12. Hukuk Dairesi 2022/10051 E. , 2022/9918 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: Alacaklı tarafından bonolara dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile başlatılan icra takibinde borçluların icra mahkemesine başvurularında, alacaklının yetkili hamil olmadığını ileri sürerek takibin iptalini talep ettikleri, İlk Derece Mahkemesince şikayetin reddine karar verildiği, borçlular tarafından bu karara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına ve yerine; şikayetin kısmen kabul kısmen reddi ile takip konusu senetlerden üç tanesi yönünden İİK’nun 170/a maddesi gereğince takibin iptaline, diğer senetler yönünden ise şikayetin reddine hükmedildiği, kararın alacaklı tarafından temyiz edildiği görülmektedir. İİK’nun 58. maddesinin 3. fıkrasında; alacağın veya istenen teminatın Türk parasıyla tutarının ve faizli alacaklarda faizin miktarı ile işlemeye başladığı günün, alacak veya teminat yabancı para ise alacağın hangi tarihteki kur üzerinden talep edildiğinin ve faizinin, takip talebinde belirtilmesi gerektiği, yine aynı Kanunun 60. maddesinin birinci fıkrasının birinci bendinde ise; alacaklının veya vekilinin banka hesap numarası hariç olmak üzere, 58. maddeye göre takip talebine yazılması lazım gelen kayıtların ödeme emrinde bulunması gerektiği belirtilmektedir. Buna göre; alacaklı, yabancı para alacağının TL karşılığını, takip talebinde göstermek zorunda olup, buna bağlı olarak bu zorunluluğun ödeme emrinde de yerine getirilmesi gerekmektedir. Anılan noksanlık kamu düzeni ile ilgili ve devletin hükümranlık haklarına ilişkin olması nedeniyle takibin her safhasında re’sen göz önünde tutulmalıdır (HGK’nun 12.05.1999 tarih 99/12-271 E, 99/301 K. sayılı kararı). Somut olayda, hem takip talebinde hem de ödeme emrinde, toplam 161.217,20 Euro ve 1.532,75 TL alacağın tahsili istenmekle birlikte yabancı para alacağının TL karşılığı gösterilmediği gibi, harca esas değerinin de Türk Lirası olarak yazılı olmadığı anlaşılmaktadır. O halde Bölge Adliye Mahkemesince, her ne kadar kararı alacaklı temyiz etmiş ise de, HGK’nun 06.10.2004 tarih ve 2004/1-433 esas sayılı kararında da benimsendiği üzere kamu düzenine aykırılıkta aleyhe bozma ilkesi nazara alınamayacağından, kararın alacaklı tarafından temyiz edilmiş olması sonuca etkili olmayıp, kamu düzeni ile ilgili olan İİK’nun 58. maddesi gözetilmek suretiyle, şikayete konu takip talebi ve ödeme emrinde 161.217,20 Euro yabancı para alacağının harca esas değer olarak Türk Lirası karşılığı gösterilmediğinden bu alacak kalemi yönünden takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ :Alacaklının temyiz itirazlarının reddi ile, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi’nin 06.7.2022 tarih ve 2022/1837 E. – 2022/2412 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca re’sen BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 06/10/2022 gününde oy birliğiyle karar verildi.
İCRA İFLAS HUKUKU
12. Hukuk Dairesi 2020/3556 E. , 2020/10917 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Alacaklı banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan ilamlı takipte, borçlunun icra mahkemesine başvurusunda; sair şikayetlerinin yanında hesap kat ihtarının usulsüz tebliğ edildiği ileri sürülerek icra emrinin ve takibin iptalinin talep edildiği, ilk derece mahkemesince, hesap kat ihtarının borçluya tebliğ edildiği, tebliğ evrakını almaktan imtina etmesi nedeniyle muhtara tebliğ edildiği ve borçlunun süresi içerisinde ihtarnameye itiraz etmediği gerekçesi ile şikayetin reddine karar verildiği, borçlu tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, hesap kat ihtarının usulüne uygun olarak tebliğ edildiği gerekçesi ile borçlunun istinaf başvurusunun HMK’nun 353/1-b(1) maddesi uyarınca esastan reddine karar verildiği görülmüştür. Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 150/ı maddesinde; “Borçlu cari hesap veya kısa, orta, uzun vadeli kredi şeklinde işleyen nakdi veya gayrinakdi bir krediyi kullandıran tarafın ibraz ettiği ipotek akit tablosu, kayıtsız ve şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva etmese dahi, krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafa ait cari hesabın kesilmesine veya kısa, orta, uzun vadeli kredi hesabının muaccel kılınmasına ilişkin hesap özetinin veya gayrinakdi kredinin ödenmiş olması nedeniyle tazmin talebinin veya borcun ödenmesine ilişkin ihtarın noter aracılığıyla krediyi kullanan tarafa, kredi sözleşmesinde yazılı ya da ipotek akit tablosunda belirtilen adrese gönderilmek suretiyle tebliğ edildiğini veya 68/b maddesi gereğince tebliğ edilmiş sayıldığını gösteren noterden tasdikli bir sureti icra müdürüne ibraz ederse, icra müdürü 149. madde uyarınca işlem yapar” hükmüne yer verilmiştir. İİK’nun 149. maddesi; “icra müdürü ibraz edilen akit tablosunun kayıtsız şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva ettiği ve alacağın muaccel olduğunu anlarsa borçluya ve taşınmaz üçüncü bir şahıs tarafından rehnedilmiş veya taşınmazın mülkiyeti üçüncü şahsa geçmişse ayrıca bunlara birer icra emri gönderir” hükmünü düzenlemektedir. Yöntemine uygun hesap kat ihtarı tebliğ edilmediği iddiasının sübutu halinde borçlu hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra emri göndermek suretiyle takip yapılması mümkün değildir. 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. maddesine göre, hükmi şahıslara tebligat selahiyetli mümessillerine, bunlar birden fazla ise yalnız birine yapılır. Aynı Kanunun 13. maddesine göre de, tebliğ yapılacak bu kişiler, herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde, tebliğ orada hazır bulunan memur ve müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat Yönetmeliğinin 21. maddesinde de, tüzel kişi adına, tebligatı kabul edecek kişi herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde bulunmadığı veya o sırada evrakı bizzat alamayacak durumda olduğu takdirde tebliğin, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tüzel kişinin yetkilisinden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle vazifelendirilmiş biri olması lazım geldiği, bunların da bulunmadığı tebliğ mazbatasında tespit edilmek şartıyla, o yerdeki diğer memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı hüküm altına alınmıştır. Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesinde ise; “Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir ve memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde, tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır ” hükmü yer almaktadır. Madde metni, iki hali birlikte düzenlemiştir. Bunlardan ilki “adreste bulunmama”, diğeri ise “tebellüğden imtina”dır. Muhatap ya da kendilerine tebligat yapılabilecek kişilerin tebellüğden kaçınması halinde tebliğ memurunun yapması gereken işlemleri düzenleyen Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in 31. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine göre ise; “…tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti veya meclisi üyesinden birine ya da kolluk amir veya memuruna imza karşılığında teslim eder. Tebliğ memuru, ek-1’de yer alan (2) numaralı örneğe uygun olarak düzenlenen ihbarnameyi gösterilen adresteki kapıya yapıştırır.” Somut olayda, borçlu …. Ltd. Şti.’ye çıkarılan hesap kat ihtarının “yetkili … Çimen imzadan imtina ettiği için ilgili evrak ilgili mahalle muhtarına tebliğ edildi” şerhi ile tebliğ edildiği görülmektedir. Bu durumda, kendisine tebliğ evrakı teslim edilen muhtarın adresini ihtiva eden ve muhatabın tebligatı muhtardan alabileceğini bildiren ihbarnamenin borçlunun kapısına yapıştırılmadığı tebliğ mazbatasındaki açıklamadan anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, anılan hesap kat ihtarı tebliğinin Tebligat Kanunu’nun 21/1. ve Tebligat Yönetmeliği’nin 31. maddelerinde öngörülen usule aykırı olduğu açıktır. O halde, üst sınır ipoteğine dayalı olarak yapılan takipte, borçluya hesap kat ihtarının usulüne uygun tebliğ edilmediği ve bu nedenle icra emrinin iptali gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlunun temyiz isteminin kısmen kabulü ile yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nin 13.02.2020 tarih ve 2020/245 E. – 2020/276 K. sayılı kararının (KALDIRILMASINA), … 3. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 21.11.2019 tarih ve 2019/646 E. – 2019/800 K. sayılı kararının (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 16/12/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
17. Hukuk Dairesi 2016/1954 E. , 2016/2119 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :……….Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki nam-ı müstear şeklinde yapılan işlemin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı mahkemenin yetkisizliğine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü: -K A R A R- Davacı vekili, dava dışı borçlu N..i Y.elen aleyhine takip başlatıldığını, borçlunun alacağı karşılayacak mal varlığı bulunmadığı anılan şahsın 25.12.2014 tarihinde öldüğünü ve mirascılarının mirası red ettiğini, ancak dava konusu 5 adet aracın borçlunun ölmeden önce kendi namına ancak davalı eşi …… adına alındığını araç alım işlemlerinin iptali ile davacıya cebri icra yetkisi verilmesini talip etmiştir. Davalı vekili, süresinde verdiği cevap dilekçeleri ile yetkili mahkemenin ……. Asliye Hukuk mahkemesi olduğunu belirterek yetki itirazında bulunmuşlardır. Mahkemece, davalının ….. de ikamet ettiğinden yetkili mahkemenin ….. Asliye Hukuk mahkemesinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı vermiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1.Dava, nam-ı müstear olarak yapılan satış işleminin iptali istemine ilişkindir. Nam-ı müstear, adını herhangi bir nedenle gizli tutmak isteyen bir kişinin, sözleşmeyi kendi hesabına, başka bir kişiye yaptırmasıdır. Bu tür davalar davacı yönünden sadece alacağın tahsili imkanı sağlayan ayni değil şahsi hak oluşturan dava niteliğinde olduğundan, HMK’nin 6.maddesindeki genel yetki kuralı gereği davalıların ikametgahları mahkemesi yetkilidir. Bu yetki kamu düzenine ilişkin olmayıp ancak tarafların yasal sürede ve geçerli bir itiraz olduğu durumlarda mahkemece dikkate alınmalıdır (HMK’nun19/2). Somut olayda, dosya içeriğinden davalı …’in ikametgah adresi, mernis adresi ve dava dilekçesnin tebliğ edildiği adres ……. da bulunmakta olup süresinde yaptığı yetki itirazı ile yetkili mahkemenin…… Mahkemeleri olduğunu belirtmiştir. Öte yandan taraf teşekkili, yetki itirazından sonra değerlendirmeye alınması gerektiği gibi HMK’nin 60.maddesi gereğince taraflardan birinin diğerinin yokluğunda yaptığı itiraz da geçerlidir. Bu halde mahkemece, …… Asliye Hukuk Mahkemesinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı vermesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır.Öte yandan taraf teşekkili yetki itirazından sonra değerlendirmeye alınması gerekir. Yetkisizlik kararı verildiği hallerde HMK’nin 331/2 maddesine göre yetkisizlik kararı üzerine yargılamaya diğer mahkemede devam edilirse o mahkeme de hükmedilir. Yargılamaya değer mahkemede devam edilmemiş ise talep halinde yargılama giderine ilk mahkemede hükmedilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmeside isabetsizdir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 23/02/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi. 17. Hukuk Dairesi 2015/18263 E. , 2018/4788 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı … vekili ve davalı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, -K A R A R- Davacı vekili borçlular aleyhine …İcra Müdürlüğü’nün 2009/6569 sayılı ve …İcra Müdürlüğü’nün 2011/5318 sayılı takip dosyası ile başlattıkları takibin kesinleştiğini, borçlu … üzerine kayıtlı hiçbir menkul-gayrimenkul bulunmadığını, malvarlığının davalı …’ün ve …’ün tasarrufuna geçirildiğini, davalı Serap ve … hakkında alacaklı zararına mal kaçırma eylemlerinden dolayı …İcra Ceza Mahkemesi’nin … Esas sayılı dosyası ile açılan ceza davasının derdest olduğunu,… ili, … 5 nolu bağımsız bölüm taşınmazın borçlu davalı Buket’in teyzesi … lehine yapılan satış akdinden kaynaklanan muvazaalı tasarrufun İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince müvekkili lehine iptaline ve İİK’nun 283.maddesi gereğince cebri satış yolu ile satış yetkisi tanınmasına, yargılama giderlerinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini vekaleten talep ve dava etmiştir. Davalı Serap cevap dilekçesinde davanın reddini talep etmiştir. Davalı … vekili cevap dilekçesinde müvekkili tarafından davalı Serap’a devrin söz konusu olmadığını, taşınmazın bizzat Serap tarafından satın alındığını, taraflar arasında kira sözleşmesi olduğunu, kira bedelinin davalı Serap’ın Akbank … Şubesi’ndeki hesabına toplu ve dönemsel olarak yatırılmakta olduğunu, diğer davalı …’ün, amcası olan davacı tarafından zor durumda bırakılan davalıya (yeğenine) elindeki imkanla yardımcı olduğunu, beyan ederek haksız ve dayanaksız davanın süresinde açılmadığını, bu nedenle zamanaşımı itirazında bulunduklarını beyanla davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre davanın kabulüne karar verilmiş hüküm davalı … vekili ve davalı… vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı … vekilinin ve davalı … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine, karar vermek gerekmiştir. 2-Dava İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan nam-ı müstear niteliğindeki tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Nam-ı Müstear, adını herhangi bir nedenle gizli tutmak isteyen kişinin, sözleşmeyi kendi hesabına, başka bir kişiye yaptırmasıdır. Bu tür işlemlerin İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı olarak iptali istenilerek davacı alacaklının alacağına kavuşması sağlanır. İşlemin nam-ı müstear olarak gerçekleştiğini ispat külfeti davacıya aittir. Somut olayda mahkemece dava konusu taşınmazın gerçekte davalı borçlu Buket tarafından satın alındığı, davalı borçlu Buket’in teyzesi olan diğer davalı …’ün Buket’in söz konusu durumundan haberdar olduğu halde taşınmazın devir işleminin Serap adına yapıldığı, taşınmazın devir tarihinden itibaren ve halen davalı borçlu Serap’ın tasarrufunda olduğu, davalı Serap tarafından kira bedelinin ödemesi delili olarak ibraz ettiği Akbank … Şubesi’ne ait dekontlar ile davalı borçlu Buket tarafından davalı Serap hesabına yatırılan bedellerin kira bedeli değil, söz konusu taraflar arasındaki işlemi gizleme amacına yönelik yatırılan bedeller olduğu, bu itibarla söz konusu taşınmazın davalı Serap adına tescilinin alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik ve muvazaalı olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş ise de verilen karar dosya içeriğine uygun düşmemektedir. Davacı davalılardan Buket hakkında icra takibi yaptığını, borcunu karşılayacak haczi kabil malının bulunmadığını ancak yapılan icra takibini boşa çıkarmak başka bir anlatımla mal varlığını elinden çıkarıp alacaklılarından mal kaçırmak amacı ile kendisi tarafından satın alınan taşınmazın davalı borçlunun kızkardeşi Serap adına tescil ettirdiğini ileri sürerek yapılan bu işlemin iptali ile alacağını teminat altına almak istemektedir. Davacı tarafından davalı borçlu ve dava dışı şahıslar aleyhine alacaklıyı zarara uğratmak kasdı ile mevcudunu eksiltmek suçu sebebi ile … İcra Ceza Mahkemesi’nin 2011/816 sayılı dosyasında açılan ceza davasında, dava konusu gayrımenkulün davalı Buket tarafından satın alındığına ya da parasının davalı borçlu tarafından ödendiğine dair herhangi bir delil bulunmaması gerekçesiyle beraatine karar verilmesine, davalı borçlunun kira bedeli adı altında Akbank … Şubesine para yatırmasının taşınmaz bedelinin borçlu tarafından ödendiğinin ve üçüncü kişi adına tescil edildiğinin (nam-ı müstear) davacı tarafından somut deliller ile ispat edilmemesine göre davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan sebeplerle davalı … vekilinin ve davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine (2) nolu bentte açıklanan sebeplerle davalı … vekili ve davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 09.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARI ESAS NO : 2021/1 KARAR NO : 2022/3 KARAR TARİHİ : 03.06.2022 ÖZET: İcra takibine maruz kalan borçlu, vekil marifetiyle takibe itiraz ettiğinde, itiraz üzerine duran icra takibinin devamını sağlamak için alacaklının açacağı itirazın iptali davasında dava dilekçesinin asıla tebliğ edilmesi gerekmektedir. I-GİRİŞ A. İçtihatları Birleştirme Başvurusu 04.12.2019 havale tarihli dilekçe ile; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, Yargıtay 11 Hukuk Dairesi, Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesi, Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi ve Yargıtay (Kapatılan) 22. Hukuk Dairesi kararlarında icra takibine maruz kalan borçlu, vekil marifetiyle takibe itiraz etmiş olduğunda, itiraz üzerine duran icra takibine devam edebilmek için alacaklının açtığı itirazın iptali davası bakımından, itirazın iptali dava dilekçesinin vekile mi yoksa asıla mı tebliğ edilmesi gerektiği konusunda görüş aykırılığı bulunduğu belirtilerek içtihatların birleştirilmesine karar verilmesi talep edilmiştir. 24.12.2020 havale tarihli dilekçe ile; Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin kendi kararları ve diğer daire kararları arasında, Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin kararlarında alacaklı tarafından icra takibi yapılması durumunda, yasal süresi içerisinde borçlunun vekili aracılığı ile icra dairesi nezdinde ödeme emrine itiraz etmesi durumunda, alacaklı tarafından açılacak itirazın iptali davasının dava dilekçesinin, icra dosyasında ödeme emrine itiraz eden borçlunun vekiline mi yoksa borçlu asıla mı gönderilmesi gerektiği. konusunda farklılıklar bulunduğu belirtilerek Yargıtay Hukuk Daireleri arasındaki içtihat aykırılığının giderilmesi talep edilmiştir.
