altına alınan özel yaşamın gizliliğinin sonucu olmanın yanında yerine getirilen kamu hizmetinin içeriği ve niteliği ile de ilgilidir. Sanığın özgür iradesiyle seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmasını öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c, Anayasamızın iddia, savunma ve adil yargılanma hakkını öngören 36, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun dürüstlük ve güven ilkelerini öngören 34 ve avukatın sır saklama yükümlülüğünü düzenleyen 36. maddelerindeki düzenlemeler dikkate alındığında sanık avukatın, hakkında yakalama kararı bulunan vekil edenin yerini adli mercilere bildirmemesinin sır saklama yükümlülüğü ile bağlantılı olarak TCK’nın 24/1. maddesi anlamında kanunun hükmünü (görevini) yerine getirme hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilerek CMK’nın 223/2-d maddesi gereğince anılan suçun oluşmayacağının kabul edilmesi, ancak müvekkilinin infaz yönteminin değiştirilmesi amacıyla gerçeğe aykırı iddiaya dayanarak ve müvekkili hakkında daha önce benzer gerekçeyle Aybastı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1970/129 esas, 1970/66 sayılı kararı ile doğum yılının 1936 olarak düzeltilmiş olmasına karşın, bu kez de gerçekte 1931 doğumlu olduğundan bahisle dava açması ve Aybastı’da açılan davanın reddedilmesine karşın ikinci kez Perşembe Asliye Hukuk Mahkemesi’nde de açtığı davanın da haklı nedene dayanmadığı gerekçesiyle reddedildiği gözetilerek sanığın Avukatlık Kanunu’nun 34. maddesi uyarınca görevini doğruluk ve onur içinde yerine getirmek yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmakla birlikte, TCY’nin 257/1. maddesindeki; kamu zararına neden olma, kişilere haksız kazanç sağlama biçimindeki objektif cezalandırma şartlarının var olup olmadığının somut olaya özgü olarak tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle Yasa’nın 284/1, 3. maddesiyle hükümlülük kararı verilmesi, Yasaya aykırı ve sanık O. müdafiinin temyiz nedenleri ile değişik gerekçeyle tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden (HÜKMÜN BOZULMASINA), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 14.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
15. Ceza Dairesi 2019/1690 E. , 2019/13056 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Güveni kötüye kullanma HÜKÜM : 1)Katılan sanık … hakkında TCK’ nun 106/1-2, 43, 53, 58. maddeleri gereğince mahkumiyet 2)Sanık … hakkında TCK’ nun 155/1, 62, 50/1a. maddeleri gereğince mahkumiyet Güveni kötüye kullanma suçundan sanık …’ın mahkumiyetine ilişkin hüküm sanık ve katılan tarafından, tehdit suçundan sanık …’in mahkumiyetine ilişkin hüküm O yer Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü. Katılan sanık …’in olay tarihinden 4-5 ay kadar önce berberlik yapan sanık …’ın işyerine satmak amacıyla bir adet berber koltuğu getirdiği, fiyat konusunda anlaşamadıkları için satışın gerçekleşmediği, ancak sanık …’in koltuğu daha sonra alacağını söyleyerek sanık …’ın dükkanında bıraktığı, koltuğun burada bir kaç hafta durduğu, sanık …’ın eğer koltuğu almazsa dışarıya bırakacağı yönündeki tüm uyarılarına rağmen sanık …’in koltuğu gelip almadığı, bunun üzerine sanık …’ın koltuğu işyerinin dışına kaldırım üzerine bıraktığı, yaklaşık bir kaç ay kadar dışarıda kalan ve bu süreç zarfında karşı kaldırıma birileri tarafından geçirildiği anlaşılan koltuğu sanık …’in gelip almaması üzerine, sanık …’ın çırağı olan …’a olaydan iki ay kadar önce koltuğu götürüp hurdacıya satmasını söylediği, bunun üzerine …’ın koltuğu hurdacılık yapan tanık …’un işyerine götürerek 10.00 TL karşılığında sattığı ve parasını da sanık …’a verdiği, bunun üzerine olay tarihine kadar geçen sürede sanık …’in bir çok kez sanık …’ın işyerine gelerek koltuğun parasını istediği, alamayınca da “ben parayı almayı bilirim” diyerek tehdit ettiği, olay tarihinde sanık …’in yine sanık …’ın işyerine gelerek koltuğun parasını istediği, bunun üzerine aralarında çıkan tartışmada sanık …’in sanık …’a yine “ben parayı almasını bilirim, parayı almadan gitmem” diyerek tehditte bulunduğu, bu suretle sanık …’ın üzerine atılı güveni kötüye kullanma ve sanık …’in üzerine atılı zincirleme tehdit suçlarını işledikleri iddia edilen olayda; 1)Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde; Takibi şikayete bağlı olan güveni kötüye kullanma suçu nedeniyle, katılan sanık …’in hükümden sonra 29/12/2015 tarihli dilekçesinde sanık …’dan şikayetçi olmadığını belirten dilekçe verdiği, sanık …’ın da duruşmada hakkında şikayetten vazgeçme olursa kabul edeceğini beyan ettiği anlaşıldığından, sanık hakkında açılan kamu davasının 5271 sayılı CMK’nin 223/8. maddesi uyarınca düşmesine karar verilmesi zorunluluğu, 2)Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz incelemesinde; Hayat, vücut dokunulmazlığı, cinsel dokunulmazlık ve malvarlığı değerlerine yönelik tehdit dışında kalan bir ifadenin, sair tehdit olarak kabul edilebilmesi için açık bir kötülük bildirimi ve kastını içermesi veya oluşa göre tereddüde mahal vermeyecek şekilde bu yönde algılanması gerekmektedir. Bu nedenle, özellikle haksız bir fiil veya hukuksuz bir uygulamaya tepki olarak ortaya konulan ve yasal yollara başvuruyu da içinde barındırabilecek tarzda yorumlanabilecek ifadeler, sözlerin sarfedildiği doğal ortamın bütünlüğü içerisinde değerlendirildiğinde, tehdit suçunun oluşması için aranan uygunluk, elverişlilik, yeterlilik koşullarını içermeyecektir. Buna göre somut olayda sanığın söylediği kabul edilen “ben parayı almayı bilirim”, “ben parayı almasını bilirim, parayı almadan gitmem” şeklindeki sözlerinden dolayı beraatine karar verilmesi gerekirken yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması, Bozmayı gerektirmiş, O yer Cumhuriyet savcısı, sanıklar … ve …’in temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 27/11/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Ceza Dairesi 2020/7078 E. , 2021/4923 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi Suç tarihinde köy muhtarı olan sanığın, İl Özel İdaresi tarafından köy camii yapımı için köy tüzel kişiliği hesabına yatırılan paranın camii inşaatını yapan usta …’ye yatırılması hususunda alınan kararın köy karar defterine işlenmesinde, köy azaları olan temyiz dışı sanıklar … ve … adına atılı imzaları onların yerine atmak suretiyle kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçunu işlediğinin iddia ve kabul olunduğu olayda; temyize gelmeyen diğer sanıklar … ve …’ın köy karar defterindeki imzaların kendilerine ait olduğunu kabul etmiş olmaları, aşamalardaki beyanlara göre alınan karardan azalar … ve …’ın bilgi sahibi oldukları ve rızalarının bulunduğu, kararın içerik itibariyle de usule uygun olduğu da göz önünde bulundurulduğunda; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 30.03.1992 gün ve 80/98 sayılı kararında açıklandığı ve Dairemizin benzer birçok kararında vurgulandığı üzere; belgelerde sahtecilik suçlarında kast, zarar vermek bilinci ve iradesi olarak kabul edildiğinden, somut olayda da sanığın zarar verme bilinç ve iradesi ile hareket etmediği, rızanın açık veya zımni olabileceği ve bu rızaya dayanarak başkasının yerine imza atan kimsede sahtecilik kastının varlığı kabul olunamayacağından, sanığın sahtecilik kastı ile hareket etmediği gözetilerek üzerine atılı kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği suçundan beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi yasaya aykırı, Yasaya aykırı, sanığın temyiz talepleri bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, 08.06.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi
13. Ceza Dairesi 2016/2155 E. , 2017/10403 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hırsızlık HÜKÜM : Mahkumiyet Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü: 1-Katılanın 23.10.2011 tarihinde … isimli oyunu oynarken bilgi ve rızası dışında e-posta adresine girilerek şifresinin ve e-posta adresinin değiştirildiğini ve oyun karakterlerinin çalındığını, karakterlerini çalan şahsın olaydan 10 dakika önce kendisine mesaj gönderdiğini, oyun içi iletişim sayesinde çalınan oyun karakterlerini … isimli şahsın satın aldığını beyan ettiği; dosya kapsamına göre olay günü sanığın babası adına kayıtlı ve fakat sanık tarafından kullanılan IP adresi üzerinden katılanın e-posta adresine erişimin sağlandığı sabit ise de sanığın savunmasında, katılana ait e-posta adresini … isimli oyunun hilelerinin ve kullanılmayan karakterlerinin paylaşıldığı forum sitesi olan www.onlinehile.org isimli sitede gördüğünü ve sitede bulunan şifre ile giriş yaptığını, oyun karakterlerinin ise sitede bulunmadığını ve suçlamayı kabul etmediğini söylediği; 03.01.2014 tarihli bilirkişi raporunda bilgisayara format atıldığından e-posta adresinin çalınması dışında oyun karakterlerinin çalındığının net olarak tespit edilemediğinin belirtildiğinin anlaşılması karşısında; savunmada belirtilen hususlar da araştırılarak, oyun sitesinden suç tarihinde katılanın kullanıcı adı ve şifresi ile oyuna giriş yapılıp yapılmadığının sorularak, çalındığı iddia edilen oyun karakterine ait sanal eşyaların suç tarihinden itibaren … ve/veya kimin kullanımında olduğunun ve olaydan önce katılana mesaj gönderen kişinin kim olduğunun araştırılarak, yine talimat mahkemesinde beyanı alındığı sırada katılan tarafından dosyaya ibraz edilen CD içeriği ile tüm deliller birlikte değerlendirilip, gerektiğinde bilişim suçlarından anlayan tercihen bilgisayar mühendisi bir bilirkişiden rapor da alınmak suretiyle, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi ile sonucuna göre tüm deliller çerçevesinde sanığın hukuksal durumunun tayini gerekirken, bu konularda kovuşturma genişletilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi, 2-Kabule göre de; a-Verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilip, bundan da yarar sağlanmasının; ekonomik değer taşısa dahi veriyi taşınır mal haline getirmeyeceği, bu itibarla; suçun sübutu halinde eylemin, 5237 sayılı TCK’nın 244/4. maddesindeki suçu oluşturacağı gözetilmeksizin suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması, b-Eylemin sübutu halinde tek suç oluşturacağı gözetilmeksizin, sanığın TCK’nın 142/2-e maddesi gereğince mahkumiyetine karar verilmesinin ardından, aynı yasanın 243. ve 244. maddeleri gereğince Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesi, c-Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 günlü, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı, 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan kısmi iptal kararı uyarınca, 5237 sayılı TCK 53. madde 1. fıkra b bendinde düzenlenen “seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına” hükmünün iptal edilmesi nedeniyle uygulanamayacağının gözetilmesi zorunluluğu, Bozmayı gerektirmiş, o yer Cumhuriyet Savcısı ile sanık …’nın temyiz istemleri bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 10.10.2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.
İlçe Emniyet Müdürlüğü Aile İçi ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Büro Amirliği’nde polis memuru olarak görevli bulundukları esnada, davada tanık sıfatıyla dinlenmiş olan ın şüpheli sıfatıyla ifadesinin alındığısırada müdafii sıfatıyla iştirak eden katılan ‘in müvekkilinin baskı altına alındığı ve ifadenin usule uygun alınmadığından bahisle tutanağa yazdırmak istediği görüşünü tutanağa yazmayı reddederek ve devamında katılanın imzadan imtina etmesi üzerine bunun sebebinin tutanağa yazılması yönündeki isteğini de kabul etmeyip, imzadan imtina sebebini ifade tutanağına yazmayarak ve ifade tutanağını katılanın önünden çekip alarak, bu itibarla görevlerinin gereklerine aykırı davranarak ve keyfiyetle hareket ederek, katılanın müdafii sıfatıyla görevini layıkıyla yapmasını engelleyip, katılanın olayda şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan ve davamızda tanık olan ‘ın vekaletini alması olasılığını ortadan kaldırarak mağduriyetine yol açmak suretleriyle, sanıkların ayrı ayrı üzerlerine atılı “Memuriyet Görevini Kötüye Kullanmak” suçunu işledikleri … kararın tam metne buradan ulaşabilirsiniz.
Ceza Genel Kurulu 2020/185 E. , 2021/149 K. “İçtihat Metni” Kararı Veren Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi Mahkemesi :Ağır Ceza Beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı suçundan sanık …’ın TCK’nın 102/2, 102/5, 43, 62, 63 ve 53. maddeleri uyarınca 17 yıl 6 ay, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan TCK’nın 109/2, 109/5, 43, 62, 63 ve 53. maddeleri uyarınca 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, mahsuba ve hak yoksunluğuna ilişkin İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.11.2014 tarihli ve 184-252 sayılı kısmen resen temyize tabi hükümlerin sanık müdafisi tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 04.05.2015 tarih ve 1701-6022 sayı ile; “Mağdurenin 23.07.2013 tarihli şikâyet dilekçesi üzerine sanık hakkında başlatılan soruşturma kapsamında verdiği 23.07.2013 ve 28.11.2013 tarihli Cumhuriyet Başsavcılığı beyanlarında sanık ile arasında gerçekleşen son cinsel ilişkinin tarihi ve yeri konusunda çelişkili açıklamalarda bulunması, akabinde yargılama sırasında dosya arasına giren 17.06.2014 tarihli dilekçe içeriği, 29.08.2014 tarihli bilirkişi raporu, sanık savunmaları ve tüm dosya kapsamından, sanık ile mağdurenin 1999 yılından 2010 yılına kadar Fransa’da karşılıklı rızaya dayanan karı koca hayatı yaşadıkları, 2010 yılında mağdurenin İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesini kazanarak Türkiye’ye gelmesi üzerine sanıkla bir süre daha görüşmeye devam ettiği, öğrenim hayatı devam ederken mağdurenin hemşehrisi olan ve fırıncılıkla iştigal eden tanık Mehmet ile tanıştıktan sonra aralarındaki ilişkiyi bitirmeye yönelik beyanları üzerine sanığın elinde bulunan cinsel ilişkiye dair video kaydı ile fotoğrafları gerek ailesine gerek arkadaş çevresine yayacağından bahisle mağdureye birçok kez şantaj yapmasına karşılık bu şantajlardan dolayı mağdurenin sanıkla cinsel ilişki kurduğuna dair dosyaya yansıyıp aşamalarda değişen ve birbiriyle çelişen soyut beyanları dışında mahkûmiyete yeter kesin delil ve emare bulunmadığı anlaşıldığından, sanığın beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından beraatine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkûmiyetine hükmedilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir. Yerel Mahkeme ise 11.11.2015 tarih ve 281-275 sayı ile; “…Olay tarihinde 19 yaşında olan mağdurenin ruhsal bunalım yaşadığı sırada Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından din görevlisi olarak görevlendirilen sanığın mağdurenin ailesinin yaşadığı yerde camiye gidip geldiği, sanığın mağdureye psikolojik olarak destek olacağı ve ona dini vecibeleri öğreteceği vaadiyle mağdurenin dini duygularını istismar edip mağdureyle dini nikâh kıydığı ve daha sonra da mağdureyle cinsel olarak birlikte olduğu, mağdurenin belli bir zaman sonra buna rıza göstermediği ancak sanığın mağdure üzerinde psikolojik baskı kurduğu ve mağdurenin de, yaşadığı çevrenin bu hususu kabul etmeyeceği ve toplum tarafından dışlanacağı korkusuyla ve daha sonraki dönemlerde sanığın kendisine büyü yapıldığı, büyüyü çözmesi gerektiğini, kendisini okuması gerektiği tarzındaki dini söylemlerle mağdureyi baskı altına aldığı, onunla değişik zamanlarda cinsel birliktelik yaşadığı, mağdurenin artık sanıkla birlikte olmak istememesi üzerine sanığın daha önceden cep telefonunu aldığı, cinsel görüntüleri çevresine yayacağı tehdit ve şantajıyla mağdurenin buna boyun eğdiği, böylece sanığın ilk başta mağdurenin dini duygularını istismar ederek ve üzerinde manevi baskı kurarak daha sonra mağdurenin açıkça rıza göstermemesi üzerine tehdit ve şantajla mağdurenin rızası dışında değişik zaman ve yerlerde mağdureye karşı organ sokmak suretiyle cinsel istismarda bulunduğu, mağdurenin bir çok kez ıssız ve ormanlık alana sanığın kiraladığı araçlarla zorla götürüldüğü ve cinsel birliktelik yaşamak için sanığın mağdurenin hürriyetini engellediği ve sanığın, rıza göstermemesi üzerine mağdureye çektiği görüntüleri internet ortamında yayacağı, ailesine ve okula rezil edeceğinden bahisle tehdit ve şantajda bulunduğu, böylece sanığın mağdureye karşı ruh sağlığını bozacak şekilde değişik zamanlarda nitelikli cinsel saldırı ve yine mağdureye karşı değişik zamanlarda cinsel amaçla hürriyeti tahdit suçlarını işlediği,” şeklindeki gerekçeyle bozmaya direnerek sanığın ilk hükümler gibi cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu hükümlerin de sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.02.2016 tarihli ve 36935 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 209-1690 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 27.03.2017 tarih ve 432-1577 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 21.03.2019 tarih ve 649-243 sayı ile;17.11.2014 ve 11.11.2015 tarihli kararların Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına tebliğinin sağlanması için Yerel Mahkemeye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmiş ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı vekili tarafından kararın temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24.09.2019 tarihli ve 90168 sayılı “onama” istekli ek tebliğnamesiyle kararına direnilen daireye gönderilmiş, Yargıtay 14. Ceza Dairesince 03.03.2020 tarih ve 7040-1655 sayı ile; 5271 sayılı CMK’nın 237/2. maddesine göre Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının temyiz istemi, kanun yolu muhakemesinde davaya katılma talebinde bulunulamayacağından bahisle reddedilmiş, Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Sanık hakkında şantaj suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık hakkında beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır. Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Sanığın 1947, mağdurenin ise 1979 tarihinde doğduğu, sanığın resmî olarak 1968 yılında evlendiği, 1999 yılında tanışan sanık … mağdurenin ise kendi aralarında imam nikâhı kıydıkları, sanığın 1999-2013 yılları arasında Fransa’da, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı DİTİB’de (Fransa Diyanet İşleri Türk İslam Birliği) çalıştığı, mağdurenin ve ailesinin Fransa’da ikamet ettikleri, mağdurenin 2010 yılı ve sonrasında İzmir’de ilahiyat fakültesinde eğitim gördüğü (katılan mağdure …’tan kararın devam eden kısımlarında “mağdure” şeklinde söz edilecektir.), Mağdurenin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 23.07.2013 tarihli dilekçede; sanık ile 1999 yılında kardeşinin vefat ettiği gün tanıştığını, yardımcı olacağından bahisle sanığın kendisiyle samimi olduğunu, bir süre sonra sanığın, görüşmelerinin caiz olmadığını, günaha girdiklerini söyleyip nikâh kıymak istediğini, kimsenin bulunmadığı bir ortamda iken nikâhlandıklarını söyleyerek sanığın kendisini istismar ettiğini, süreç içerisinde bir çok kez rızasına aykırı olarak sanığın kendisiyle birlikte olduğunu, karşı çıktığında sanığın fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığını, elindeki görüntüleri ailesine ve çevresine yaymakla ve yaşadıklarını anlatmakla tehdit ettiğini, bu gelişmeler üzerine kendisinin Türkiye’ye geldiğini, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okumaya başladığını, sanığın üç ayda bir Türkiye’ye tedavi olmak maksadıyla geldiğini, kendisini ziyaret edip tehdit ve şantajda bulunarak zorla ilişkiye girdiğini, Türkiye’ye son gelişinde yani 20.06.2013 tarihinde sanığın yine kendisini telefonla aradığını, fakülteye geldiğini, konuşup aralarındaki sorunları çözeceğinden bahisle kendisini bir kafeye götürdüğünü, fakültede sınavda olduğu esnada çantasında bulunan kimlikleri sanığın almış olduğunu kafede sanıktan öğrendiğini, ardından sanığın “Benimle gelmek zorundasın.” dediğini, sanığa onunla birlikte olmak istemediğini, davranışlarını sürdürmesi hâlinde onu şikâyet edeceğini belirttiğini, bunun üzerine sanık tarafından tartaklandığını, hakaret ve küfüre maruz kaldığını, “Dünyayı sana dar ederim. Sen beni yaktın. Ben de seni yakarım. Sen beni ailemden ayırdın. Ben de seni ailenden ve çevrenden ayıracağım. Okulundan attıracağım. Benimle iyi geçin. Bana muhtaç olduğunu ve her şeyin benim elimde olduğunu unutma. Beni sinirlendirirsen gömleğini yırtarım. Seni herkese rezil ederim.” demek suretiyle ve elinde bulunan görüntüleri ailesine ve çevresine göstermekle tehdit ettiğini, görüntüleri çoğalttığını söylediğini, bu yaşananlara tesadüfen orada bulunan arkadaşı tanık …’in de şahit olduğunu belirttiği, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 04.11.2013 tarihinde Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığına yazılan müzekkerede; mağdurenin kullandığını beyan ettiği 053x xxx 4x 52 numaralı telefonu 01.07.2013-30.07.2013 tarihleri arasında arayan/mesaj gönderen abonelerin açık kimlik ve adreslerinin bildirilmesinin ve arama/mesaj kayıtlarının gönderilmesinin talep edildiği, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığının 26.11.2013 tarihli cevabi yazısında; 01.07.2013-30.07.2013 tarihleri arasındaki kayıtların gönderildiği, belirtilen tarihler arasındaki kayıtlar incelendiğinde; ilk iletişimin 04.07.2013 tarihinde saat 15:09’da yapıldığı, 24.07.2013 tarihinde kolluk görevlilerince mağdureye ait telefon üzerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen mesaj tespit tutanağına göre; 04.07.2013 tarihinde saat 01.41’de sanığın 33xx72x28x0 numaralı telefonundan mağdurenin telefonuna gönderdiği mesajda; “Seyrettikten sonra okuldan da atılabilirsin. İlahiyatın ahlâkına bu sığmaz. Gelir gelmez Muammer Beyle bizi bekliyor. Zorla sahip olmak ha. Yazıklar olsun sana. İlicalardaki otelleri ne çabuk unuttun. Boy boy resimleri. Sana hep dua ettim. Şimdi ise; diyorum ki zehir zukkum olsun. Yurdun yuvan olmasın. Mutluluk yüzü görmeyesin. Beni bitirdin. Kan kusturdun. Allah da sana kustursun. Güzelliğinin hayrını görme… Son.”, 01.12.2010 tarihinde saat 11.01’de gönderdiği mesajda; “Şu an fırıncıyla olduğunu biliyorum. Öğrenciler dekana haber veriyorlar bu kızın burada ne işi var diye. Bayram da dekan da geliyor. Muammer Beyi ara, işin ciddiyetini öğren. Bu cumartesi Metz’e gidiyoruz. Annen beni kabul etmedi. Ama Recep kabul etti. Her şey gün yüzüne çıkacak.”, 01.12.2010 tarihinde saat 11.12’de gönderdiği mesajda; “Sonu ölümde sen çok büyük yanlış yaptın. Bu boynuzu ben taşıyamam. Sen de çekmelisin. İşini çoktan bitirirdim ama Muammer Bey engelliyor. Hepsini okulun internetine koyacam. Tabi Metz’e de 14 tane bellek hazırladım. Cumartesi hepsini dağıtacağım. Bunu sen istedin. Adam gibi konuşmaya geldim. Sen yeni dostunu karıştırdın olaya. Altıma yatarken kimse yoktu. Sade ormanlar ve oteller vardı. Ben eridim. Senin de ailenin de eridiğini göreceğim inşallah. Baban da zaten kahrından ölmek üzere. Onun katili de sen olacaksın. Tıpkı benim katilim olduğun gibi.”, 01.12.2010 tarihinde saat 11.03’te gönderdiği mesajda; “Ailene şimdiden duyur. 11.Yıllık 14 yıllık evli olduğunu şok geçirmesinler. Cumartesi günü belgeleri görünce. Çünkü o gün bütün Metz duyacak. Bir tek şansın kaldı. O gün yetişirsen kurtulursun. İftira atmayı göreceksin. Artık seni hiç kimse paklayamaz. Bir adamın hayatıyla oynamanın ne olduğunu göreceksin. Kullanıp kullanıp atmayı da. Annen baban beni mecbur dinleyecek. Şerefleri varsa tabi. Annen de görecek şerefsizin kim olduğunu. Arkadaşlarına da birkaç resim gönderdim. Sana gelenlerden. Sana ulaşamadıklarını söylüyorlar. Bir gün bir şekilde ulaşırlar. O da cumartesinden önce bir tek çıkış yolun var benimle konuşurken karara bağlaman. Bu da son çağrım. Karar senin. Gerçi karar yeni dostuna geçti. Umurumda değil. Bana gelince. Ben burada turist değilim. Emekliyim. Yakında dönüyorum. Biraz itibarım sarsılır. Olan sana olur. Ne Türkiye’de ne de Fransa’da bir yere girme şansın olmaz.” şeklinde içeriklerin bulunduğu ve mesajların bu şekilde devam ettiğinin belirtildiği, 06.12.2013 tarihinde bilirkişi tarafından dosyaya sunulan CD çözümleme tutanağı sanığın bilgisi dışında mağdure ile arasında geçen özel hayatın gizliliği kapsamında kalan görüşme kaydına ilişkin olup hukuka uygun şekilde elde edilmediğinden hükme esas alınamayacaktır. 02.07.2014 tarihinde sanık müdafisi tarafından mağdure ve sanık arasında olduğu belirtilen yazışmaların renkli çıktılarının mahkemeye sunulduğu, yapılan incelemede; Dadaş Türkiye ismiyle kaydedilen kişinin 05×5 8xx 9x 98 numaralı cep telefonunu kullandığının anlaşıldığı, söz konusu numara ile sanığın kullandığı numara arasında 31.03.2013-19.04.2013 tarihli mesajlaşmaların olduğu, mesajlaşmalarda; “Sanığın kullandığı numaradan 31.03.2013 tarihinde saat 22.09’da: Dadaşım beni bekleme. misafirler gitmedi. sabah görüşürüz, öptüm. 05xx 85x 9x x8 numaralı telefondan 31.03.2013 tarihinde saat 22.12’de: Bende seni bekledim ararsın diye… Artık sabah görüşürüz inşallah. 05xx 85x 9x x8 numaralı telefondan 01.04.2013 tarihinde saat 12.06’da; Üzgünüm yeni derse girdim. 2de bitiyor sonra ararim inşallah. Sanığın kullandığı numaradan 19.04.2013 tarihinde saat 11.26’da; Dadasim h, Cumalar, güzel rabbim bugün hürmetine bedenine sağlık, ömrüne bereket. derslerine başarılar ihsan etsin. optm. Dadasim.” şeklinde içeriklerin bulunduğu, ayrıca sanığın kullandığı iddia edilen numaradan tarihi ve saati belli olmayan ve altında “Gönderiliyor” yazan, mağdureye ait mağdurenin masada oturduğu esnada çekilmiş bir fotoğrafın 05xx 85x 9x x8 numaralı telefona gönderilme aşamasında olduğu, Mağdurenin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 29.07.2013 tarihli dilekçede; davasından feragat ettiğini belirttiği, 02.07.2014 tarihinde mağdure adına hazırlanıp imzasız olarak İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmek üzere Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesine hitaben yazılan dilekçe ile dilekçenin ekinde bulunan “TCK 267 1 yıl, TCK 269/3’ü iniyor. cay 1/6 sı 20 gün para cezasına çevriliyor” içeriğindeki müsvedde bir kağıdın adli emanete alınmasına karar verildiği, (Sanığın kızı Fatma Servet Çakan’ın tanık sıfatıyla dinlendiği 02.07.2014 tarihli duruşmada mağdurenin söz alarak tanığın söz konusu kağıdı kendisine imzalatmak istediğini beyan ettiği, tanığın da mağdurenin söz konusu belgeyi imzalamaması üzerine ona kağıdı yazılı olarak verdiğini ifade ettiği); söz konusu dilekçede mağdurenin; her ne kadar savcılık ifadesinde ve mahkemede sanığın kendisine zorla sahip olduğunu iddia etmiş ise de olayların 2010-2011 yıllarında yaşandığını, 2011 yılından sonra sanıkla karı koca hayatlarının devam ettiğini, son kez Fransa’da meydana gelen cinsi münasebetlerinin rızaya dayalı olduğunu, sanığın kendisini ihmal edip ailesiyle samimiyetini artırması nedeniyle onu kıskandığını ve 2010-2011 yıllarında münakaşalar yaşadıklarını ancak bu olaylardan sonra 3 yıl daha sanıkla ilişkilerinin rızasına dayalı olarak devam ettiğini, sanığın kendisini ihmal etmesi nedeniyle 2013 yılında yaptıkları telefon görüşmelerini kayıt altına aldığını, telefon görüşmesinde anlatılan olayların 2010-2011 yıllarına ait olduğunu, sanığın ceza almasını ve hapiste yatmasını istemediğini, şikâyetinden ve katılma talebinden vazgeçtiğini belirttiği, 28.11.2013 tarihinde İzmir Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen rapora göre; mağdurenin hymeninde eski yırtık saptandığı, akut veya kronik fiili livatanın tıbbi delillerine rastlanmadığı ve vücudunda herhangi bir travmatik lezyon saptanmadığı, 03.03.2014 tarihinde İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen heyet raporuna göre; depresif bozukluk tanısı konulan mağdurenin maruz kaldığı iddia edilen cinsel saldırı fiiline ilişkin olarak ruh sağlığının bozulduğunun mütalaa edildiği, 04.07.2014 tarihinde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesince düzenlenen heyet raporunda; mağdureyle yapılan görüşmede; 1999 yılında kardeşinin kanser hastalığı nedeniyle ölümü üzerine tanıştığı sanık tarafından defalarca cinsel ilişkiye zorlandığını, bu durumun 2013 yılına kadar devam ettiğini belirttiği, maruz kaldığı olaylar neticesinde 2000 yılında ilk psikiyatrik başvuruda bulunduğunun, o dönemde tedirginlik, korku, bayılma mevcut olup iki defa ilaç içmek suretiyle intihara teşebbüs ettiğinin öğrenildiği, mağdurenin takip eden yıllarda birden fazla psikiyatrik başvuruda bulunduğunu ve aldığı tedavilerden fayda görmediğini bildirdiği, korku, tedirginlik, çevresindekilerin kendisiyle ilgili kötü düşüncelere sahip olduğunu düşünme şikâyetinin sürdüğünü ifade ettiği, mağdurenin psikiyatrik muayenesinde; duygu durumunun depresif, affektinin ağlamaklı olduğu, dikkat-konsantrasyon bozukluğu, insomni, anoreksi tespit edildiği, söz konusu bilgiler ışığında mağdurenin ruh sağlığının kalıcı olarak bozulduğunun mütalaa edildiği, 11.06.2014 tarihinde İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesince düzenlenen tutanağa göre; sanık müdafisi tarafından sunulan flash bellek incelendiğinde; iki adet öz çekim fotoğrafının bulunduğu, resimlerde sakallı bir erkek ile siyah-beyaz renkte başörtülü bir kadın olduğu, flash bellekte ayrıca 6 dakika 42 saniyelik bir video kaydının bulunduğu, videoda yer alan kişilerin fotoğraflardakilerle aynı kişiler olduğu, içeriğinde söz konusu kişilerin otomobilde cinsel ilişkiye girdikleri, flash bellekte bulunan 2 adet fotoğrafın ve videodaki kişilerin yalnızca yüzlerini gösterir çıktı alınıp flash belleğin sanık müdafisine iade edildiği, 29.08.2014 tarihinde bilirkişi tarafından sunulan rapordan; videonun bir kadın ve erkeğin cinsel ilişkiye girdikleri esnada çektikleri görüntüyü içerdiğinin, kayıt cihazını zaman zaman kadının kullandığının gölgelerden anlaşıldığının ve kadının erkek şahsa “Mevlüt”, erkek şahsın kadına “Remziye” şeklinde ve “Karım, kocam.” şeklinde hitap ettiklerinin, cinsel ilişki anında cebir, zorlama veya tehdit içeren bir an veya konuşmanın hissedilmediğinin belirtildiği, Anlaşılmaktadır. Mağdure … 23.07.2013 tarihinde Savcılıkta; ailesinin 1983 yılından itibaren Fransa’nın Metz şehrinde işçi olarak çalışıp emekli olduklarını, hâlâ orada ikamet ettiklerini, 1999 yılında vefat eden kardeşinin cenaze işleriyle ilgilenen sanıkla tanıştıklarını, o tarihlerde psikolojik sorunlarının olduğunu, sanıkla bu konuları konuştuğunda sanığın, kendisine yardımcı olacağını söyleyip ilgilendiğini ancak görüşmelerinin dinen sakıncalı olduğunu, o nedenle dini nikâh kıymaları gerektiğini söylediğini, kabul ettiğini, sık sık görüşmeye başladıklarını, sanığın kendisini birçok kez Metz şehrinde ormana götürüp orada tehdit ederek zorla ırzına geçtiğini, utandığı için olayı ailesine ve çevresine anlatamadığını, ailesinin durumu hakkında sanığın bilgi sahibi olduğunu, sanığın yaşadıkları şeyleri ailesine anlatacağından bahisle kendisini tehdit ettiğini, son olarak 2010 yılında üniversite sınavını kazanarak Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesine kayıt yaptırdığını, öğrenci arkadaşlarıyla kaldığını, adresini ve okulunu öğrenen sanığın İzmir’e geldiği zamanlarda kendisinin yanına uğradığını, telefon açıp söylediği yere gelmesini istediğini, sanığın üç ayda bir Türkiye’ye gelerek kendisini mutlaka yanına çağırdığını, kiraladığı araçlarla ıssız yerlere götürüp kendisine tecavüz ettiğini, en son 20.06.2013 tarihinde sanığın fakülteye gelerek kendisini bulduğunu, kendisi sınavdayken okulda bulunan çantasındaki kimlikleri ve banka kartlarını sanığın ele geçirdiğini, sanığın, kendisiyle görüşmek istemesi üzerine bir kafeye gidip konuştuklarını, sanığa ayrılmak istediğini, artık görüşmek istemediğini söylemesi üzerine sanığın, kolundan tuttuğunu, sanıktan kurtulmak isterken gömleğini sanığın özellikle yırttığını, daha sonra kimliklerinin ve banka kartının elinde olduğunu söyleyerek arabaya binmesini istediğini, kendisinin mecbur kalarak kabul ettiğini, sanığın kendisini Limontepe’nin arka tarafında bulunan Toki evleri ve Radar mevkisine götürdüğünü, arabayı ıssız bir yere çekip hakaret ve tehdit ederken sanığın arabasını takip eden tanık …’in yanlarına geldiğini, sanık … tanık Mehmet’in daha önceden tanışıklıklarının bulunduğunu, sanığın tanık Mehmet’i görünce kızdığını, o esnada kendisinin sanıkta olan kimliklerini ve banka kartlarını geri aldığını, bu olaydan önce sanığın 2013 yılının Nisan ayının başlarına doğru Türkiye’ye geldiğini, kendisini arabayla alıp bilmediği ıssız bir yere götürdüğünü, sürekli cinsel birleşme görüntülerinin olduğunu söyleyip istediği şeyleri yapması konusunda tehdit ettiğini, o nedenle yine sanığın istediği şeyleri yapmak zorunda kaldığını, istemediği hâlde sanıkla cinsel ilişki yaşadığını, sanığa herhangi bir şekilde mukavemet etmediğini, karşı koyması hâlinde elindeki görüntüleri ailesine göndereceğinden ve hayatını zindan edeceğinden bahisle sanığın kendisini tehdit ettiğini, hatta bir telefon görüşmelerinde de tehditlerini devam ettirip elindeki görüntülerden bahsettiğini, kendisinin o konuşmayı telefonuna kaydettiğini, söz konusu kaydın dinlenmesini ve tutanağa geçirilmesini istediğini, korkması nedeniyle sanığın yaptıklarına mecburen rıza gösterdiğini, sanığın 1947 doğumlu ve evli olduğunu, Fransa’da Türkiye Diyanet İşleri’ne bağlı DİTİB’den emekli olduğunu, 1999-2013 yılları arasında kendisine tehdit ve şantajla tecavüz eden sanıktan şikâyetçi olduğunu, 16.09.2013 tarihinde Kollukta; savcılığa verdiği dilekçede ve ifadede cinsel saldırıya uğradığı ve darbedildiğini beyan ederek şikâyetçi olduğunu ancak şikâyetinden vazgeçtiğini, aradan uzun zaman geçmesi ve bazı diğer nedenlerden dolayı doktor raporu aldırmak istemediğini, 28.11.2013 tarihinde Savcılıkta; ifadesinde belirttiği cinsel saldırı olayının Fransa’da yaşandığını, kardeşinin vefatı üzerine sanıkla Fransa’da tanışıp görüşmeye başladıklarını, bu şekilde görüşmelerinin dinen sakıncalı olduğunu sanığın belirttiğini, bu nedenle aralarında 1999 yılının sonunda imam nikâhı kıydıklarını, sanığın kendisine karı koca olduklarını, bu nedenle cinsel ilişkiye rıza göstermesi gerektiğini söylediğini, sanığın bu taleplerine karşı çıktığını, 1999 yılında sanığın kendisine ayetler okuyup üzerinde manevi baskı oluşturduğunu, bu dini korkular nedeniyle sanığın cinsel ilişkide bulunmasına ses çıkaramadığını, bir süre sonra bu ilişkinin bitmesini istediğini, başka biriyle evlenmeye karar verdiğini, sanığa karşı çıktığını, sanığın önce evlenmesine rıza gösterdiğini, sonra ise engel olduğunu, “Sana büyü yapmışlar. Sağlıklı düşünemiyorsun. Bu nedenle beni reddediyorsun. Sağlıklı düşünemediğin için ben senin gerçek duygularını gösterdiğine inanmam.” dediğini, 2006 yılına kadar sanıkla cinsel ilişkide bulunmayı sürdürdüğünü, istemediği hâlde sanığın manevi baskı yaparak kendisiyle cinsel ilişkide bulunduğunu, 2006 yılında sanığın, kendisini Fransa’da ormanlık bir alana götürüp cinsel ilişkide bulunmak istediğini söylediğini, sanığa karşı çıktığını, sanığın silahı çıkararak ağzına soktuğunu, “Reddedersen önce seni sonra kendimi vururum.” dediğini, sanığa “Vurabilirsin.” dediğini ancak sanığın vurmayıp kendisine zorla cinsel saldırıda bulunduğunu, yaşadıklarını kimseye anlatamadığını, 2010 yılına kadar Fransa’da kaldığını, 2006-2010 yılları arasında sanığın kendisini zorlayarak ve ailesi ile çevresine duyuracağından bahisle tehdit ederek cinsel ilişkiyi sürdürdüğünü, 2010 yılında okumak için İzmir’e geldiğini, sanığın Denizlili olduğunu, akciğer rahatsızlığı bulunduğu için üç ayda bir Türkiye’de muayene olup ilaç alıp gittiğini, Türkiye’ye her geldiğinde kendisinin yanına uğradığını, sanığın gelmesini istemese de sanığın “Benim maddi manevi desteğime ihtiyacın var. Sağlıklı düşünemediğin için beni istemiyorsun. Ben kendimi sana adadım.” dediğini, bazen kendisini okuldan alıp çeşitli yerlere götürdüğünü, götürdüğü yerlerde de ilişkiye zorlayıp cinsel ilişkide bulunduğunu, sanığın, kendisini psikolojik yönden de etkileyip ailesiyle arasını bozduğunu, bir önceki ifadesinde sanığın en son geldiğini söylediği tarihte sanığın kendisine cinsel saldırıya teşebbüste bulunduğunu ancak başarılı olamadığını, 2013 yılı şubat tatilinde Fransa’ya gittiğini, en son sanıkla Fransa’da cinsel ilişkiye girdiklerini, yaklaşık 9 aydır bir cinsel ilişki olmadığını, sanığın sürekli kendisini telefonla rahatsız edip tehdit, hakaret ve şantajda bulunduğunu, yaşadıklarına dayanamayınca 23.07.2013 tarihinde şikâyetçi olduğunu, arkadaşlarını, ailesini ve çevresini arayan sanığın, kendisi hakkında çirkin benzetmelerde bulunduğunu öğrendiğini, ailesinin durumdan haberdar olacağından korkup sanığa yönelik şikâyetinden vazgeçtiğini ancak dilekçe ve ifadesinde belirttiği olayları yaşadığını, sanığın kendisine yönelik cinsel saldırı eylemini normal yoldan yaptığını, Birinci celsede Mahkemede; sanıkla tanıştıktan sonra samimiyetlerinin arttığını, talebi üzerine birlikteliklerinin olduğunu, sonraki dönemlerde ilişkilerinin sanığın zorlamasıyla gerçekleştiğini, 24.07.2013 tarihinde kolluk görevlilerince düzenlenen tutanakta belirtilen kendisine ait telefonda kayıtlı olan mesajları gönderen kişinin sanık olduğunu, o tarihte kullandığı telefon numarasını net bir şekilde hatırlamadığını ancak şu anda 53x x49 x0 x2 numaralı telefonu kendisinin, 53x 6x84x44 numaralı telefonu ise sanığın kullandığını, sanık müdafisi tarafından sorulması üzerine; sanıkla tanıştıktan sonra ailesiyle ilişkilerinin daha kötüye gittiğini, kardeşinin sağlık problemleri olduğunu, sonra vefat ettiğini, o nedenle iyi olmadığını, sanıkla o dönemde tanışıp ona inandığını, o dönemde ailesiyle her ailede olduğu gibi gençlik döneminde yaşanabilecek problemler yaşadığını, Fransa’da ikamet ederken psikolojik tedavi gördüğünü, bir başkasıyla arkadaşlığının olmadığını, İzmir’de ikamet eden akrabalarının olduğunu ancak şahsen onları tanımadığını, kendisinin herhangi bir kişiden burs talebinde bulunmadığını ancak sanığın yardımcı olmak istediğini söyleyerek kendisine burs temin ettiğini, sanıkla ilk ilişkisinin Fransa’da başladığını, son ilişkilerinin yine Fransa’da olduğunu, Türkiye’de ise son üç yıl içinde yaşandığını, kendisi dekan yardımcısının odasına gittiğinde sanığın da geldiğini, istemediği hâlde odaya girip çantasını, özel eşyalarını ve telefon rehberini karıştırdıktan sonra kredi kartları ile kimliklerini aldığını, sanıkla en son yaşadığını belirttiği olaydan sonra kendisinin de sanığın telefonunu ve pasaportunu aldığını, İkinci celsede Mahkemede; mağdureye, sanıkla cinsel ilişkilerine dair CD’nin sorulması üzerine; sanığın kendisine dini nikâhlı olduklarını söyleyip kayda almak istediğini belirttiğini, başka videoların da olduğunu ancak kendisinin onları sildiğini, sanığın “Bunu yapmadığımız takdirde Allah’ın lanetine uğrayacağız.” benzeri sözler söylediğini, bu sebeple rıza gösterdiğini, sanığın aradığı zamanlarda ona cevap vermediği takdirde baskı yapıp tehditte bulunduğunu, sanıktan ev ve araba talep etmediğini, eve çıkmak ve araba almak istediğinde de sanığın karşı çıkarak, “Kibir, gurur, kibir şeytandandır. Sen ilahiyatçısın. Hava mı atacaksın?” şeklinde sözler söylediğini, Üçüncü celsede Mahkemede; tanık Mehmet ile duygusal bir ilişkisinin olmadığını, sanıktan ev, araba veya maddi bir talepte de bulunmadığını, şikâyetçi olmadan sanığı uyardığını, sanığın ise “Dost ve çevrem çok. Türk adalet sisteminin yabancısısın. Sonuç alamazsın.” dediğini, Dördüncü celsede Mahkemede; 2006 yılında silahla saldırı ve tecavüz olayının olduğunu, ondan sonra her şeyin kötüye gittiğini, dosyada çözümü yaptırılan cinsel birlikteliğe ilişkin CD’nin 2006 yılından sonrasına ait olduğunu ancak tam zamanını hatırlamadığını, videodaki konuşmalarda kendisinin o şekilde konuşmasını sanığın istediğini, sanığın cinsel gücünün zayıf olduğunu, o şekilde tatmin amacıyla kendisini konuşturduğunu, o tarihte kendisinin vicdanının rahat olmadığını, sanığın bu kadar yalancı ve sahtekâr olduğunu bilmediğini, sanığın bir çok kişiyle beraber olduğunu bildiğini ancak sanığın inkar ettiğini, kendisinin de o kurbanlardan birisi olduğunu, böyle insanların kadınları bir meta, eşya, sanığın tabiriyle seks makinası olarak gördüklerini, hatta sanığın kendisine “Seni bırakmamı istiyorsan falanca arkadaşını bana ayarla.” dediğini, silah doğrultarak zorla ilişkiye girme olayının 2006’da olduğunu, sonrasında da baskıyla devam ettiğini, Adem isimli kişiyle nişanlandığını, sanığın o nişanı bozduktan sonra kendisiyle tekrar görüşerek büyüyü bozması gerektiğini söylediğini, büyüyü kimin yaptığını, nasıl yaptığını yoksa sanığın kendisinin mi yaptığını bilmediğini, Adem ile 2006 yılının Ocak ayında nişanlandığını, Ağustos ayında nişanın bozulduğunu, Beşinci celsede Mahkemede; mağdureden sorulması üzerine; 2010 yılında fakülteye girdiğini, okuma konusunda ailesinin kendisine maddi ve manevi desteğinin olduğunu, ayrıca sahip olduğu iş yerinden elde ettiği gelirle ve aldığı bursla eğitimini sürdürdüğünü, sanığın ise maddi desteğinin olmadığını, sanığın İzmir’e geldiği bir zamanda kendisini de götürmek istediğini, ona tabi olmasını söylediğini, bu nedenle sanıkla gittiğini, sanığın çevresindeki insanlara kendisini kastederek “Ailesi dışladı. Ben destek oluyorum.” dediğini ancak bunun doğru olmadığını, dosyaya bir tanesi ibraz edilen ilişki görüntülerinin Fransa’da çekildiğini, Türkiye’de çekilen bir görüntü olmadığını, sanığın, kendisine kredi kartlarını aldığını, bunu ona bağlı olması için yaptığını, Türkiye’de bulunduğu dönem içinde sanığın Türkiye’ye her geldiği zaman daha önce de anlattığı şekilde kendisiyle birlikte olduğunu, birlikteliklerin çok sayıda yaşandığını, sayısının sorulması üzerine; beşin üzerinde meydana geldiğini, Fransa’da da şikâyette bulunduğunu ancak bir şekilde sanığın araya birilerini koyup korkuttuğunu, o şikâyetlerden de sonuç alamadığını, Tanık … 24.07.2013 tarihinde Kollukta; fırıncı olduğunu, mağdureyi müşterisi olması nedeniyle tanıdığını, sanığı da mağdureyle birlikte fırına geldikleri için tanıdığını, sanığın mağdureyi kızı olarak tanıtıp ona göz kulak olmalarını istediğini, yaklaşık iki ay önce bir kafenin önünde sanığın mağdureyi tartakladığını gördüğünü, aracıyla trafikte seyir hâlinde olması nedeniyle duramadığını, uygun bir yerde dönüş yaptıktan sonra sanık … mağdurenin bir araçla gitmekte olduklarını gördüğünü, onları takip ettiğini, sanık … mağdurenin araçla ıssız tepelik bir yere gittiklerini, aracın yanında durduğunu, sanığa “Kızım diye tanıttığın kişinin burada ne işi var? Kafede neden tartakladın?” diye sorduğunu, sanığın cevap vermeyerek yalnız bir şekilde araca binip oradan uzaklaştığını, kendisinin mağdureyi gitmek istediği yere bıraktığını, mağdurenin, sanığın tehdit ve zorla 14 yıldır kendisini cinsel olarak istismar ettiğini söylediğini, sanığın gönderdiği bazı mesajları kendisine okuttuğunu, mesajlarda sanığın mağdureyi tehdit ettiğinin açıkça görüldüğünü, Mahkemede; mağdureyle 3 yıl önce tanıştığını, hemşehrisi olduğunu, mağdurenin sanığı hocası olarak tanıttığını, sanığın da “Bu benim kızım size emanet.” şeklinde sözler söylediğini, sonraki zamanda sanığın Fransa’ya gittiğini, mağdurenin de okula gidip geldiğini, tarihini hatırlamadığı bir günde bir müşteriden alacağını tahsil etmek için giderken yol kenarında sanığın mağdureyi tartakladığını gördüğünü, trafik yoğun olduğu için orada duramadığını, ileriden dönüp yanlarına gitmek istediğinde sanık ile mağdurenin bulundukları yerden ayrıldıklarını fark ettiğini, telefonla mağdureyi aradığını, mağdurenin kendisine bir şey söylemediğini, sadece telefonu açtığını, sanığa “Yaşam Parka girelim. Orada konuşalım.” dediğini ve tartıştıklarını duyduğunu, arabayla oraya gittiğini, sanıkla mağdurenin arabanın arka koltuğunda oturduklarını gördüğünü, sanığa “Bana kızım diye hitap ederek teslim ettiğiniz kişiyi buraya mı getiriyorsunuz?” diyerek bağırdığını, sanığın cevap vermeden arabayla oradan ayrıldığını, mağdureyi kendisinin yanında çalışan işçinin evine bıraktığını, mağdureyle kendisinin herhangi bir duygusal ilişkisinin bulunmadığını, bu olaydan bir hafta sonra fakülte dekanı ve yardımcısıyla görüştüğünü, sanığın da orada olduğunu, mağdurenin almış olduğu sanığa ait pasaportu dekan yardımcısına daha önce teslim ettiğini, sanığın daha önce mağdurenin çantasından aldığı banka kartları ve kimlikleri ise orada sanıktan aldığını, Tanık Ömer Dumlu Mahkemede; mağdurenin fakültede hocası olduğunu, derslerinde ona yardım ettiklerini, Fransa’dan geldiği için Türkçesinin zayıf olduğunu söyleyen mağdurenin kendileriyle Türk kökenli bir hocasını tanıştırmak istediğini söylediğini, bir gün sanık … mağdurenin birlikte geldiklerini, sanığın “Hocam bu kızımın okuması lazım. Ben buraya yönlendirdim.” şeklinde sözler söylediğini, aradan bir yıl geçtikten sonra sanığın yine geldiğini, mağdurenin derslerindeki bazı sıkıntılarını konuştuklarını, sanığın ikinci gelişinden altı ay sonra tanık Muammer’in kendisine mağdureyle ilgili bazı sıkıntılar duyduğundan bahsettiğini, “Fırıncı Mehmet ile Mevlüt’ü odama davet ettim. Konuşacağım. Siz de bulunursanız iyi olur.” dediğini, sanık … tanık Mehmet’in birbirlerini mağdureye bir şey yaptıkları konusunda itham ettiklerini, sanığın “Ben bu kızı şu kadar okuttum. Burs verdim.” dediğini, tanık Mehmet’in “Sandığın gibi aramızda bir şey yok.” dediğini, sanığın da tanık Mehmet’in de mağdureyi sahipleniyor gibi bir hâllerinin olduğunu, onlara nasihatte bulunup ayrıldığını, sorulması üzerine; mağdurenin gelip sanıkla ilgili aleyhe bir beyanda bulunmadığını, mağdure ve sanığın birlikte geldikleri zaman mağdurede herhangi bir tedirginlik hissetmediğini, Tanık Muammer Erbaş Mahkemede; mağdurenin gelerek ailesinin okuma taraftarı olmadığını, gönülsüz olduklarını, kendisine bu aşamaya gelmesinde sanığın yardımcı olduğunu ve onu kendileriyle tanıştırmak istediğini söylediğini, sanıkla tanıştıklarını, sanığın “Bu kıza sahip çıkın. Bunu Avrupa’dan buraya zor şartlarla getirdim.” dediğini, bir gün sanığın Fransa’dan telefonla aradığını, mağdurenin okulu bırakacağından bahsettiğini, “Bir fırına takılıyormuş. Kötü yola düşmesinden korkuyorum.” dediğini, mağdureyi çağırdığını, mağdurenin “Özel sebeplerim var.” diyerek bir şey söylemediğini, sanığın konuşmasından mağdureye bahsettiğini, mağdurenin “Ben kendisiyle fazla görüşmek istemiyorum. İşlerime çok karışıyor.” dediğini, sanığın tekrar telefon ettiğini, “Fırıncı ile görüşebilir misiniz?” dediğini, fırıncı olan tanık Mehmet’in mağdurenin akrabası olduğunu, ona yardım ettiğini, kendisinin de Erzurumlu olduğunu söylediğini, haberleri olmadan sanığın gelip mağdureyle konuştuğunu, sonra itişip kakıştıklarını sanıktan öğrendiklerini, sanığın, pasaportunun tanık Mehmet’te olduğundan, mağdurenin kartlarının ise kendisinde kaldığından söz ettiğini, mağdureyi telefonla arayıp sanığın pasaportunu istediğini, pasaportu getiren mağdureye “Bu hocayı sen tanıştırdın. Kötü biri mi?” şeklinde soru sorduğunu, mağdurenin “Yok.” dediğini, daha sonra kendisinin Strazburg ilahiyat fakültesine ders vermeye gittiğini, sanığın orada kendisine açılıp olayı anlattığını, mağdureyle duygusal ilişkileri olduğunu, kendisini zorladığını, bir sene direndiğini, mağdurenin kötü yollara düşeceğinden bahsettiğini, o nedenle imam nikâhı kıydığını söylediğini, sanığa tepki gösterdiğini, sanığın kızgın ve öfkeli olduğunu ancak sanığa bu durumun yanlış olduğunu, ikisinin de hatalı olduğunu söylediğini, daha sonra Türkiye’ye döndüğünü, sanık … tanık Mehmet’le orada buluşup konuştuklarını, sorulması üzerine; silah çekme, zorlama ve tehdit hususunda bilgisinin olmadığını, pasaportu mağdurenin bıraktığını, sanığın da kartları getirdiğini, sanık, mağdurenin babası ve kendisinin bir camide denk geldiklerinde mağdurenin babasının sanığa “Kızımın hayatını mahvettin.” gibi sözler söylediğini, Tanık Fatma Servet Çakan Mahkemede; sanığın kızı olduğunu, 11 yıldır annesiyle yaşadığını, babasının yurtdışında görevli olduğunu, o süre boyunca mağdureyi tanıdığını, mağdurenin bir hafta ve başka bir zamanda ise gün boyunca kendilerine misafir olduğunu, babasının mağdureye “Kızım.” şeklinde hitap ettiğini, mağdurenin ise babasına “Hocam.” şeklinde hitap ettiğini, babasının mağdureyi kızı gibi gördüğünü, mağdureyle ilk duruşmadan sonra konuştuğunda mağdurenin “Ben de böyle olmasını istemezdim. Benim amacım babanı korkutmaktı. Olaylar buraya kaydı. Annen için üzülüyorum. Hakkını helal etsin.” dediğini, babası ve mağdurenin bir arada oldukları zamanlarda samimi olduklarını, hatta bu yüzden biraz rahatsızlık duyduklarını ancak sonra durumu yanlış yorumladıklarını düşündüklerini, babasının mağdure ne derse onu yaptığını, Beyan etmişlerdir. Sanık 12.12.2013 tarihinde Kollukta; 1996 yılında Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı sosyal yardımcı sınavını kazanıp gittiği Fransa’nın Metz şehrinde Türkiye’den gelen kişilere din eğitimi verdiğini ve ailevi problemlerinde onlara yardımcı olduğunu, o tarihlerde mağdurenin bir kız ve bir erkek kardeşinin de eğitim verdiği yere geldiklerini, mağdurenin kız kardeşi Nazmiye’nin kendisine mağdureden ve onun sorunlarından bahsettiğini, aileden dışlandığını anlattığını, “Onu getirsek okutur musunuz?” şeklinde soru sorduğunu, Nazmiye’ye olumlu cevap verdiğini, daha sonra mağdureyle tanıştığını, ona hem sosyal hem de dini yönden bilgi vermeye başladığını, 1999 yılında kardeşi vefat eden mağdurenin bunalıma girdiğini, mağdure ve ailesiyle sürekli görüşerek ruhsal bunalımdan kurtulmasını sağladığını, mağdurenin meslek lisesinde okurken okulun kendisini İtalyan bir terzinin yanına staja gönderdiğini, 16 yaşında onunla, ardından Faslı bir erkekle birlikte olduğunu anlattığını ve ayrıca halasının ve teyzesinin oğullarıyla beraber olduğuna dair mektuplar gösterdiğini, mağdurenin daha fazla yıpranmaması için arkadaşının oğluyla onu nişanladığını ancak mağdurenin ailesinin istememesi nedeniyle evliliğin gerçekleşmediğini, mağdureye iş yeri açtığını ancak onun işte başarılı olamadığını, kendisinin 2002 yılında Türkiye’ye dönüp emekli olduğunu, 2003 yılında Diyanet İşleri