12. Hukuk Dairesi 2022/9143 E. , 2022/9318 K. “İçtihat Metni” … Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulu’nun 18/07/2022 tarih ve 2022/4 Uyuşmazlık Esas – 2022/4 Uyuşmazlık Karar sayılı başvurusunda; … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi ile … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin benzer olayda verdikleri kesin nitelikteki kararları arasında uyuşmazlık bulunduğundan bahisle bu uyuşmazlığın 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un “Başkanlar Kurulunun Görevleri” başlıklı 35/1-3 maddesi kapsamında giderilmesinin talep edildiği anlaşılmıştır. … Bölge Adliye Mahkemesi 4 . Hukuk Dairesi’nin 2022/611 E. – 2022/1297 K. sayılı dosyasının incelenmesinde; 20/08/2020 tarihli arabuluculuk tutanağına icra edilebilirlik şerhi verilmesinin talep edildiği, ilk derece mahkemesince anlaşmanın içeriğinin arabuluculuğa ve cebri icraya elverişli olduğu gerekçesiyle uzlaşma belgesine icra edilebilirlik şerhinin verilmesine karar verildiği, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusu sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince; istinaf başvurusunun esastan reddine, “kesin” olarak karar verildiği görülmüştür. Aynı belgeye ilişkin olarak, … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin 2022/438 Esas – 2022/567 K. sayılı dosyasının incelenmesinde; İcra edilebilirlik şerhi verilen 20/08/2020 tarihli arabuluculuk tutanağına dayanılarak yapılan takibin iptali istemiyle şikayette bulunulduğu, ilk derece mahkemesince arabuluculuk tutanağının eda hükmü içermediğinden ilamlı takibe konu edilemeyeceği gerekçesiyle takibin iptaline karar verildiği, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusu sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince; ilk derece mahkemesi kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir aykırılığın bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar verildiği anlaşılmıştır. Bahsi geçen Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerinin kesin kararları arasındaki uyuşmazlık, icra edilebilirlik şerhi taşıyan 20/08/2020 tarihli arabuluculuk tutanağının ilamlı takibe konu edilip edilemeyeceğine ilişkindir. Alacaklının, ilamlı icra takibi yapabilmesi için, elinde bir mahkeme ilamı veya kanunların mahkeme ilamı niteliğinde saydığı bir belgenin bulunması gerekir. Mahkeme kararının taraflardan her birine verilen hüküm nüshasına ilam denir. “İlamın icra edilebilmesi için yargılamaya son vermesi ve uyuşmazlığı esastan çözümlemesi yeterli değildir. Ayrıca, onun cebri icraya elverişli bir nitelik taşıması gerekir. İlamın cebri icraya elverişli bir nitelik kazanabilmesi ise, onun ‘verme’, ‘yapma’ ya da ‘yapmama’ şeklinde belirtilen bir eda emrini içermesine bağlıdır… Buna karşılık, bir eda emrini içermeyip, sadece bir hukuki ilişkinin varlığını ya da yokluğunu tespit eden ilamlarla, yeni bir hukuki durum yaratan veya var olan bir hukuki durumu ortadan kaldıran ya da onu değiştiren ilamlar, nitelik itibariyle cebri icraya elverişli değildirler…” (TANRIVERDİ, S. İlamlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, 1996, s: 43) Ayrıca belirtelim ki; edaya ilişkin ilamın icra edilebilecek kısmı ‘hüküm fıkrası’dır. Bunun dışındaki kısımlar –örneğin gerekçede belirtilen kısımlar icra edilemezler. İcra dairesi de ilamların hüküm bölümünü aynen infazla görevlidir. Ne icra dairesi ve ne de icra mahkemesi, hükümde yer almayan bir hususta yorum yoluyla sonuca gidemez. İlamdan başka açık kanun hükümleriyle bazı belgeler ilam niteliğinde kabul edilmiştir. İlam niteliğindeki bu belgeler, İcra ve İflas Kanunu’nun 38 inci maddesinde veya özel kanunlarda belirtilmiştir. Bu nedenle ilam niteliğinde belgelerin tespit edilebilmesi için yalnızca İcra ve İflas Kanununa bakmak yeterli olmaz. İcra ve İflas Kanunu dışında özel kanunlarda da ilam niteliğinde belgelerin sayılması ilamlı icranın kapsamının genişlemesine yol açmıştır. Gerek İcra ve İflas Kanunu’nda belirtilsin gerekse de özel kanunlarda belirtilsin, ilam niteliğinde olan bu belgeler ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabidir. Özel kanunlarda belirtilen ilam niteliğinde belgelerden biri de Hukuki Uyuşmazlıklarda Arabuluculuk Kanunu’nun 18/2. maddesi gereğince icra edilebilirlik şerhi içeren anlaşma belgesidir. Bir başka deyişle söz konusu belgenin ilam niteliğinde belge sayılmasının koşulu icra edilebilirlik şerhi verilmesidir. Pek tabidir ki; bu durum bahsi geçen şerhi içeren belgenin her koşulda ilamlı takibe konu edileceği anlamına gelmez. Bir başka ifadeyle, ilamlı takibe konu edilmesi halinde yapılacak şikayet üzerine takibin iptaline karar verilemeyeceği sonucuna varılamaz.Zira her mahkeme ilamı da ilamlı takibe konu edilememektedir. Örneğin; eda hükmü içermemesi halinde mahkeme ilamı da ilamlı icra takibine konu edilemez. Yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında; somut olayda takibe konu edilen icra edilebilirlik şerhi içeren 20/08/2020 tarihli anlaşma belgesinin 4. maddesinde yer alan “Yüklenici dükkanların iskanını … bu sözleşmenin imzalandığı tarihten itibaren 3 AY SÜRE içerisinde alacaktır. Arsa sahibinin iki adet bağımsız bölüm … yeri bulunmakta olup bu süre sonunda iskan alınmaması halinde bağımsız bölüm işyeri başına aylık 2.000,00-TL. Ödeyecektir. …” şeklindeki hüküm incelendiğinde; alacağın şarta bağlandığı, eda hükmü içermediği anlaşılmıştır. Bu durumda, bahsi geçen icra edilebilirlik şerhi içeren arabuluculuk anlaşma belgesinde; alacağın şarta bağlanması, eda hükmü içermemesi nedeniyle söz konusu belgenin ilamlı takibe konu edilemeyeceği açık olup … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi ile … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin kesin kararları arasındaki uyuşmazlığın bu şekilde giderilmesine karar vermek gerekmiştir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle “icra edilebilirlik şerhi içeren 20/08/2020 tarihli arabuluculuk anlaşma belgesinde; alacağın şarta bağlanması, eda hükmü içermemesi nedeniyle söz konusu belgenin ilamlı takibe konu edilemeyeceği” nin kabulü ile … Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi ile … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin kesin kararları arasındaki uyuşmazlığın bu şekilde giderilmesine, oy birliği ile kesin olarak 26/09/2022 tarihinde karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2016/31754 E. , 2018/3908 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı … ve temlik alacaklısı … tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: 1-Alacaklı …’ün duruşma isteminin incelenmesinde; İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının murafaalı olarak yapılmasına HUMK.nun 438. ve İİK.’nun 366. maddeleri hükümleri müsait bulunmadığından bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi: 2-Alacaklı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte, örnek 10 ödeme emrinin borçlular vekiline 22.01.2015 tarihinde tebliğ edildiği, borçlular vekilinin 17.03.2016 tarihinde icra müdürlüğüne başvurarak … Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği’nde düzenlenen 05.10.2015 tarihli raporda senedin rakamla belirtilen Türk Lirası hanesinde yazılı bulunan 972.000 ibaresi altında 1.500 ibaresinin yazılı olduğu, 1.500 ibaresinin silinmesini müteakiben farklı bir cins mürekkepli kalemle 972.000 ibaresinin yazıldığı, senedin metin içerisinde yazıyla belirtilen değer hanesinde bulunan dokuzyüzyetmişikibin ibaresinin altında binbeşyüz ibaresinin yazılı olduğu, binbeşyüz ibaresinin silinmesini müteakiben, farklı bir cins mürekkepli kalemle dokuzyüzyetmişikin ibaresinin yazılması suretiyle tahrifat yapıldığı tespit edildiğinden takibin 1.500 TL üzerinden devamına, bu nedenle oluşan taşkın haczilerin kaldırılmasına karar verilmesini talep ettiği, bu talebin müdürlüğün 18.03.2016 tarihli kararı ile reddedilmesi üzerine, borçlular vekilinin icra mahkemesinden müdürlük kararının kaldırılmasını istediği, mahkemece HMK 209. maddesi gereğince şikayetin kabulüne, icra müdürlüğünün 18.03.2016 tarihli kararının iptaline, icra takibinin takip tarihi itibariyle 1.500 TL ana para ve ana paraya senedin vade tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte devamına, bu bedel dışında konmuş olan taşkın hacizlerin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İcra ve iflas hukuku, icra ve iflas takiplerinin usul hukuku niteliğindedir. Bu hukuk dalının amacı, bir yandan takip alacaklısının alacağına kavuşması için borçlu veya üçüncü kişilerin çıkarabilecekleri zorlukları ortadan kaldırmak, diğer yandan kötüniyetli takiplere karşı takip borçlusunun kendisini korumasını sağlayacak hukuki çareler bulmak, bu arada takipten etkilenen üçüncü kişilerin menfaatlerini korumak, takip işlemlerinin yapılması sırasında insan hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmesini önlemektir. İcra iflas hukukunun en önemli kaynağı İcra ve İflas Kanunu olup, bu Kanun, icra ve iflas takibinden, tahsile kadar uygulanması gereken usul hükümlerini düzenlemektedir. Kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile yapılan takipte, takibe konu kambiyo senedi altındaki imzaya itiraz, İİK’nun 170. maddesinde özel olarak düzenlendiğinden, imza inkarı nedenine dayalı sahtelik iddiası hakkında, sonraki genel kanun olan HMK’nun 209. maddesi uygulanamaz. İmza itirazı, İİK’nun 170/1. maddesi uyarınca satıştan başka icra takip muamelelerini durdurmaz. Ancak icra mahkemesi itirazla ilgili kararına kadar takibin geçici olarak durdurulmasına karar verebilir (İİK m. 170/2). Öte yandan sahtelik iddiasının imza itirazı dışındaki bir nedene (yazıda sahtelik) dayanması halinde Dairemiz, İcra ve İflas Kanunu’nda bir düzenleme bulunmadığından HMK’nun 209. maddesinin uygulanması gerektiği görüşünde iken, daha sonra içtihat değişikliğine gidilerek, senet üzerinde bulunan yazıdaki sahtelik iddiasının borca itiraz niteliğinde olup, bu konunun da İİK’nın 169/a maddesinde düzenlenmiş olması nedeniyle, HMK’nun 209. maddesinin bu yönden de uygulama yerinin olmadığı görüşü benimsenmiştir. İcra mahkemesi, önüne gelen itiraz ve şikayetleri, İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenen özel usul kurallarını uygulayarak takip hukuku bakımından kesin hükme bağladığından, anılan mahkemenin kararları kural olarak maddi anlamda kesin hüküm niteliği taşımaz. Bu nedenle borca veya imzaya itirazın incelenmesi sırasında sahtelik iddiasına dayalı olarak genel mahkemelerde açılan davaları bekletici mesele yapamayacağı gibi takibin durdurulmasına da karar veremez. Sadece İİK’nun 169/a-2. maddesi uyarınca itirazın esası hakkındaki kararına kadar icra takibinin muvakkaten durdurulmasına karar verebilir. İcra mahkemesince takibe konu alacakla ilgili bir karar verilmiş olması, aynı alacak hakkında genel mahkemelerde dava açılmasına engel oluşturmaz. Borçlunun sahtelik nedenine dayalı olarak açtığı menfi tespit davası, İİK’nun 72. maddesi kapsamında bir dava olup, anılan maddedeki usule göre mahkemeden alınacak ihtiyati tedbir kararı ile icra takibi durdurulabilir. Sahtelik nedeniyle açılan menfi tespit davası gibi, cumhuriyet savcılığına aynı nedenle yapılan şikayet ve ceza mahkemesinde açılan dava da kendiliğinden icra takibini durdurmaz ve bekletici mesele yapılamaz. Ancak cumhuriyet savcılığı veya ceza mahkemesince tedbir kararı verilirse icra takibi durdurulabilir. Yukarıda açıklanan ilke ve kurallar ışığında, takibin kesinleşmesi öncesi veya sonrasında takibe konu senedin sahteliğinin iddia edilmesi, HMK’nun 209. maddesi uyarınca takibin durdurulması sonucunu doğurmaz. Anılan hüküm, genel mahkemelerde açılan davalarla ilgili olarak senedin hiçbir işleme esas alınamayacağını, başka bir anlatımla delil olarak kullanılamayacağını öngörmekte olup, icra takibine etkisi yoktur. Somut olayda, borçluların ödeme emri tebliği üzerine yasal sürede icra mahkemesine takibe konu bonoda tahrifat yapıldığına ilişkin bir başvurusu bulunmadığı gibi borçluların bu iddiası İİK’nun 169/a maddesindeki borca itiraz niteliğinde olup ödeme emrinin tebliğinden itibaren süresi içerisinde icra mahkemesine bu yönde yapılmış bir başvuru olması halinde icra mahkemesince incelenmesi mümkündür. Öte yandan, Didim Cumhuriyet Başsavcılığı’nca verilmiş takiplerin durdurulmasına yönelik tedbir kararı mevcut olmadığı icra takip dosyası içeriği ile sabittir. Bu durumda, mahkemece, itirazın reddine karar verilmesi gerekirken, HMK’nun 209. maddesi uyarınca icra takibinin durdurulması yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Alacaklı … ve temlik alacaklısı …’un temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.04.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2021/1962 E. , 2021/6556 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; İİK’nun 170/3. maddesi uyarınca icra mahkemesi, 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapacağı inceleme sonucunda inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse, itirazın kabulüne karar verir. İtirazın kabulü kararı ile takip durur. Aynı maddenin 4. fıkrasında ise; icra mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi halinde, senedi takibe koymada kötüniyeti veya ağır kusuru bulunduğu takdirde alacaklının takip konusu alacağın % 20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla sorumlu tutulacağı ve alacağın % 10’u oranında para cezasına mahkum edileceği hususu düzenlenmiştir. Somut olayda, imzaya itiraz üzerine,… İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2018/224 E. sayılı dosyasında alınan Adli Tıp Kurumu’nca düzenlenen 05.08.2019 tarihli raporda “… söz konusu imzaların davacıların eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediği ”, icra mahkemesince itirazlar üzerine dosya Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği’ ne gönderilmiş, 15.10.2019 tarihli raporda ise, “ imzaların davacıların eli ürünü olup olmadığı hususunda müspet ya da menfi bir kanaat bildirmek mümkün olamamıştır ” şeklinde rapor düzenlendiği; mahkemece bu raporlar esas alınarak imzaya itirazın reddi ile borçlular aleyhine tazminat ve para cezasına mahkum edilmesine karar verildiği, kararın Bölge Adliye Mahkemesi’ ne gönderilmesi üzerine borçluların istinaf başvurusu kabul edilerek, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak imzaya itirazın kabulü ile takibin durmasına ve alacaklının tazminat ile para cezasına mahkum edilmesine karar verildiği görülmektedir. Toplanan delillere ve alacaklının yeniden bilirkişi raporu alınmasını talep etmemesine göre, borçlunun imzaya itirazının kabulüne karar verilmesi yerindedir. Ancak, mahkemece hükme esas alınan raporlarda imzaların borçluya aidiyeti kesin olarak tespit edilemediğinden ve dolayısıyla alacaklının senedi takibe koymada kötüniyetli veya ağır kusurlu olduğu kesin olarak kanıtlanamadığından, tazminat ve para cezası ile sorumlu tutulması isabetsiz olup, kararın belirtilen nedenle bozulması gerekir ise de, anılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını zorunlu kılmadığından kararın düzeltilerek onanması gerekmiştir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile … Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’ nin 17/12/2020 tarih ve 2020/446 E. – 2020/2600 k. sayılı kararının hüküm bölümünün tazminata ve para cezasına ilişkin (1) nolu bendinde yer alan “-takibe konu asıl alacağın %20′ si oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsili ile davacılara verilmesine, -takibe konu asıl alacağın %10′ u oranında para cezasının davalıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına” kısmının silinerek karar metninden tamamen çıkarılmasına, kararın düzeltilmiş bu şekliyle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 370/2.maddeleri uyarınca ONANMASINA, karar düzeltilerek onandığından harç alınmasına yer olmadığına, 16/06/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/2804 E. , 2021/1281 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 13.10.2015 tarih ve 2011/111 E. – 2015/351 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davalı … vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacı tarafından verilen senet üzerinde tahrifat yapan davalıların, davacı aleyhine İstanbul 14. İcra Müdürlüğü’nün 2006/4837 esas sayılı dosyası ile başlattıkları icra takibinde, gerek maaş haczi sebebiyle gerekse davacıdan haricen olmak üzere senet borcundan fazla tahsilat yaptıklarını, bu takibe karşı İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/307 esas sayılı dosyası ile açılan dava sonucunda davacının lehine kurulan hükme istinaden icra müdürlüğünce çok cüz’i bir miktarının iade edildiğini, davalıların sebepsiz zenginleştiklerini, davacının arabasının haczedilerek bağlandığını, bağlı kalan araç için park ücreti ödemek zorunda kaldığını, evinde haciz işlemleri yapıldığını ileri sürerek, 10.000,-TL manevi tazminat ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 7.500,-TL olmak üzere davacının maaşından fazladan kesilen miktarların, kesildiği tarihlerden itibaren ayrı ayrı hesaplanacak yasal faiz ile davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … vekili, davalının, İstanbul 14. İcra Müdürlüğü’nün 2006/4837 esas sayılı dosyasına dayanak yapılan bonoyu, diğer davalı …’dan alacağına karşılık ciro ile aldığını, davacıdan borcun bir kısmının haricen tahsil edildiğini, tahsilatın icra dosyasına bildirilerek harçların yatırıldığını, davacı borçlunun maaşının 1/4’ünün haczedilerek dosyaya yatırıldığını, tedbir kararı olmadığı halde icra dosyasındaki paranın davalı tarafından çekilmediğini, davacının, muhtıra çıkartıp, icra dosyasına ödenmesini isteyebileceği fazla ödemeler için 1 yıllık süre geçtikten sonra açtığı davanın süresinde olmadığını, manevi tazminatın hukuki dayanağı bulunmadığını, davacının 2.600,- USD borcu bulunduğunun kesin olduğunu, borcunu zamanında ödememesi nedeniyle icra takibi başlatıldığını, takip nedeniyle davacının mağduriyetinin nedeninin yine davacı olduğunu, davalının, davacı ile diğer davalı arasındaki ilişkiyi bilebilecek durumda olmadığını belirterek, davanın reddini istemiştir. Davalı … 21.06.2013 tarihinde vefat ettiğinden yasal mirasçılarına dava dilekçesi tebliğ edilmiş, … mirasçıları davaya cevap vermemiştir. Mahkemece, yapılan yargılama, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacı borçlu aleyhine, İstanbul 14. İcra Müdürlüğü’nün 2006/4837 esas sayılı dosyası ile davalı alacaklı tarafından başlatılan icra takibine konu alacak nedeniyle, 4.980 TL haricen ve 13.940,50 TL icra dosyasından maaş haczi sebebiyle yapılan kesinti olmak üzere, davacıdan toplam 18.920,50 TL’nin tahsil edildiği, İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/307 esas sayılı dosyasından verilen ve kesinleşen karar ile, takibe konulan senet bedelinin 2.600,- USD olarak kabulü ile davacı borçlunun bu senet için 2.600.-USD asıl alacak ve 243,44,- USD faizi için borçlu olduğunun tespit edildiği, söz konusu icra takibine konu alacakla ilgili davacı borçludan toplam 14.063,10 TL fazladan tahsilat yapıldığı, fazladan tahsil edilen tutarın 8.239,00 TL’lık kısmının 12.04.2010 tarihinde davacı borçluya iade edildiği, bu miktarın icra dosyasına alındığı tarihlerden, davacı borçluya iade edildiği, 12.04.2010 tarihine kadar işlemiş yıllık % 9 yasal faizi toplamının 1.160.75 TL olduğu, icra dosyasında fazladan tahsil edilmiş ve davalı alacaklıya ödenmekle halen uhdesinde bulunan brüt 5.824,10 TL’nın icra dosyasına alındığı tarihlerden, 21.03.2011 dava tarihine kadar işlemiş yıllık % 9 yasal faizi toplamının 2.114,70 TL olduğu, bu durumda davacının 5.824,10 TL alacak ve 1.160,75 TL ile 2.114,70 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 9.099,55 TL’den fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydı ile taleple bağlı kalınarak 7.500 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalı …’ dan tahsiline, davacı ve davalının sosyal ekonomik durumları, bulundukları sosyal çevre, davalı alacaklının Asliye Hukuk Mahkemesindeki davaya rağmen tahsile devam etmesi birlikte değerlendirildiğinde davacının haksız icra takibi ve hacizler nedeniyle davalı …’tan manevi tazminat talep edebileceği gerekçesiyle davacının … hakkındaki manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile 3.000,-TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalı …’dan tahsiline, takibe konu senedin … tarafından takibe konulduğu, senet üzerindeki değişikliğin lehdar … tarafından yapıldığı tespit edilmediği gibi tahsilatların da … tarafından yapılması nedeniyle davalı … hakkındaki davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmiş, hüküm davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı … vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı … vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 537,06 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalı …’dan alınmasına, 16.02.2021 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Dava, davacıdan fazla tahsil edilen bedelin istirdatı ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Somut olayda, davacı, davalıların özel evrakta sahtecilik yapmak suretiyle sebepsiz zenginleştiklerini ve icra dosyası nedeniyle fazla tahsilat yapıldığını, bu durumun da maddi ve manevi açıdan yıpranmaya sebep olduğunu ileri sürerek iş bu davayı açmıştır. Davalı ise, borcuna karşılık diğer davalıdan aldığı bononun takibe konulduğunu, kendilerinin ciranta olup, mağduriyetlerinin bulunduğu ve manevi tazminatın hukuki dayanağının olmadığını savunmuştur. Davalı tarafından 31.03.2006 tarihinde icra takibi başlatılmadan önce İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nden borçlular … ve … hakkında 29.03.2006 tarihinde ihtiyati haciz isteminde bulunulmuş, mahkemece keşideciye protesto çekilmemesi nedeniyle … yönünden istemin reddine, … yönünden ise ihtiyati haciz isteminin kabulüne karar verilmiş, kararın sonrasında takip başlatılmıştır. Davacının Ulus Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapmış olduğu şikayet üzerine şüpheliler … ve … hakkında, özel evrakta sahtecilik yapmak ve kullanmak suçlarından iddianame düzenlenmiştir. 28.01.2008 tarihli iddianamede ise, davalı … hakkında bedelsiz senedi kullanmak suçundan ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim davalı ve … vekili, temyiz dilekçesinde …’ın ceza aldığını belirtmiştir. Tüm bu olgular ve deliller karşısında mahkemenin, salt haksız takip yapıldığı gerekçesiyle davalı … yönünden manevi tazminat davasının kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun onama kararına muhalifim.
4. Hukuk Dairesi 2020/48 E. , 2021/2593 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Davacı … vekili Av. … tarafından, davalı …Ş aleyhine 17.07.2013 gününde verilen dilekçe ile haksız icra takibi nedeniyle manevitazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 13.11.2014 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. -K A R A R- Davacı vekili; müvekkilinin hiçbir borcu bulunmadığı halde davalı şirket tarafından telefon faturası borcu olduğunun iddia edildiğini, müvekkilinin hattın kendisine ait olmadığına yönelik itirazına rağmen davalı şirket tarafından müvekkili aleyhine icra takibi başlatıldığını belirterek 3.000,00 TL manevitazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsili isteminde bulunmuştur. Davalı vekili; müvekkili şirketin başlattığı icra takibinin hukuki bir işlem olup davacının kişilik haklarını ihlal etmediğini, müvekkili şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, talep edilen manevitazminat miktarının fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece iddia, savunma, icra dosyası ve tüm dosya kapsamına göre davalı şirketin, hata sonucu davacı hakkında takip başlattığı ancak hatanın anlaşılmasıyla hacizden vazgeçtiği, kasıtlı olarak davacı hakkında takip başlatıp haciz talep etmediği ve bu takibinde ısrarcı olmadığı, bu nedenlerle davacının kişilik haklarının ihlale uğramadığı kanaatiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekilince vekâlet ücreti yönünden temyiz edilmiştir. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin (AAÜT) 10/1. maddesinde manevitazminat davalarında avukatlık ücretinin, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirleneceği, 3. fıkrasında ise bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücretinin, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre belirleneceği düzenlenmiştir. Şu halde mahkemece, davacının manevitazminat istemi tümden reddedildiğine göre davalı yararına AAÜT’nin 10/3. maddesi gereği maktu 1.500,00 TL vekâlet ücreti takdir edilmesi gerekirken davacı yararına 1.500,00 TL vekalet ücreti takdir edilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekirse de belirlenen bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/son maddesi gereğince kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hüküm fıkrasının 4 nolu bendinde yer alan “Davacı vekilinin sarf ettiği emek ve mesai dikkate alınarak avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 12. maddesi gereğince tayin ve takdir olunan 1.500,00 TL Avukatlık Ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya ÖDENMESİNE,” ibarelerinin çıkarılmasına yerine “Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 10/3. maddesi gereğince 1.500,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya ödenmesine,” ibarelerinin yazılmasına ve hükmün bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 08/06/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
4. Hukuk Dairesi 2019/2954 E. , 2021/5764 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki haksız icra takibi ve haksız haciz nedeniyle maddi ve manevitazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın esastan reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. -K A R A R- Davacı vekili; davalı tarafından 04/09/2012 tarihinde Elmadağ İcra Müdürlüğünün 2012/1811 esas sayılı dosyasında müvekkili ve dava dışı borçlu … aleyhine bonoya dayalı 265.078,00 TL alacak için kambiyo senetlerine mahsus icra takibi başlatıldığını, müvekkili tarafından bonodaki imzanın kendisine ait olmadığı iddiası ile açılan davanın Elmadağ İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/78 esas ve 2013/25 sayılı kararla kabulü ile takibin iptaline karar verildiğini, bu kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiğini, iptaline karar verilen takip dosyasında müvekkilinin %50 ortağı olduğu ticari minibüsün haczedilerek yediemine teslim edildiğini, takibin ve haczin haksız olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 10.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevitazminatın takip tarihinden itibaren işleyecek en yüksek banka mevduat faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı; davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, dava konusu haciz nedeniyle davacıya ait minibüsün 09/10/2012 tarihinde yediemine verildiği, 12/10/2012 tarihinde davacının borçlu olduğu başka bir icra dosyasında haczedilerek farklı bir yediemine teslim edildiği, davalı alacaklının haczinden dolayı davacıya ait aracın 3 gün yedieminde kaldığı, bu 3 günlük süre zarfında aracın hacizli kalmasından dolayı davacının zararının olduğu hususunun ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, haksız icra takibi ve haciz nedeniyle maddi ve manevitazminat talebine ilişkindir. Dosya kapsamından, davalı tarafından 04/09/2012 tarihinde Elmadağ İcra Müdürlüğünün 2012/1811 esas sayılı dosyasında davacı ve dava dışı borçlu C. aleyhine bonoya dayalı 265.078,00 TL alacak için kambiyo senetlerine mahsus icra takibi başlatıldığı, davacı tarafından bonodaki imzanın kendisine ait olmadığı iddiası ile açılan davanın Elmadağ İcra Hukuk Mahkemesinin 2012/78 esas ve 2013/25 sayılı kararla kabulü ile takibin iptaline karar verildiği, bu kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği bu anlamda davalı tarafından davacı aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine mahsus icra takibinin ve bu takip kapsamında davacının ortağı olduğu ticari minibüse konulan haczin haksız olduğu anlaşılmıştır. Somut olayda, davalı tarafından başlatılan iş bu takip kapsamında davacının ortağı olduğu ticari minibüsün 09/10/2012 ile 12/10/2012 tarihleri arasında 3 gün süre ile haksız olarak haczedilerek yediemine teslim edildiği ve bu nedenle davacının maddi zararının oluştuğu takibin iptal edilmesi nedeniyle haczin de haksız olduğu sabit olup, davacının maddi zararının karşılanması gerekmektedir. Haksız haciz nedeniyle manevitazminata hükmedilebilmesi için davalının kötüniyetinin ve ağır kusurunun varlığı gereklidir. Elmadağ İcra Müdürlüğünün 2012/1811 esas sayılı takip dosyasına konu bono incelendiğinde takibin, lehdar olan davalı alacaklı tarafından başlatılmış olması, takip dayanağı kambiyo senedinin herhangi bir ciro görmemiş olması, davalı alacaklının imzanın davacıya ait olmadığını bilecek durumda olduğu dikkate alındığında davalının takipte kötüniyetli ve ağır kusurlu olduğu ve bu anlamda manevi zarardan da sorumlu olduğu kabul edilmelidir. Şu durumda mahkemece, davacı yararına yukarıda belirtilen 3 günlük süre yönünden tespit edilecek maddi tazminat ile bir miktar manevitazminata hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 29/09/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2021/4622 E. , 2021/9932 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Borçlunun icra mahkemesine başvurusunda; takip dayanağı ilamın anonim şirket ortaklığından çıkarılma ve ortaklık pay bedelinin ödenmesine ilişkin olduğunu, bu nevi ilamların ve ferilerinin kesinleşmeden icra takibine konulamayacağını ileri sürerek takibin iptaline karar verilmesini talep ettiği, mahkemece; anonim şirketler TTK’na göre kurulmuş tüzel kişiler olduğundan verilen kararın tüzel kişi yönünden şahsın hukukuna ilişkin olduğu HMK’nun 350/2 maddesine göre kişiler hukukuna ilişkin kararlar kesinleşmeden takibe konu edilemeyeceği gerekçesiyle şikayetin kabulüne takibin iptaline karar verildiği, alacaklı tarafından ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine, bölge adliye mahkemesince, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. HMK. 367/1 maddesi gereğince, temyiz kararın icrasını durdurmaz. Yani kural olarak kararın kesinleşmemiş olması, kararın yerine getirilmesini önlemez. Bu kuralın istisnaları da yine yasalarda düzenlenmiştir. Taşınmaza ve buna ilişkin ayni haklara, aile ve şahsın hukukuna ilişkin ilamlar (HUMK.443/4 m.). Mahkûmiyete ilişkin ceza ilamlarının tazminat ve yargılama giderlerine ilişkin kısımları, (5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’un 4.maddesi), Kira tespit ilamları (12.11.1979 tarih 1979/1-3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı). Menfi tespit davasına ilişkin ilamlar ( İİK 72. madde). Yabancı Mahkeme ilamlarının tenfizi hakkındaki kararlar ( MÖHUK. 