Başkanlığının teklifiyle Strazburg şehrinde sözleşmeli olarak çalışmaya başladığını, Fransa’da dinler arası diyalog başlattığını ve çeşitli televizyon kanallarında diğer din mensuplarıyla programlar yaptıklarını, mağdureyle orada tekrar ilgilenmeye başladığını, ikamet ettikleri yerlerin arasındaki uzaklığın 150 km olduğunu, tanıdığı Adem isimli bir kişiyle mağdureyi tanıştırdığını, nişan eşyası almak için Türkiye’ye gidecekleri zaman mağdurenin kız kardeşi ve annesinin Adem’e, mağdurenin bâkire olmadığını söylediklerini öğrendiğini, o sırada kendisinin ameliyat olduğu için Denizli’de hastanede yattığını, Adem ve mağdurenin Bursa’ya geldiklerini duyduğunu, Adem’in kendisini ziyaret edip “Hocam sen bana kimi tavsiye etmişsin.” diyerek sitemde bulunduğunu, ardından Bursa’ya döndüğünü, orada mağdureye “Madem sen kız değilsin, benden neden sakladın?” diyerek mağdureyi taciz ettiğini ve cinsel ilişkiye girdiğini mağdureden öğrendiğini, mağdurenin ruhsal dengesinin bu olaydan sonra tamamen bozulduğunu, onunla yine de görüşmeyi kesmediğini, mağdurenin 2010 yılı içerisindeyken Türkiye’de okumak istediğini söylediğini, Almanya’nın Köln şehrine kızını sınava götüren bir arkadaşıyla mağdureyi de gönderdiğini, mağdurenin ilahiyat fakültesini kazandığını, mağdureyi fakültenin dekan yardımcısı ve bazı hocalarla tanıştırdığını, bir cemaat evine yerleştirdiğini, ev sahibesine emanet ettiğini, mağdurenin 2 yıl boyunca problemsiz bir şekilde okuduğunu, 3. sınıfta mağdurenin ev sahibesinin telefonla arayıp mağdurenin 20 gündür eve gelmediğini belirttiğini, fakültedeki hocalarının ise mağdurenin okula devam etmediğini söylediklerini, bunun üzerine Türkiye’ye geldiğini, birkaç ay önce mağdurenin kendisiyle tanıştırdığı fırıncı tanık … ve fırında çalışan bir kadının evinde kaldığını mağdurenin arkadaşından öğrendiğini, fırının fakülteye yakın olduğunu, fakültedeki hocaların kendisine mağdureyle fırıncıyı uygunsuz bir şekilde gördüklerini söylediklerini, mağdureyle görüştüğünü, ona kendisine yaptığı onca iyilikten ve Fransa’dan gönderdiği onca burstan sonra neden bunları heba ettiğini sorduğunu, kendisinin yerine söz konusu burslarla bir başka öğrencinin eğitim görebileceğini ve o kişinin hakkını yediğini mağdureye söylediğini, dekanın yanına gittiğinde mağdurenin derslerinin kötü olması nedeniyle tanık Mehmet’i çağırdıklarını, dekanın onunla görüştüğünü, mağdureyi neden kötü yola ittiklerini ve okumasına engel olduklarını sorduğunu, Mehmet’in ise mağdureye yardımcı olduğunu, onun okumasını istediğini söylediğini, ardından Mehmet’in kendisine “Senin yardımını istemiyor. Karışma ona.” dediğini, o esnada mağdurenin sınavdan çıkarak yanlarına geldiğini, mağdureye “Gel konuşalım.” dediğini, pastaneye gittiklerini, mağdureye Limontepe’ye gitmeyi önerdiğini, aracı yol kenarında durdurduğunda Mehmet’in gelip mağdureyi aracın arka koltuğundan indirerek kendi aracına bindirdiğini, “Sen bana emanet etmiştin. Ben bakıyorum. Sana ne gerek var?” dediğini, halbuki kendisinin Mehmet’i tanımadığını, ona mağdureyi emanet etmediğini, Mehmet’le kendisini mağdurenin tanıştırdığını, Mehmet’e “Ben kendim geldim. Sana ne gerek var?” dediğini, Mehmet’in ise “Bir daha Remziye’yi arama. Ben ona bakıyorum. Okutacağım. Ev de tutacağım.” diyerek yanından ayrıldıklarını, mağdureyle Fransa’da da Türkiye’de de cinsel ilişkiye girmediklerini, ona imam nikâhı kıymadığını, elinde cinsel ilişki görüntüsü ya da mağdurenin çıplak görüntüsünün bulunmadığını, mağdureye tehdit ve hakaret etmediğini, mağdurenin Limontepe’ye rızasıyla çıktığını, mağdureyi 14-15 yıldır tanıdığını, mağdurenin bir banka kasası kiraladığını, mağdureye ayarladığı burslar ve verdiği paraların bir kısmıyla mağdurenin 20-25 adet Cumhuriyet altını alıp kasaya koyduğunu, Mehmet’in bu paraları alabilmek için kendisine iftira attırdığını, Birinci celsede Mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; mağdureyi fakülteye başladığında bir cemaat evine yerleştirdiklerini, ilk aylardan itibaren mağdure hakkında şikâyetler gelmeye başladığını, onu emanet ettiği yetkililerden birisinin arayıp mağdurenin değişik erkeklerle eve gelmesi nedeniyle onu evden atacaklarını söylediğini, onlara mağdurenin kazanılması gerektiğini söyleyip ricada bulunduğunu, bir yıl önce mağdurenin kendisini tanık … ile tanıştırdığını, Mehmet’in kendisine yardım ettiğini, parasız ekmek, börek ve çörek, ramazanlarda ise iftar ve sahur yemekleri verdiğini söylediğini, halbuki kendisinin ona Fransa’dan burs gönderdiğini, bir yıl önce mağdurenin kendisini tanıştırdığı dekan ve dekan yardımcısının telefonla arayıp mağdurenin okula devam etmediğini söylediklerini, aynı zamanda ev sahibinin de mağdurenin eve gelmediğini söylediğini, daha sonra onunla görüşmediğini, mağdurenin okumasını istediğini, onunla cinsellik yaşamadığını, mağdurenin kendisine iftira atmasını gerektirecek bir davranışının olmadığını, mağdurenin en son girdiği sınavdan sonra ona “Bir yere gidip konuşalım. Bu kadar yardımdan sonra okuman gerekir. Ancak okula devam etmiyorsun.” dediğini, mağdurenin “Sen karışamazsın. Bana yardım eden birisi var. Mehmet Bey bana yardım ediyor. Bana ev kiraladı. Araba da verdi. Sana ihtiyacım kalmadı.” dediğini, sonra ona ilgisini kestiğini, ayrıca mağdurenin kendisinin telefonunu arabadan aldığını, bir hafta sonra dekan yardımcısından telefonunu geri aldığını, bir mesaj çekilmişse bu zaman aralığında mağdurenin çekmiş olabileceğini, kayda alınan telefon görüşmesindeki tabanca çekme, tecavüz, büyü ile ilgili konuşma dökümünün okunup sorulması üzerine; öyle bir şey olmadığını, 3×6 x7x 7x 8×0 numaralı telefonun kendisine 2013 yılının sekizinci ayında geçtiğini, daha önce İsmail Demir isimli birisinin kullandığını öğrendiğini ancak İsmail Demir ile doğrudan bir arkadaşlığının olmadığını, söz konusu mesajları kendisinin göndermediğini, 05×7 6xx x3 x4 numaralı telefonu kullandığını, İkinci celsede Mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; celse arasında müdafisince sunulan mağdureyle girdiği cinsel ilişki görüntülerini içeren CD’nin sorulması üzerine; daha önce mağdurenin daha çok zarar görmemesi için cinsel ilişkiyi inkar ettiğini, bu nedenle özür dilediğini, Üçüncü celsede Mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; ilk celsede 45 yıllık bir kariyerinin olması ve ailesinin bu durumu bilmemesi nedeniyle doğruyu söyleyemediğini, mağdureyle 1999 yılında tanışıp yakınlaştıklarını, zorla bir şey yaşanmadığını, ailesinin onu dışladığını, bu nedenle mağdurenin kendisine cinsellik ötesi bir bağ ile bağlı olduğunu, 2010 yılına kadar bu şekilde devam ettiğini, 2013 yılının Mart ayında mağdurenin Türkiye’de bulunduğu sırada kendisinin de yurt dışında olduğunu ve telefon görüşmelerinde bazı nahoş durumlar yaşandığını hissettiğini, Türkiye’ye geldiğinde ona “Hayatında başkası varsa ben ayrılabilirim.” dediğini, mağdurenin “Yok.” dediğini, yurt dışına döndükten sonra mağdurenin başkasıyla ilişkisi olduğunu söylemesi üzerine dünyaların başına yıkıldığını, sadece mağdurenin okumasını istediğini, okulda hocalarıyla görüştüğünü, mağdurenin hemşehrisi olan tanık Mehmet’e mağdureyi teslim ettiğini, mağdure ile Mehmet arasındaki ilişkiden sonra bu iddia ve şikâyetlerin yapıldığını, Dördüncü celsede Mahkemede; video kaydının 2012 yılına ait olduğunu, Altıncı celsede Mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; görüntülerin 2011 yılına ait olduğunu, zor kullanılmadığını, talebe-hoca ilişkisi olmadığını, onu tanıdığında 20-21 yaşlarında olduğunu, mağdurenin hocası olmadığını, 7-14 yaş arası çocukları okuttuğunu, mağdurenin kendisinin gelip öğretici olarak çalıştığını, ilişkinin rızaya dayalı olduğunu, ona asla bir kötülük yapmadığını, kendisini hava alanında mağdurenin karşıladığını, zorla bir yere gitme olayının olmadığını, Savunmuştur. Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” şeklinde, Latince’de ise “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir. Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanık … mağdurenin 1999 yılında Fransa’da mağdurenin erkek kardeşinin vefatından sonra tanıştıkları, sanığın resmî olarak başka bir kişiyle evli olduğu ancak sanık … mağdurenin kendi aralarında imam nikâhı kıydıkları, Mağdurenin savcılıkta alınan ilk beyanında; 1999 yılında sanıkla tanıştıklarını, o tarihlerde psikolojik sorunlarının olduğunu, sanıkla bu konuları konuştuğunda sanığın, kendisine yardımcı olacağını söyleyip ilgilendiğini ancak görüşmelerinin dinen sakıncalı olduğunu, o nedenle dini nikâh kıymaları gerektiğini söylediğini, kabul ettiğini, sık sık görüşmeye başladıklarını, sanığın kendisini birçok kez Metz şehrinde ormana götürüp orada tehdit ederek zorla ırzına geçtiğini, utandığı için olayı ailesine ve çevresine anlatamadığını, ailesinin durumu hakkında bilgi sahibi olan sanığın yaşadıkları şeyleri ailesine anlatacağından bahisle kendisini tehdit ettiğini, son olarak 2010 yılında üniversite sınavını kazanarak Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesine kayıt yaptırdığını, öğrenci arkadaşlarıyla kaldığını, adresini ve okulunu öğrenen sanığın İzmir’e geldiği zamanlarda kendisinin yanına uğradığını, telefon açıp söylediği yere gelmesini istediğini, sanığın üç ayda bir Türkiye’ye gelerek kendisini mutlaka yanına çağırdığını, kiraladığı araçlarla ıssız yerlere götürüp kendisine tecavüz ettiğini, en son 20.06.2013 tarihinde sanığın fakülteye gelerek kendisini bulduğunu, kendisi sınavdayken okulda bulunan çantasındaki kimlikleri ve banka kartlarını sanığın ele geçirdiğini, öğleden sonra kendisini Limontepe’nin arka tarafında bulunan Toki evleri ve Radar mevkisine götürdüğünü, arabayı ıssız bir yere çekip hakaret ve tehdit ederken sanığın arabasını takip eden tanık …’in yanlarına geldiğini, bu olaydan önce sanığın 2013 yılının Nisan ayının başlarına doğru Türkiye’ye geldiğini, kendisini arabasıyla alıp bilmediği ıssız bir yere götürdüğünü, sürekli cinsel birleşme görüntülerinin olduğunu söyleyip istediği şeyleri yapması konusunda tehdit ettiğini, o nedenle yine sanığın istediği şeyleri yapmak zorunda kaldığını, istemediği hâlde sanıkla cinsel ilişki yaşadığını, sanığa herhangi bir şekilde mukavemet etmediğini, karşı koyması hâlinde ailesine elindeki görüntüleri göndereceğinden ve hayatını zindan edeceğinden bahisle sanığın kendisini tehdit ettiğini, hatta bir telefon görüşmesinde de tehditlerini devam ettirip elindeki görüntülerden bahsettiğini, kendisinin o konuşmayı telefonuna kaydettiğini, söz konusu kaydın dinlenmesini ve tutanağa geçirilmesini istediğini, korkması nedeniyle sanığın yaptıklarına rıza göstermek zorunda kaldığını, 1999-2013 yılları arasında kendisine tehdit ve şantajla tecavüz eden sanıktan şikâyetçi olduğunu, Savcılıkta alınan ikinci beyanında; ifadesinde; ifadesinde belirttiği cinsel saldırı olayının Fransa’da yaşandığını, kardeşinin vefatı üzerine sanıkla Fransa’da tanışıp görüşmeye başladıklarını, sanığın, bu şekilde görüşmelerinin dinen sakıncalı olduğunu belirtmesi üzerine 1999 yılının sonunda imam nikâhı kıydıklarını, sanığın, karı koca olduklarını, bu nedenle cinsel ilişkiye rıza göstermesi gerektiğini söylediğini, sanığın bu taleplerine karşı çıktığını, 1999 yılında sanığın kendisine ayetler okuyup üzerinde manevi baskı oluşturduğunu, bu dini korkular nedeniyle sanığın cinsel ilişkide bulunmasına ses çıkaramadığını, bir süre sonra bu ilişkinin bitmesini istediğini, başka biriyle evlenmeye karar verdiğini, sanığa karşı çıktığını, sanığın önce evlenmesine rıza gösterdiğini, sonra ise engel olduğunu, “Sana büyü yapmışlar. Sağlıklı düşünemiyorsun. Bu nedenle beni reddediyorsun. Sağlıklı düşünemediğin için ben senin gerçek duygularını gösterdiğine inanmam.” dediğini, 2006 yılına kadar sanıkla cinsel ilişkide bulunmayı sürdürdüğünü, istemediği hâlde sanığın manevi baskı yaparak kendisiyle cinsel ilişkide bulunduğunu, 2006 yılında kendisini Fransa’da ormanlık bir alana götürüp cinsel ilişkide bulunmak istediğini söylediğini, karşı çıktığında sanığın silahı çıkararak ağzına soktuğunu, “Reddedersen önce seni sonra kendimi vururum.” dediğini, sanığa “Vurabilirsin.” dediğini ancak sanığın vurmayıp kendisine zorla cinsel saldırıda bulunduğunu, yaşadıklarını kimseye anlatamadığını, 2010 yılına kadar Fransa’da kaldığını, 2006-2010 yılları arasında sanığın kendisini zorlayarak ve ailesi ile çevresine duyuracağından bahisle tehdit ederek cinsel ilişkiyi sürdürdüğünü, 2010 yılında okumak için İzmir’e geldiğini, sanığın Denizli’li olduğunu, akciğer rahatsızlığı bulunduğu için üç ayda bir Türkiye’de muayene olup ilaç alıp gittiğini, Türkiye’ye her geldiğinde kendisinin yanına uğradığını, sanığın gelmesini istemese de sanığın “Benim maddi manevi desteğime ihtiyacın var. Sağlıklı düşünemediğin için beni istemiyorsun. Ben kendimi sana adadım.” dediğini, bazen kendisini okuldan alıp çeşitli yerlere götürdüğünü, götürdüğü yerlerde de zorla cinsel ilişkide bulunduğunu, sanığın, kendisini psikolojik yönden de etkileyip ailesiyle arasını bozduğunu, bir önceki ifadesinde sanığın en son geldiğini söylediği tarihte sanığın kendisine cinsel saldırıya teşebbüste bulunduğunu ancak başarılı olamadığını, 2013 yılı Şubat tatilinde Fransa’ya gittiğini, en son sanıkla Fransa’da cinsel ilişkiye girdiklerini, yaklaşık 9 aydır bir cinsel ilişki olmadığını, ailesinin durumdan haberdar olacağından korkup sanığa yönelik şikâyetinden vazgeçtiğini ancak dilekçe ve ifadesinde belirttiği olayları gerçekten yaşadığını, sanığın kendisine yönelik cinsel saldırı eylemini normal yoldan yaptığını, Birinci celsede Mahkemede; sanık ile tanıştıktan sonra samimiyetlerinin arttığını, talebi üzerine birlikteliklerinin olduğunu, sonraki dönemlerde ilişkilerinin sanığın zorlamasıyla meydana geldiğini, İkinci celsede Mahkemede; sanıkla cinsel ilişkilerine dair CD’nin sorulması üzerine; sanığın kendisine dini nikâhlı olduklarını söyleyip kayda almak istediğini belirttiğini, başka videoların da olduğunu ancak kendisinin onları sildiğini, sanığın “Bunu yapmadığımız takdirde Allah’ın lanetine uğrayacağız.” benzeri sözler söylediğini, bu sebeple rıza gösterdiğini, Dördüncü celsede Mahkemede; 2006 yılında silahla saldırı ve tecavüz olayının olduğunu, ondan sonra her şeyin kötüye gittiğini, dosyada çözümü yaptırılan CD’nin 2006 yılından sonrasına ait olduğunu ancak tam zamanını hatırlamadığını, videodaki konuşmalarda kendisinin o şekilde konuşmasını sanığın istediğini, sanığın cinsel gücünün zayıf olduğunu, o şekilde tatmin amacıyla kendisini konuşturduğunu, o tarihte kendisinin vicdanının rahat olmadığını, sanığın “Seni bırakmamı istiyorsan falanca arkadaşını bana ayarla.” dediğini, silah doğrultarak zorla ilişkiye girme olayının 2006’da olduğunu, sonrasında da baskıyla devam ettiğini, Adem isimli kişiyle nişanlandığını, sanığın o nişanın bozulmasına neden olmasından sonra kendisiyle tekrar görüşerek büyüyü bozması gerektiğini söylediğini, büyüyü kimin yaptığını, nasıl yaptığını, yoksa sanığın mı yaptığını bilmediğini, Adem ile 2006 yılının Ocak ayında nişanlandığını, Ağustos ayında nişanın bozulduğunu, Beşinci celsede Mahkemede; Türkiye’de bulunduğu dönem içinde sanığın Türkiye’ye her geldiğinde daha önce de anlattığı şekilde kendisiyle birlikte olduğunu, birlikteliklerin çok sayıda yaşandığını, sayısının sorulması üzerine; beşin üzerinde meydana geldiğini, Fransa’da da şikâyette bulunduğunu ancak bir şekilde sanığın araya birilerini koyup korkuttuğunu, o şikâyetlerden de sonuç alamadığını iddia ettiği, Sanığın ise Kollukta; mağdurenin kız kardeşinin mağdurenin sorunlarından bahsetmesi üzerine mağdureyle tanıştığını, ona hem sosyal hem de dini yönden bilgi vermeye başladığını, 1999 yılında kardeşi vefat eden mağdurenin bunalıma girdiğini, mağdure ve ailesiyle sürekli görüşerek ruhsal bunalımdan kurtulmasını sağladığını, mağdureyle ne Fransa’da ne de Türkiye’de cinsel ilişkiye girdiklerini, ona imam nikâhı kıymadığını, elinde cinsel ilişki görüntüsü ya da mağdurenin çıplak görüntüsünün bulunmadığını, tehdit ve hakaret etmediğini, Limontepe’ye rızasıyla çıktığını, mağdureyi 14-15 yıldır tanıdığını, mağdurenin bir banka kasası kiraladığını, mağdureye ayarladığı burslar ve verdiği paraların bir kısmıyla mağdurenin 20-25 adet Cumhuriyet altını alıp bu kasaya koyduğunu, tanık Mehmet’in paraları almak için kendisine iftira attırdığını, Birinci celsede Mahkemede önceki beyanlarına ek olarak; mağdurenin okumasını istediğini, onunla cinsellik yaşamadığını, mağdurenin kendisine iftira atmasını gerektirecek bir davranışının olmadığını, kayda alınan telefon görüşmesindeki tabanca çekme, tecavüz, büyü ile ilgili konuşma dökümünün kendisine okunup sorulması üzerine; öyle bir şey olmadığını, 3xx 8xx 7x x60 numaralı telefonun kendisine 2013 yılının sekizinci ayında geçtiğini, bu hattı daha önce başka birisinin kullandığını öğrendiğini ve bu kişiyle doğrudan bir arkadaşlığının olmadığını, mesajları kendisinin göndermediğini, İkinci celsede Mahkemede; celse arasında müdafisince sunulan mağdureyle girdiği cinsel ilişki görüntüsünü içeren CD’nin sorulması üzerine; daha önce mağdurenin daha çok zarar görmemesi için cinsel ilişkiyi inkar ettiğini, bu nedenle özür dilediğini, Üçüncü celsede Mahkemede; ilk celsede 45 yıllık bir kariyerinin olması ve ailesinin bu durumu bilmemesi nedeniyle doğruyu söyleyemediğini, mağdureyle 1999 yılında tanışıp yakınlaştıklarını, zorla bir şey yaşanmadığını, ailesinin onu dışladığını, bu nedenle mağdurenin kendisine cinsellik ötesi bir bağ ile bağlı olduğunu, 2010 yılına kadar bu şekilde devam ettiğini, 2013 yılının Mart ayında mağdurenin Türkiye’de bulunduğu sırada kendisinin de yurt dışında olduğunu ve telefon görüşmelerinde bazı nahoş durumlar yaşandığını hissettiğini, Türkiye’ye geldiğinde ona “Hayatında başkası varsa ben ayrılabilirim.” dediğini, mağdurenin “Yok.” dediğini, yurt dışına döndükten sonra mağdurenin başkasıyla ilişkisi olduğunu söylemesi üzerine dünyaların başına yıkıldığını, sadece mağdurenin okumasını istediğini, okulda hocalarıyla görüştüğünü, mağdurenin hemşehrisi olan tanık Mehmet’e mağdureyi teslim ettiğini, mağdure ile Mehmet arasındaki ilişkiden sonra bu iddia ve şikâyetlerin yapıldığını, Dördüncü celsede Mahkemede; video kaydının 2012 yılına ait olduğunu, Altıncı celsede Mahkemede; görüntülerin 2011 yılına ait olduğunu, zor kullanılmadığını, talebe-hoca ilişkisi olmadığını, onu tanıdığında mağdurenin 20-21 yaşlarında olduğunu, mağdurenin hocası olmadığını, 7-14 yaş arası çocukları okuttuğunu, mağdurenin gelerek öğretici olarak çalıştığını, ilişkinin rızaya dayalı olduğunu, ona asla bir kötülük yapmadığını, kendisini hava alanında mağdurenin karşıladığını, zorla bir yere gitme durumunun olmadığını savunduğu olayda; 06.12.2013 tarihli CD çözümleme tutanağında yer alan ve mağdure tarafından dosyaya sunulan konuşmaların hukuka aykırı bir şekilde elde edilmesi ve bu nedenle hükme esas alınmasının mümkün olmaması, mağdurenin soruşturma aşamasında 2010 yılında Türkiye’ye okumak için geldikten sonra sanığın adresini bulduğunu beyan etmesine karşın tanıklar Ömer ve Muammer’in, mağdurenin fakülteye başladıktan sonra yanlarına gelerek kendisinin bugünlere gelmesinde yardımcı olan kişi olarak sanığı tanıştırmak istediğini belirtmeleri, ayrıca tanık Ömer’in mağdure ve sanığın birlikte geldikleri zaman mağdurede herhangi bir tedirginlik hissetmediğini ifade etmesi, mağdurenin savcılıkta alınan ikinci beyanında sanığın en son Türkiye’ye geldiği tarihte kendisine cinsel saldırıya teşebbüste bulunduğunu ancak başarılı olamadığını bildirmesine rağmen ilk savcılık beyanında sanığın Türkiye’ye geldiği son tarihi 20.06.2013 olarak belirten mağdurenin, 23.07.2013 tarihinde Cumhuriyet savcılığına sunduğu şikâyet dilekçesinde ve savcılıkta verdiği bu ilk ifadesinde cinsel saldırıya teşebbüs iddiasına ilişkin bir açıklamada ve bu yönde bir iddiada bulunmamasının hayatın olağan akışına uygunluk göstermemesi, mağdurenin ilk savcılık ifadesinde en son 2013 yılının Nisan ayının başlarında Türkiye’ye geldiğinde sanığın tehdidiyle onunla cinsel ilişkiye girdiğini beyan etmesine karşın savcılıktaki ikinci ifadesinde sanıkla en son 2013 yılının Şubat ayında Fransa’ya gittiğinde ilişkiye girdiğini beyan etmek suretiyle olay örgüsüne dair çelişkili anlatımlarda bulunması, sanık müdafisi tarafından dosyaya sunulan ve doğruluğu mağdure tarafından inkar edilmeyen 31.03.2013-01.04.2013 tarihli mesaj içeriklerinden sanık … mağdure arasında herhangi bir sorun olmaksızın iletişim kurulduğunun anlaşılması, sanık müdafisi tarafından dosyaya sunulan ve sanık tarafından dördüncü celsede 2012 yılına, altıncı celsede 2011 yılına, mağdure tarafından ise tam tarihini hatırlamamakla beraber 2006 yılından sonrasına ait olduğu belirtilen video kaydında sanık … mağdurenin rızaları dahilinde ilişkiye girdiklerine ilişkin CD çözümleme tutanağının bulunması hususları bir bütün olarak gözetildiğinde; yurt dışında ikamet eden ve üniversite öğrencisi olan, cinsel saldırı suçunun kötülüğünü idrak edip bu fiile direnememesi için bedensel ve ruhsal engeli bulunmayan, sanığın olası baskısından kurtulmasına rağmen yıllarca şikayet hakkını kullanmayan mağdurenin zorla cinsel saldırıya maruz kaldığına ilişkin şikâyeti genel hayat tecrübelerine aykırı olup, somut delillere dayanmayan ve çelişki içeren anlatımlarla mahkumiyet hükmü kurulamayacağından sanığın mağdureye yönelik beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırıda bulunduğuna ve hürriyetini kısıtladığına ilişkin her türlü şüpheden uzak bir delil elde edilememesi nedeniyle sanığa atılı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olmadığının kabulü gerekmektedir. Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerindeki gerekçelerinin isabetli olmadığına ve mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına karar verilmelidir. Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanığa atılı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olduğu düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- İzmir 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 11.11.2015 tarihli ve 281-275 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin sanığa atılı beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde nitelikli cinsel saldırı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının sabit olmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, 2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 30.03.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2019/5491 E. , 2019/8319 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Sulh Ceza Hâkimliği Karar Tarihi : 09/01/2019 Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan meçhul şüpheli hakkında yapılan soruşturma evresi sonunda, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 09.01.2019 tarihli ve 2018/102917 soruşturma, 2019/2321 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin mercii Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 09.01.2019 tarihli ve 2019/701 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması gerektiği, aynı Kanunun 170/2. maddesi gereğince yapacağı değerlendirme sonucunda, toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaştığında iddianame düzenleyerek kamu davası açacağı, aksi halde ise anılan Kanun’un 172. maddesi gereği kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vereceği, buna karşın Cumhuriyet savcısının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kendisine yüklediği soruşturma görevini yerine getirmediği, ortada yasaya uygun bir soruşturmanın bulunmadığı durumda, anılan Kanunun 173/3. maddesindeki koşullar oluşmadığından, itirazı inceleyen merciin Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabulüne karar verebileceği yönündeki açıklamalar ile; Benzer bir olaya ilişkin olarak Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 23.03.2016 tarihli ve 2016/2472 esas, 2016/4849 sayılı ilâmında yer alan “ (…) Belirli veya belirlenebilir bir kişiye ait her türlü bilginin, başkasına verilmesi, yayılması ya da ele geçirilmesi, TCK’nın 136/1. maddesinde ‘Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme’ başlığı altında suç olarak tanımlanmış olup, eylemin; kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak ya da belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle gerçekleşmesi hali, aynı Kanun’un 137. maddesinde cezada artırım nedeni olarak öngörülmüştür. Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan ‘kişisel veri’ kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA’sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir (…)” şeklindeki açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde; Somut olayda, şikayetçinin beyanında; Fenerbahçe Spor Kulübünden aradığını söyleyen şahsın kendisini 0212 702 67 07 numaralı sabit hattan aradığını ve kişisel telefon numarasını hukuka aykırı olarak ele geçiren veya yayan kişiden şikayetçi olduğunu ifade ettiği, soruşturma kapsamında anılan telefon hattının kim adına kayıtlı olduğunun tespitine yönelik olarak Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığından bilgi talep edildiği; ancak, kurum tarafından yöntemince bilgi talep edilmediğinden somut bir bilgi verilemediği, soruşturma makamınca da başkaca bir araştırma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmış ise de; kişinin GSM hattının kişisel veri olarak kabul edilerek, şüphelinin veya şüphelilerin tespit edilmesi için usulü ile gerekli yazışmaların ve araştırmanın yapılması, şüphelinin veya şüphelilerin tespiti halinde soruşturmaya devam edilerek beyanlarına başvurulması suretiyle toplanacak deliller ve yapılacak inceleme sonucuna göre hukuki durumun tayin ve takdir edilmesi, şüpheliye veya şüphelilere ulaşılamaması halinde ise zamanaşımı süresince daimi arama kararı verilerek araştırmaya devam edilmesi gerektiği, dolayısıyla eksik soruşturmaya dayalı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, ortada 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa uygun bir soruşturmanın bulunmadığı durumlarda, anılan Kanunun 160 ve diğer maddeleri uyarınca soruşturma yapılmasını sağlamak üzere itirazın kabul edilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Adalet Bakanlığının 10.05.2019 tarihli ve 94660652-105-07-6716-2019-Kyb sayılı kanun yararına bozma talebine atfen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 22.05.2019 tarihli, 2019/52874 sayılı tebliğnamesi ile daireye ihbar ve soruşturma evrakı tevdi kılınmakla; Dosya incelenerek gereği düşünüldü: Belirli veya belirlenebilir bir kişiye ait her türlü bilginin, başkasına verilmesi, yayılması ya da ele geçirilmesi, TCK’nın 136. maddesinde “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” başlığı altında suç olarak tanımlanmış olup, eylemin; kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak ya da belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle gerçekleşmesi hali, aynı Kanunun 137. maddesinde cezada artırım nedeni olarak öngörülmüştür. Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan “kişisel veri” kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA’sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir. Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.06.2014 tarihli, 2012/12-1510 esas, 2014/331 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; TCK’nın 135 ve 136. maddelerindeki kişisel verilerin korunmasına ilişkin düzenlemelerde sadece sır niteliğinde kişisel verilerin korunacağına ilişkin bir hükmün bulunmaması ve aksine 135. maddenin gerekçesinde gerçek kişiyle ilgili her türlü bilginin kişisel veri olarak kabul edilmesi gerektiğinin belirtilmesi karşısında, her türlü kişisel verinin hukuka aykırı olarak başkasına verilmesi, yayılması ve ele geçirilmesi fiilleri TCK’nın 136. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturur. Bu nedenle herkes tarafından bilinen ve/veya kolaylıkla ulaşılması ve bilinmesi mümkün olan kişisel bilgiler de, yasal anlamda “kişisel veri” olarak kabul edilmektedir. Ancak, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun uygulama alanının amaçlanandan fazla genişletilerek, uygulamada belirsizlik ve hemen her eylemin suç oluşturması gibi olumsuz sonuçların doğmaması için, somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle değerlendirme yapılması, olayda herhangi bir hukuk dalı tarafından kabul edilebilecek bir hukuka uygunluk nedeni veya bu kapsamda nazara alınabilecek bir hususun bulunup bulunmadığının saptanması ve sanığın eylemiyle hukuka aykırı hareket ettiğini bildiği ya da bilebilecek durumda olduğunun da ayrıca tespit edilmesi gerekir. Bu açıklamalar ışığında incelenen dosya kapsamına göre; şikayetçi …’in, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına vekili aracılığıyla sunduğu 12.12.2018 havaleli dilekçesi ile 0212 702 67 07 numaralı sabit hattan aktif kullanımında olan cep telefonu numarasını arayarak, Fenerbahçe Spor Kulübü adına aradığını beyanla ürün satın alıp almayacağını soran, kişisel numarasına nasıl ulaştığını sormasının ardından da iletişimi sonlandırıp, numarasını engelleyen şahsın tespit edilerek, cep telefonu numarasını bilgisi dışında ele geçiren ve yayan şahıslardan şikayetçi olması üzerine başlatılan adli soruşturma kapsamında, 0212 702 67 07 numaralı sabit hattın abonelik bilgilerinin bildirilmesi için 18.12.2018 tarihinde, ilgili hattın 19.10.2018 tarihinde kimin adına ve hangi adreste kayıtlı olduğunun bildirilmesi için 26.12.2018 tarihinde, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığına yazılan yazılara, aboneliği talep edilen numaraya ilişkin bir iletişim kaydı (arama, aranma, arayan numara, “karşı numara,” sms vb.) ve şikayete konu görüşmeye ilişkin tarih aralığı belirtilmeksizin yöntemince talepte bulunulmamasından dolayı 25.12.2018 ve 02.01.2019 tarihli cevabi yazılarla kurum tarafından somut bir bilgi verilememesini müteakip, “…müştekinin arandığı tarih ve saat saptanamadığından ve bu bilinmeden arayan numaranın sağlıklı bir şekilde tespitinin yapılamayacağı bildirildiğinden…” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması gerektiği, aynı Kanunun 170/2. maddesi gereğince yapacağı değerlendirme sonucunda, toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaştığında iddianame düzenleyerek kamu davası açacağı, aksi halde ise anılan Kanun’un 172. maddesi gereği kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vereceği, buna karşın Cumhuriyet savcısının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kendisine yüklediği soruşturma görevini yerine getirmediği, ortada yasaya uygun bir soruşturmanın bulunmadığı durumda, anılan Kanun’un 173/3. maddesindeki koşullar oluşmadığından, itirazı inceleyen merciin Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabulüne karar verebileceği yönündeki açıklamalar karşısında, Kişinin, kişisel veri niteliğindeki cep telefonu numarasının, rızasına aykırı şekilde ele geçirilmesi, başkasına verilmesi veya yayılması eyleminin, TCK’nın 136. maddesinde “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” başlığı altında suç olarak tanımlandığı gözetilip, şikayetçiden şikayetine konu görüşmeye ilişkin tarih aralığı sorularak, şüphelinin veya şüphelilerin tespit edilmesi için gereken yazışmalar ve araştırma usulüne uygun olarak yapılıp, toplanacak delillere göre ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik soruşturmaya dayalı olarak Antalya Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 09.01.2019 tarihli, 2018/102917 soruşturma, 2019/2321 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verildiği anlaşıldığından, anılan karara karşı yapılan itirazın belirtilen şekilde inceleme yapılmasından sonra sonuçlandırılması yerine reddine ilişkin mercii Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 09.01.2019 tarihli ve 2019/701 değişik iş sayılı kararında isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle; Kanun yararına bozma talebine dayanılarak düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına nazaran yerinde görüldüğünden, Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 09.01.2019 tarihli ve 2019/701 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca isteme uygun olarak BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde Sulh Ceza Hâkimliğince yapılmasına, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.07.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2020/1541 E. , 2020/5242 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme Hüküm : TCK’nın 136/1, 62/1, 53, 58/1-6. maddeleri gereğince mahkumiyet Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Dosya kapsamına ve ikrar içeren savunmaya göre; sanığın, tanık…’nın işlettiği iş yerine giderek alışveriş yaptığı ve ücretini daha sonra vereceği beyan etmesi üzerine tanığın sanıktan cep telefonu numarasını istemesi üzerine, sanığın, aralarında husumet bulunan katılanın aranmasını sağlamak için katılana ait cep telefonu numarasını katılanın rızası ve bilgisi dışında tanığa vermesi şeklinde sanığın, sübutu kabul edilen eyleminin TCK’nın 136/1. madde ve fıkrasında düzenlenen verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunu oluşturduğuna ilişkin yerel mahkemenin kabul ve uygulamasında bir isabetsizlik görülmemiştir. Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın atılı suçu işlemediğine, eylemin şikayete tabi olduğu ve davanın düşmesi gerektiğine ilişkin tüm temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 19.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
15. Ceza Dairesi 2020/3019 E. , 2020/6847 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma HÜKÜM : TCK’nın 155/2, 52/2 ve 53 maddeleri uyarınca mahkumiyet Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü; Sanığın, olay tarihinde yanında 3 tane daha bayan olduğu halde katılana ait “… adresinde bulunan kiralık dairesini, üç günlüğün eşyalı olarak kiraladığı, kira bitiminin sonunda sanığın evden ayrıldığı sırada evde bulunan katılana ait henüz takılmamış yeni haldeki koli içerisinde bulunan 2.000 TL tutarlı bir adet …marka kombiyi ve kullanılmamış iki adet toplam değeri 100 TL olan nevresim takımını katılandan habersiz alarak beraberinde götürdüğü, bu surette sanığın hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği iddia olunan somut olayda, Sanık savunması, katılan beyanı, kira sözleşmesi ile dosya kapsamından hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçu yönünden, meslek, sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkalarının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenebilen bir suç olduğundan, sanığın katılana ait evde bulunan eşyaları kullanmak amacıyla kiralamasına rağmen evden ayrılırken eşyalarıda götürmesi şeklinde gerçekleşen eyleminde, eşyaların sanığın ifa ettiği bir hizmet veya meslek dolayısıyla kendisine tevdi ve teslim edilmemiş olması sebebiyle, eylemin TCK’nın 155/1 maddesinde düzenlenen ve hükümden sonra 02/12/2016 tarih ve 29906 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaştırmaya tabi hale gelen basit güveni kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanun’un 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 25/06/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
8. Ceza Dairesi 2018/203 E. , 2018/2245 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi SUÇ : İşkence ve görevi kötüye kullanma HÜKÜM : Beraat Gereği görüşülüp düşünüldü: I- Sanıklar …, …, …, …,…, …, … ve … yönünden yapılan temyiz incelemesinde : Mahkemece kanıtlar değerlendirilip gerektirici nedenleri açıklanmak suretiyle verilen beraat kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan katılanın, sanıkların cezalandırılması gerektiğine yönelik temyiz itirazı yerinde görülmediğinden reddiyle hükümlerin oybirliğiyle ONANMASINA, II- Sanık … ve … yönünden yapılan incelemede; 1- Ziraat Odaları; 6964 sayılı Ziraat Odaları ve Ziraat Odaları Birliği Kanununa göre kurulup faaliyet gösteren meslek kuruluşu olup, anılan kuruluş 5237 sayılı TCK’nun 6/1-c maddesinde tanımlandığı anlamda kamusal faaliyet yürütmediğinden personelinin de kamu görevlisi olarak kabul edilmesi olanaklı bulunmamaktadır. Ancak; 6964 sayılı Kanunun (5184 sayılı Kanunun 37. maddesiyle değişik) 42. maddesinde, odaların mal varlıkları veya defter ve kayıtları aleyhine karşı işlenen belirli eylemler bakımından Ziraat Odaları veya Ziraat Odaları Birliği organlarına dahil kimseler ile personelinin kamu görevlisi gibi cezalandırılmaları öngörülmüştür. İncelenen dosyada iddianameye konu, eylemler yönünden Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı aynı zamanda Birlik Genel Başkanı olan sanık …’ın özgü suç olan işkence ve görevi kötüye kullanma suçlarının faili olamayacakları açıktır. Ancak; 5237 sayılı TCK.nun 96/1. maddesinde “Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışları gerçekleştiren kişi hakkında …” ibaresi yer almakta, yasada eziyet kabul edilen eylemler tanımlanmamaktadır. Madde gerekçesinde ise “Eziyet olarak, bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. Aslında bu fiiller de kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyabilirler. Ancak, bu fiiller, ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedirler. Bir süreç içinde süreklilik arzeder bir tarzda işlenen eziyetin özelliği, işkence gibi, kişinin psikolojisi ve ruh sağlığı üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, eziyetin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir” denilmektedir. Buna göre sadece fiziksel değil ruh sağlığına yönelen ihlaller de eziyet suçu kapsamında değerlendirilmektedir. Hukuk Genel Kurulu’nun 25.01.2017 gün ve 2015/9-461 esas, 2017/127 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; Türk Hukukunda psikolojik taciz (mobbing); iş yerinde çalışanlara, diğer çalışanlar veya işverenler tarafından sistematik biçimde uygulanan, tekrarlanan her türlü kötü muamele, tehdit, şiddet, aşağılama gibi davranışlar olarak ifade edilmiştir. Psikolojik tacizin en bariz örnekleri, kendini göstermeyi engellemek, sözünü kesmek, yüksek sesle azarlamak, sürekli eleştiri, çalışan iş ortamında yokmuş gibi davranmak, iletişimin kesilmesi, fikirlerine itibar edilmemesi, asılsız söylenti, hoş olmayan imalar, nitelikli iş verilmemesi, anlamsız işler verilip sürekli yer değiştirilmesi, ağır işler verilmesi ve fiziksel şiddet tehdidi sayılabilir. (Tınaz, P./Bayram, F./Ergin, H.: Çalışma Psikolojisi ve Hukuki Boyutlarıyla İşyerinde Psikolojik Taciz (mobbing), Beta Yayınları, İstanbul 2008, S.7, s.53-58). Somut olayda; Katılan …’nin 19.3.2009 tarihinde Türkiye Ziraat Odaları Birliği özel kalem müdürlüğünde memur kadrosunda sözleşmeli olarak çalıştırılmak üzere göreve başladığı, 24.08.2010 tarihinde yaptığı ve daha sonra da yenilenen sözleşmeler ile kurumda çalıştığı, 09.09.2011 tarihinde yönetim kurulu kararı ile sözleşmesinin tek taraflı olarak feshedildiği, sözleşmenin gerekçesiz olarak yenilenmemesinden dolayı yönetim kurulu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle İdare Mahkemesine başvurduğu, Ankara 4. İdare Mahkemesi’nin 2012/572 esas sayılı dosyası ile 06.08.2012 tarihli kararında yürütmenin durdurulması talebinin kabul edildiği ve 15.11.2012 tarihli kararında da “davacının görevinde yetersiz, başarısız olduğuna ve hizmetinden yeterince verim alınamadığı hususunda bir belge ve bilgi sunulmadığı gibi hizmetinde de ihtiyaç duyulmadığının ileri sürülmemiş olmasına göre; hukuken geçerli bir nedene dayanmaksızın hizmet sözleşmesinin yenilenmemesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk yoktur” gerekçesiyle işlemin iptaline karar verildiği, bu karar neticesinde katılanın 15.10.2012 tarihinde kuruma geri döndüğü, bu kez yönetim kurulunun 04.10.2012 tarihli toplantıda alınan karar ile 22.10.2012 tarihinden geçerli olmak üzere 6 ay süre ile… Aziziye Ziraat Odasında çalışmak üzere geçici yetki ile görevlendirildiği, bu görevlendirmeye karşı da idare mahkemesine başvurduğu, Ankara 9. İdare Mahkemesi 22.01.2013 tarihli 2012-1708 sayılı kararı ile ”Uyuşmazlık konusu olayda geçici görevlendirme müessesinin koşulları oluşmadığı gibi davacının hizmet sözleşmesinin yenilenmemesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada Ankara 4. İdare Mahkemesince verilen yürütmenin durdurulmasına ilişkin karar üzerine davacının 04.10.2012 tarihli yönetim kurulu kararıyla… Ziraat Odasının 04.10.2012 tarihli personel görevlendirilmesine ilişkin talep yazısına istinaden bu odada geçici olarak görevlendirilmesine karar verildiği hususu da birlikte dikkate alındığında; hizmet gerekleri göz ardı edilerek davacının davalı idaredeki görevinden fiilen uzaklaştırılmak gayesiyle yapılmış olduğu kanaatine varıldığından dava konusu geçici görevlendirme işleminde hukuka uygunluk yoktur” gerekçesiyle yürütmenin durdurulmasına karar verdiği, mahkeme kararına istinaden katılanın 07.03.2013 tarihinde Ankara iline geri döndükten sonra, kendisine kurumda özel oda verilmediği gibi kurumun bodrum katında şoförlerle birlikte aynı odada mesaiye zorlandığı, 15.04.2013 tarihinde bu kez de… İl Koordinasyon Kuruluna geçici görev ile gönderildiği, katılanın bu işleme yönelik olarak da idare mahkemesine başvuru yaptığı, Ankara 8. İdare Mahkemesinin 31.10.2012 gün 2012/1323 sayılı yürütmenin durdurulması kararı ile geçici görevlendirmeye son verilerek Ankara’ya tekrar çağrıldığı, Ankara 8. İdare Mahkemesi kararını “….’daki Ziraat Odasının personel ihtiyacının naklen atama ile gerçekleştirilmesi gerekir, başka bir anlatımla geçici görevlendirme işleminin hizmet gerekleri göz ardı edilerek davacıyı görevinden uzaklaştırılmak gayesiyle yapılmış olduğu” şeklinde gerekçelendirdiği anlaşılmakla; Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı olan sanık …’ın aynı zamanda 6964 sayılı Kuruluş Kanunun’un 29/l. maddesi gereği Birlik ve odaların işlerinin yürütülmesini teminen kararlar almak ve yürürlüğe koymakla sorumlu yönetim kurulunun da başkanı olduğu, konumu itibariyle personel üzerinde sahip olduğu idari güç ve yetki de dikkate alındığında; katılan … …’yi geçici görevlendirmeler ile farklı illere gönderdikten sonra, yukarıda sözü edilen İdare Mahkemelerince benzer gerekçelerle verilen iptal kararları neticesinde Ankara iline dönen katılana, tecrübesine ve iş yerindeki pozisyonuna uygun şekilde görev vermeyerek sırf sıkıntı vermek, onu rencide ve pasifize etmek kastıyla binanın bodrum katında kurum şoförlerinin kullandığı telefon ve bilgisayar gibi gereçlerin bulunmadığı odada mesai yaptırmaya zorlamak suretiyle belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, değersizleştirme, yıldırma ve işten uzaklaştırmayı amaçlayan; psikolojik saldırıya konu eylemlerinin işleniş biçimleri ve sonuçlarına göre eziyet boyutuna vardığı bu sebeple yüklenen eylemlerin bir bütün halinde 5237 sayılı TCK’nun 96/1. maddesinde düzenlenen “eziyet” suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması , 2- UYAP ortamından alınan nüfus kayıt örneğine göre sanık …’ın hükümden sonra 13.05.2015 tarihinde öldüğünün anlaşılması karşısında, bu husus araştırılarak 5237 sayılı TCK.nun 64. maddesi gereğince durumun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, Yasaya aykırı, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 01.03.2018 gününde (1) numaralı bozma yönünden oyçokluğuyla, (2) numaralı bozma yönünden oybirliğiyle karar verildi. KARŞI DÜŞÜNCE Sanıklar hakkında açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda beraatlerine ilişkin yerel mahkeme kararının, sanıklardan …’ın fiilinin eziyet suçunu oluşturacağından bahisle bozulmasına dair sayın çoğunluğun görüşüne aşağıdaki nedenlerle katılma imkanı olmamıştır. TCK.nun 96. maddesinde düzenlenen Eziyet Suçu “Bir kimsenin eziyet çekmesine yol açacak davranışlar…” şeklinde tanımlanmıştır. Madde metninde eziyet teşkil eden hareketlerin veya davranışların neler olduğu gösterilmemiştir. TCK.nun 96. maddesinin gerekçesinde “Eziyet olarak bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışlarda bulunulması gerekir. Aslında bu fiiller kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliğini taşıyabilir. Ancak bu fiiller ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedir. Bir süreç içinde süreklilik arz eder bir tarzda işlenen eziyetin özelliği, işkence gibi kişinin psikolojisi ve ruh sağlığı üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi…” şeklinde açıklama getirilmiştir. Madde gerekçesine göre eziyet; “sistematik bir şekilde kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, aşağılanmasına yol açacak nitelikte olmalıdır.” (Artuk-Gökşen- Yenidünya TCK. şerhi 3. cilt s.2490) Eziyeti oluşturan davranış ve hareketlerin belirli bir süre içerisinde ve sistematik olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Söz konusu fiiller belirli bir plan ve tavır çerçevesinde ve belirli bir süreçte işlenmelidir. Belli bir süre devam etmeyen davranış veya hareketlerin eziyet olarak tanımlanmasına imkan yoktur. Nitekim Yargıtay Ceza Daireleri de; – Lise servisinde birlikte seyahat eden son sınıf öğrencilerinin birinci sınıf öğrencisini sürekli tartaklamaları, – İş yerindeki birini istifaya zorlamak için sürekli cinsel sataşmada bulunulması, – Kişiyi süreklilik arz edecek şekilde soğuk suyun altında tutma – Süreklilik arz edecek şekilde saç çekmek, Şeklindeki hareketleri eziyet olarak kabul etmiştir. Tüm fiillerde görüldüğü üzere suçun temel unsuru sürekliliktir. Eziyet teşkil eden davranış ve hareketler sistematik şekilde belirli bir süre devam etmelidir. Türk hukukunda mobbing olarak adlandırılan küçük düşürücü, aşağılayıcı davranışlar kişinin psikolojisini olumsuz etkilemekle beraber mobbing olarak tanımlanan hareketler eziyet boyutuna ulaşmayan ve sistematik özelliği olmayan, süreklilik arz eden hareketler değildir. Bu itibarla mobbing olarak kabul edilen hareketlerin tek başına eziyet kapsamında değerlendirilmesi olanaklı değiltir. Yargı kararlarının uygulanması veya şeklen uygulanarak sonuçlarının etkisiz hale getirilmesi şeklindeki fiillerin eziyet kapsamında değerlendirilmesi olanaklı değildir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.10.2006 tarih ve 4 MD. 196/204, 31.03.2008 tarih ve 4M. 194-2009/75 karar sayılı kararları ile bir çok kararda, yargı kararlarının şeklen uygulanarak sonuçlarını etkisiz hale getirecek şekilde yeni atama ve geçici görevlendirmeler yapma fiilleri TCK.nun 257/1. maddesi kapsamında Görevi Kötüye Kullanma suçu olarak kabul edilmiş ve değerlendirilmiştir. Yargı kararlarının şeklen yerine getirilerek hukuki sonuçlarını etkisiz kılacak atama ve görevlendirmelerin eziyet olarak değerlendirilmesi durumunda TCK.nun 257/1. maddesinin fiilen uygulanma olanağı ortadan kalkacağı gibi bir çok kamu görevlisinin TCK.nun 94. maddesinde tanımlanan işkence suçunun faili olması da kaçınılmazdır. Somut olayda, 19.03.2008 tarihinde Türkiye Ziraat Odaları Birliği Özel Kalem Müdürlüğünde memur kadrosunda sözleşmeli personel olarak işe başlatılan katılan … ….’nin sözleşmesinin 08.08.2011 tarihli yönetim kurulu kararı ile feshi üzerine katılan tarafından açılan davada Ankara 4. İdare Mahkemesinin 2012/572 esas sayılı dosyasında 06.08.2012 tarihinde yürütmenin durdurulmasına ve 15.11.2012 tarihli karar ile de işlemin iptaline karar verilmesi üzerine katılanın işe başlatıldığı ancak bu defa yönetim kurulunun 04.10.2012 tarihli kararı ile 6 ay süreyle…. Ziraat Odasında çalışmak üzere geçici görevlendirme yapıldığı, bu işleme karşı açılan dava sonucu Ankara 9. İdare Mahkemesinin 22.01.2013 tarih ve 2012/1708 Esas sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesi sonrası katılanın 07.03.2013 tarihinde işe başlatıldığı ancak konumuna uygun oda verilmeyerek kurumun bodrum katında şoförlerle aynı odada çalışmaya zorlandığı, katılanın daha sonrada 15.04.2013 tarihinde Diyarbakır iline geçici görevlendirildiği bu işleminde Ankara 8. İdare Mahkemesince iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklanan şekilde meydana gelen olayda, katılanın sözleşmesinin fesh edilmesi nedeniyle açmış olduğu işlemin iptaline ve yürütmenin durdurulması talepli davalar sonunda Ankara İdare Mahkemelerince işlemin yürütmesinin durdurulması ve iptali sonrası şeklen uygulanarak bir çok defa geçici görevlendirme yapılmak suretiyle yargı kararları etkisiz hale getirilmiştir. Katılana, yalnızca 07.03.2013 ila 15.04.2013 tarihleri arasında konumuna uygun olmayan şoförler odasında çalışma yeri verilmiştir. Görüldüğü üzere katılana 07.03.2013 ila 15.04.2013 tarihleri arasında konumuna uygun olmayan odada çalışma yeri sağlanmış, atılı diğer tüm fiiller yargı kararlarının etkisiz hale getirilmesine yönelik geçici görevlendirmelerdir. Yargı kararlarını etkisiz hale getiren geçici görevlendirmelerin TCK.nun 257/1. maddesi kapsamında Görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu Ceza Genel Kurulu kararlarında açıkça vurgulanmıştır. Ziraat Odaları, 6964 sayılı Ziraat Odaları Birliği Kanunu uyarınca kurulan meslek kuruluşu olup TCK.nun 6/1-c maddesi gereğince kamusal faaliyet göstermediklerinden sanığın kamu görevlisi olarak kabulü mümkün olmadığından TCK.nun 257/1. maddesinin uygulanma durumu söz konusu değildir.. Katılanın 07.03.2013 ila 15.04.2013 tarihleri arasında konumuna uygun olmayan odada çalıştırılması şeklindeki olayda da sürekli ve sistematik bir uygulama bulunmamaktadır. Bu nedenle yargı kararlarının şeklen uygulanması ancak geçici görevlendirmeler yoluyla etkisiz hale getirilmesi şeklindeki fiiller yukarıda açıklandığı üzere Görevi Kötüye Kullanma suçunu oluşturup eziyet olarak kabulü olanaklı değildir. Katılanın şoförler odasında çalışmaya zorlanması şeklindeki fiil eziyet suçunu değil, katılanın sanığın başkanı olduğu kurumda çalışması ve bağlı olması nedeniyle TCK.nun 117/2. maddesince tanımı yapılan kişiyi insan onuru ile bağdaşmayacak çalışma koşullarına tabi kılma suçunu oluşturabilecektir. Bu itibarla, sanığın fiilinin eziyet suçunun oluşturacağına yönelik sayın çoğunluğun görüşüne iştirak edilememiştir.