41/2 ), Sayıştay Kararları (6085 sayılı Sayıştay Kanunu 53. madde), İdare aleyhine açılan haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar (2577 sayılı İYUK28/1) kesinleşmeden takibe konu edilemezler. Takip konusu ilamın incelenmesinde Edremit 2.Asliye Ticaret Mahkemesinin 2013/57 E. 2019/631 K. ve 03/12/2019 tarihli dosyada davacının … davalının Özbeyler Sağ.Özel Hastahane Medikal İthalat İhracat Sanayi Ve Ticaret Anonim Şirketi olduğu, davacının talebinin şirketin feshi ya da tasfiyesi mümkün olmadığında ortaklıktan çıkarılma payının dağıtılması olduğu, ilamda davanın reddine, davalı lehine vekalet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedildiği görülmüştür. Uyuşmazlık ticari şirketlerde ortaklıktan çıkma, pay bedelinin ödenmesi ve payda mülkiyet değişikliklerine ilişkin ilamların kesinleşmeden icra takibine konulup konulamayacağı hususunda toplanmaktadır. Gerek öğretide gerek Yargıtay uygulamalarında ilamların kesinleşmeden icraya konulması kural olup, keşinleşmeden icra takibi yapılamaması ise istisnadır. Yargıtay uygulamaları ve öğretide kabul edilen ticari şirketlere ilişkin ilamların kesinleşmeden takibe konu olmaması gerekçesi olarak HMK 367/2 fıkrası uyarınca kişiler hukukuna dayandırılmıştır. Bu uygulamada kişiler hukuku cümlesi geniş yorumlanarak tüzel kişilerin organlarına ilişkin verilen kararlar olup, bu sonucu da geniş yorum yapılarak ulaşılmıştır. Dairemizin bazı kararlarında da ticari şirketlere ilişkin ilamlarda sicil değişikliği yaptığı gerekçesiyle kesinleşme aranmıştır. Takibe dayanak ilama konu Türk Ticaret Kanununda sayılan ticaret şirketlerinden anonim şirkettir. Anonim şirketlerde ortaklıktan çıkma, pay bedelinin ödenmesi ve pay devri sicil kayıtlarında herhangi bir değişiklik yapmamaktadır. Ticaret şirketlerinde ortaklıktan çıkmaya ilişkin ilamların kesinleşmesi sadece 1163 sayılı Kooperatifler Kanunun 16/son maddesi gereği aranmıştır. Bunun dışında ortaklıktan çıkma, pay bedelinin ödenmesi ve pay mülkiyet değişikliği sonucu doğuran ilamlarda kesinleşmeye ilişkin kanun hükmü bulunmamaktadır. Anonim şirkette ortaklıktan çıkarılarak ortaklık payının dağıtılması kararının takibe konulabilmesi için kesinleşme şartı düzenlenmemiştir. Bu nedenle ilamın esasının kesinleşmesi şartı olmadığından, kesinleşmeden eda hükmü içeren fer’i niteliğindeki vekalet ücreti ve yargılama gideri alacağı infaz edilebilir, hükmün kesinleşmesi gerekmez. Yukarıda açıklanan gerekçelerde yer verildiği üzere, davaya konu ilamın kesinleşmeden takibe konulmasında yasaya uymayan bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. O halde, mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi ve istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, başvurunun esastan reddine karar verilmesi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nin 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nin 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 19/02/2021 tarih ve 2020/1217 E.- 2021/479 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA, … 10. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 09/03/2020 tarih ve 2020/56 E. – 2020/187 K. sayılı kararının BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 09/11/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi. Başkan
17. Hukuk Dairesi 2018/2821 E. , 2020/2967 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi Taraflar arasındaki itirazın iptali davası üzerine yapılan yargılama sonunda, kararda yazılı nedenlerle, davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm, davacı vekili ile davalılar … Oto A.Ş. ve … vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü: -K A R A R- Davacı vekili, davalıların işleteni, sürücüsü ve trafik sigortacısı olduğu aracın tam kusurlu olarak davacı aracına çarpmasıyla oluşan kazada aracın hasar gördüğünü, sigorta eksperinden alınan raporla araçta 13.400,00 TL. değer kaybı ile 2.250,00 TL. kazanç kaybı oluştuğunun saptandığını belirterek, bu bedellerin tahsili için başlatılan takibe davalıların itirazının iptali (davalı … sadece değer kaybından sorumlu olmak üzere) ile % 20 icra inkar tazminatının davalılardan tahsilini talep etmiştir. Davalılar vekilleri, yetki itirazında da bulunarak davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; kaza yeri ile tarafların adresleri gözetildiğinde yetkili icra dairesinde usulüne uygun yapılmış bir icra takibi bulunmadığından, dava dilekçesinin reddine dair verilen hükmün, davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Dairemizin 09.05.2016 tarih, 2016/1746 Esas ve 2016/5633 Karar sayılı ilamı ile; “takip tarihi ve dava tarihi itibariyle, İstanbul 5. İcra Müdürlüğü’nün icra takibinde yetkili olduğu ve İstanbul Mahkemeleri’nin davaya bakmaya yetkili olduğunun kabulü suretiyle işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerektiği” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada toplanan delillere göre; davanın kısmen kabulü ile davalıların takibe itirazının 5.456,25 TL’lik asıl alacak yönünden iptaline ve takibin devamına; asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine; asıl alacağın % 20’si oranındaki 1.091,00 TL. icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacı vekili ile davalılar … Oto A.Ş. ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına; konusunda uzman bilirkişi tarafından, oluşa ve dosya kapsamına uygun olarak düzenlenen rapordaki kusur oranlarının benimsenmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına; davaya konu kaza nedeniyle ikame araç teminine ilişkin zarar bedelinin, konusunda uzman bilirkişi tarafından düzenlenen raporla usulünce saptanmış olmasına göre; davacılar vekili ile davalılar … Oto A.Ş. ve … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Dava, trafik kazası sonucu oluşan araç değer kaybı ve araç mahrumiyet bedelinin tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Davacı tarafça, iş bu davada araçtan mahrum kalma bedeli ile birlikte, kaza nedeniyle davacı aracında oluşan değer kaybı da istenmiştir. Mahkemece benimsenen 04.06.2017 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda, davacıya ait araçta 5.025,00 TL. değer kaybı olduğu kabul edilmiş ise de, mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunda araç değer kaybı hesaplaması doğru yapılmamıştır. Diğer yandan, araç değer kaybı hesaplamasına doğrudan etki edecek faktörlerden olan ve davalı savunmasında da ileri sürülen aracın eski hasarları konusunda araştırma yapılmamış; yine, değer kaybı belirlemesinde önemli bir faktör olan, aracın dava konusu kaza nedeniyle oluşan hasarının miktarı da belirlenip dikkate alınmadan hesap yapan rapor hükme esas alınmıştır. Eksik incelemeyle karar verilemez. Açıklanan vakıalar karşısında mahkemece; davacı aracının eski hasarlarının araştırılması ve gerekli belgelerin temininden sonra, araç değer kaybı konusunda hesap yapmaya ehil başka bir makine mühendisi bilirkişiden, tüm dosya kapsamına göre; davacı aracında kaza nedeniyle oluşan hasarın onarım bedelinin ayrıca hesap edilmesi suretiyle, hasarın nitelik ve niceliği, aracın modeli, markası, kaza tarihindeki yaşı, kilometresi gibi hususlar gözönünde bulundurularak, kaza tarihi itibariyle serbest piyasadaki 2. el piyasa rayiç değeri (hasarsız haliyle) ile aracın hasarı onarıldıktan sonraki haline göre serbest piyasadaki 2. el piyasa değeri arasındaki fark (aradaki farkın değer kaybı olarak kabul edilmesi) hususlarında, dosyadaki 06.11.2013 tarihli rapor ile 04.06.2017 tarihli rapor arasındaki çelişkileri gideren (anılan iki raporda hesaplanan değer kaybı bedelleri arasında fahiş fark bulunduğundan), ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Kabule göre ise; davacı tarafça talep edilen tazminat miktarı, likit (muayyen, belirli) olmayıp davacının talep edebileceği tazminat miktarının belirlenmesi yargılamayı gerektirdiğinden, şartları oluşmayan icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmeyişi de doğru değildir. SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekili ile davalılar … Oto A.Ş. ve … vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekili ile davalılar … Oto A.Ş. ve … vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacı ve davalılar … Oto A.Ş. ile …’a geri verilmesine, 01/06/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/5816 E. , 2020/8142 K. “İçtihat Metni” Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanık …’ın, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair … 1. İcra Ceza Mahkemesinin 12/10/2017 tarihli ve 2017/1168 esas, 2017/760 sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine ilişkin mercii … 2. İcra Ceza Mahkemesinin 17/04/2018 tarihli ve 2018/45 değişik iş sayılı kararı aleyhine … Bakanlığının 07/07/2020 gün ve 94660652-105-07-9243-2020-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27/07/2020 gün ve KYB. 2020 /68385 Sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu. Anılan ihbarnamede; Dosya kapsamına göre, benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 18/04/2017 tarihli ve 2017/2610 esas, 2017/3528 karar sayılı ilâmında yer alan, “Taahhüt konusu borcun, sanığın yetkili temsilcisi olduğu… Akvaryum Su Ürünleri Yem San. Tic. Ltd. Şirketi’ne ait olduğu, ödeme emrinin adı geçen şirket hakkında düzenlendiği, ödeme taahhüdünü ihlâl suçunda taahhütte bulunan kişinin bizatihi borçlu sıfatını haiz olması gerektiği, üçüncü bir şahsın taahhütte bulunması için borcu icra kefaleti ile yüklenmesi gerektiği cihetle, somut olayda sadece şirketi borçlandırıcı işlem yapma ve temsil yetkisi bulunan sanığın taahhüde konu şirket borcundan dolayı kişisel sorumluluğu bulunmadığı cihetle, atılı suçun yasal unsurları bulunmadığı gözetilmeyerek itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde…” şeklindeki açıklamalara nazaran, sanığın … Özel Eğitim K.T.T.H.M.T.İ ve İ.M.O.T. San. ve Tic. Ltd. Şti. isimli şirketin yetkilisi olduğu, borcunu üstlendiğine dair icra kefaleti olmadığı anlaşılmakla, sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … 2. İcra Ceza Mahkemesinin 17/04/2018 tarihli ve 2018/45 değişik iş sayılı kararı CMK’nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına, bu eylemle ilgili olarak tazyik hapsi infaz edilmekte ise salıverilmesine, 06/10/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/5357 E. , 2020/8262 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi 3. kişi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Şikayetçi 3. kişinin icra mahkemesine başvurusunda; 42218 ada 16 parsel sayılı taşınmazın 13.03.2019 tarihli ihalesinin feshini talep ettiği, ilk derece mahkemesince, istemin reddedildiği, şikayetçi tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf başvurusunun HMK’nun 353/1-b(1) maddesi gereğince esastan reddine karar verildiği görülmüştür. İİK’nun 126/son maddesinin atfıyla taşınmaz satış ilanında uygulanması gereken 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile değişik İİK’nun 114/3. maddesinin son cümlesinde “Satış ilanı elektronik ortamda da yapılır.” düzenlemesi yer almaktadır. Diğer taraftan, İİK’nun 129/1. maddesinde de; “Birinci ve ikinci ihale icra memuru tarafından, ilanda belirlenen yer, gün ve saatte, elektronik ortamda verilen en yüksek teklif üzerinden başlatılır. Taşınmaz üç defa bağırıldıktan sonra, elektronik ortamda verilen en yüksek teklif de değerlendirilerek, en çok artırana ihale edilir” düzenlemesi mevcuttur. Bu düzenlemeler dikkate alındığında İİK’nun 114/3. maddesinde yer alan satış ilanının elektronik ortamda yapılması ilkesi, kanunun emredici hükmü olup, bu hususun ihlal edilmesi başlı başına ihalenin feshi sebebi olduğundan mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır. Satış ilanının elektronik ortamda yapılması icra müdürlüğünün takdirine bırakılmış bir husus olmayıp yasal bir zorunluluktur. Somut olayda, satış kararında ilanın elektronik ortamda yapılmasına ilişkin bir ibarenin olmadığı, ihale tutunağında da elektronik ortamda teklif verilip verilmediğinin yazılmadığı gibi dosya evrakı içerinde ve UYAP sisteminde de elektronik ortamda ilan yapıldığına dair herhangi bir evraka rastlanılmamıştır. O halde ilk derece mahkemesince, yukarıda açıklanan nedenlerle şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Şikayetçi 3. kişinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin 15.05.2020 tarih ve 2019/1829 E. – 2020/742 K. sayılı kararının (KALDIRILMASINA), … 3. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 11.07.2019 tarih ve 2019/224 E. – 2019/503 K. sayılı kararının re’sen (BOZULMASINA), dosyanın İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 07/10/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/8078 E. , 2021/513 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İcra Ceza Mahkemesi Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. 1-Sanığın üzerine atılı Alacaklıyı zarara uğratmak için mevcudu azaltmak suçu yönünden yapılan değerlendirmede ; Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; eyleme ve yükletilen suça yönelik sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmediğinden tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 2-Sanığın üzerine atılı Ticareti Usulüne Aykırı Terk Etmek suçu yönünden yapılan değerlendirmede ise ; İcra ve İflas Kanunu’nun 44. maddesi; “Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilânlarının yayınlandığı gazete’de ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mûtad ve münasip vasıtalarla ilân olunur” diyerek ilan etme ve ilan masraflarını da; ödeme yükümlülüğünü yüklenmiştir. Yükümlülüklere aykırı davranmanın yaptırımı ise İİK’nın 337/a maddesinde düzenlenmiş olup, takibi şikayete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun; 1-İİK 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması, 2-Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması, 3-Aktifte yer alan malın veya yerine kaim olan değerin haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi, 4-Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi şeklinde sıralanan seçimlik hareketlerden herhangi birisinin işlenmesi ile diğer koşulların da (alacaklının zarar görmesi ve borçlunun tacir olması gibi …) gerçekleşmesi halinde oluşacağı ve eylemden dolayı o müştekinin zarar görmüş olmasının gerektiği belirtilmiştir. İİK’nun 337/a maddesi ile yaptırıma bağlanan eylem, tacirin ticareti terk etmesi değil, 44 ncü maddesine göre terk keyfiyetini 15 günlük süre içinde kayıtlı bulunduğu ticaret sicili memurluğuna bildirmemesi ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini içeren bir mal beyanında bulunmamasıdır. Hâl böyle olunca, ticaret şirketlerinin ticareti terk edip edemeyecekleri ve buna bağlı olarak İİK’nun 44.maddesi gereğince mal beyanı vermelerinin zorunlu olup olmayacağının irdelenmesi gerekmektedir. 