6. Ceza Dairesi 2021/4807 E. , 2021/20725 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Hırsızlık HÜKÜM : Mahkumiyet Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü: 5237 sayılı TCK’nın 141. maddesinde, hırsızlık suçunun maddi unsurlarından olan fiil, … başkasına ait taşınır bir malı bulunduğu yerden almaktır. Bu durum madde gerekçesinde; “… Almak fiilinden maksat, suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle gelmesidir. Bu tasarruf olanağı ortadan kalkınca suç da tamamlanır.” denilmek suretiyle açıklanmıştır. Yeni TCK’nın Sistemi’nde teşebbüs bahsinde, hazırlık ve icra hareketleri arasındaki ayırımın objektif bir ölçüye dayandırılması amacıyla TCK’nın 35. maddesinde, “doğrudan doğruya icraya başlama” ifadesine yer verilmiştir. Madde gerekçesinde bu husus aşağıdaki şekilde izah edilmiştir: “… Suça teşebbüs düzenlemesinde getirilen diğer bir yenilik icra hareketlerinin başlangıcına ilişkindir. Bilindiği üzere icra hareketlerinin ne zaman başladığının belirlenmesi kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasıyla yakından ilgilidir. Eğer failin kastının şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkmasıyla icranın başlayacağı yolundaki subjektif ölçüt kabul edilirse, kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına varabilecek bir uygulamaya yol açılacaktır. Çünkü hazırlık hareketleri aşamasında da kastın varlığının şüpheye yer vermeyecek biçimde tespit edilmesi mümkün olup, böyle bir ölçüt hazırlık– icra hareketleri ayrımı konusunu bir kanıtlama sorunu hâline getirmektedir. Diğer bir deyişle suçun icrasıyla ilgisiz davranışlar dahi, suç kastını ortaya koyduğu gerekçesiyle cezalandırılabilecektir. Açıklanan bu nedenlerle, Tasarıdaki kastı şüpheye yer bırakmayacak ölçütü madde metninden çıkartılmış ve bunun yerine ‘doğrudan doğruya icraya başlama’ ölçütü kabul edilmiştir. Böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanmış sayılacaktır. Nihayet, “… Kişinin belli bir suçu işlemeye yönelik kastının tespit edilmiş olması, sorumluluğunun tayini için gereklidir. Ancak sadece kastının belirlenmesi, bu suça teşebbüsten dolayı sorumlu tutulması için yeterli değildir. Failin belli bir suçu işlemeye yönelik kastla gerçekleştirdiği davranışın aynı zamanda o suça ilişkin icra hareketi niteliği taşıması gerekir.(Prof. Dr. İ. Özgenç – Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, S: 459)”” Özetle ‘Yeni TCK’nın Sistemi’nde hazırlık hareketi – icra hareketi ayırımını, 765 sayılı TCK döneminde geçerli olan sübjektif ölçüte (failin kastının iltibasa mahal bırakmayacak surette) göre belirleyemeyiz. Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönecek olursak; sanıkların bankadan yüklü miktarda para çeken mağdurun aracını kendi araçları ile takip ettikleri, hatta ön sağ koltukta oturan sanık …’in duran trafikte araçtan inip mağdurun aracına doğru yöneldiği, şoför …’nın araçta kaldığı, ancak mağdurun yolun açılması ile devam ettiği, lâkin mağdurun yanındaki paradan ötürü korkup polisi aradığı, polisin aldığı tertibat sonucu sanıkların yakalandıkları, sanık …’in üzerinden bir adet küçük jammer cihazı ile bir adet emniyet kemeri kesici / cam kırıcı âletin çıktığı, sanık … ile temyiz dışı suç ortağı …’nın savunmalarında derneğe giderken kaybolduklarını ve tesadüfen takip ediyormuş gibi göründüklerini belirttiklerinde kuşku bulunmamaktadır. Sorun faillerin gerçekleştirdiği hareketlerin hırsızlık suçunun hazırlık hareketi mi, yoksa icra hareketi mi olduğu noktasındadır. 5237 sayılı TCK’nın sistemi’ne esas alınan “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütüne göre de sanık … ile suç ortağı …’nın işlediği hareketler henüz icra hareketi niteliğine ulaşmadığından, hırsızlığa teşebbüs suçundan verilen mahkûmiyet kararı usûl ve yasaya aykırıdır. 1- Sanık …’in o zamana kadarki hareketleri başka bir suçu da oluşturmadığından, müsnet hırsızlığa teşebbüs suçundan unsur yokluğu nedeniyle beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi, Kabule göre de; 2- Hükümden sonra 02/12/2016 tarihinde 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine eklenen alt bentler arasında yer alan ve 5237 sayılı TCK’nın 141. maddesinde tanımı yapılan hırsızlık suçunun uzlaşma kapsamına alındığının anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCK’nın 7/2. maddesi uyarınca; ”Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” hükmü de gözetilerek 6763 sayılı Kanunun 35. maddesi ile değişik CMK’nın 254. maddesi uyarınca aynı Kanunun 253. maddesinde belirtilen esas ve usûle göre uzlaştırma işlemleri yerine getirildikten sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, Bozmayı gerektirmiş, sanık …’in temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca, tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, bozmanın kararı temyiz etmeyen diğer sanık …’a sirayetine, 30/12/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Ceza Genel Kurulu 2015/225 E. , 2019/616 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Sayısı : 722-999 Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık …’nin TCK’nın 85/1, 62, 50/4 ve 52/2-4. maddeleri uyarınca 12.100 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin Kocaeli 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 18.12.2012 tarihli ve 722-999 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 09.07.2014 tarih ve 23236-16921 sayı ile; “Her ne kadar 6008 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik ile CMK’nın 231/6. fıkrasına eklenen cümle dikkate alınarak, mahkemece, sanığa, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep edip etmediği sorulmamış ise de, sanığın adli sicil belgesine göre, hakkında daha önce verilmiş hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı mevcut olduğundan, tebliğnamede bu yönde bozma öneren görüşe iştirak edilmemiştir.” açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 15.11.2014 tarih ve 46701 sayı ile; “…28.06.2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle TCK’nın 72. maddesiyle CMK’nın 231/5. maddesinin 8. fıkrasının 1. cümlesinden sonra gelmek üzere ‘Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez.’ hükmü eklenmiştir. Anılan değişikliğin 6545 sayılı Kanun’un yürürlük tarihinden sonra işlenen suçlarda uygulanacağında kuşku bulunmamaktadır. Ancak, söz konusu hükmün 11.04.2010 tarihinde işlenen suç nedeniyle görülen kamu davasına konu somut olayda uygulama imkanı bulunmamaktadır. Bu itibarla sanığın hukuki durumunun, söz konusu kanunun yürürlük tarihinden önceki hâli ile 6008 sayılı Kanunla değişik CMK’nın 231/6. maddesindeki koşullar çerçevesinde değerlendirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Bu husus nazara alınarak yapılan değerlendirmede ise; sanığın adli sicil kaydında görünen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın bir mahkûmiyet hükmü olmaması ve onun doğuracağı hukuki sonuçlara haiz bulunmadığı cihetle CMK’nın 231/6. maddesinde düzenlenen ‘Kasıtlı suçtan mahkum olmama’ kapsamında değerlendiremeyeceği ve bu suretle CMK’nın 31/5. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağı noktasında bir kriter olarak kullanılamayacağı görülmektedir. Yerel Mahkemece yapılması gereken sanıktan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun hakkında tatbikini kabul edip etmediğini sorup, kabul etmesi hâlinde CMK’nın 231/6. maddesinde sayılan koşulları karar yerinde yöntemine uygun şekilde tartıştıktan sonra sonucuna göre bir karar vermektir. Ancak sanık müdafisi müvekkili hakkındaki lehe hükümlerin tatbikini de talep ettiği hâlde, Yerel Mahkemece sanıktan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun tatbikini talep etmediği sorulmamış ve hüküm fıkrasında da ‘Sanık … müdafisinin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etmediği’ şeklindeki dosya kapsamına uygun düşmeyen ve yasal olmayan gerekçeyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu uygulama dışı bırakmıştır. Hükmün temyizi üzerine Yüksek 12. Ceza Dairesince yapılan inceleme sonucu verilen 09.07.2014 tarihli ilamda; Yerel Mahkemece sanıktan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep edip etmediğini sorulmaması şeklindeki hukuka aykırılık tespit olunmuş, ancak sanığın adli sicil kaydından anlaşılan hakkında daha önceden verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı mevcut olduğundan bahisle tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiş, neticeten anılan hukuka aykırılığı bozma nedeni olarak görülmemiştir. Ancak yukarıda arz ve izah olunduğu şekilde, 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesinin yürürlük tarihinden önceki dönemde işlenen suç ile ilgili olarak, sanık hakkında evvelce verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, kamu davasına konu olayla ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına usulen ve hukuken bir engel teşkil etmemekte ve bu itibarla suç tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunla getirilen değişikliğin sanık aleyhine yorumlanmasında hukuka uygunluk bulunmadığı değerlendirilmektedir. Yine diğer yandan, kamu davasına konu suç, sanığın adli sicil kaydında yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair kararın denetim süresinde işlenmediği gibi işlenen suçun taksirli bir suç olması nedeniyle anılan kanun değişikliğinin ‘Denetim süresinde kasıtlı suç işlenmesi’ koşulunun da dışında kalmaktadır. Bu itibarla öncelikle kanunun yürürlük tarihi itibariyle, sonrasında da kanunun kapsamı itibariyle 6545 sayılı Kanunla değişik CMK’nın 231/8. maddesinin sanık hakkında tatbiki imkanı bulunmamaktadır. Anılan bu nedenlerle, Yüksek 12. Ceza Dairesince, Yerel Mahkemece kurulan hükme ilişkin olarak ‘6008 sayılı Kanunla değişik CMK’nın 231/6. maddesi gereğince sanığa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep edip etmediği sorulup, CMK’nın 231/6. maddesinde sayılan koşulların yöntemine uygun şekilde karar yerinde tartışılıp irdelenmesinden sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden, sanık … müdafisinin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etmediği şeklindeki isabetsiz gerekçeyle karar verildiğinden bahisle hükmün bozulması gerektiği,” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince, 10.12.2014 tarih ve 21016-25229 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Sanık … hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar itiraz merciince itirazın reddine karar verilmek suretiyle, sanık … hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar itiraz edilmeksizin, sanık … hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen beraat kararı ise temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır. Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; 1- Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğine ilişkin düzenlemenin 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, sanığın adli sicil kaydında bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, yargılamaya konu suç tarihi itibarıyla sanık hakkında yeniden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine engel olup olmadığı, 2- Sanık müdafisinin, 23.01.2012 tarihli vekâletnameyle “CMK gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını ve ertelenmesini talep etmeye” ilişkin olarak yetkilendirilmesine karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeyeceğine dair bir yetkisinin bulunmaması hâlinde, sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanda bulunup bulunamayacağı, Hususlarının belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Sanık hakkında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan TCK’nın 85/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı, Sanığın, 23.01.2012 tarihli vekâletnameyle kendisine Av. …’i müdafi olarak tayin ettiği, söz konusu vekâletnamede adı geçen müdafinin sanık adına “CMK gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını ve ertelenmesini talep etmeye” ilişkin olarak yetkilendirildiği ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeyeceğine dair bir yetkisinin bulunmadığı, Yerel Mahkemece, sanığın katılmadığı 13.11.2012 tarihli oturum ile hükmün açıklandığı 18.12.2012 tarihli son oturumda sanık müdafisine CMK’nın 231. maddesine 22.07.2010 kabul tarihli 6008 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile eklenen “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” düzenlemesi uyarınca; sanığın yargılandığı suçtan dolayı mahkûmiyet hükmü kurulduğu takdirde hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükmünün uygulanmasını talep edip etmediğinin sorulduğu, sanık müdafisinin her iki oturumda da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının uygulanmasını kabul etmediklerini beyan ettiği, yargılamanın sonunda “Sanık … müdafi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etmediğinden CMK 231/6-son maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığı” biçimindeki açıklamayla sanık hakkında CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verildiği, Dosya içerisinde bulunan adli sicil ve arşiv kaydına göre; sanık hakkında Gölcük Sulh Ceza Mahkemesince tehdit suçundan verilen 3.000 TL adli para cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği ve bu kararın 12.12.2011 tarihinde kesinleştiği, Anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuyla ilgili temel bazı bilgilerin verilmesi ile kurumun uygulanma şartları üzerinde durulması gerekmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 23. maddesiyle kabul edilmiş, 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkralarıyla büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı Kanun’un 40. maddesi ile 5395 sayılı Kanun’un 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılıklar hariç tutulmak kaydıyla çocuk suçlular ile yetişkin suçlular, hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır. Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden yalnızca şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezaları için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanun’un 562. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezalarına ilişkin suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiş, 25.07.2010 tarihli ve 27650 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 22.07.2010 tarihli ve 6008 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle maddenin 6. fıkrasının sonuna “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez” cümlesi, 28.06.2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle de maddenin 8. fıkrasına “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez.” cümlesi eklenmiştir. 5560, 5728, 6008 ve 6545 sayılı Kanunlarla 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinde yapılan değişiklikler göz önüne alındığında, hükmün açıklanmasının geri bırakılabilmesi için; 1) Suça ilişkin olarak; a- Yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis ya da adli para cezası olması, b- Suçun Anayasanın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlardan olmaması, 2) Sanığa ilişkin olarak; a- Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm edilmemiş olması, b- Yargılamaya konu kasıtlı suçun, sanık hakkında daha önce işlediği başka bir suç nedeniyle verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin denetim süresi içinde işlenmemiş olması, c- Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, d- Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması, e- Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması, Şartlarının gerçekleşmesi gerekmektedir. Ceza Genel Kurulunun 19.02.2008 tarihli ve 346–25 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında açıklandığı gibi; sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak, kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesi sonucunu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile Devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır. Görüldüğü gibi, maddi ceza hukukuna ilişkin doğurduğu sonuçlar sebebiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun bu boyutu yönüyle kıyas yoluna gidilmesi mümkün değildir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibarıyla bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, koşullara uyulması hâlinde düşme hükmüne dönüşecek, koşullara uyulmaması hâlinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmüdür. İkinci karar ise, bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır. Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildikten sonra, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesi uyarınca düşmesine karar verilecek, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması hâlinde ise CMK’nın 231/11. maddesi gereğince hüküm açıklanacak, ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı hâlinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilecektir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumuna ilişkin bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu bakımından “Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanının olmaması” şartının nasıl anlaşılması ve uygulanması gerektiği ile sanık müdafisinin sanık adına bu yönde bir beyanda bulunup bulunamayacağı hususunun ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağına ilişkin bir değerlendirme yapılması için, maddede öngörülen şartların oluşup oluşmadığı ve bu hükmün uygulanıp uygulanmayacağı hâkim tarafından her olayda resen değerlendirilip takdir edilmeli ve denetime imkân verecek biçimde kararda gösterilmelidir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi için; objektif koşulların gerçekleşmesi ile birlikte “Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılmasına” ilişkin takdire dayanan subjektif koşulunda gerçekleşmesi gerekmektedir. 6008 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendinin sonuna “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” cümlesi eklenmiş olup, Kanun koyucu bu değişikliğin gerekçesini “…Uygulamada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesiyle yargı yoluna müracaat hâlinde beraat edeceğini düşünen sanığın bu hakkı elinden alınmaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları itiraza tabi olup; uygulamada itiraz mercii kararları şeklen incelemektedir. Her iki durumda da sanığın suçsuzluğunu ispat amacıyla kararı temyiz incelemesine götürmesi mümkün değildir. Bu sebeple sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı olduğunu beyan etme ve dolayısıyla temyiz mahkemesinde beraat etme hakkının elinden alınmaması düşüncesiyle anılan hükmü ihdas eden madde eklenmiştir.” şeklinde açıklamıştır. Bu bağlamda, suça ve sanığa ilişkin diğer şartlar gerçekleşmiş olsa dahi sanığın kabul etmediğine dair beyanının olması durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyecektir. 5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinin 6. fıkrasının (c) bendinin son cümlesinde “Sanığın kabul etmemesi” ibaresine yer verildiğinden, madde metnindeki cümlenin lafzından kanun koyucunun “olumsuz bir şart” getirdiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasını değil uygulanmamasını şarta bağladığı, açıkça reddetmediği durumlarda sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebileceği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul edip etmediği hususunda susması veya açıkça reddettiğine dair bir cevap vermemesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilecektir. Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.12.2010 tarihli ve 234-252 sayılı kararında sanığın, açıkça kabul etmeme yönünde irade beyan etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği ifade edilmiştir. Bu kapsamda; öncelikle hazır bulunan sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun anlam ve sonuçları hakkında bilgilendirilmesi, bu husustaki iradesinin belirlenmesi bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini isteyip istemediğinin sanıktan sorulması ve kabul edip etmediğine ilişkin yapılan açıklamanın duruşma tutanağına geçirilmesi gerekli olup açıkça hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesini kabul etmediğine dair beyanda bulunmayan sanık hakkında, diğer şartların varlığı hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi mümkündür. Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanı niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı bir hak ve yetkidir. Şahsa sıkı surette bağlı haklar kanunda tek tek sayılmamakla birlikte genel olarak öğretide, kişinin sadece kendisinin kullanabileceği, başkasına devredilemeyen ve miras yoluyla geçmeyen haklar olarak açıklanmaktadır. Evlenme, nişanlanma, nişanı bozma, evlat edinilmeye razı olma ve şikâyetten vazgeçme gibi bu tür haklar insanın kişiliğini yakından ilgilendirdiğinden, bunların kullanılmasına karar verme yetkisi başkasına bırakılmamıştır. Ancak, Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre, vekil aracılığıyla kullanılabilen şahsa sıkı sıkıya bağlı haklar ancak vekâletnamede bu hususta özel bir yetkinin bulunması hâlinde vekil tarafından kullanılabilir. Bu hakların vekil aracılığı ile kullanıldığı hâllerde ya bu hususta avukata verilmiş özel bir yetki bulunmalı ya da bu yetki bulunmaksızın avukat tarafından gerçekleştirilen işleme hak sahibi sonradan izin vermelidir. Sanığın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediği yönündeki beyan hakkı tıpkı ifade ve sorgu gibi şahsi bir haktır ve sanık tarafından kullanılmalıdır. Sanık müdafisi nasıl ki temsilcisi olduğundan bahisle sanığın yerine sorgulanamaz ise sanığın yerine hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanda da bulunamaz. CMK’nın 231. maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendinin “Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.” şeklindeki düzenleme ve aynı Kanun’da, duruşmalarda sanığı temsil eden sanık müdafisinin sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğine dair beyanda bulunabileceğine ilişkin bir usul kuralının yer almaması, kanun koyucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme yetkisini münhasıran sanığa vermesinin bilinçli bir tercih olduğunu göstermektedir. CMK’nın 226/4. maddesinde ek savunma hakkına ilişkin olarak müdafisinin sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanacağını kabul eden kanun koyucu, sanık müdafisin de hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair bir beyanda bulunabileceğine ilişkin olarak benzer bir düzenleme yapma imkanına sahipken bu yola başvurmamak suretiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kabul etmeme hakkının sanığa ait olduğunu belirtmiştir. Ceza muhakemesi hukukunda kural olarak kıyas yapılabilmesi mümkün ise de suçta ve cezada kanunilik ilkesinin bir sonucu olarak hak ve özgürlükleri sınırlayıcı hükümler ile yalnızca belli kişi veya durumlar için öngörülen istisnai nitelikteki hükümlerin uygulanmasında kıyas veya kıyasa yol açacak şekilde genişletici yorum yapılamaz. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme de yalnızca sanığa tanınan şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardan olup vekâletnamede buna ilişkin özel yetki bulunmadığı sürece söz konusu hakkın kullanılması müdafiye devredilemez. Zira şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarda hakkın devredilemeyeceğine dair kurala ancak yasal düzenleme ile istisna getirilmesi mümkündür. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde; Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan hakkında kamu davası açılan sanığın, 23.01.2012 tarihli vekâletnameyle kendisine Av. …’i müdafi olarak tayin ettiği, söz konusu vekâletnamede adı geçen müdafinin “CMK gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını ve ertelenmesini talep etmeye” ilişkin olarak yetkilendirildiği, ancak müdafinin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeme konusunda bir yetkisinin bulunmadığı, Yerel Mahkemece, sanığın katılmadığı 13.11.2012 tarihli oturumda ve hükmün açıklandığı 18.12.2012 tarihli son oturumda sanık müdafisine sanığın yargılandığı suçtan dolayı mahkûmiyet hükmü kurulduğu takdirde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanmasını talep edip etmediğinin sorulduğu, sanık müdafisinin her iki oturumda da anılan kurumun uygulanmasını kabul etmediklerini belirtmesi üzerine, yargılamanın sonunda “Sanık … müdafi hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etmediğinden CMK 231/6-son maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığı” gerekçesiyle sanık hakkında CMK’nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmış olup, Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suçtan mahkûm olması nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğine ilişkin düzenlemenin hükümden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle sanığın adli sicilinde bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kaydın, inceleme konusu dosyada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine yasal engel oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Diğer taraftan, sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanının niteliği itibarıyla şahsa sıkı surette bağlı bir hak ve yetki olması, bu nedenle ancak vekâletnamede bu hususta özel bir yetkinin bulunması hâlinde sanık müdafisi tarafından bu hak ve yetkinin kullanılabilmesi, uyuşmazlık konusu olayda müdafiye verilen vekâletnamede sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını talep etme konusunda yetki bulunmasına rağmen anılan bu kurumun uygulanmasını kabul etmeme konusunda müdafinin yetkilendirilmemesi, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklarda hakkın devredilemeyeceğine dair kurala ancak yasal düzenleme ile istisna getirilmesi mümkün olup, CMK’nın 231. maddesinin altıncı fıkrasının (c) bendinde müdafinin değil sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğinin düzenlenmesi ve aynı Kanun’da, duruşmalarda sanığı temsil eden sanık müdafisinin sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul edip etmediğine dair beyanda bulunabileceğine ilişkin bir usul kuralının yer almaması karşısında, müdafinin, sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanda bulunamayacağı ve söz konusu beyanın bizzat sanık ya da bu konuda açıkça yetkilendirilen müdafi tarafından verilebileceği sonucuna ulaşılmalıdır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmelidir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık bakımından bakımından KABULÜNE, 2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 09.07.2014 tarihli ve 23236-16921 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA, 3- Kocaeli 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.12.2012 tarihli ve 722-999 sayılı hükmünün; denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suçtan mahkûm olması nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceğine ilişkin düzenlemenin 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle sanığın adli sicilinde bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kaydın, inceleme konusu dosyada hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine yasal engel oluşturmadığı ve 23.01.2012 tarihli vekâletnameyle “CMK gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını ve ertelenmesini talep etmeye” ilişkin olarak yetkilendirilmesine karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmeyeceğine dair bir yetkisi bulunmayan sanık müdafisinin sanık adına hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmediğine dair beyanda bulunamayacağı, söz konusu beyanın bizzat sanık ya da bu konuda açıkça yetkilendirilen müdafi tarafından verilebileceğinin gözetilmemesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA, 4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.10.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
2. Ceza Dairesi 2011/29991 E. , 2013/16457 K. “İçtihat Metni” Tebliğname No : 2 – 2010/49969 MAHKEMESİ : Balıkesir 1. Sulh Ceza Mahkemesi TARİHİ : 30/03/2009 NUMARASI : 2008/786 (E) ve 2009/271 (K) SUÇ : Hakaret Dosya incelenerek gereği düşünüldü; Sanığın suç işlemeye eğilimli kişiliği olumsuz kabul edilerek hakkında CMK’nın 231/5. maddesinin uygulanmamasında isabetsizlik bulunmadığı gözetilerek tebliğnamedeki düşünceye katılınmamış, dosya içeriğine göre sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; Sanığın sulh ceza mahkemesinde görülmekte olan bir davanın duruşmasının bitiminde karşı taraf ile arasında çıkan tartışmayı yatıştırmaya çalışan karşı taraf müdafii olan katılan avukata yönelik “para ile yalan söylüyorsun, yalancı köpek, şerefsiz” biçimindeki sözler içeren hakaret suçunu görevinden dolayı işlediği ve eylemin TCK’nın 125/3-a maddesine uyduğu gözetilmeden, aynı Kanunun 125/1. maddesi uyarınca hüküm kurularak eksik cezaya hükmedilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık ve katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı istem gibi BOZULMASINA, 18/06/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
19. Ceza Dairesi 2018/3834 E. , 2019/8944 K. “İçtihat Metni” Görevi kötüye kullanma suçundan şüpheliler … ve … haklarında yürütülen soruşturma evresi sonucunda Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 23/08/2017 tarihli ve 2017/9592 soruşturma, 2015/4820 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazın reddine dair mercii Edirne 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli ve 2017/4395 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 24/01/2018 gün ve 2017/12612 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01/02/2018 gün ve KYB. 2018/8399 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu. Anılan ihbarnamede; 5271 sayılı Kanun’un 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması gerektiği, aynı Kanun’un 170/2. maddesi gereğince yapacağı değerlendirme sonucunda, toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaştığında iddianame düzenleyerek kamu davası açacağı, aksi halde ise anılan Kanun’un 172. maddesi gereği kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vereceği, buna karşın Cumhuriyet savcısının 5271 sayılı Kanun’un kendisine yüklediği soruşturma görevini yerine getirmediği, ortada kanuna uygun bir soruşturmanın bulunmadığı durumda, anılan Kanun’un 173/3. maddesindeki koşullar oluşmadığından, itirazı inceleyen merciin Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabulüne karar verebileceği yönündeki açıklamalar karşısında, Dosya kapsamına göre, müşteki vekilinin Ziraat Bankası Süloğlu Şubesinden belge talebinde bulunduğu, banka tarafından verilen cevabi yazıda vekilin yetkili kılındığı 22/01/2009 tarihli ve 507 yevmiye nolu genel vekaletnamede, Ziraat Bankası Şubelerinden belge talep etme ilgili yetki verilmediğinden bahisle olumsuz cevap verildiği, alınan olumsuz cevap üzerine müşteki vekilince banka görevlileri hakkında suç duyurunda bulunulduğu, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma evresi sonucunda, taraflar arasındaki olayın hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğundan bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2/3. maddesindeki “Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.” hükmü karşısında, müşteki vekilinin bankadan talep ettiği belgelerin kendisine verilmesi gerektiği hususunun kanundan kaynaklanan bir zorunluluk olduğu, ancak banka görevlilerinin bu talebi yerine getirmeyerek görevlerinin gereklerine aykırı davrandıkları anlaşılmakla, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen takipsizlik kararının usul ve yasaya aykırı olduğu, bu nedenle itirazın kabûlü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla, Gereği görüşülüp düşünüldü: 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlığın amacı:” 2. maddesi; “(Değişik birinci fıkra : 2/5/2001 – 4667/2 md.) Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder. (Değişik ikinci fıkra: 2/5/2001 – 4667/2 md.) Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.” hükmünü amirdir. 1136 sayılı Kanun’un 2. maddesinde değişiklik yapan 4667 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde; “Savunmanın yargının temel unsurlarından birisi olduğu düşüncesinden hareketle, avukatlık mesleğinin günümüz koşullarına göre en iyi şekilde yapılabilmesi için tasarıyla avukatlara görevlerini yerine getirmelerinde yardımcı olacak kuruluşlara açıklık getirilerek bu kuruluşlardan bilgi ve belge toplama yetkisi verilmektedir…” şeklinde, madde gerekçesinde ise; “Avukatlık Kanunu’nun 2. Maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “adli merciler ve diğer resmi daireler” ibaresi yerine bu kurum ve kuruluşlar genişletilerek, “kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu kurum ve kuruluşları, özel ve kamuya ait bankalar ve diğer kurum ve kuruluşlar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmakla yükümlü” tutulmuşlardır. Adli merciler tabiri ise, yargı organları şeklinde değiştirilmiş ve emniyet makamları da madde kapsamına alınmış, ayrıca avukatlara belge toplayabilme yetkisi verilmiştir…” şeklinde, kanun koyucunun amacı, kimleri avukatlara bilgi ve belge vermekle yükümlü (zorunlu) kıldığı açıkça belirtilmiştir(https://www2.tbmm.gov.tr/d21/1/1-0422.pdf). Kanun metninden ve gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere; madde metninde yazılı kurum ve kuruluşların (özel veya kamuya ait bankalar dahil olmak üzere) avukatların görevini yerine getirmesinde gerek duyacağı bilgi ve belgeleri incelemelerine sunmak zorunda olduğu, vekaletname ibrazı halinde ise avukatlara müvekkilleriyle ilgili bu belgelerden örnek vermek zorunda olacakları düzenlenmiştir. Suç ve şikayet tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nin “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257. maddesi; “(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükümlerini amirdir. Buna göre; TCK’nin 257. maddesinde yazılı “görevi kötüye kullanma” suçunun faili; “kamu görevlisi”dir. 5237 sayılı TCK’nin 6/(1)-c. maddesinde kamu görevlisi; “…c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,… Anlaşılır.” şeklinde açıkça tanımlanmıştır. Suçun hukuki konusu; kamu görevlileri tarafından üstlenilen ve toplum adına icra edilen kamu görevidir. Bu nedenle, görevi kötüye kullanma suçunun mağduru da toplumdur. Suçun maddi unsuru (fiil); maddenin 1. fıkrasında “görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olmak ya da kişilere haksız bir menfaat sağlamak”, 2. fıkrasında ise; “görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olmak ya da kişilere haksız bir menfaat sağlamak” olarak belirtilmiştir. 5271 sayılı CMK’nin “Kamu davasını açma görevi” başlıklı 170. maddesi; “(1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir. (2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler. … (5) İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür.”, “Kamu davasını açmada takdir yetkisi” başlıklı 171. maddesi; “(1) Cezayı kaldıran şahsî sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren koşulların ya da şahsî cezasızlık sebebinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilir. (2) 253 üncü maddenin ondokuzuncu fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, Cumhuriyet savcısı, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olup, üst sınırı bir yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı, yeterli şüphenin varlığına rağmen, kamu davasının açılmasının beş yıl süreyle ertelenmesine karar verebilir. Suçtan zarar gören, bu karara 173 üncü madde hükümlerine göre itiraz edebilir…” “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesi; “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir. (2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz…” hükümlerini amirdir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.04.2009 tarihli, 2009/6-35 E., 2009/103 K. sayılı kararında ve pek çok emsal kararında da belirtildiği üzere; “…Soruşturma evresinin asıl yetkilisi olan Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez ceza yargılamasının temel amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için soruşturmaya başlayacaktır. Ancak soruşturma sırasında maddi gerçeğe ulaşmak için nasıl bir yol izleyeceğine ve hangi kanıtların toplanması gerektiğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Aslında suçların çeşitliliği ve toplumsal yaşamın karmaşıklığı göz önüne alındığında böyle bir düzenlemenin çok da isabetli olmayacağı kuşkusuzdur. Cumhuriyet savcısının maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak hangi tür olaylarda hangi yolları takip edeceğine ilişkin mevzuatta bir açıklık bulunmamakla birlikte bu husus tamamen bilinmeyen bir konu da değildir. Daha önce karşılaşılan benzer olaylardaki hareket tarzı yoluyla kazanılan ve mesleki birikim olarak isimlendirilebilecek tecrübe, yargısal kararlar ve öğreti, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için Cumhuriyet savcısının yolunu aydınlatmaktadır…” şeklinde soruşturma aşamasında hangi delillerin toplanabileceği hususunun Cumhuriyet savcısı tarafından, her olayın özelliğine göre mesleki bilgi ve birikimi çerçevesinde belirleneceği, bu husustaki takdir yetkisinin hiçbir zaman ucu açık veya keyfi bir yetki olarak kullanılamayacağı anlatılmaktadır. Yukarıda yazılı mevzuat, gerekçe metni ve emsal içtihat ışığında, kanun yararına konu somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; Şikayetçi (suçtan zarar gören) vekilinin dilekçesinde adı geçen banka ile arasındaki yazışmaların birer örneğini, vekaletname suretini şikayet dilekçesine eklediği ve banka ile arasında yaşanan olayları delilleriyle anlattığı, ancak Cumhuriyet savcısı tarafından; ileri sürülen iddiaların doğruluğuna dair yapılan yazışmaların aslı gibi bir örneğinin ve konu hakkında başvurana neden bilgi verilmediğine dair savunmanın ilgili bankadan istenmediği, şüphelilerin bu hususta ifadesinin alınmasına başvurulmadığı, şikayet tarihinden (22.08.2017) bir gün sonra (23.08.2017) “avukatın bankadan istediği belgelerin temini için Sulh Hukuk Mahkemesinde bir delil tespiti davası açabileceği, bu nedenle taraflar arasındaki olayın bir hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verildiği görülmektedir. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun, sadece avukatlar için değil, avukatlar dışında ilgili görülen tüm muhataplar için de (özel veya kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere) uymaları gereken kuralları düzenlediği, banka çalışanlarının, vekalaletname ile başvuran mirasçı vekiline vefat eden babasının sigorta evraklarını vermemesi eyleminin, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu iddiası ile haklarında TCK’nin 257. maddesinde düzenlenen “görevi kötüye kullanma” suçundan kamu davası açılması için dosyada toplanan başvuru evrakı ve bankanın yazı cevabının yeterli şüpheyi oluşturacak delil olarak nitelendirilmesi gerekeceği, şayet kamu davası açmak için bunlarla yetinilemeyeceği kanaati hasıl olursa, bu kez yazışma belgelerinin aslı gibi onaylı örneğinin ilgili bankadan istenebileceği ve memurların bu şekilde cevap vermelerini gerektiren bir mevzuat veya emir varsa bunun araştırılması için ifadelerinin alınabileceği, bunun dışında sırf “uyuşmazlığın hukuki ihtilaf olduğu” gibi subjektif ve maddi dayanağı olmayan bir gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verilemeyeceği, somut olayda şikayetin bir gün sonrasında hiçbir işlem yapmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veren Cumhuriyet savcılığının şikayetçi tarafından sunulan delillerin hangi gerekçeyle atılı suçu oluşturduğuna dair yeterli bir şüphe oluşturmayacağından bahsetmediği, keza itirazı inceleyen merciin başvuranı veya toplumu tatmin eden bir gerekçe olmaksızın itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenle yerinde görüldüğünden, Edirne 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli ve 2017/4395 değişik iş sayılı kararının CMK’nin 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin, kararı veren mahkeme tarafından, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yerine getirilmesine, 27/05/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2017/150 E. , 2017/6231 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Özel hayatın gizliliğini ihlal Hüküm : Beraat İstanbul Anadolu 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.01.2016 tarihli, 2015/503-2016/33 sayılı direnme kararı, katılan tarafından temyiz edilip, 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik CMK’nın 307. maddesinin 3. fıkrası uyarınca Yargıtay Ceza Genel Kurulunca direnme hükmünün incelenmesi için dosya Dairemize gönderilmekle; yeniden incelenerek gereği düşünüldü: İncelenen dosyada, sanığın, TCK’nın 134/2. maddesinde tanımı yapılan özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan dolayı “…Yapılan yargılama sonucu, sanığın savunması, katılanın beyanı, dosya içersindeki belge ve tüm dosya kapsamından; bir süre arkadaşlık yapan sanığın katılanla beraber çekilmiş olduğu fotoğrafın facebook isimli internet sitesine yüklediği tarihin tam olarak tespit edilemediği, yani katılanla ayrıldıktan sonra rızası dışında yükleyip yüklemediğinin tam olarak tespit edilemediği, böylece şüpheden sanığın yararlanması ilkesi gereğince atılı suçtan beraati yönünde aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur…” biçimindeki gerekçeye dayalı olarak beraatine ilişkin 13.03.2014 tarihli, 2013/143 esas, 2014/133 karar sayılı hükmün, katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 11.05.2015 tarihli, 2015/35 esas, 2015/7819 karar sayılı ilamı ile; “…Sanığın ve katılanın bir süre arkadaş olduğu, daha sonra arkadaşlıklarının sona erdiği, sanığın katılan ile birlikteliği sırasında katılan ve sanığın yanyana çektirdikleri fotoğrafları kendi facebook sayfasına koyduğu, arkadaşlıkları sona erdikten sonra katılanın fotoğrafların kaldırılmasını sanıktan talep etmesine rağmen sanığın bahse konu fotoğrafları kaldırmadığı olayda, Dosya kapsamından sanık ile katılanın ilişkilerini 2012 yılı eylül ayına kadar sürdürdükleri ve beraber oldukları dönemde çektirdikleri fotoğrafların, facebooka konulma tarihi tam olarak tespit edilemese de, tarafların beraber oldukları dönemde sanık tarafından kendisine ait facebook sayfasına konulduğu ve o dönem itibariyle katılanın buna itirazda bulunmadığı, katılanın beyanıyla, kendisinin eylül ayında sanıktan ayrılmak istediği, ancak sanığın birlikteliği devam ettirmek istediği, 2012 yılı ekim ayında katılanın, sanığın kendisini tehdit ettiği iddiasıyla, katılan hakkında suç duyurusunda bulunduğu, ancak daha sonra tehdit eylemiyle ilgili katılanın şikayetinden vazgeçtiği, daha sonra katılan tarafından 12/12/2012 tarihinde de, bahse konu fotoğrafların halen sanığın facebook sayfasında paylaşıldığı iddiasıyla şikayette bulunduğu ve iddianamede de belirtildiği üzere, şikayet tarihi itibariyle fotoğrafların sanığın facebook sayfasında bulunduğunun belirtildiği, sanığın savcılıkta verdiği ifadesinde de, 2012 yılının aralık ayı sonunda bahse konu fotoğrafları kaldırdığı dikkate alındığında, şikayet tarihinden önce katılanın sanığı tehdit suçu nedeniyle şikayet etmesi ve sanığın katılana gönderdiği mesaj bölümünde “o resimlerde benim, ister koyarım face’me ister koymam kimseye de hesap vermem sen de bunu böyle bil.” şeklindeki mesajı da göz önünde bulundurularak, katılanın sanıktan eylül ayında ayrılmak istediğinin kabulü gerektiği ve bahse konu fotoğrafların katılanın rızasıyla sanığın kendi sayfasında paylaşılsa da, katılanın fotoğrafları kaldırması isteminde bulunduktan sonra katılanın rızasından bahsedilemeyeceği ve sanığın fotoğrafları kaldırması gerektiği halde kaldırmadığı, fotoğrafların facebook isimli internet sitesine konulma tarihinin bir önemi bulunmadığı, önemli olan hususun şikayet tarihi itibariyle katılanın rızasının devam edip etmediği ve fotoğrafların facebookta bulunup bulunmadığı anlaşılmakla, sanığın katılanla yanyana çekilen fotoğrafını facebookta yayınlaması eylemine uyan TCK’nın 134/2-1.cümle gereğince cezalandırılması gerektiği gözetilmeden, ‘sanığın katılanla beraber çekilmiş olduğu fotoğrafın facebook isimli internet sitesine yüklediği tarihin tam olarak tespit edilemediği, yani katılanla ayrıldıktan sonra rızası dışında yükleyip yüklemediğinin tam olarak tespit edilemediği’ gerekçesiyle oluşa ve dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeyle beraat kararı verilmesi, Kabul ve uygulamaya göre de; Hükmün esasını teşkil eden kısa kararda ve gerekçeli kararın hüküm kısmında, sanık hakkında beraat hükmü kurulurken, uygulanan kanun ve maddesinin gösterilmemesi suretiyle CMK’nın 232/6. maddesine aykırı hareket edilmesi…” nedenlerine dayalı olarak bozulduğu ve mahkemece önceki verilen kararda direnildiği belirtilerek 26.01.2016 tarihli beraat hükmünün kurulduğu anlaşılmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.11.2013 tarihli, 2013/50 esas, 2013/525 sayılı kararına ve süreklilik kazanmış uygulamalarına göre, şeklen direnme kararı verilmiş olsa dahi; bozma kararı doğrultusunda işlem yapmak, bozma kararında tartışılması gerektiği belirtilen hususları tartışmak, bozma sonrasında yapılan araştırmaya, incelemeye, toplanan yeni delillere dayanmak, ilk kararda yer almayan ve daire denetiminden geçmemiş bulunan yeni ve değişik gerekçelerle hüküm kurmak suretiyle verilen karar; özde direnme niteliğinde olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucu verilen yeni bir hükümdür. Bu nitelikteki bir hükmün temyiz edilmesi halinde ise incelemenin Yargıtay’ın ilgili dairesi tarafından yapılması gerekir. Dairemizin bozma ilamından sonra yerel mahkemece yapılan yargılama sonucunda önceki uygulama aynen benimsenmiş ise de; “…mahkememizce bozma üzerine yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde; bozmanın yerinde olmadığı, taraflar arasında özel hayata ilişkin olduğu kabul edilecek resimleri ilişki sürecinde birlikte sanığın facebook hesabından paylaşıldığı ya da müştekinin buna açıkça rıza gösterdiği, ilişki bittiğinden itibaren sanıktan istendiği anda resimleri sayfadan çıkarılmamasının TCK 134/2 madde ve yönünden suçun unsurlarını oluşturmayacağı, ilgili madde de görüntülerin hukuka aykırı olarak ifşasından bahis edildiği, oysa ki olayda sanığın resimleri ifşaya başladığında herhangi bir hukuka aykırılıktan söz edilemeyeceği, yasada korunması amaçlanan şeyin kişilerin özel görüntü ya da seslerinin hukuka aykırı olarak ifşa edilmesinin önlenmesi olduğu, suça konu resimlerin başlangıçtan itibaren belirli aşamaya kadar hukuka uygun olarak ifşa edildiği, gelinen noktada resmin taraflarından birinin yani müştekinin rızasını çektiği anda eylemin suça dönüşmeyeceği, bu noktada sanığın sergilediği hareketsiz kalarak resimleri çıkarmamasının atılı suçun unsurlarını oluşturmayacağı kanaatiyle mahkememiz kararının yerinde olduğu değerlendirilerek aşağıdaki şekilde sanığın beraatine hükmolunmuştur…” biçimindeki yeni ve değişik gerekçelerle CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince hüküm kurulmasından dolayı yerel mahkemenin son uygulaması direnme kararı olmayıp, yeni hüküm niteliğinde olduğundan, direnme kararının eylemli uyma olarak kabulü ile hükmü temyizen inceleme görevinin Dairemize ait olduğu belirlenerek yapılan incelemede: Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılanın sair temyiz itirazlarının reddine, ancak; Sanığın, bir karede mağdurun kendisini yanağından öptüğü, diğerlerinde kendisine sarıldığı ve her ikisinin üzerlerinde günlük kıyafetleri bulunduğu halde yan yana poz vererek çektirdikleri fotoğraflarını, mağdurun bilgisi dahilinde facebook hesabında yayımladıktan sonra, söz konusu fotoğrafları, mağdurla ayrılmalarına ve mağdur tarafından kaldırılması istenilmesine rağmen yayımlamaya devam ettiği olayda; İddiaya konu sanıkla mağdur arasındaki ilişkinin varlığını ve boyutunu gösteren fotoğrafların, daha önce mağdurun rızasına uygun olarak facebook adlı sosyal paylaşım sitesinde yayımlanmış olması karşısında, bu fotoğraflar, mağdurun özel yaşam alanına ilişkin ve özel hayatının gizliliğini ihlal edecek nitelikte görüntüler olarak kabul edilemeyeceğinden, sanığın, mağdura ait kişisel veri niteliğindeki fotoğrafları, mağdurun rızasına aykırı şekilde yayımlamaya devam etmesi biçiminde sübut bulan eyleminden dolayı TCK’nın 136/1. maddesindeki verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yasal ve yeterli olmayan yazılı gerekçelerle sanık hakkında CMK’nın 223/2-a maddesi gereğince beraat kararı verilmesi, Kanuna aykırı olup, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 13.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2020/12200 E. , 2021/9099 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Taksirle yaralama Hüküm : TCK’nın 89/4, 62/1, 50/4-1-a, 52/4, 53/6. maddeleri gereğince mahkumiyet Taksirle yaralama suçundan sanıkların mahkumiyetine ilişkin hüküm sanık … ve müdafii ile sanık … müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: Sanık …’un yöneticiliğini yaptığı apartmana ev bakmak amacıyla gelen katılanların dört kişi olarak zemin kattan yedinci kata gitmek üzere bindikleri asansörün ikinci kattan sonra hızlıca zemine düşmesi sonucu asansördeki üç kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandıkları, asansörün aylık periyodik bakımını yapan firma yetkilisi olan sanık …’in asansöre kolayca görünebilecek şekilde asansörün taşıma kapasitesini gösterir levha konulması ve asansörün taşıyabileceği yük aşıldığında normal çalışmasını önleyecek sistemin bulunması konusunda öneride bulunmaması ile sanık …’un suç tarihinde yürürlükte bulunan Asansör Bakım ve İşletim Yönetmeliğinin 10. maddesinde düzenlendiği usülde yıllık kontrolünü yaptırmamış olması dolayısıyla asli kusurlu olduklarının kabul ve tespit edildiği olayda; Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık … ve müdafii ile sanık … müdafinin sanıkların kusursuz olduklarına yönelik yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak, 1-Sanıklar hakkında hükmedilen kısa süreli hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi sırasında taksirli suçlarda uzun süreli hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesine olanak veren TCK’nın 50/4 maddesine atıf yapılması ve adli para cezasına esas alınan tam gün sayısının gösterilmemesi suretiyle TCK’nın 52/3. maddesine aykırı hareket edilmesi; 2-TCK’nın 53/6. maddesinde “belirli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkumiyet halinde 3 aydan 3 yıla kadar bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınabileceğine karar verilebileceğinin düzenlendiği, bir mesleğin icrasının yasaklanabilmesi için ruhsatnameye bağlı olarak yürütülmesi gerekmekte olup, asansör bakım, onarım ve kurulumuna ilişkin faaliyet ile apartman yöneticiliğinin ruhsatnameye bağlı olarak yürütülen bir meslek olmadığı nazara alınmadan çalışma hürriyetini kısıtlayacak şekilde sanıklardan Alaaddin’in asansör bakım ve onarımına yönelik mesleki faaliyetinden, sanık …’un ise apartman yöneticiliğinden yasaklanmalarına karar verilmesi, Kanuna aykırı olup, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince BOZULMASINA; ancak, yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu hususun aynı Kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün 5. paragrafının hükümden çıkarılarak yerine “ Sanıkların kişilik ve sosyal özellikleri nazara alınarak, kendilerine verilen hapis cezasının TCK’nın 50/1-a maddesi gereğince adli para cezasına çevrilmesine, sanıklara verilen adli para cezasının TCK’nın 52/3. maddesi gereğince 225 tam gün karşılığı adli para cezası olarak belirlenmesine, TCK’nın 52/2. maddesi gereğince sanıkların ekonomik ve şahsi halleri göz önünde bulundurularak bir gün karşılığı adli para cezasının takdiren 30 TL olarak hesabıyla 6.750 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına” ibaresinin eklenmek ve yine hükmün 7. paragrafının hükümden çıkarılmak suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 21/12/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