6102 sayılı TTT’nun birinci fıkrasında ticaret şirketlerinin kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinden ibaret olduğunu, ikinci fıkrasında ise kollektif ve komandit şirketlerin şahıs; anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin sermaye şirketi sayıldığı belirtilmiştir. 6102 sayılı TTK’nun limited şirketlerde tasfiyeyi düzenleyen 643. maddesindeki; “Tasfiye usulü ile tasfiyede şirket organlarının yetkileri hakkında anonim şirketlere ilişkin hükümler uygulanır” şeklindeki hükmü gereğince limited şirketlerin tasfiye usulünün incelenmesinde; 6102 sayılı TTK’nun Anonim Şirketlerde Sona Erme ve Tasfiyeyi düzenleyen 10. Bölümünde “Sona Erme Sebepleri” başlığı altında “Genel Sona Erme Sebepleri” ve “Özel Sona Erme Sebepleri” olmak üzere iki başlık altında sona erme sebepleri açıklanmıştır. Anılan Yasa hükümlerine göre tasfiye sürecini kısaca özetlemek gerekirse, tasfiye memurları infisah hâlindeki şirketin tüm aktif ve pasifinde bulunan mallarını ortaya çıkaracak, buna ilişkin olarak hazırladığı bilânçoyu onaylattıktan sonra varsa şirketin alacaklarını tahsil edecek; aktifinde mevcut malları satıp paraya çevirecek, sonra alacaklılara şirketin borcunu ödeyecek, artan bir para varsa mukaveledeki pay durumuna göre ortaklara ödeyecek, buna ilişkin bilânço örneği ile birlikte terkin (silinme) işlemini yaptırmak üzere ticaret sicil memuruna bir dilekçe ile başvurarak terkin işlemini gerçekleştirecektir. Tasfiye sırasında şirketin aktifindeki bütün mallar satılıp paraya çevrildiği, bununla ortaklığın borçlarının ödendiği ve varsa artan paranın payları oranında ortaklarına dağıtıldığı bilânçoda gösterildiğine ve ortada mevcut bir mal varlığı da bulunmadığına göre, mal beyanında bulunmasını gerektirecek bir durum da bulunmayacaktır. TTK’nın “Genel Sona Erme Sebepleri” ni düzenleyen 529. maddesinde; (1) Anonim şirket; a) Sürenin sona ermesine rağmen işlere fiilen devam etmek suretiyle belirsiz süreli hâle gelmemişse, esas sözleşmede öngörülen sürenin sona ermesiyle, b) İşletme konusunun gerçekleşmesiyle veya gerçekleşmesinin imkânsız hâle gelmesiyle, c) Esas sözleşmede öngörülmüş herhangi bir sona erme sebebinin gerçekleşmesiyle, d) 421 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına uygun olarak alınan genel kurul kararıyla, e) İflasına karar verilmesiyle, f) Kanunlarda öngörülen diğer hâllerde, sona erer. Şeklinde, genel sona erme sebepleri sayılmıştır. TTK’nın “Özel Sona Erme Sebepleri” ni düzenleyen 530. maddesinde; Organların Eksikliği ve Haklı nedenle fesih şeklinde, özel sona erme sebepleri sayılmıştır. TTK’nın 533. maddesinin 1. fırkasında;“Sona eren şirket tasfiye hâline girer; Kanundaki istisnalar saklıdır. Sona erme ile tasfiye süreci başlamaktadır. ”şeklinde, Kanundaki istisnalar saklı olmakla birlikte, sona eren şirketin sona erme ile tasfiye sürecinin başladığı açıkça ifade edilmiştir. TTK’nun “Tasfiye ve Sona Erme” üst başlığı altında düzenlenen “Sonuçlar” başlıklı 533. maddesinde; (1) Sona eren şirket tasfiye hâline girer; Kanundaki istisnalar saklıdır. (2) Tasfiye hâlindeki şirket, pay sahipleriyle olan ilişkileri de dâhil, tasfiye sonuna kadar tüzel kişiliğini korur ve ticaret unvanını “tasfiye hâlinde” ibaresi eklenmiş olarak kullanır. Bu hâlde organlarının yetkileri tasfiye amacıyla sınırlıdır. Şeklindeki düzenleme ile tasfiye halindeki şirketin pay sahipleriyle olan ilişkileri de dahil, tasfiye sonuna kadar şirketin tüzel kişiliğini koruduğu ve unvanına “tasfiye halinde” ibaresi ekleneceği, organların yetkilerinin tasfiye amacıyla sınırlı olacağı açıkça ifade edilmiştir. Anılan madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere; tasfiye sırasında tüzel kişilik devam eder. Ortaklık amacı kendiliğinden tasfiye amacına dönüşür. Ortaklık bu amaçtan dolayı kural olarak yeni işlem ve faaliyetlere girişemez. Tasfiye ilkelerini bünyesinde barındıran bir diğer madde olan TTK’nun “Şirket Organlarının Durumu” başlıklı 535. maddesinde; (I) Şirket tasfiye hâline girince, organların görev ve yetkileri, tasfiyenin yapılabilmesi için zorunlu olan, ancak nitelikleri gereği tasfiye memurlarınca yapılamayan işlemlere özgülenir. (2) Tasfiye işlerinin gereklerinden olan hususlar hakkında karar vermek üzere genel kurul tasfiye memurları tarafindan toplantıya çağrılır. Şeklindeki düzenleme ile şirketin tasfiye haline girmesi ile organların görev ve yetkilerinin tasfiyenin yapılabilmesi için zorunlu olan ancak nitelikleri gereği tasfiye memurlarınca yapılamayan işlere özgüleneceği, tasfiye işlerinin gereklerinden olan hususlar hakkında karar vermek üzere Genel Kurulun tasfiye memurları tarafından toplantıya çağırılacağı açıkça ifade edilmiştir. Anılan madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere; Tasfiye sırasında organlar varlıklarını sürdürmeye devam eder. Ancak organların görev ve yetkileri, tasfiyenin yapılabilmesi için sınırlı olmakla birlikte tasfiye memurlarınca yapılamayan işlemlerle sınırlı hale gelir. Bununla birlikte, 15/7/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6728 sayılı Kanun’un 69. maddesiyle 6102 sayılı TTK’nun 545. maddesine “Bu Kanun hükümlerine göre tasfiye olunan şirketlerde, 2004 sayılı Kanunun 44 üncü ve 337/a maddesi hükümleri uygulanmaz.” hükmünü içeren ikinci fıkra eklenmiştir. Maddeden anlaşılacağı üzere ticaret şirketlerinin tasfiye sonrasında İİK’nun 44 üncü maddesi uyarınca mal beyanında bulunma yükümlülüğü kalmadığından, mal beyanında bulunmadığından bahisle İİK’nun 337/a maddesi ile cezalandırılması mümkün olamayacaktır. Nitekim madde gerekçesinde, “2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu 44. maddesinde; ticareti terk eden bir tacirin onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecbur olduğu, bu durumun ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde ilan olunacağı kuralına yer verilmiştir. İcra ve İflas Kanununun 44. maddesinde belirtilen ticareti terk eden tacirin bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösterecek nitelikteki mal beyannamesi ticaret sicili müdürlüklerince yalnızca ticareti terk eden hakiki şahıslardan alınmakta olup, sermaye şirketleri ile diğer tüzel kişi tacirlerden böyle bir beyanname alınmamaktadır. Nitekim TTK’nun 540. maddesinin birinci fıkrası uyarınca tasfiye memurları şirketin tasfiyenin başlangıcındaki durumunu incelemekte, gerekirse şirket mallarına değer biçmek adına uzmanlara başvurarak şirket mal varlığına ilişkin durumu gösteren bir envanter ile bilanço düzenlemekte ve genel kurulun onayına sunmakta, yine 541. madde uyarınca alacaklılara gerekli çağrılarda bulunmaktadır. Diğer taraftan, sermaye şirketleri bakımından ticaretin terk edilmesinden ne anlaşılması gerektiği de açık değildir. Yerleşik Yargıtay kararları uyarınca ticareti terk, sermaye şirketinin ticaret unvanının ticaret sicili kayıtlarından silinmesidir. Ticaret unvanı ticaret sicilinden silinen bir sermaye şirketi, 6102 sayılı Kanun uyarınca tasfiye sürecini tamamladığından, artık bundan sonra aktif ve pasifini gösteren bir mal beyanının verilmesi fiilen mümkün değildir. Nitekim tasfiye sürecinde şirketin aktifleri ile pasifleri tasfiye edilmekte, şirket alacakları tahsil edilmekte ve borçları ödenmektedir. Ayrıca, ticaret sicili kaydı silinen bir şirketin varlığından artık bahsedilemeyeceğinden ve buna bağlı olarak şirketin işlem tesis etme ehliyeti kalmayacağından, silinme sonrasında mal beyanında bulunması da fiilen mümkün değildir. Ticareti terk ile kastedilenin silinme tarihinden daha önce gerçekleşen bir durum olduğunu kabul ettiğimiz takdirde de; tasfiye memurlarınca tasfiye başlangıcında ilk envanter ile bilanço çıkarılacağından, bir kez de mal beyanında bulunulması, aynı işlemin birden çok yapılması anlamına gelecektir. Bu zaman ve emek kaybını doğuracaktır. Nitekim tasfiye memurlarının yapılan işlemler bakımından hukuki ve cezai sorumlulukları da bulunmaktadır. Buna paralel olarak Ticaret Sicili Yönetmeliğinin Üçüncü Kısım’da Ticari İşletmelerin Tescili başlığı altında Birinci Bölüm’de “Gerçek Kişilere Ait Ticari İşletmeler incelenmiş ve bu bölümün “Kaydın silinmesi” başlıklı 51. maddesinin birinci fıkrasında, “Gerçek kişiye ait ticari işletmenin, faaliyetine son verilmesi ya da başka bir gerçek veya tüzel kişiye devredilmesi halinde onbeş gün içerisinde ticaret unvanının silinmesi için ticari işletmenin sahibi tarafından müdürlüğe başvurulur.”, dördüncü fıkrasında ise,“Ticareti terk eden tacir 2004 sayılı Kanunun 44 üncü maddesine göre terk dilekçesi ile birlikte mal beyanını da müdürlüğe vermek zorundadır.” düzenlemesi ile de sadece gerçek kişi tacirlere ticari faaliyetine son vermeleri hâlinde mal beyanında bulunma yükümlülüğü verilmektedir. 12/12/2019 tarihli ve 30976 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11/12/2019 tarihli ve 1819 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı uyarınca Cumhurbaşkanlığı Yönetmeliği bölümüne eklenen Ticaret Sicili Yönetmeliğinin dördüncü kısım birinci bölümde Ticaret Şirketlerinin Tescilini düzenleyen 64. madde ile vd. maddeleri şu şekildedir; Ticaret Sicil Yönetmeliğinin ” Sona erme ve tasfiye” başlıklı 66. maddesinde; (1)Şirketin sona ermesine ilişkin tescil başvurusunda aşağıdaki belgeler müdürlüğe verilir. a) Sona erme ortaklar kurulu kararına dayanıyorsa bu kararın noter onaylı örneği. b) Sona erme başka bir sebepten ileri geliyorsa, bunu kanıtlayan belgenin onaylı örneği. c) Tasfiye memurlarının noter huzurunda düzenlenmiş, “Tasfiye halinde” ibaresi eklenmiş ve ticaret unvanı altına atılmış imza beyannamesi. ç) Tasfiye memurlarının ortaklar dışından seçilmesi halinde görevi kabul ettiğine ilişkin imzalı belge. d) Şirket sözleşmesinde alacaklıların davetine ilişkin hüküm bulunması halinde buna uygun olarak yapılan tasfiye memurlarınca hazırlanmış, alacaklıların davetinin yapıldığına ilişkin belge. (2) Tasfiyenin tamamlanmasından sonra kayıt silmede aşağıdaki belgeler müdürlüğe verilir: a) Tasfiye memurlarınca son bilançonun ortaklara tebliğ edildiğine ilişkin belge. b) Ortakların son bilançonun onayına ilişkin kararı veya mahkemeye itirazda bulunmayacaklarına dair yazılı beyanı. c) Son bilanço. Ticaret Sicil Yönetmeliğinin “Tescil” başlıklı 67. maddesinde; (1) Sona eren şirket ile ilgili aşağıdaki olgular tescil edilir: a) Şirketin sona erdiği ve tasfiyeye girdiği. b) Ticaret unvanına Tasfiye halinde” ibaresinin eklendiği. c) Sona ermenin sebebi ile bunu kanıtlayan belge veya kararın tarih ve sayısı. ç) Tasfiye memurlarının adı ve soyadı, yerleşim yeri ve kimlk numarası. d)Tasfiye işlemlerinin şirket merkezi dışında başka bir adreste yürütülmesi (2) Tasfiyesi tamamlanan şirket ile ilgili aşağıdaki olgular tescil edilir: a) Tasfiyenin tamamlandığı. b) Ticaret unvanının silindiği. Ticaret Sicil Yönetmeliğinin Sona Erme, Tasfiye, Tasfiyeden Dönme ve Ek Tasfiye Uygulanacak hükümler başlıklı 104.maddesindeki; “Anonim şirketlerin sona ermelerine, tasfiyelerine, ek tasfiyelerine ve tasfiyeden dönmelerine ilişkin 86 ila 89 uncu madde hükümleri limited şirketlere de uygulanır.” şeklindeki düzenlemeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde sermaye şirketlerinin İİK 44. maddesinde belirtilen mal beyanında bulunma zorunluluğunun olmadığı, madde gerekçesinde de belirtildiği gibi, ticareti terk, sermaye şirketinin ticaret unvanının ticaret sicili kayıtlarından silinmesi anlamına gelmekte olup, kaydın silinmesinden önce tasfiye sürecinin başlaması gerekmekte, bu kapsamda şirketin aktif ve pasifleri belirlenmekte, varsa mal varlığının değeri saptanmakta, aktif mal varlığı satılarak borçları ödenmekte, kalan bir para olduğu takdirde hissesi oranında ortaklarına dağıtılmakta, buna ilişkin hazırlanan bilanço ile birlikte ticaret sicili müdürlüğüne başvurularak şirketin kayıtlardan silinmesi (terkini) sağlanmaktadır. Ticaret unvanı ticaret sicilinden silinen bir sermaye şirketi, 6102 sayılı Kanun uyarınca tasfiye sürecini tamamladığından, artık bundan sonra aktif ve pasifini gösteren bir mal beyanını vermesi fiilen mümkün olamayacağından, mal beyanında bulunmadığından bahisle mahkûmiyetine karar verilmesi Kanuna aykırı olacaktır. Açıklanan nedenlerle, İİK’nun 44 ncü maddesindeki mal beyanında bulunma yükümlülüğünün gerçek kişi tacirlere yönelik bir yükümlülük olduğu ve ticaret şirketlerini kapsamadığı anlaşılmakla, atılı suçtan sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkûmiyetine dair karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş ve sanık müdafinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 19/01/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
8. Hukuk Dairesi 2018/15241 E. , 2020/4344 K. “İçtihat Metni” DAVA TÜRÜ : İstihkak MAHKEMESİ : Karşıyaka 2. İcra Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Karşıyaka 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 06.10.2017 tarihli ve 2017/493 Esas, 2017/454 Karar sayılı hükmüne karşı davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, bu kez davalı üçüncü kişi vekilinin Bölge Adliye Mahkemesi kararını temyiz talebinin süresinde olmadığından bahisle 17.09.2018 tarihli ek kararla reddedildiği, ek kararın temyizi üzerine Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR Dava, alacaklının İİK’nin 99. maddesine dayalı üçüncü kişinin istihkak iddiasının reddi istemine ilişkindir. Karşıyaka 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 06.10.2017 tarihli ve 2017/493 Esas – 2017/454 Karar sayılı kararı ile geçerli bir istihkak iddiası bulunmadığından karar verilmesine yer olmadığına, alacaklının mahcuzların yediemin deposunda muhafaza talebinde bulunma haklarının muhtariyetine, mahcuzların muhafazası taleplerinin İcra Müdürlüğünce derhal yerine getirilmesine karar verildiği, davalı üçüncü kişi vekili tarafından, karar verilmesine yer olmadığına dair İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulduğu, Bölge Adliye Mahkemesince davalı üçüncü kişi vekilinin İlk Derece Mahkemesinin kararına ilişkin istinaf talebinin esastan reddine karar verildiği, davalı üçüncü kişi vekilince karara karşı temyiz yoluna başvurulduğu, Bölge Adliye Mahkemesince, 17.09.2018 tarihli ek karar ile temyiz başvurusunun yasada öngörülen sürede yapılmaması nedeniyle davalı üçüncü kişinin temyiz dilekçesinin süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği, bu kez ek kararın temyiz konusu yapıldığı anlaşılmaktadır. İcra Hukuk Mahkemesinde açılan davalar adli tatilde de görülebildiğinden temyiz süresi adli tatil içinde işlemeye devam eder. Bölge Adliye Mahkemesi kararının davalı üçüncü kişi vekiline 23.07.2018 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen, davalı vekilince kararın yasal süre dolduktan sonra 03.09.2018 tarihinde temyiz edildiği anlaşıldığından, HMK’nin 364/1. maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesinin temyiz talebinin reddine ilişkin ek kararın onanması gerekmiştir. SONUÇ: Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına göre, Bölge Adliye mahkemesince verilen kararının yasal süresinde temyiz edilmediği anlaşılmakla, temyiz isteminin süre yönünden reddine karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, HMK’nin 346/1. maddesi uyarınca davalı vekilinin yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan ek kararın ONANMASINA, 35,90 Tl peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 18,50 TL’nin temyiz edenden alınmasına 17.06.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/3717 E. , 2020/11290 K.“İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takipte, borçlunun icra mahkemesine başvurarak, sair itirazları ile birlikte çeki lehtara ödediğini, ileri sürerek takibin iptalini talep ettiği; ilk derece mahkemesince itiraza konu bononun çift vadeli düzenlendiği gerekçesi ile takibin iptaline karar verildiği, karara karşı taraflarca istinaf yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının istinaf talebinin kabulüne karar verilerek, HMK’nin 353/1-b-2 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verildiği görülmektedir. Takip dayanağı senedin düzenlenme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6102 Sayılı TTK’nin 778. maddesinin göndermesi ile bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı Kanunun 703. maddesine göre, çift vadeli olarak düzenlenen senetler, bono vasfında sayılamaz. Somut olayda borçlu keşidecinin ödeme beyanı lehtara karşı olup, takip alacaklısına karşı herhangi bir ödeme defi bulunmadığından İİK’nin 170/a-son maddesinin uygulanma yeri olmayıp, takip dayanağı 07/09/2017 düzenlenme tarihli bonoda “ödeme günü” kısmında “01/02/2018” tarihinin yazılı olduğu, senet metninde ise vadenin “BİR OCAK İKİBİNONSEKİZ” olarak gösterildiği, bu haliyle bonoda çift vade olduğu anlaşılmakla, bu hususun mahkemece re’sen gözetilerek takibin iptaline karar verilmesi gerekir. O halde, ilk derece mahkemesinin takibin iptaline ilişkin kararı yerinde olup, Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile … Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesinin 05/03/2020 tarihli, 2019/2017 E. – 2020/450 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 24.12.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