4. Ceza Dairesi 2017/21973 E. , 2019/3037 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Tehdit HÜKÜM : Beraat Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi, kararın niteliği ile suç tarihine göre. hüküm kurulurken yasa yolu bildiriminde temyiz süresinin başlangıcının ”tebliğ ve tefhim” şeklinde yanıltıcı gösterilmesi nedeniyle katılanın temyiz isteğinin süresinde olduğu kabul edilerek ve katılan ile o yer Cumhuriyet savcısının sanık hakkında tehdit suçundan kurulan beraat hükmüne yönelik olarak temyiz talebinde bulundukları belirlenerek dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Türkiye Cumhuriyet Anayasası’nın 20. ve 22. maddelerinde, kişilerin özel yaşamlarının ve haberleşmenin gizliliği ilkeleri güvence altına alınmış, 38/6. maddesinde, kanuna aykırı olarak elde edilen bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği ifade edilmiş, öte yandan uluslararası metinlerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. maddesinde özel yaşamın gizliliği korunmuş, 6. maddesinde de adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarında, özel yaşamın gizliliği ilkesine aykırı olarak elde edilen hukuka aykırı delillerin anılan Sözleşme hükümlerine aykırılık teşkil edeceği kabul edilmiştir, (bkz. 6. madde yönünden 12.7.1988 tarihli Shenk-İsviçre kararı, prg. 30-48; Dr. Sibel İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı, 3.B. 2008, s. 291; 8.madde yönünden 26.4.1985 tarihli Malone-İngiltere ve 24.4.1990 tarihli Fransa-Kruslin/ Huoin kararı vd., Prof.Dr.Durmuş Tezcan-M.R.Erdem-O.Sancaktar, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu 2004, s. 384 İç hukukumuzdaki düzenlemeye gelince, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 206/2-a ve 217/2. maddelerinde, yasa ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alınamayacağı açıklanmıştır. Öte yandan, önceden yürürlükte bulunan ve ceza yargılamasını düzenleyen 1412 sayılı CMUK’nın 18.11.1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile değişik 254/2. maddesinde de, “soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri delillerin hükme esas alınamayacağı” belirtilmiştir. Anılan Kanun döneminde özel kişilerin elde ettiği deliller hakkında Anayasa Mahkemesinin 22.6.2001 tarihli ve 1999/2 esas, SPK 2001/2 sayılı kararında ise şu saptamalar yapılmıştır: CMUK’nın 254/2. maddesinde yasaklanan deliller hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerdir. Hukuka aykırılıktan kasıt ise, tüm pozitif hukuk kuralları ile birlikte hukukun kabul edilmiş evrensel ilkelerine aykırılıktır. Bu anlamıyla yasadışılıktan daha geniş bir içeriğe sahiptir. … Anayasal haklara ağır bir müdahale söz konusu ise, özel kişiler tarafından hukuka aykırı bir şekilde elde edilen delillerin de delil yasakları kapsamına girmesi gerekir. Çünkü delil yasaklarının asıl amacı, temel insan hak ve özgürlüklerini korumaktır. …Buna aksi bir görüşü savunmak, özel kişilere bireylerin temel hak ve özgürlüklerini ihlal etme imkanı verir ki, bu bir hukuk devletinde kabul edilemez. …İnsan hakları çiğnenerek elde edilen delillerin mahkemeler tarafından dikkate alınması CMUK 254/2 hükmü nedeniyle mümkün değildir. Özel konuşmaları kaydedilen kişilerin en temel hakları ihlal edilmiştir. Çünkü Anayasanın 20. maddesinde özel hayatın gizliliğine dokunulamaz, 22. maddesinde ise haberleşmenin gizliliği esastır kuralı yer almaktadır. Bu yol bir kez açılacak olursa, hukuk devletinin temel kurallarından birisi olan ve varlığını Anayasanın 2. maddesindeki ‘hukuk devleti ilkesinden alan delil yasaklarına ilişkin kanun maddesi tüm etkisini yitirecektir. Usul hukukumuzdaki ilkelerden olan “dürüst işlem ilkesi” de bu şekilde elde edilen bir delilin kullanılmasına olanak vermez. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil/dürüst yargılanma hakkı, kişilerin hukuk devletinin kuralları çerçevesinde yargılanmalarını öngörür. Bu kurala aykırılık, işlemin adil olmasını ve dürüst işlem ilkesini ihlal edecektir.” Açıklanan kanuni düzenlemeler ve yargısal içtihatlar karşısında, kişilerin yalnızca hukuka ve yöntemine uygun biçimde kaydedilen ses ve görüntü kayıtlarının delil niteliği bulunmaktadır. Buna karşın bir kişinin yaptığı görüşmenin gizlice kaydedilmesi hukuka aykırı olduğundan, delil olarak değerlendirilmesi olanaklı değildir. Ancak Dairemizce benimsenen YCGK’nın 21.05.2013 tarih ve 2012/5 esas 2013/248 sayılı kararında da belirtildiği üzere, kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması halinin hukuka uygun olduğunun kabulü zorunludur. Aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi söz konusudur. Bu itibarla somut olayda, katılan …’in soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı huzurunda alınan “…ses kayıtlarında şahsı konuşturabilmek için ben de ona tehdit ve hakaret içerikli sözler söyledim.” biçimindeki ifadesi ve sanığın katılan tarafından sunulan ve kendisi tarafından oluşturulan ses kaydı ile ilgili olarak soruşturma aşamasında “…Fatma ve Tuğba mesaj atarak ya da telefon ederek bana hakaret ve tehditte bulunmuşlardı ben de kendilerine herhangi bir hakaret ve tehditte bulunmazdım” şeklindeki yargılama aşamasında da yinelediği ifadeleri de gözönüne alındığında, katılan …’in mahkemenin kabulünde belirtildiği gibi sanık …’i konuşmaları ile suça tahrik edip lehine olarak konuşmaları delil olarak kullanma kastının belirgin olması, T T***rker’in telefon konuşmalarına devamda istekli ve konuşma içeriklerinde mevcut ilişkiden rahatsız olmaması ve bu nedenlerle sanık ile yapmış olduğu konuşmaları kayda alması karşısında, tesadüfen yapılan bir arama üzerine başka şekilde ispatlanması mümkün olmayan bir hal içerisinde değil, bir planlama dahilinde yapılan ses kaydının yasak kanıt niteliğinde olduğu gözetilmeden, dosyadaki diğer kanıtlara göre hüküm kurulması gerekirken, yasak kanıta dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanuna aykırı ve o yer Cumhuriyet savcısı ile katılan …’in temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 26/02/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Ceza Genel Kurulu 2018/475 E. , 2019/318 K. “İçtihat Metni” Kararı veren Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu Mahkemesi :Ceza Dairesi Günü : 11.12.2013 Sayısı : 4-13 Sanık …’nın görevi kötüye kullanma suçundan TCK’nın 257/1, 43 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 11.12.2013 tarihli ve 4-13 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Onama” istemli 21.01.2014 tarihli ve 4-13 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilerek 24.04.2018 tarih ve 44-191 sayı ile; “Sanığın, polis memurları … ve …’e karşı görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasına ilişkin olarak; aşamalarda tanık sıfatıyla dinlenen, şikâyetçi olup olmadıkları sorulmayan, yokluklarında hüküm kurulan ve gerekçeli karar kendilerine tebliğ edilmeyen polis memurları … ve …’ün atılı suçun mağduru olmaları nedeniyle davadan haberdar edilmeleri gerektiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması amacına uygun olarak CMK’nun 234/1. maddesi uyarınca, sanık hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan kamu görevlilerinin mağdur olarak davadan haberdar edilmeleri zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK’nun 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan mağdurlara gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda adı geçen mağdurlara bu kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakları kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan mağdurların kamu davasına katılma imkânını kullanabilmeleri amacıyla gerekçeli kararın Özel Dairece mağdurlara tebliğinin sağlanarak yedi günlük temyiz süresinin başlatılması, kararın mağdurlar tarafından temyiz edilmemesi durumunda Ceza Genel Kurulunca temyiz davasının sadece sanık müdafinin görevi kötüye kullanma suçundan kurulan hükme yönelik temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; mağdur veya mağdurlarlar tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK’nun 260. maddesi uyarınca mağdur veya mağdurların davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması…” gerektiğinden bahisle dosyanın Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine karar verilmiş, mağdurlar … ve …’ün usulüne uygun şekilde kendilerine tebliğ edilen hükme yönelik temyiz başvurusunda bulunmamaları üzerine dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.10.2018 tarihli ve 2070 sayılı yazısı ile ek tebliğname düzenlenmeksizin Ceza Genel Kuruluna gönderilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü: Sanık hakkındaki hükmün bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilmiş olması nedeniyle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca temyiz incelemesi, 1412 sayılı CMUK’nın, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan hükümlerine göre ve Yargıtay 5. Ceza Dairesince sabit görülmediği gibi aleyhine bir temyiz istemi de yöneltilmeyen, sanığın içinde cep telefonu bulunan çantasının Aymerkez Alışveriş Merkezinde çalındığı iddiası sonrasında, bu iş merkezinin işleticileri tarafından kendisine iki adet cep telefonu hediye almasını sağlaması eylemi haricindeki görevi kötüye kullanma eylemlerinden kurulan mahkûmiyet hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır. İncelenen dosya kapsamına göre; Sanık …’nın olay tarihinde Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görev yaptığı ve 30.04.1997 tarihi itibarıyla birinci sınıfa ayrıldığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 01.02.2013 tarih ve 15691-6754-464 sayı ile; sanık …’nın görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle TCK’nın 257/1, 43/1 ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 90/1. maddesi uyarınca hakkında son soruşturmanın Yargıtay İlgili Ceza Dairesinde açılıp yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunulduğu, İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesince 13.03.2013 tarih ve 56-50 sayı ile; Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/14215 sayılı soruşturması kapsamında suç örgütü kurup yönetme, örgüte üye olma, örgüte bilerek yardım etme, rüşvet verme, resmi belgede sahtecilik, fuhşa teşvik ve aracılık etme suçlarından yürütülen soruşturma çerçevesinde mahkemece verilen iletişimin tespitine yönelik kararlar uyarınca dinlenen örgüt lideri tanık … ile toplam 94 adet görüşmesi tespit edilen ve olay tarihi itibarıyla Büyükçekmece hâkimi olarak görev yapan sanığa ait bu görüşmelerin yer aldığı tape çözümlerine ilişkin tutanakların, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi üzerine, belgelerin Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığınca 09.03.2010 tarihli ve B.M.2010/724 sayılı yazıyla yasal gereği için Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderildiği, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünce konuyla ilgili olarak Adalet Müfettişleri tarafından inceleme ve soruşturma yapılmasına ilişkin 12.05.2010 tarihli bakan oluru üzerine mevcut evrakın gereği için Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderildiği, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başmüfettişliğince yapılan inceleme ve soruşturma sonrası düzenlenen raporlar göz önünde bulundurularak HSYK 2. Dairesinin 20.11.2012 tarihli ve 5-736 sayılı kararı uyarınca soruşturma raporunun 4 No.lu maddesinin birinci paragrafı ile 3 ve 6 No.lu soruşturma maddelerinde belirtilen eylemler yönünden sanık hakkında kovuşturma yapılmasına karar verildiği, temyizin kapsamına göre; 1- HSYK 2. Dairesinin 5-736 sayılı kararının 6. maddesindeki eylemler; a- Sanığın müstemir yetkili Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görev yaptığı, Mahkemenin 2004/2249 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan … Altınoğlu’ndan hediye olarak üç adet ayakkabı aldığı ve bu dosyada kamu davasının zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar verdiği, b- Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/1649 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan…’ün babası Hayri Öztürk’ten bir adet ayakkabıyı hediye olarak aldığı, yapılan yargılama neticesinde bu dosyanın düşme kararıyla sonuçlandırıldığı, c- Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/301 esas sayılı dosyasının sanığı …’den üç adet parfümü hediye olarak aldığı, bu dosyanın HSYK Başmüfettişlerince araştırma ve soruşturma yapıldığı tarih itibarıyla derdest durumda olduğu, bu davranışların memuriyet görevini kötüye kullanma niteliğinde olduğu, 2- HSYK 2. Dairesinin 5-736 sayılı kararının 4/1. maddesindeki eylemler; a- … … …’nün bulundurma ruhsatlı tabancasını taşırken emniyet görevlileri tarafından yapılan kontroller sırasında yakalandığı ve hakkında 6136 sayılı Kanun’un 13/3. maddesine muhalefet suçlamasıyla Büyükçekmece l. Sulh Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, kamu davasının anılan Mahkemenin 2008/351 esasına kaydedildiği, yargılama aşamasında sanık müdafisinin, müvekkilince tabancanın suç örgütü lideri olduğu iddia edilen …’ın işlettiği Silah Dünyası isimli iş yerine bakım için götürüldüğünü ve bunun için idarece verilmesi gereken tezkerenin alınmadığını belirttiği ve söz konusu iş yerinden alındığı iddia edilen “Tabanca – tüfek bakım onarım fişi” fotokopisinin mahkemeye ibraz ettiği, Mahkemece fiilin 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesinde belirtilen ruhsatsız silah taşıma suçunu oluşturduğu gerekçesiyle 23.02.2009 tarihinde görevsizlik kararı verildiği ve bu karar üzerine dosyanın Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/1253 sayılı esasına kaydedildiği, 04.06.2009 tarihinde sanık tarafından tensibin yapıldığı, 13.10.2009 tarih ve 1706 sayı ile de sanığın beraatine ve suça konu tabancanın iadesine karar verildiği, bu süreç içerisinde sanık ile Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/1253 esas sayılı dosyasının sanığı konumundaki… … …’nün telefonla bir çok kez görüşme yaptıkları, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Yönetmelik’in 4. maddesi gereğince bulundurma ruhsatlı silahların nakli için mülki idare amirinden silah nakil belgesi alınmadan bulundurma ruhsatlı tabancanın taşınmasının ruhsatsız silah taşıma suçunu oluşturacağı, sanığın kıdem durumu, mesleki tecrübesi, olayın oluş şekli ve aşağıda belirtildiği üzere… Suyu Konut Yapı Kooperatifince yaptırılan … numaralı dairenin… … …’ye rayiç değerinin üzerinde satılması suretiyle maddi menfaat temin ettiğinin iddia edilmesi göz önüne alındığında; … … …’nün beraatine ve suça konu silahın iadesine karar vermesinin görevi kötüye kullanma olarak değerlendirilmesi gerektiği, b- … tarafından “…@hotmail.com” adresinden Adalet Bakanlığına gönderilen elektronik postadaki ihbarlarla ilgili olarak HSYK 3. Dairesinin 03.05.2012 tarihli ve 3125 sayılı soruşturma iznine istinaden düzenlenen soruşturma raporundaki eylemler yönünden HSYK 2. Dairesinin 20.11.2012 tarihli ve 176-739 sayılı kararıyla kovuşturma izni verildiği ve benzer konuda daha önce HSYK 2. Dairesinin 5 sayılı disiplin dosyasının 4/1. maddesindeki kovuşturma izni ile birleştirilmesinin istendiği, HSYK 3. Dairesinin 03.05.2012 tarihli ve 3125 sayılı soruşturma iznine istinaden HSYK Başmüfettişliğince düzenlenen inceleme ve soruşturma raporunda, sanığın yaptığı iş ve davranışlarla görevini doğru ve tarafsız yapamayacağı kanısını uyandırdığı, bu kapsamda; 2009 yılında yapılan yerel seçimlere kadar Gürpınar Beldesi Belediye Başkanı … tarafından (Vista Residance ve Rose Marine projelerinden) kendisine veya akrabalarına bedelsiz olarak verilen daireler karşılığında baktığı mahkemelerde anılan şahsın yargılandığı davaların tamamında beraat kararı verdiği, müstemir yetkisine istinaden baktığı işlerde hâkimlik nüfuzunu kullanmak suretiyle menfaat temin ettiği, bu kapsamda; – … Suyu Konut Yapı Kooperatifince yaptırılan … numaralı dairenin, Gürpınar Beldesi Eski Belediye Başkanı olan … tarafından ileride kendisine yöneltilebilecek suçlamaları bertaraf edebilmek için samimi ilişkiler içerisinde bulunduğu…’a emanetçi sıfatıyla verilmesi karşılığında, Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2220-796 ve 587-374 sayılı dosyalarda … hakkında beraat kararı verdiği, – …’ın, sanık adına emanet olarak aldığı… Suyu Konut Yapı Kooperatifince yaptırılan … numaralı daireyi 01.04.2009 tarihli ve 7212 yevmiye sayılı satış işlemiyle… … …’ye rayiç fiyatın üstünde bir fiyatla sattığı, sanığın da temin ettiği menfaat karşılığında yukarıda belirtildiği şekilde… … … hakkında beraat kararı verdiği, sanık tarafından gerçekleştirilen bu eylemlerin zincirleme şekilde görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu ve toplanan delillerin, son soruşturmanın açılmasına karar verilmesini gerektirir nitelikte olduğu kanaat ve sonucuna varılmakla, sanığın iddia konusu suç tarihlerinde birinci sınıfa ayrılmış hâkim sıfatında olması nedeniyle suçların sübutu hâlinde, eylemlerine uyan TCK’nın 257/1, 43/1, 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması için 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 89, 90/1 ve 91. maddeleri uyarınca hakkındaki son soruşturmanın görevli Yargıtay 5. Ceza Dairesinde açılıp yapılmasına karar verildiği, Büyükçekmece 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 05.01.2011 tarihli ve 2011/45 müteferrik sayılı kararı doğrultusunda elde edilen ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının 09.01.2011 tarihli yazısı ekinde sunulan HTS kayıtlarına göre; sanığın kullanmakta olduğu … numaralı GSM hattı ile… … … adına kayıtlı…numaralı GSM hattı arasında, 30.09.2008-02.06.2009 tarihlerini kapsayan dönemde, uzunlukları 10 ila 74 saniye arasında değişen toplam on iki telefon görüşmesi yapıldığı, Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesi Yazı İşleri Müdürü tarafından düzenlenen 31.01.2011 tarihli belge içeriğine göre; 01.06.2009-05.06.2009 tarihleri arasında Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin nöbetçi olduğu, belirtilen tarihler arasındaki müteferrik işlere baktığı ve tevzi işlemini yaptığı, Yargıtay 5. Ceza Dairesince düzenlenen 07.06.2013 tarihli dosya inceleme tutanağına göre; Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/1649 esas sayılı dosyasında imar kirliliğine neden olma suçundan yargılanan… hakkında 29.12.2009 tarihinde düşme kararı verildiği ve bu kararın 13.09.2010 tarihinde kesinleştirildiği, dosyadaki belgelere göre…’ün baba adının … olduğu, Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/2249 esas sayılı dosyasında …’nun güveni kötüye kullanma suçundan yargılandığı, 04.06.2010 tarihli karar ile zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma yoluna gidildiği, dosyada kesinleştirme işlemi yapılmadığı, Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/1253 esas sayılı dosyasında… … …’nün bulundurma ruhsatlı tabancayı taşıma suçundan yargılandığı, 13.10.2009 tarihli hüküm ile… … …’nün beraatine ve tabancanın kendisine iadesine karar verildiği, kararın temyiz edilmeksizin 21.10.2009 tarihinde kesinleştiği, Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/587 esas sayılı dosyasında görevi kötüye kullanma suçundan yargılanan …’ün 07.04.2005 tarihli karar ile beraatine hükmedildiği, dosyada kesinleştirme işlemi yapılmadığı, Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/2220 esas sayılı dosyasında … …. adlı kişilerin dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, 3628 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından yargılandıkları ve 31.10.2006 tarihli karar ile beraatlerine hükmedildiği, hükümlerin temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesince 27.04.2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle bozma – ortadan kaldırma kararı verildiği, Yargıtay 5. Ceza Dairesince düzenlenen 17.07.2013 tarihli dosya inceleme tutanağına göre; Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/301 esas sayılı dosyasında …’in katılan, aralarında …’ün de bulunduğu 26 kişinin ise sanık sıfatıyla yer aldığı, 2004 yılı ve sonrasında işlendiği iddia edilen görevi kötüye kullanma suçu ile ilgili olarak 13.09.2012 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verildiği, kararın katılan … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyanın 21.12.2012 tarihli, dosya gönderme formu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, 2013/11033 sırasında işlem gören dosyaya ilişkin henüz tebliğname düzenlenmediği, anılan dosyada iddianamenin 12.02.2008 tarihinde düzenlendiği, 18.02.2008 tarihinde sanık tarafından iddianamenin kabul edildiği, 20.06.2008, 18.11.2008, 21.04.2009, 27.10.2009, 23.02.2010, 23.09.2010 ve 26.11.2010 tarihli duruşmaların sanık tarafından yapıldığı, 18.11.2008 tarihli oturumda …’ün sorgusunun sanık tarafından gerçekleştirildiği, 24.03.2011 tarihinden sonraki oturumlarda ve kararda ise hâkim olarak Nurcan Kılınç’ın yer aldığı, İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince, “…Telefon çözümleri ve mal varlığına ilişkin araştırmalar” değerlendirme dışı bırakılarak sanığın temyiz kapsamı içerisinde kalan eylemleri sabit görüldükten ve sanığa atılı zincirleme görevi kötüye kullanma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğu kabul edildikten sonra “Suçun işleniş biçimi, suç konusunun fazla önem ve değeri, kasıt yoğunluğu, zarar ve tehlikenin ağırlığı, bu hususlara bağlı olarak verilecek cezanın eylemlerin ağırlığı ile orantılı olması” nazara alınıp, sanık hakkında alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edildiği, “Sanıktaki kasıt yoğunluğu, suçun süreklilik arz eden biçimde işlenmesi, zaman aralığı” gözetilerek TCK’nın 43. maddesi uyarınca takdiren yarı oranında artırım yapılması yoluna gidildiği, “Sanığın fiilden sonra ve yargılama sürecindeki davranışlarının olumsuz olarak gözlenmesi, verilecek cezanın geleceği üzerinde caydırıcı etki taşıması gerektiği, suçu işledikten sonra ve yargılama sürecinde inandırıcı ve etkin şekilde pişmanlığının söz konusu olmadığı, buna bağlı olarak tekrar suç işlemeyeceği yönünde vicdani kanaate varılmadığı” gerekçeleriyle TCK’nın 62 ve 51. maddelerinin, “Sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışlarına göre yeniden suç işlemeyeceği hususunda Dairemizde olumlu kanaat oluşmaması” gerekçesiyle de CMK’nın 231/6. maddesinin, Uygulanmasına yer olmadığına karar verildiği, Anlaşılmıştır. Tanık …: adliyenin yanındaki “Mega” isimli kuaförü işlettiğini, iş yerinde yaklaşık on günde bir saç, iki günde bir de sakal tıraşı olması nedeniyle sanığı tanıdığını, sanığın hemen her gün öğle arasında iş yerine gelip gazete okuduğunu, zaman zaman da öğle tatilinde sanıkla birlikte deniz kenarında yürüyüş yaptıklarını, sanığa bazen ayakkabı, gömlek, kravat ve parfüm gibi hediyeler geldiğini bildiğini, müteahhit olan tanık …’ün oğlu Mert’in bir davası olduğu ve bu konuda sanık ile görüştüğünü, daha sonra tanık …’in kendisini arayıp sanığa hediye almak istediğini söyleyerek ne alabileceğini sorduğunu, kendisinin de “Ayakkabı veya parfüm gibi şeyler olabilir.” dediğini, daha sonra tanık …’in ayakkabı alarak iş yerine geldiğini ve adı geçenle birlikte sanığın odasına çıktıklarını, sanığın zor bulunan yabancı bir parfüm kullandığını, eski belediye meclis üyesi olan tanık …’e bu konudan bahsettiğini, kendisine de “Bakalım bulabilecek mi?” dediğini, sonrasında üç kutu parfümü odasında görünce “… bulmuş parfümü!” dediğini, tanık …’ın sanığın baktığı mahkemede bir davasının olduğunu zannettiğini, daha önceden galericilik yapan tanık …’nun da sanığın baktığı mahkemede bir davasının olduğunu, sanığın bir keresinde Atirus Alışveriş Merkezindeki “…Kundura” isimli mağazadan ayakkabı beğendiğini ve tanık …’ye bunları almasını söylemesini istediğini, kendisinin de bu durumu tanık …’ye ilettiğini, bir süre sonra tanık …’nin, sanığın beğendiği üç çift ayakkabıyı alıp iş yerine koyduğunu, sonrasında ise sanığın aracına bıraktığını, sanığa ayda en az bir iki kez böyle başka hediyeler geldiğini de bildiğini, ama hediyeleri kimlerin ne amaçla getirdiği konusunda bilgisinin bulunmadığını, Tanık …; 2006 yılından itibaren Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinde zabıt kâtibi olarak görev yaptığını, 2011 yılında Büyükçekmece 4. Sulh Ceza Mahkemesi kurulduğunda burada yetkili yazı işleri müdürü olarak çalışmaya başladığını, zabıt kâtibi olarak çalıştığı dönemde 2. Asliye Ceza Mahkemesinde iki hâkimin görev yaptığını, sanığın bazı dosyaların kendi bakmakta olduğu tek esaslı dosyalar arasına girmesini istediğine bir kaç kez şahit olduğunu, ancak Hâkim Sibel Hanım Mahkemede çalışmaya başladıktan sonra yapılacak tevzilerin adil olmaması nedeniyle sanık ile aralarında sürtüşmeler yaşandığını, bunun üzerine aralarında yazılı olup olmadığını bilmediği bir protokol düzenlendiğini, buna göre küçükten büyüğe doğru sıralanan iddianame değerlendirme numaralarının daha sonra ikiye bölünerek dosyaların eşit şekilde paylaşıldığını, sanığın özellikle kendisine düşmesini istediği dosyalar olduğunu bildiğini, ancak bu dosyaların hangi dosyalar olduğunu kesinlikle bilmediğini, bayramlarda ve yılbaşlarında sanığa bir takım hediyeler geldiğini, belediyeler ya da ilçedeki bazı kurum ve kuruluşlardan bütün adliyeye gönderilen çikolata ya da ajanda gibi şeyler dışında sanığa paketlerinden pahalı oldukları anlaşılan hediyeler geldiğini defalarca gördüğünü, örneğin bir yılbaşında sanığa neredeyse bir sehpa büyüklüğünde büyük bir paket geldiğini, kimden geldiğini ve içinde ne olduğunu bilmediğini, ancak adliyede görev yapan diğer kişilere böyle bir hediye gelmediğini, sanığın dolabında giyilmemiş on on bir adet ayakkabısı olduğunu bildiğini, ancak bunları ne şekilde elde ettiğini bilmediğini, sanığın baktığı dosyalarla ilgili menfaat temin ettiğine dair somut bir bilgisi bulunmadığını, Tanık …; hâli hazırda kahvehane işlettiğini, daha öncesinde ise oto alım satım işi yaptığını, “Chrysler” marka aracı satın aldığı … isimli şahsın uyuşturucu suçundan arandığını ve bu şahıs yakalandığında emniyet görevlilerinin kendisini de aynı gün emniyete götürdüklerini, bu şahısla araç nedeniyle görüştükleri anlaşılınca serbest bırakıldığını ve aracı teslim aldıklarını, cezaevinde ölen …’un eşinin şikâyeti nedeniyle hakkında emniyeti suistimal suçundan kamu davası açıldığını, yargılamayı sanığın yürüttüğünü ve beraatine karar verdiğini, bu dava nedeniyle sanığa kesinlikle ayakkabı almadığını, dava haricinde ve adliye dışında sanığı görmediğini, dava görülürken de tanık …’den yardım istemediğini, Tanık …; Büyükçekmece ve Mimarsinan bölgelerinde inşaat işleri yaptığını, adliyenin yan tarafındaki berberde tıraş olurken sanıkla tanıştığını ve aralarında samimiyet geliştiğini, 2010 yılında trafik kazası geçirdiğini, sanığın kendisini arayıp geçmiş olsun dileklerini ilettiğini, sanığın bu şekilde kendisini aramasından dolayı memnun olduğunu, hatırladığı kadarıyla beş altı ay kadar önce bayram sonrası sanıkla bayramlaşmaya giderken eli boş gitmemek için sanığa da ayakkabı aldığını, tanık …’le birlikte sanığa uğrayıp aldığı ayakkabıyı verdiğini, ayakkabının fiyatını tam hatırlayamadığını, ancak indirim döneminde aldığını, inşaat şirketinin oğlu Mert’in üzerine olduğunu, Mimarsinan’da yaptıkları bir inşaatın ruhsata aykırılığı nedeniyle oğlu hakkında imar kirliliğine neden olma suçundan kamu davası açıldığını, davaya sanığın baktığını, davaya bakan hâkimin berberde tanışıp sohbet ettiği sanık olduğunu dava neticelendikten çok sonra öğrendiğini, davaya hiç katılmadığı için sanığın oğlunun davasına baktığını bilmediğini, inşaatı daha sonra projeye uygun hâle getirdiklerini, daha doğrusu tüzükteki değişiklik ile tanınan bir haktan yararlanarak verdikleri tadilat projesinin belediyece onaylandığını, bu şekilde aykırılığın giderilmiş olduğunu, aldığı ayakkabının dava ile bir ilgisinin olmadığını, dava neticelendikten sonra ve nezaket icabı aldığını, Tanık …; Atirus Alışveriş Merkezinde bulunan “…Kundura” isimli iş yerinde çalıştığını, müşterileri arasında hâkim ve savcıların da olduğunu, sanığı alışveriş yapması nedeniyle tanıdığını, sanığın eski sezona ait ayakkabıları getirip yenileriyle değiştirdiğini, ayakkabıları nereden ve nasıl alındığını bilmediğini, ancak ayakkabıların “…Kundura” markalı olduğunu, ifade verdiği tarihten yaklaşık beş altı ay önce sanığın iki veya üç tane ayakkabı beğenip ayırttığını, başka ayakkabılar ile değiştireceğini söylediğini, ayakkabılar uzun süre bekledikten sonra sanığın devamlı yanında gezen tanık …’in yanında başka bir şahıs olduğu hâlde gelip sanığın ayırttığı ayakkabıları satın aldığını, ödemeyi tanık …’in yanındaki kişinin nakit olarak yaptığını, bunun dışında sanık adına ayakkabı alan bir kimseyi hatırlamadığını, Tanık …; inşaat işiyle uğraştığını, üç dönem Büyükçekmece Belediyesi meclis üyeliği yaptığını, bu nedenle sanıkla tanıştıklarını, kendisi ile bir yerde rastlaşıp otururken, sanığın yabancı markalı bir parfümden bahsederek bu parfümü bulamadığını söylediğini, o sıralar iş gereği sık sık yurt dışına gittiğini bilen sanığın “Denk gelirse alır mısın?” diyerek parfümün ismini verdiğini, parfümü İstanbul’da aratıp bulamadığını, ancak bir yurt dışı seyahatinde Free Shop’tan iki veya üç kutu