8. Hukuk Dairesi 2018/15241 E. , 2020/4344 K. “İçtihat Metni” DAVA TÜRÜ : İstihkak MAHKEMESİ : Karşıyaka 2. İcra Hukuk Mahkemesi Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Karşıyaka 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 06.10.2017 tarihli ve 2017/493 Esas, 2017/454 Karar sayılı hükmüne karşı davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş, bu kez davalı üçüncü kişi vekilinin Bölge Adliye Mahkemesi kararını temyiz talebinin süresinde olmadığından bahisle 17.09.2018 tarihli ek kararla reddedildiği, ek kararın temyizi üzerine Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR Dava, alacaklının İİK’nin 99. maddesine dayalı üçüncü kişinin istihkak iddiasının reddi istemine ilişkindir. Karşıyaka 2. İcra Hukuk Mahkemesinin 06.10.2017 tarihli ve 2017/493 Esas – 2017/454 Karar sayılı kararı ile geçerli bir istihkak iddiası bulunmadığından karar verilmesine yer olmadığına, alacaklının mahcuzların yediemin deposunda muhafaza talebinde bulunma haklarının muhtariyetine, mahcuzların muhafazası taleplerinin İcra Müdürlüğünce derhal yerine getirilmesine karar verildiği, davalı üçüncü kişi vekili tarafından, karar verilmesine yer olmadığına dair İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulduğu, Bölge Adliye Mahkemesince davalı üçüncü kişi vekilinin İlk Derece Mahkemesinin kararına ilişkin istinaf talebinin esastan reddine karar verildiği, davalı üçüncü kişi vekilince karara karşı temyiz yoluna başvurulduğu, Bölge Adliye Mahkemesince, 17.09.2018 tarihli ek karar ile temyiz başvurusunun yasada öngörülen sürede yapılmaması nedeniyle davalı üçüncü kişinin temyiz dilekçesinin süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği, bu kez ek kararın temyiz konusu yapıldığı anlaşılmaktadır. İcra Hukuk Mahkemesinde açılan davalar adli tatilde de görülebildiğinden temyiz süresi adli tatil içinde işlemeye devam eder. Bölge Adliye Mahkemesi kararının davalı üçüncü kişi vekiline 23.07.2018 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen, davalı vekilince kararın yasal süre dolduktan sonra 03.09.2018 tarihinde temyiz edildiği anlaşıldığından, HMK’nin 364/1. maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesinin temyiz talebinin reddine ilişkin ek kararın onanması gerekmiştir. SONUÇ: Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına göre, Bölge Adliye mahkemesince verilen kararının yasal süresinde temyiz edilmediği anlaşılmakla, temyiz isteminin süre yönünden reddine karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, HMK’nin 346/1. maddesi uyarınca davalı vekilinin yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan ek kararın ONANMASINA, 35,90 Tl peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 18,50 TL’nin temyiz edenden alınmasına 17.06.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/5357 E. , 2020/8262 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi 3. kişi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Şikayetçi 3. kişinin icra mahkemesine başvurusunda; 42218 ada 16 parsel sayılı taşınmazın 13.03.2019 tarihli ihalesinin feshini talep ettiği, ilk derece mahkemesince, istemin reddedildiği, şikayetçi tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf başvurusunun HMK’nun 353/1-b(1) maddesi gereğince esastan reddine karar verildiği görülmüştür. İİK’nun 126/son maddesinin atfıyla taşınmaz satış ilanında uygulanması gereken 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile değişik İİK’nun 114/3. maddesinin son cümlesinde “Satış ilanı elektronik ortamda da yapılır.” düzenlemesi yer almaktadır. Diğer taraftan, İİK’nun 129/1. maddesinde de; “Birinci ve ikinci ihale icra memuru tarafından, ilanda belirlenen yer, gün ve saatte, elektronik ortamda verilen en yüksek teklif üzerinden başlatılır. Taşınmaz üç defa bağırıldıktan sonra, elektronik ortamda verilen en yüksek teklif de değerlendirilerek, en çok artırana ihale edilir” düzenlemesi mevcuttur. Bu düzenlemeler dikkate alındığında İİK’nun 114/3. maddesinde yer alan satış ilanının elektronik ortamda yapılması ilkesi, kanunun emredici hükmü olup, bu hususun ihlal edilmesi başlı başına ihalenin feshi sebebi olduğundan mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır. Satış ilanının elektronik ortamda yapılması icra müdürlüğünün takdirine bırakılmış bir husus olmayıp yasal bir zorunluluktur. Somut olayda, satış kararında ilanın elektronik ortamda yapılmasına ilişkin bir ibarenin olmadığı, ihale tutunağında da elektronik ortamda teklif verilip verilmediğinin yazılmadığı gibi dosya evrakı içerinde ve UYAP sisteminde de elektronik ortamda ilan yapıldığına dair herhangi bir evraka rastlanılmamıştır. O halde ilk derece mahkemesince, yukarıda açıklanan nedenlerle şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Şikayetçi 3. kişinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin 15.05.2020 tarih ve 2019/1829 E. – 2020/742 K. sayılı kararının (KALDIRILMASINA), … 3. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 11.07.2019 tarih ve 2019/224 E. – 2019/503 K. sayılı kararının re’sen (BOZULMASINA), dosyanın İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 07/10/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2021/4915 E. , 2021/11137 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 32. Hukuk Dairesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibine karşı borçlular icra mahkemesine başvurusunda, senedin tanzim tarihinin vade tarihinden sonra düzenlendiği, ödeme emri ekinde takip konusu senedin bulunmadığı, teminat amaçlı senedin verildiği ve %10 çek tazminatı talebinin hukuka aykırı olduğunu belirtilerek takibin iptalini talep ettiği, mahkemece davanın reddine karar verildiği, borçlular tarafından ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf yoluna başvurulduğu, Bölge Adliye Mahkemesince, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; 6102 sayılı TTK’nun 778. maddesi yollaması ile bonolar hakkında uygulanması gereken aynı Kanun’un 714. ve 730. maddeleri uyarınca, belirli bir günde veya düzenleme gününden ya da görüldükten belirli bir süre sonra ödenmesi şartını içeren bir bonoya dayanarak hamilin lehtara ve cirantalara müracaat edebilmesi, ödeme gününü takip eden iki iş günü içinde senet keşidecisinin protesto edilmesine bağlıdır. Alacaklı hamil, anılan madde koşullarında protesto keşide etmeksizin, lehtar ve cirantaları takip edemez. Alacaklı hamil, anılan madde koşullarında, senedi düzenleyene protesto keşide etmediği takdirde, ciranta olan borçluya karşı müracaat hakkını kaybeder. İİK’nun 170/a-2. maddesi gereğince, icra mahkemesince, alacaklının kambiyo hukuku mucibince takip hakkının bulunup bulunmadığı re’sen araştırılmak zorundadır. Somut olayda, takibe konu bonoda şikayette bulunan … Sigorta Aracılık Hizmetleri Limited Şirketi‘nin ciranta, muris …’un ise lehtar olduğu görülmektedir. Bu durumda, yetkili hamil olan alacaklının, borçlu lehdar ve ciranta hakkında takip yapabilmesi için, bononun keşidecisine ödememe protestosu göndermesi zorunludur. Takip dosyası içeriğinden keşideciye ödememe protestosu gönderilip gönderilmediği anlaşılmamaktadır. O halde mahkemece yukarıda belirtilen maddeler uyarınca protesto evrakının varlığı (süresinde olup olmadığı) araştırılıp oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hükmün tesisi isabetsizdir SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 32. Hukuk Dairesi’nin istinaf talebinin esastan reddine ilişkin 17/02/2021 tarih, 2020/902 E. – 2021/380 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA ve Ankara 12. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 06/12/2018 tarih, 2017/852 Esas -2018/886 Karar sayılı kararının BOZULMASINA, bozma nedenine göre borçluların sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de, Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 08/12/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2021/10950 E. , 2021/11702 K. “İçtihat Metni” Borçlunun ödeme şartını ihlal suçundan sanık …’ın, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına ilişkin Ankara 1. İcra Ceza Mahkemesinin 21/01/2021 tarihli ve 2020/259 esas, 2021/20 sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine dair merci Ankara 2. İcra Ceza Mahkemesinin 19/02/2021 tarihli ve 2021/20 değişik iş sayılı kararı aleyhine … Bakanlığı’nın 01/06/2021 gün ve 94660652-105-06-8691-2021-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23/06/2021 gün ve KYB-2021/75209 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle okundu. Anılan ihbarnamede; Benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 09/06/2016 tarihli ve 2016/3298 esas, 2016/19382 sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 583/1. maddesinde yer alan “Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” şeklindeki düzenleme nazara alındığında, sanığın Ankara 20. İcra Müdürlüğünün 2018/12005 sayılı dosyasında asıl borçluya ait borca icra kefili olduğuna dair 16/01/2019 tarihli haciz tutanağında yapılan incelemede, sanığın adı, kimlik numarası ve imzası dışında, kendi el yazısı ile yazılmış “okudum” ve “kefil oluyorum” ibaresinin bulunmadığı gibi kendi el yazısı ile yazılmış kefalet tarihine ilişkin bir ibarenin yer almadığı gözetilmeden, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden Ankara 2. İcra Ceza Mahkemesinin 19/02/2021 tarihli ve 2021/20 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına, bu eylemle ilgili olarak sanık hakkında tazyik hapsi infaz edilmekte ise salıverilmesine; 21/12/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2019/4768 E. , 2020/2474 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takibe karşı, borçlunun icra mahkemesine yaptığı itirazında, sair itirazları ile birlikte, takibe konu çeki bedelsiz ve zorla imzaladığını, gasp ve tehdit baskısı ile çeki imzaladığını Küçükçekmece C.Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğunu belirterek takibin iptalini talep ettiği, mahkemece istemin reddine karar verildiği , borçlu tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği görülmektedir. 6102 Sayılı TTK m.780/1-b ve 781/1 maddeleri gereğince, çekin kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi unsurunu içermesi ve illetten mücerret olması gerekir. … 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2018/630 Esas sayılı dosyasının 24.01.2019 tarihli 1. celsesinde alacaklı …’ın “…müşteki (…) yanımızda iki adet 1.200.000 TL.’lik çeki keşide ederek bana verdi…Benim müşteki ile hiç bir ticari ilişkim olmamıştır, olaydan önce kendisini tanımıyordum, çekleri benim adıma düzenlettirmemin nedeni, çekleri kendim teslim almaya gitmem ve telefon ile kardeşimi arayarak kendim teslim aldığım için adıma yazdırmanın daha doğru olacağını…” şeklinde beyanda bulunduğu görülmüştür. TTK’nun 780/1. maddesinin (b) bendinde çekin kayıtsız ve şartsız belirli bir bedelin ödenmesi için havaleyi içermesi gerektiği, 781. maddesinde de bu unsuru içermeyen bir senedin çek sayılmayacağı hükme bağlanmıştır. Alacaklının çekin lehtarı, borçlunun çekin keşidecisi olduğu görülmüş, alacaklının ceza dosyasındaki beyanında açıkça borçlu ile aralarında hiçbir ticari ilişki olmadığını, borçluyu tanımadığını ikrar ettiği göz önünde bulundurulduğunda bu durumda çek kayıtsız ve şartsız bir ödeme vaadini içermediğinden kambiyo vasfı taşımayan bu belge nedeniyle borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü yolla takip yapılması mümkün değildir. O halde, ilk derece mahkemesince, istemin kabulü ile İİK’nun 170/a-2.maddesi gereğince takibin iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi ve kararın istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmesi, isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile, … Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi’nin 14.11.2018 tarih ve 2018/918 E.-2018/2110 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA ve … 5. İcra Hukuk Mahkemesinin 22.12.2017 tarih ve 2017/849 E.-2017/991 K. sayılı kararının BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 10/03/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2019/8745 E. , 2019/11943 K. KARARI YAZDIR “İçtihat Metni” Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanıklar … ve…’in, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi cezası ile cezalandırılmalarına dair … İcra Ceza Mahkemesinin 27/12/2018 tarihli ve 2018/134 esas, 2018/148 sayılı kararına yönelik itirazın reddine dair … Asliye Ceza Mahkemesinin 15/03/2019 tarihli ve 2019/20 değişik iş sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 23/05/2019 gün ve 94660652-105-45-6820-2019-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29/05/2019 gün ve KYB.2019-58272 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle okundu. Anılan ihbarnamede; 1- Benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 09/06/2016 tarihli ve 2016/3298 esas, 2016/19382 karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 583/1. maddesinde yer alan “Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.” şeklindeki hüküm dikkate alındığında, sanıkların … İcra Müdürlüğü’nün 2018/296 takip sayılı dosyasındaki borcun tamamını üstlendiklerine dair 27/09/2017 tarihli dilekçelerin icra kefalet tutanağı olduğu değerlendirilerek yapılan incelemede, sanıkların imzaları haricinde borcu üstlendiklerine ilişkin kefalet tutanağında kendi el yazıları ile yazılmış herhangi bir ibarenin bulunmadığı, 2- Yine benzer bir olaya ilişkin Yargıtay 19. Ceza Dairesinin 01/06/2017 tarihli ve 2017/3271 esas, 2017/5188 karar sayılı ilâmında yer alan, “… İcra kefili olan sanık tarafından … tarihinde ödeme taahhüdünde bulunulduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 584/1. maddesinde yer alan “Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.” şeklindeki düzenlemeye nazaran, dosya içerisinde mevcut nüfus kaydına göre taahhüt tarihinde evli olan sanığın eşinin kefalet işlemi öncesinde veya icra kefilliği sırasında rızasının alınıp alınmadığının belirtilmemesi nedeniyle geçerli bir kefalet işlemi dolayısıyla hukuken geçerli bir ödeme taahhüdü bulunmadığından, taahhüdün geçerli olmadığı anlaşılmakla, sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği” şeklindeki açıklamalara nazaran, dosya içerisinde mevcut nüfus kaydına göre taahhüt tarihinde evli olan sanık…’in eşinin kefalet işlemi öncesinde veya icra kefilliği sırasında rızasının alınıp alınmadığının belirtilmemesi karşısında, sanığın icra kefilliğinin ve icra kefalet sözleşmesine dayanılarak verilen taahhüdün geçersiz olduğu, Gözetilmeden, sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiği cihetle, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309.maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, … Asliye Ceza Mahkemesinin 15/03/2019 tarihli ve 2019/20 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına; 03/07/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/5631 E. , 2021/1217 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Genel haciz yolu ile ilamsız takipte, borçlunun icra mahkemesine başvurarak meskeniyet şikayetinde bulunduğu, mahkemece davanın kabulü ile dava konusu taşınmaz üzerindeki hacizlerin kaldırılmasına karar verildiği, ilk derece mahkemesi kararına karşı alacaklı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, bölge adliye mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği görülmüştür. İİK’nun 82. maddesinin 1. fıkrasının 12. bendi gereğince; borçlunun “haline münasip” evi haczedilemez. Bir meskenin borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Buradaki “aile” terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. İcra mahkemesince, borçlunun sözü edilenlerle birlikte barınabileceği haline münasip meskeni temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, haczedilen yerin kıymeti bundan fazla ise, İİK’nun 82/3. maddesine göre satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen mesken için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı hak sahiplerine ödenmelidir. Bu kıstasları aşan nitelik ve evsaftaki yerlerle, makul ölçüleri geçen oda ve salonu kapsayan ve ikamet için zorunlu unsurları içeren bir meskenin dışındaki yerler, maddede öngörülen amaca aykırıdır. Borçlunun görev ve sıfatı, kendisinin yukarıda belirlenenden daha görkemli bir meskende ikamet etmesini gerektirmez. Somut olayda, talimatla mahallinde yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporunda, konutun değerinin 220.000 TL olarak tespit edildiği, 04/04/2019 tarihli ek raporda ise davaya konu taşınmazın lüks niteliğinin bulunmadığı, haline münasip bir ev olduğunun tespit edildiği ancak değer tespiti yapılırken taşınmazın bulunduğu bölgedeki diğer taşınmazlarla emsal mukayesesi yapılmadığı, aynı vasıftaki taşınmazların alım-satım değerlerinin araştırılmadığı, yine aslolan borcun ödenmesi olup, borçlunun meskeniyet şikayetine konu ettiği taşınmazının bulunduğu semtte veya o yere yakın semtlerde meskeninin bulunması zorunlu olmayıp … İlçesinin daha mütevazi semtlerinde haline münasip edinebileceği meskenin değerinin de belirlenmediği anlaşılmaktadır. O halde hükme esas alınan rapor bu haliyle hüküm kurmaya elverişli olmayıp, mahkemece bilirkişilerden ek rapor alınarak, borçlunun, şikayete konu taşınmazının dava tarihi itibari ile değeri ile … ilçesinin daha mütevazi semtlerinde alabileceği haline münasip evin yine dava tarihi itibari ile değerinin, taşınmazın bulunduğu bölgedeki diğer taşınmazlarla emsal mukayesesi yapılmak ve aynı vasıftaki taşınmazların alım-satım değerleri tespit edilmek suretiyle, İİK’nun 82/12. maddesi gereğince belirlendikten sonra borçlunun haline münasip evi alabileceği miktar, mahcuzun değerinden az ise mahcuzun satılarak, borçlunun haline münasip ev alması için gerekli bedelin kendisine, artanın hak sahiplerine ödenmesine, satışın borçlunun haline münasip ev alabileceği miktardan az olmamak üzere yapılmasına; şayet borçlunun haline münasip evi alabileceği miktar mahcuzun değerinden fazla ise haczin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz rapora dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ :Alacaklının temyiz isteminin kabulü ile yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi’nin 13.03.2020 tarih ve 2019/2042 E. – 2020/547 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA, … Anadolu 10. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 23/05/2019 tarih ve 2016/73 E. – 2019/411 K. sayılı kararının BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 08/02/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2014/15875 E. , 2014/18509 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İstanbul 10. İcra Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 15/04/2014 NUMARASI : 2012/855-2014/413 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: Alacaklı tarafından 3 adet çeke dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takibe karşı keşideci ile birinci ciranta borçlu, çeklerdeki ciro imzasının S.. Y..’a ait olmadığı ve takibe konu çeklerin iptal edilmesi nedeniyle borca, fer’ilerine itiraz ettiklerini ileri sürerek takibin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurdukları anlaşılmıştır. Mahkemece Dairemiz’in bozma ilamına uyulmuş, borçlu S.. Y.. ile ilgili açılan davanın kabulü nedeniyle borçlu S.. Y.. hakkındaki takibin durdurulmasına, keşideci borçlu .. Yapı ….Ltd.Şti ile ilgili itirazın ise lehtar imzasının S.. Y..’a ait olmadığı ve ciro silsilesi kopuk olduğu gerekçesiyle borçlu şirket yönünden takibin iptaline karar verildiği, alacaklının temyiz isteminin ise.. Yapı ……Ltd .Şti. yönünden olduğu anlaşılmıştır. Sahte imza bir başkasının imzasının taklit edilmesi hali olup; takip tarihi itibariyle yürürlükte olan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)’nun 589. maddesi hükmü gereğince; “Bir poliçe, poliçe ile borçlanmaya ehil olmayan kimselerin imzasını, sahte imzaları, mevhum şahısların imzalarını yahut imzalayan veya namlarına imzalanmış olan şahısları herhangi bir sebep dolayısıyla ilzam etmeyen imzaları taşırsa, diğer imzaların sıhhatine bu yüzden halel gelmez”. Anılan hükme göre, ticari senetteki geçersiz imza sadece kendisi yönünden hükümsüzlük sonucu doğurur. Senetteki her imza diğerlerinden bağımsız olarak sadece imza sahibini bağlar. İmzaların bağımsızlığı ilkesi, poliçeye atılı her geçerli imzanın (keşidecinin, cirantanın, avalistin, kabul eden muhatabın imzası gibi) sahibini bağladığını, geçersiz imzaların sahiplerinin sorumlu tutulmamasına rağmen poliçenin geçerliliğini ortadan kaldırmadığını ifade eder. Geçerli imzaların sahipleri, başkasının imzasının geçersiz olduğunu ileri sürerek kambiyo sorumluluğundan kurtulamazlar. Geçersiz bir imza sahibini bağlamaz ise de, ciro zincirini de koparmaz. Poliçeler bakımından getirilmiş olan bu ilke 6762 sayılı TTK’nun 730/3 maddesi yollamasıyla çekler hakkında da uygulanır. Somut olayda, itiraz eden borçlu şirketin takibe konu çeklerin keşidecisi olduğu, lehtar ve ilk ciranta olan S.. Y..’ın ciranta imzasına itirazının İstanbul 7.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 03.05.2011 tarih ve 2008/658 E.-2011/224 K.sayılı dosyasında aldırılan rapor doğrultusunda kabul edilerek her iki borçlu yönünden borçlu olmadıklarının tespiti ile anılan takibin iptaline karar verildiği kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19.HD’nin 09.05.2012 tarih 2011/13714E.-2012/7766K. Sayılı kararı ile borçlu … …..Ltd.Şti yönünden kararın bozulduğu mahkemece bozma ilamına uyularak borçlu keşideci … …şirketi yönünden davanın reddine, S.. Y.. yönünden karar kesinleştiği gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına dair hüküm kurulduğu, kararın 19.Hukuk Dairesi’nin 01.10.2013 tarih 2013/8410-15039 K.sayılı kararı ile onandığı görülmüştür. Yukarıda açıklandığı üzere S.. Y..’ın ciranta imzasının geçersiz olması sadece onun yönünden sonuç doğurur. Keşideci borçlu şirketin, keşideci şirket adına atılan imzaya bir itirazı bulunmadığına göre, sorumluluktan kurtulamaz. Geçersiz imza ciro zincirini bozmayacağından, mahkemenin lehtar imzasının S.. Y.. ‘a ait olmadığı ve ciro silsilesinin kopuk olduğu gerekçesiyle keşideci borçlu…Yapı…Ltd.Şti. yönünden takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.06.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2012/12254 E. , 2012/29333 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Trabzon İcra Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 06/03/2012 NUMARASI : 2012/11-2012/106 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Sair temyiz itirazları yerinde değilse de ; Borçlu H. A……ın hakkında yapılan icra takipleri nedeniyle, Trabzon 2. İcra Müdürlüğünde başlatılan 2011/ 3140 esas sayılı dosyasında mevcut alacakları üzerine haciz konulduğu, adı geçenin haczedilen dosya alacağını oluşturan kalemlerden dava vekalet ücretinin tamamının, yıllık izin alacağı, ücret alacağı, bayram tatili alacağı ve fazla mesai alacağının ise ¼ ünden fazlasının haczedilemeyeceğini ileri sürerek, hacizlerin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır. 1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 164/son maddesinde; dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücretinin avukata ait olacağı açıklandıktan sonra, bu ücretin iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemeyeceği, haczedilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Öte yandan 4857 Sayılı Kanun’ un 35. maddesine göre de işçinin almakta olduğu ücretlerin dörtte birinden fazlasının haczedilemeyeceği öngörülmüştür. Bu durumda anılan yasal düzenlemeler uyarınca ücret alacağı, yıllık izin alacağı, fazla çalışma alacağı, bayram tatili alacağı ve faizleri yönünden haczin ¼ ü aşan kısım üzerinden, vekalet ücreti ve faizi üzerindeki haczin ise tamamen kaldırılması gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin tümden reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.10.2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/4386 E. , 2021/6220 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 11. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Kahramanmaraş 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 27.06.2018 tarih ve 2016/93 E- 2018/268 K. sayılı kararın davalı … vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabulüne dair Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nce verilen 07.11.2019 tarih ve 2019/12 E- 2019/1330 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalı ortaklığa, sipariş edilen iplikler karşılığında toplam 2.312.556,56 TL ödeme yapıldığını ancak davalının sadece 1.939.157,28 TL tutarında iplik gönderdiğini, bakiye tutarın tahsili için başlattıkları takibin davalı yanın itirazı üzerine durduğunu ileri sürerek, itirazın iptaline karar verilmesini istemiştir. Davalı … vekili, müvekkilinin sözü edilen adi ortaklığının ortağı olmadığını, bu nedenle müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiş, diğer davalı ise cevap dilekçesi sunmamıştır. İlk derece mahkemesince, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacı tarafından davalının “… ve Prese Fabrikası … ve Ortakları” olarak gösterildiği, adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığından adi ortaklığa yöneltilen taleplerin ortaklara yönetilmiş olarak kabul edildiği, bu nedenle ortak oldukları iddia edilen … ve …’in davalı olarak davaya dahil edildiği, davalı …’in ortak olmadığını savunduğu ancak vergi dairesi kayıtlarından ortak olduğunun anlaşıldığı, yaptırılan bilirkişi incelemesiyle, davacının davalılardan alacağı olduğunun tespit edildiği gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir. Karara karşı, davalı … vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, icra takibinde borçlunun “… ve Prese Fabrikası … ve Ortağı” şeklinde gösterildiği, adi ortaklığın tüzel kişiliğinin bulunmaması sebebiyle adi ortaklık aleyhine dava açılmasının veya icra takibi yapılmasının mümkün olmadığı, taraf ehliyetinin ise dava şartlarından olup re’sen gözetilmesi gerektiği, bunun yanında 6100 sayılı HMK’da dava açıldıktan sonra diğer kişilerin davalı sıfatıyla davaya dahil edilmelerine imkan veren bir düzenlemenin bulunmadığı, zorunlu dava arkadaşlığı bulunmasının bu durumun istisnasını teşkil ettiği, öte yandan itirazın iptâli davasının görülebilmesinin geçerli bir icra takibinin varlığına bağlı olduğu, ortada geçerli takip yoksa itirazın iptâli davasının görülebilmesine usulen olanak bulunmadığı, davacı tarafça adi ortaklık aleyhine girişilen icra takibinin geçerli bir takip olarak kabul edilmesinin ise mümkün olmadığı, bu nedenle mahkemece davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi gerekirken esasa girilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle, istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, esas hakkında yeniden hüküm tesis edilmek suretiyle davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, itirazın iptali istemine ilişkin olup, Bölge Adliye Mahkemesince, yazılı gerekçeyle davanın usulden reddine karar verilmiştir. Davacı yan, takip talebinde, borçluyu, “… ve Prese Fabrikası … ve Ortağı” olarak göstermiş olup, davayı da husumet yönelttiği davalı tarafı bu şekilde göstererek açmıştır. Bu gösterimde adi ortaklığın adı yanında davalı …’in ismi de açıkça zikredilmiş ve adi ortaklığın diğer ortağı olan davalı …’den de “ortağı” sıfatıyla bahsedilmiştir. Belirtilen adi ortaklığın ortaklarının davalılar olduğu ve başka bir ortak bulunmadığı konusunda tereddüt bulunmadığı gibi, davalı … de takibe itiraz dilekçesiyle, husumetin kendisine yöneltildiğini kabul etmiştir. Bu hale göre, husumetin adi ortaklığın ortağı olan iki ayrı kişiye yöneltilmiş olduğu kabul edilerek, işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davalı … hakkındaki davanın usulden reddine karar verilmesi doğru görülememiş, bölge adliye mahkemesi kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 15/11/2021 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar verilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın Daire çoğunluğunun hükmün belirtilen sebeplerle bozulması yönündeki görüşüne iştirak edemiyoruz.