aldığını, Atirus Alışveriş Merkezi ve Kaya Millenium İş Merkezinin ruhsatları ile ilgili belediye başkanı ve bütün meclis üyeleri olarak haklarında kamu davası açıldığını, davaya sanığın baktığını, sanık ile hakkında dava açılmadan önce tanıştığını, sanığın da aralarındaki tanışıklığa istinaden parfüm istediğini, parfümleri getirdiğinde sanığın ücretlerini vermeyi teklif ettiğini, ancak kendisinin kabul etmediğini, hakkındaki davaya ilişkin sanıkla hiç konuşmadıklarını, zaten olay nedeniyle bir kusuru veya suçu bulunmadığını, Tanık… …; Büyükçekmece’de 2004 yılının Ocak ayından itibaren avukatlık yaptığını, … … …’nün müvekkili olduğu, bulundurma ruhsatlı tabancasını taşırken yakalatması sebebiyle Sulh Ceza Mahkemesinde hakkında açılan dava nedeniyle…’in kendisini vekil olarak tayin ettiğini, dava dosyasını incelediğini, …’in tabancayı temizletip eve götürürken yakalattığını ifade ettiğini, temizletmesi nedeniyle bakım onarım fişi bulunup bulunmadığını sorması üzerine…’in böyle bir belge temin edebileceğini belirterek 19.02.2009 tarihli savunmasının ekinde sunduğu bakım onarım fişinin fotokopisini getirdiğini, belge aslını sorduğunda, …’in, bulamadığını söylediğini, müvekkili aleyhine hareket etmiş olmamak için söz konusu fotokopiyi mahkemeye sunmak zorunda kaldığını, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararı verdiğini, …’e kararın aleyhe olduğunu, itiraz edilmesi gerektiğini belirttiğini, ancak…’in sanığa konuyu danışacağını söylediğini, bir süre sonra da sanıkla görüştüğünü, karara itiraz etmeyeceğini ve davaya asliye ceza mahkemesinde devam edilebileceğini ifade ettiğini, bu arada…’in sıklıkla arayıp dosyanın asliye ceza tevziine ne zaman gireceğini sorduğunu, dosyanın sanığın görev yaptığı mahkemeye düştüğünü ve savunmaları doğrultusunda… hakkında beraat kararı verildiğini, dosyanın sanığın görev yaptığı mahkemeye düşmesiyle birlikte…’in rahatladığını, belgeyi düzenleyen şirketin sahibi ile…’in samimi bir şekilde görüştüklerini bildiğini, sanığın bu dosyada menfaat temin edip etmediğini, hatır gönüle dayalı karar verip vermediğini bilmediğini, …’den de bu yönde bir şey duymadığını, …’i kendisine başka bir müvekkili olan…’ın gönderdiğini, tanıklar…’ın hem… hem de sanıkla çok samimi olduğunu bildiğini, bu samimiyetin herkes tarafından bilindiğini, …’ın tanık … ile de tanıştığını, ayrıca sanığı…’ın kardeşi ile birlikte gördüğünü, Tanık …; yaklaşık on üç yıllık polis memuru olarak Büyükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğünde çalışmaktayken 2003 yılında istifa edip şirket kurduğunu, sanıkla Büyükçekmece Adliyesine geldiği ilk zamanlarda tanıştığını, son beş yıldır da samimi olarak görüştüğünü, son bir yıla kadar da yakın ilişkilerinin devam ettiğini, sanığa sık sık hediye almasının da söz konusu olmadığını, ancak samimiyeti gereği birkaç hediye almış olabileceğini, bunların çok pahalı şeyler olmadığını, sanığa hiç takım elbise hediye etmediğini, sanığın eşine kesinlikle araba almadığını, birkaç kez para istemesine karşın gerçekten acil ihtiyacı olduğu inancında olmadığı için sanığa para vermediğini, yine sanığın kendisinden çanta, çizme veya cep telefonu istediğini, ancak bu taleplerin hiçbirini yerine getirmediğini, özel arkadaşlıkları dışında baktığı davalarla ilgili sanıktan herhangi bir hukuki yardım talebinde bulunmadığını, bulundurma ruhsatı olan silahların bakımı için nakil belgesi iler taşınırken yakalanması hâlinde 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçunun unsurlarının oluşmadığını bildiğini, bu konu ile ilgili sanıkla özellikle bir görüşmelerinin olmadığını, böyle bir davaya bakıp bakmadığını bilmediğini, sanığın, “Silah Dünyası” isimli iş yerine on yıl içerisinde belki beş kez geldiğini, Tanık …; 1994 yılından 2009 yılına kadar Gürpınar Belediye Başkanlığı yaptığını, belediye başkanlığı yaptığı dönemdeki şikâyetler ve ihbarlar nedeniyle Büyükçekmece Adliyesinde hakkında soruşturmalar yapıldığını, bir kısmının takipsizlikle sonuçlandığını, bir kısmının ise hâlen devam ettiğini, hakkında açılan kamu davalarının da olduğunu, bu davalardan bir kısmının sanığın görev yaptığı mahkemeye düştüğünü, sanığın bu davlardan birini görevsizlik kararıyla ağır ceza mahkemesine gönderdiğini, birinde ise hakkında beraat kararı verdiğini, bu hükmün hâlihazırda Yargıtay incelemesinde olduğunu, yine hakkındaki başka bir davanın da devam ettiğini, söz konusu davaların siyasi çekişme nedeniyle yapılan bir kısım asılsız isnattan kaynaklandığını, davalarla ilgili kimseden yardım talep etmediğini, sanığı resmi birkaç yemek veya toplantıda gördüğünü, davalar nedeniyle kendisine ifade vermesi haricinde sanıkla herhangi bir muhabbeti veya irtibatı olmadığını, hakkındaki dava veya soruşturmaların lehine sonuçlanması için sanığın bir yardımı veya katkısının bulunmadığını, sanığa herhangi bir şekilde gayrimenkul veya menkul bir mal devretmediği gibi almasına da yardımcı olmadığını, belediyeden veya bizzat, sanığa hediye vermediğini, Tanık…; 2008 yılında tanık…’ın sahibi olduğu “Silah Dünyası” isimli şirkette çalışmaya başladığını, sanığı tanık…’ın arkadaşı olarak tanıdığını, sanığın hâkim olduğunu bilmediğini, sanığın şirket elemanı gibi veya şirket ortağı gibi tanık…’ın işlerine karıştığını, kendinden emin bir hâlde tanık…’a veya şirket personeline akıl verdiğini, ancak sonradan sanığın Büyükçekmece hâkimi olduğunu öğrendiğini, sanığın ve ardından da damadı olarak tanıttığı kişinin hemen her gün şirkete geldiklerini, sanık ile tanık arasındaki ilişkinin boyutları normal arkadaşlık ilişkisi sınırlarını aştığını, bir hâkim ve iş adamı arasında olması gereken dostluk sınırlarının çok ötesine vardığını, şirket tarafından her hafta bazı emniyet ve jandarma görevlilerine takım elbise alındığını, sanığa da beş altı takım elbise alındığını bildiğini, hatta bir seferinde tanık…’ın sanığa “Benden fazla takım elbisen oldu.” dediğini, sanığın da gülerek “Sayende!” şeklinde karşılık verdiğin bizzat duyduğunu, bunların yanı sıra şirketle ilgili veya müşteri pozisyonunda bulunan bir şahsın dosyasının sanığa düşmesi durumunda bir rahatlama havası sezildiğine tanık olduğunu, Tanık …; “Silah Dünyası” isimli şirkette sigortalı avukat olarak çalıştığını, sanığı Büyükçekmece Adliyesinden ve şirketin sahibi tanık… ile olan arkadaşlığından tanıdığını, sanık ile tanık…’ın arkadaş olduklarını, ancak aralarındaki samimiyetin derecesini bilmediğini, Beyan etmişlerdir. Sanık …; … … … hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçu ile ilgili Büyükçekmece Sulh Ceza Mahkemesine açılan dava dosyasını müstemir yetki ile bakmakta olduğu 2. Asliye Ceza Mahkemesine düşürmesinin söz konusu olmadığını, o tarih itibariyle dosya tevzilerinin UYAP üzerinden yapıldığını, ancak UYAP üzerinden yapılmasa dahi tevzinin adliyedeki görevliler tarafından belirli usullere göre gerçekleştirildiğini, söz konusu dava dosyası Mahkemesine geldiğinde karar aşamasında olduğunu, dosya içerisindeki tamir fişini nakil belgesi mahiyetinde yorumlayarak… … … hakkında beraat kararı verdiğini, iddia edildiği şekilde görevini kötüye kullanma kastı ile hareket etmediğini, Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/2249 esas sayılı dosyasının sanığı olan tanık …’den, 2008/1649 esas sayılı dosyasının sanığı…’ün babası olan tanık …’ten ve 2008/301 esas sayılı dosyasının sanığı …’den herhangi bir hediye talebinin olmadığını, soruşturma evrakında adı geçen… Suyu Konut Yapı Kooperatifince yaptırılan Palmiye Evleri Sitesi ile ilgili herhangi bir bilgisi olmadığını, ancak bu taşımazların nerelerde olduğu, hangi yıllarda intikallerinin yapıldığı, kimler adına kayıtlı olduğu hususlarının araştırılmasıyla gerçeğin ortaya çıkacağını düşündüğünü, şahsına yükletilen suçlamaların hiçbirini kabul etmediğini, isnatların tamamının gerçeğe aykırı ve yerindelikten uzak olduğunu, otuz beş yıl Türkiye’nin muhtelif yerlerinde hâkimlik mesleğini, mesleğin gerektirdiği sorumluluk ve tarafsızlık ilkesi doğrultusunda, şeref ve haysiyetiyle hukuka uygun olarak ifa ettiğini, CMK’nın 135. maddesinin altıncı fıkrasındaki katalog suçlardan birisiyle suçlanmadığı hâlde telefonlarının dinlenmesi suretiyle elde edilen tapeler ve bu yolla elde edilen delillerin Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası, CMK’nın 135, 206/2-a ve 217/2 hükümleri uyarınca hukuka aykırı nitelikte olduğunu, yargılamada kullanılmaması ve aleyhine olacak şekilde hükme esas alınmaması gerektiğini, bu nedenle, hukuka aykırı tape kayıtları dayanak yapılarak hakkında açılan soruşturma neticesinde düzenlenen iddianamede yer verilen görevi kötüye kullanma suçunun yasal unsurlarının oluşmadığını savunmuş, öncelikle beraatine karar verilmesini, Mahkemenin aksi görüşte olması hâlinde ise lehine olan tüm hükümlerin uygulanmasını ve hakkındaki hükmün açılanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini istediğini belirtmiştir. 5237 sayılı TCK’nun “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257. maddesi; “(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır” şeklinde iken, 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanun’un birinci maddesi ile birinci ve ikinci fıkralarında yer alan “Kazanç” ibareleri “Menfaat”, birinci fıkrasında yer alan “Bir yıldan üç yıla kadar” ibaresi “Altı aydan iki yıla kadar”, ikinci fıkrasında yer alan “Altı aydan iki yıla kadar” ibaresi “Üç aydan bir yıla kadar” ve üçüncü fıkrasında yer alan “Birinci fıkra hükmüne göre” ibaresi “Bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile” biçiminde değiştirilmek suretiyle, “(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır” şekline dönüştürülmüş, 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile de üçüncü fıkra yürürlükten kaldırılmıştır. Maddenin, birinci fıkrasında düzenlenen icrai davranışlarla görevi kötüye kullanma suçu, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu aykırı davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız menfaat sağlanması ile oluşmaktadır. Buna göre ilk şart, kamu görevlisi olan failin yaptığı işle ilgili olarak kanundan veya diğer idari düzenlemelerden doğan bir görevinin olması ve bu görevinin gereklerine aykırı davranmasıdır. Suçun oluşabilmesi için, norma aykırı davranış yetmemekte, fiil nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da suç tarihi itibarıyla kişilere haksız kazanç sağlanması gerekmektedir. Anılan maddenin gerekçesinde suçun oluşmasına ilişkin genel koşullar; “Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir.” şeklinde vurgulanmış, gerekçede yer verilen “Kazanç” ifadesi 6086 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikle sonradan “Menfaat” olarak değiştirilmiştir. Öğretide de; TCK’nın 257. maddesindeki suçun oluşmasının, kamu görevlisinin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi sonucunda kişilerin mağdur olması veya kamunun zarar görmesi ya da kişilere haksız menfaat sağlanması şartlarına bağlı olduğu, bu sonuçları doğurmayan norma aykırı davranışların, suç kapsamında değerlendirilemeyeceği açıklanmıştır (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, Ankara, 2011, s. 913 vd.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 769; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s. 974). Görevin gereklerine aykırı hareket etmekten, kamu görevlisinin görevini kanun, idari düzenlemeler veya talimatların öngördüğü usul ve esaslardan başka surette ifa etmesi anlaşılmaktadır. Bu anlamda kamu görevlisinin herhangi bir şekilde kanuni yetkisini aşması, kanunun aradığı şekil şartlarına uymaması, takdir yetkisini amacı dışında kullanması, kanunun emir ve müsaade ettiği hareketinin gerektirdiği ön şartlara aykırı hareket etmesi, kendisine teslim edilen ve görevi sebebiyle kullanması gerekli eşyayı usulsüz kullanması gibi fiiller görevin gereklerine aykırılık kapsamında kalmaktadır. Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının saptanabilmesi için öncelikle “Mağduriyet, kamunun zarara uğraması ve haksız menfaat” kavramlarının açıklanması ve somut olayda bunların gerçekleşip gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir. Mağduriyet kavramının, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiği kabul edilmelidir. Bu husus madde gerekçesinde; “Görevin gereklerine aykırı davranışın, kişinin mağduriyetine neden olunması gerekir. Bu mağduriyet, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararı ifade etmez. Mağduriyet kavramı, zarar kavramından daha geniş bir anlama sahiptir.” şeklinde vurgulanmış, öğretide de; mağduriyetin sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmeyip daha geniş bir anlama sahip olduğu, bireyin, sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının ihlali sonucunu doğuran hareketlerin ve herhangi bir çıkarının zedelenmesine neden olmanın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Turhan Kitapevi, 11. Bası, Ankara, 2011, s. 911 vd.; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s. 772; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s. 974.). Kişilere haksız menfaat sağlanması, bir başkasına hukuka aykırı şekilde her türlü maddi ya da manevi yarar sağlanması anlamına gelmektedir. Kamunun zarara uğraması hususuna gelince; madde gerekçesinde “Ekonomik bir zarar” olduğu vurgulanan anılan kavramla ilgili olarak kanuni düzenleme içeren 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 71. maddesinde; kamu görevlilerinin kast, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan kamu zararı, her olayda hâkim tarafından, iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması hâlinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak bu belirleme yapılırken, norma aykırı her davranışın, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir düşünceyle de hareket edilmemelidir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Kamu görevlisi sıfatının gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak baktığı dosyaların taraflarından menfaat temin etmek suretiyle zincirleme görevi kötüye kullanma suçunu işlediği iddia edilen olayda, sanığın; Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/2249 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan tanık …’den hediye olarak üç adet ayakkabı aldığı ve 04.06.2010 tarihinde kamu davasının zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar verdiği iddiasının; tanık …’in, sanığın daha önceden beğendiği üç çift ayakkabıyı alması konusundaki talebini ilettiği tanık … tarafından alınan üç çift ayakkabıyı sanığın aracına bıraktığı yönündeki beyanı, tanık …’nun sanığın dolabında giyilmemiş en az on adet ayakkabı olduğuna ilişkin ifadesi ve bu iddiayı doğrulayan 07.06.2013 tarihli dosya inceleme tutanağıyla, Mahkemenin 2008/1649 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan…’ün babası tanık …’den bir adet ayakkabıyı hediye olarak aldığı ve yaptığı yargılama neticesinde 13.09.2010 tarihinde kamu davasının düşmesine karar verdiği iddiasının; tanık …’in, söz konusu dava nedeniyle sanık ile görüşen tanık …’in kendisini arayıp sanığa ne tür bir hediye alabileceğini sorduktan sonra tavsiyesi doğrultusunda aldığı ayakkabıyı sanığa birlikte götürdüklerine ilişkin ifadesi, tanık …’in dava neticelendikten sonra sanığa nezaket icabı ayakkabı aldığı yönündeki beyanı ve bu hususları doğrulayan tanık …’nun anlatımları ile 07.06.2013 tarihli dosya inceleme tutanağıyla, Aynı Mahkemenin 2008/301 esas sayılı dosyasının sanığı konumundaki tanık …’dan üç adet parfümü hediye olarak aldığı iddiasının; tanık …’ın, samimi oldukları ve işi sebebiyle sık sık yurt dışına gittiğini bilen sanığın yabancı bir parfüm markasından bahsederek kendisi için almasını rica etmesi üzerine sanığa söz konusu parfümden iki veya üç kutu aldığı ve sanık tarafından yapılan ödeme teklifini kabul etmediğine dair anlatımı, bu anlatımı doğrulayan tanık …’in beyanı ve sanığa diğer adliye personelinden farklı olarak sık sık pahalı hediye gönderildiği yönündeki ifadesi ile sanığın 2008/301 esas sayılı dosyanın ilk yedi oturumunu yönettiğine ilişkin 17.07.2013 tarihli dosya inceleme tutanağıyla, Sanığın 2009/1253 esas sayılı dosyanın sanığı… … … hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan açılan kamu davasında, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Yönetmelik’in 4. maddesinde belirtilen silah nakil belgesi niteliğinde olmayan bakım onarım fişi fotokopisinin geçerliliğini araştırmadan 13.10.2009 tarihinde beraat kararı verdiği ve Mahkemenin 2004/587 ve 2004/2220 esas sayılı dosyalarında tanık Velittin hakkında 07.04.2005 ve 31.10.2006 tarihlerinde verdiği beraat kararları karşılığında, adı geçen tanıktan samimi ilişkiler içerisinde bulunduğu…’a geçen … numaralı dairenin, … tarafından… … …’ye rayiç değerinin üzerinde satılması suretiyle maddi menfaat temin ettiği iddialarının ise; … …’nın yargılandığı 2009/1253 esas sayılı dosyanın tensibinin yapıldığı 04.06.2009 tarihinde, dosyaların mahkemelere tevzi edilmesi işlemlerinin sanığın görev yaptığı Büyükçekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesince yapıldığına ilişkin 31.01.2011 tarihli yazı içeriği, söz konusu dönemde sanık ile… … arasında çok sayıda telefon görüşmesi yapıldığına ilişkin HTS kayıtları, anılan dosyada… …’nın müdafiliğini üstlenen tanık…’in, Büyükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesince aleyhlerine verilen görevsizlik kararına itiraz etmeleri gerektiğini söylemesine karşın… …’nın sanıkla görüştükten sonra karara itiraz etmemesini söylediğine, dosyanın sanığın görev yaptığı mahkemeye düşmesiyle birlikte… …’nın rahatladığına ve… …’nın sanıkla, bakım onarım fişinin düzenlendiği şirketin sahibi tanık…’la ve…’la samimi olduğuna ilişkin anlatımları ve sanığın baktığı dosyalarda hem… …’nın hem de …’ün beraatine karar verdiğine ilişkin 07.06.2013 tarihli dosya inceleme tutanağıyla Sabit olduğu, Tüm dosya kapsamına göre, hâkim olarak yürüttüğü dosyalarda, sanık olarak yargılanan kişilerle veya yakınlarıyla yakın ilişkiler kurup, bu kişilerden hediye kabul ederek görevinin gereklerine aykırı davranan, bu şekilde lehine karar verdiği kişilerden haksız menfaat sağlarken bir kısım dosyada tarafların veya üçüncü kişilerin mağduriyetine sebebiyet veren, bağımsız ve tarafsız olarak yapılması gereken hâkimlik mesleğine gölge düşürmek ve yargı erkinin güvenilirliğine yüksek derecede zarar vermek suretiyle de kamu zararına neden olan sanığın eylemlerinin TCK’nın 257/1 ve 43. maddeleri uyarınca zincirleme görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, sanığın önceden yapılan bir anlaşma kapsamında, sağladığı menfaatler karşılığında yargıladığı kişilerin lehine kararlar verdiği olgusunun mevcut delillerle kanıtlanamaması sebebiyle rüşvet suçunun; menfaat temininin herhangi bir zorlamaya, menfaati sağlayanların hileli hareketlerle ikna edilmesine dayandığına veya bu kişilerin hatalarından faydalanılmak suretiyle menfaat temin edildiğine ilişkin delil bulunmaması nedeniyle de irtikap suçunun unsurlarının oluşmadığı, İlk Derece Mahkemesince sanık hakkında alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi ve TCK’nın 43. maddesi uyarınca yarı oranında artırım yapılmasında gösterilen gerekçeler ile takdiri indirim, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve erteleme kurumlarının uygulanmama gerekçelerinin dosya kapsamına uygun, yasal ve yeterli olduğu anlaşıldığından, İlk Derece Mahkemesinin usul ve kanuna uygun mahkûmiyet hükmünün onanmasına karar verilmelidir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- Usul ve kanuna uygun olan Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 11.12.2013 tarihli ve 4-13 sayılı mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA, 2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 16.04.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.
10. Ceza Dairesi 2014/4976 E. , 2019/3864 K. “İçtihat Metni” Mahkeme : Sulh Ceza Mahkemesi Suç : Sağlık için tehlikeli madde temin etme Hüküm : Beraat Dosya incelendi. GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ: 1- Gerekçeli karar başlığına suç tarihinin “11.10.2012” yerine “12.10.2012” olarak yazılması, 2- Suça konu sigaranın, olay tarihinde 18 yaşından küçük olan ve üzerinde okul forması bulunması nedeniyle öğrenci ve yaşının küçük olduğu kolaylıkla anlaşılan mağdura sanık tarafından satıldığı mağdurun ve tanık …’ın soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki beyanları ve 11.10.2012 tarihli tutanak içeriği ile sabit olduğu halde, sanığın sağlık için tehlikeli madde temin etme suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi, Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan hükmün BOZULMASINA, 12.06.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Ceza Dairesi 2020/5298 E. , 2021/12317 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Açığa atılan imzanın kötüye kullanılması Sanığın, katılana sattığı ve bedeli katılan tarafından çekle ödenen traktörün devir işlemlerinin yapılmasına kadar teminat olması için kendisine boş bir şekilde imzalı olarak verilen suça konu senedi, 14.02.2005 keşide, 20.01.2010 ödeme tarihli ve 11.000 Euro bedelli olarak doldurup bu senede dayalı olarak katılan aleyhine icra takibi başlatılması şeklinde gerçekleşen eyleminin, TCK’nin 209/1. maddesindeki açığa imzanın kötüye kullanılması suçunu oluşturduğu ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 24/03/1989 tarih ve 1988/1-1989/2 sayılı ilamında açıklandığı üzere, senedin anlaşmaya aykırı doldurulduğunun yazılı delille ispatı zorunlu olup, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun cevaz verdiği haller dışında iddianın yazılı delille ispatı gerekeceği nazara alındığında; katılanın soyut iddiası dışında, suç konusu bononun aralarındaki anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğuna dair yazılı delil bulunmadığı gözetilmeden, sanığın TCK’nin 209/1. maddesinde düzenlenen açığa atılan imzanın kötüye kullanılması eyleminden beraati yerine TCK’nin 209/2 göndermesiyle TCK’nin 207. maddesinde düzenlenen özel belgede sahtecilik suçundan mahkumiyetine hükmolunması, Yasaya aykırı, katılan ve sanık müdafisinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, 14.12.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Ceza Dairesi 2015/9708 E. , 2016/10986 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi Suç : Özel hayatın gizliliğini ihlal Hüküm : CMK’nın 223/2-e maddesi gereğince beraat Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanıkların beraatine ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü: 1-Sanık … hakkında verilen beraat hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesinde: Katılanın, sanıklardan Necip’in fabrika müdürü, sanık …’in ise insan kaynakları şefi olduğu fabrikada işçi olarak çalıştığı, kendisi hakkında yürütülen başka bir (cinsel taciz, hakaret ve tehdit) soruşturma nedeniyle tebligat adresini çalıştığı fabrikanın adresi olarak bildirmesi nedeniyle, katılan hakkında yapılan soruşturma sonrası açılan kamu davasının yargılamasını yapan … Sulh Ceza Mahkemesi’nce, katılanın çalıştığı fabrikaya duruşma tarihi ile iddianamenin bulunduğu tebligatın yapılarak, evrakların gelen evrak dağıtım sorumlusu sanık …’e teslim edildiği, sanık …’in, tebligat evrakını katılanın haberi olmaksızın açarak okuduktan sonra, fabrikanın müdürü olan diğer sanık …’e gösterdiği, evrakların daha sonra katılana teslim edildiği olayda, Sanık …’in, katılanın müdürü pozisyonunda olduğu, tebligat evrakını bizzat açmadığı, evrak kendisine geldikten sonra doğrudan katılana teslim ettiği dikkate alınarak, suç işleme kastı bulunmayan sanık hakkında beraat kararı verilmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden Yapılan yargılama sonunda, sanığa yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması, gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin, eksik incelemeye, atılı suçun unsurlarının oluştuğuna ve mahkumiyet istemine ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, beraata ilişkin hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 2-Sanık … hakkında verilen beraat hükmüne yönelik temyiz isteminin incelenmesine gelince; Katılanın, sanıklardan Necip’in fabrika müdürü, sanık …’in ise insan kaynakları şefi olduğu fabrikada işçi olarak çalıştığı, kendisi hakkında yürütülen başka bir (cinsel taciz, hakaret ve tehdit) soruşturma nedeniyle tebligat adresini çalıştığı fabrikanın adresi olarak bildirmesi nedeniyle, katılan hakkında yapılan soruşturma sonrası açılan kamu davasının yargılamasını yapan … Sulh Ceza Mahkemesi’nce, katılanın çalıştığı fabrikaya duruşma tarihi ile iddianamenin bulunduğu tebligatın fabrikaya yapılarak, evrakların gelen evrak dağıtım sorumlusu sanık …’e teslim edildiği, sanık …’in, tebligat evrakını katılanın haberi olmaksızın açarak okuduktan sonra, fabrikanın müdürü olan diğer sanık …’e gösterdiği, evrakların daha sonra katılana teslim edildiği olayda, TCK’nın 134. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun konusunu oluşturan özel hayat kavramı; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerir. Bu nedenle, kamuya açık alanda bulunulması, bu alandaki her görüntü veya sesin dinlenilmesine, izlenilmesine, kaydedilmesine, sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulmasına rıza gösterildiği anlamına gelmez. Kamuya açık alanda bulunulduğunda dahi, “kalabalığın içinde dikkat çekmezlik, tanınmazlık, bilinmezlik” prensibi geçerli olup, kamuya açık alandaki kişinin, gün içerisinde yaptıkları, gittiği yerler, kiminle niçin, nasıl, nerede ve ne zaman görüştüğü gibi hususları tespit etmek amacıyla sürekli denetim ve gözetim altına alınması sonucu elde edilmiş bilgileri ya da onun başkalarınca görülmesi ve bilinmesini istemeyeceği, özel yaşam alanına girdiğinde şüphe bulunmayan faaliyetleri özel hayat kavramı kapsamına dahildir; ancak, süreklilik içermeyen ve özel yaşam alanına dahil olmayan olay ve bilgiler ise bu kapsamda değerlendirilemez. Sonuç olarak, bir olay ya da bilginin, özel hayat kavramı kapsamına girip girmediği belirlenirken, sadece içinde bulunulan fiziki çevrenin özelliklerine bakılmamalı, kişinin toplum içindeki konumu, mesleği, görevi, kamuoyu tarafından tanınıp tanınmadığı, dışa yansıyan davranışları, rıza ve öngörüleri, sosyal ilişkileri, müdahalenin derecesi gibi ölçütler de göz önüne alınmalıdır. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde, katılanın sanık sıfatıyla yer aldığı ceza davasına konu yapılan olayların, niteliği itibariyle herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerdiği, tebligatın şahsa özel yapıldığı yapıldığı halde sanık tarafından açılarak okunduktan sonra, katılan yerine doğrudan diğer sanık …’e verildiği dikkate alındığında, TCK’nın 134/1-1.cümle ve maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun yasal unsurlarının oluştuğu anlaşılmakla, sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, yazılı şekilde beraat hükmü kurulması Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 29/06/2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.