12. Hukuk Dairesi 2013/15577 E. , 2013/23272 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının onanmasını mutazammın 21.03.2013 tarih, 1194/10493 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : 6762 Sayılı TTK.nun 688/2. maddesi hükmü gereği, bir senedin bono sayılabilmesi için kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme kaydını ihtiva etmesi gerekir. 28.1.1941 tarih ve 42/28 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı gibi altın paranın herhangi bir mal hükmünde olup, muayyen bir bedel olarak kabulü mümkün değildir. Takip konusu senet bedeli, “150 gr. Altın” olarak belirtilmekle açıklanan kuralın dışında tutulamaz. Altının 22,18,14 gibi ayarlar taşıması ve yazılı bedelin hangi ayarda tahsili gerektiği dahi yargılamayı gerektirir. Senette bedelin altın para veya belli gramda altın olarak düzenlenmesi halinde dahi, senet TTK.nun 688/2. maddesi koşullarını taşımayacağı cihetle bono vasfında olmadığı gibi, İİK.nun 68.maddesinde sayılan nitelikte bir belge de değildir. Öte yandan borçlu, borcu doğuran hukuki ilişkiyi kabul etmediği gibi, itirazını ödeme olgusuna da dayandırmamıştır. Bu durumda alacağın tahsili yargılamayı gerektirir. Bu nedenle alacaklının genel haciz yolu ile takip yapması ve İİK.nun 68. maddesindeki belge niteliğini taşımayan senede dayalı olarak itirazın kaldırılması isteminde bulunması mümkün değildir(H.G.K.nun 29.06.2005 tarih ve 12-387 E. 428 K.sayılı kararı). Açıklanan nedenlerle mahkemece, alacaklının itirazın kaldırılması isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin kabulüne dair hüküm tesisi isabetsiz olup, Dairemizce hükmün bu nedenle bozulması gerekirken onandığı anlaşılmakla borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir. SONUÇ:Borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 21.03.2013 tarih ve 2013/1194 Esas 2013/10493 Karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına, mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428.maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 20.06.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi. 12. Hukuk Dairesi 2006/18969 E. , 2006/21741 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Bakırköy 3. İcra Mahkemesi TARİHİ : 07/06/2006 NUMARASI : 2006/222-652 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü : TTK.nun 688/2. madde hükmü gereği bir senedin bono sayılabilmesi için kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme kaydını. ihtiva etmesi gerekir. Merci kararında da yer verilen 28.1.1941 tarih ve 42/28 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı gibi altın para herhangi bir mal hükmünde olup, muayyen bir bedel olarak kabulü mümkün değildir. Takip konusu senet bedeli “1.400 gr. Altın” olarak tesbit edilmekle açıklanan kuralın dışında tutulamaz. Altının 22,18,14 gibi ayarlar taşıması ve yazılı bedelin hangi ayarda tahsili gerektiği dahi muhakemeye muhtaçtır. Senet bedelin altın para veya belli gramda altın olarak düzenlenmesi halinde dahi 688/2 madde koşullarını taşımayacağı cihetle bono vasfında olmadığı gibi İİK.nun 68.maddesinde sayılan nitelikte bir belge de değildir.Alacağın tahsili yargılamayı gerektirir. Bu nedenle alacaklının genel haciz yolu ile takip yapması ve İİK.nun 68. maddesindeki belge niteliğini taşımayan sözü edilen senede dayalı olarak itirazın kaldırılması istemi yasal değildir. Ancak borçlu İcra Dairesine verdiği itiraz dilekçesinde “borcun ödendiğini” belirterek borca itiraz etmiştir. Borçlu borcu doğuran hukuki ilişkiyi kabul edip, itirazını ödeme olgusuna dayandırdığına göre, takip dayanağı belgenin anılan kanunun 68/l. maddesinde belirtilen belgelerden olup olmadığına bakılmaksızın, borçlunun ödeme iddiası üzerinde durulmalıdır. Çünkü anılan madde yazılı belgelerle ispatlanacak olan (hukuki ilişki ve borçtur) Borçlu hukuki ilişki ve borcu kabul edip ödediğini ileri sürdüğüne göre kabul edilen bir hususun ayrıca İİK.nun 68/l. maddesinde yazılı belgelerle ispatına yer olmadığı kabul edilmelidir. (H.G.K.nun 4.12.2985 tarih ve 1984/12-527 E. 984 K.) Bu durumda borçlu tarafından borcun ödendiği İİK.nun 68/l. maddesinde yazılı nitelikte belgelerle ispatlanamadığından mahkemece alacaklının itirazın kaldırılması isteminin kabulüne karar verilmesi bu nedenle doğru olup sonucu doğru kararın onanması gerekmiştir. SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile sonucu doğru mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 12.20 YTL onama harcı temyiz edenden alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 21.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2014/1339 E. , 2014/4259 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Adana 2. İcra Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 23/07/2013 NUMARASI : 2012/831-2013/399 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Alacaklı vekili tarafından bir adet 02.03.2010 tanzim, 13.11.2010 vade tarihli ve 200 gr 22 ayar altın bedelli bonoya dayalı olarak yapılan kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takipte ödeme emrinin borçluya 08.09.2012 tarihinde tebliğ edildiği, borçlu vekilinin 19.12.2012 tarihinde icra mahkemesine gelerek, müvekkilinin takibe, 12.12.2012 tarihinde evinde haciz işlemi için gelinmesi neticesinde muttali olduğunu, dayanak bononun bedelinin altın olarak gösterilmesi nedeniyle kayıtsız şartsız bir bedeli ödeme vaadi içermediğini, bu nedenle kambiyo vasfının bulunmadığını belirterek takibin iptalini talep ettiği görülmektedir. TTK’nun 688/2 (şimdi: YTK m. 776/b) madde hükmü gereği bir senedin bono sayılabilmesi için kayıtsız ve şartsız belirli bir bedeli ödemek vaadini ihtiva etmesi gerekir. 28/07/1941 tarih ve 32/28 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı gibi altın para herhangi bir mal hükmünde olup, muayyen bir bedel olarak kabulü mümkün değildir. Senet bedelinin altın para veya belli gramda altın olarak düzenlenmesi halinde yukarıda yazılı madde koşullarını taşımayacağı cihetle bono vasfı bulunmadığından, borçlunun icra mahkemesine başvurusu bu nedenle İİK.nun 170/a madde kapsamında şikayet niteliğinde olup, İİK’nun 168/3 maddesi gereğince 5 günlük süreye tabidir. Somut olayda borçluya gönderilen örnek 10 numaralı ödeme emri 08.09.2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Borçlu vekili ise 19.12.2012 tarihinde icra mahkemesine başvurmuştur. Borçlu vekilinin, müvekkilinin takibe, 12.12.2012 tarihinde evinde haciz işlemi için gelinmesi neticesinde muttali olduğuna yönelik beyanı usulsüz tebligat şikayeti olarak nitelendirilemez. Zira, şikayet dilekçesinde ödeme emri tebligatının usulsüz olarak yapıldığı yönünde bir iddia bulunmamaktadır. Diğer yandan usulsüz tebligat şikayetinin varlığı kabul edilse dahi, borçlu vekilinin öğrenme tarihi olarak bildirdiği ve mahkemece ödeme emri tebliğ tarihi olarak kabul edilen 12.12.2012 tarihinden itibaren yasal 5 günlük sürenin de geçirildiği ve 19.12.2012 tarihinde icra mahkemeine başvurulduğu nazara alındığında, istemin süre aşımı nedeni ile reddi yerine, işin esasının incelenerek şikayetin kabulüne karar verilmesi isabetsizdir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18/02/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
4. Hukuk Dairesi 2014/1039 E. , 2014/15911 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Yalova 2. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 11/04/2012 NUMARASI : 2010/301-2012/116 Davacı .. … İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili Avukat tarafından, davalılar A.. B.. vd aleyhine 24/06/2010 gününde verilen dilekçe ile icra memurunun kusurlu ve haksız haciz nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; maddi tazminat istemi yönünden davanın kısmen kabulüne, diğer taleplerin reddine dair verilen 11/04/2012 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddolunmalıdır. 2- Davacının diğer temyiz itirazları yönünden; Dava, haksız haciz nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararların tazminine ilişkindir. Mahkemece maddi tazminat istemi yönünden davanın kısmen kabulüne, manevi tazminat istemi yönünden davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, davalılardan Z.. Ç.. tarafından dava dışı kişi hakkında başlattığı icra takibinden dolayı kendisine gönderilen 1. haciz ihbarnamesi gereğince borçlu-dava dışı kişinin kendisinden olan alacak miktarını icra dosyasına bildirdiğini, bunun üzerine kendisine ödeme yazısı gönderildiğini, bu yazı üzerine de alacağın muaccel olacağı tarihi bildirdiğini buna rağmen alacak muaccel olmadan Vakıfbank banka hesabına ve araçlarının trafik kayıtlarına hacizler konulduğunu, bu hacizlerin iptali için icra hukuk mahkemesinde açılan davaların, yapılan haciz işleminin usulsüz olması nedeniyle hacizlerin iptal edildiğini, belirterek uğradığı maddi ve manevi zararın tazminini istemiştir. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davacının hacizleri kaldırtabilmek için açmak zorunda kaldığı davaları takip edebilmesi amacıyla avukat tuttuğu bu nedenle maddi zararı olduğu ancak bu zararının Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince maktu vekalet ücreti olan 175,00 TL olacağı bu miktarın kabulü gerektiği; icra müdürlüğünce alacaklı-diğer davalı vekilin talebi üzerine banka hesabına ve araçlar içinde polnet kayıtlarına haciz konulduğu, bu şekildeki hacizlerden davacının ticari itibarının ve kişilik haklarının zarar görmediği manevi zarar olmadığı gerekçesiyle manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. .Dosya kapsamına göre; davacı hakkında Yalova İcra Müdürlüğü’nde 2009/29.. Esas no ile başlatılan icra takibinde haciz ihbarnamesine itiraz edilmemesi nedeniyle davacının banka hesabına ve araç kayıtları üzerine haciz konulduğu, ancak bu hacizlerin usulsüz olması nedeniyle iptal edildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, sadece kayden haciz yapılması nedeniyle manevi zarar oluşmadığı gerekçesiyle manevi tazminat istemi reddedilmişse de; davacının tüzel kişi (şirket) olması da nazara alındığında en azından banka kayıtlarına konulan haciz nedeniyle banka nezdinde ticari itibarının zarar gördüğünün kabul edilmesi gerekir. Mahkemece takdir edilecek uygun bir miktarda manevi tazminata karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile manevi tazminat isteminin tümden reddedilmesi doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacının diğer temyiz itirazlarının reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 25/11/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2015/29788 E. , 2016/7986 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: 1-İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının duruşmalı olarak yapılmasına, HUMK.nun 438. ve İİK.’nun 366. maddeleri hükümleri müsait bulunmadığından bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi: 2- Alacaklı tarafından çeke dayalı kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile başlatılan takipte, borçlunun, sair şikayetleri ile birlikte senet aslının icra kasasına alınmadığını ileri sürerek ödeme emrinin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür. İİK’nun 167/2.maddesi; “Alacaklı takip talebine kambiyo senedinin aslını ve borçlu adedi kadar tasdikli örneğini eklemeye mecburdur” hükmünü içermektedir. Senet aslının resmi bir makamda bulunması nedeniyle orada olduğu belirtilerek tasdikli sureti ile takibe başlanılması mümkündür. Somut olayda; çek aslının, … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2014/128189 Soruşturma – 2015/10932 Karar no’lu ve 04.02.2015 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile iadesine karar verildiği, takibin ise bu tarihten sonra 31.03.2015 tarihinde başlatıldığı görülmüştür. Bu durumda çek aslının eklenmemesi için mücbir bir sebep bulunmayıp çek aslı eklenmeden başlatılan takibe dayalı ödeme emrinin iptali gerekir. O halde mahkemece borçlunun bu yöndeki şikayetinin kabulü ile ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile anılan yöndeki şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.03.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2019/551 E. , 2020/1451 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : 6100 Sayılı HMK’nun 20. maddesinde; görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi halinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise bu tarihten, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerektiği, aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği hükme bağlanmıştır. Aynı kural takip hukukunda da geçerlidir. Somut olayda, borçlunun, hakkında yapılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte, yetkiye itiraz etmesi üzerine, … 12.İcra Hukuk Mahkemesi’nin 26.01.2017 tarih ve 2016/835 E. – 2017/40 K. sayılı kararı ile yetki itirazı kabul edilerek icra dosyasının davacı … yönünden ayrılarak istem halinde … İcra Müdürlüğüne gönderilmesine karar verildiği, karar henüz kesinleşmeden alacaklının, dosyanın yetkili icra müdürlüğüne gönderilmesi talebi üzerine, … 30. İcra Müdürlüğü’nce dosyanın … İcra Müdürlüğü’ne gönderildiği görülmektedir. HMK’nun 20. maddesi ile hüküm altına alınan husus kamu düzenine ilişkin olup, aleyhe bozma ilkesi nazara alınamaz (Hukuk Genel Kurulu’nun 06.10.2004 tarih 2004/1-433 kararında benimsendiği gibi). Yukarıda açıklanan ilkelere göre, HMK’nun 20. maddesi gereğince, yetkisizlik kararı kesinleşmeden, takip dosyası, yetkisizliğine karar verilen icra müdürlüğünce, mahkeme kararında yetkili yer olarak gösterilen icra dairesine gönderilemez. Somut olayda, İcra Mahkemesince verilen yetkisizlik kararının kesinleşmesinden önce alacaklının dosyanın yetkili yere gönderilmesi talebinde bulunması geçerli olmakla birlikte yetkisizlik kararı kesinleşmeden icra dosyası yetkili yere gönderilemez. Gönderilmesi halinde ödeme emrinin iptali gerekir. O halde, bölge adliye mahkemesince, yetki itirazına ilişkin karar kesinleşmeden dosyanın yetkili yere gönderilmesine karar verildiği açık olduğundan borçlu hakkındaki ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekirken, ilk derece mahkemesi kararı gerekçe yönünden kaldırılarak davanın reddine şeklinde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ: … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi’nin 15.11.2018 tarih ve 2018/1260 E.- 2018/1458 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre borçlunun temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 18/02/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/928 E. , 2020/9077 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takipte, borçlunun İcra Mahkemesi’ne başvurusunda; Bakırköy 7. İcra Müdürlüğünün 2017/12824 E. sayılı dosyası ile aleyhine icra takibi başlatıldığını, yeti itirazı üzerine; Bakırköy 6. İcra Hukuk Mahkemesince yetkisizlik talebinin kabulü ile kararın kesinleşmesi ile talep halinde dosyanın Ankara İcra Müdürlüğüne gönderilmesine kararı verildiğini, alacaklının, yetkisizlik kararının kesinleşmesini beklemeden dosyanın yetkili icra dairesine gönderilmesi talebinde bulunduğunu belirterek takibin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, ilk derece mahkemesince, şikayetin kabulü ile takibin iptaline karar verildiği, alacaklı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür. 6100 sayılı HMK’nun “Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler” başlıklı 20. maddesinde; “(1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, dava açılmamış sayılır ve görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir. (7251 sayılı yasanın 1.maddesi ile yapılan değişiklik ile) Yukarıda açıklanan ilkelere göre, HMK’nun 20. maddesi gereğince, yetkisizlik kararı kesinleşmeden, takip dosyası, yetkisizliğine karar verilen icra müdürlüğünce, mahkeme kararında yetkili yer olarak gösterilen icra dairesine gönderilemez. Somut olayda, borçlunun yetkiye itirazı üzerine, Bakırköy 6. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 18/09/2017 tarih, 2017/635 E- 2017/779 sayılı kararı ile yetki itirazının kabul edilerek Ankara İcra Dairelerinin yetkili olduğundan bahisle yetkisizlik kararı verildiği, alacaklının 14.11.2017 tarihinde dosyanın yetkili icra müdürlüğüne gönderilmesi talebi ESAS NO : 2020/928 üzerine dosyanın yetkili Ankara icra müdürlüğüne gönderilmesine karar verildiği, Ankara 22.İcra Müdürlüğü’nün 2017/21021 E. sayılı dosyasından borçlulara 16.11.2017 tarihinde ödeme emri tebliğ edildiği görülmektedir. İlgili mahkemece yetkisizlik kararının, tebliğ işlemleri yapılmadığından henüz kesinleşmediği bildirilmekle, kesinleşmesinden önce alacaklının dosyanın yetkili yere gönderilmesi talebinde bulunması geçerli olmakla birlikte yetkisizlik kararı kesinleşmeden icra dosyası yetkili yere gönderilemez. Gönderilmesi halinde ödeme emrinin iptali gerekir. O halde, bölge adliye mahkemesince, yetki itirazına ilişkin karar kesinleşmeden dosyanın yetkili yere gönderilmesine karar verildiği açık olduğundan borçlu hakkındaki ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekirken, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine şeklinde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesi’nin 26.9.2019 tarih ve2018/1354 E- 2019/2137 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 22/10/2020 gününde oybirliğiyle karar
12. Hukuk Dairesi 2006/10799 E. , 2006/13163 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Sincan İcra Mahkemesi TARİHİ : 24/02/2006 NUMARASI : 2006/58-68 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü : Boşanma ilamı ekinde verilen yoksulluk nafakası, maddi ve manevi tazminatın icra takibine konu edilebilmesi için HUMK’nun 443. maddesi gereğince (boşanma) ilamının kesinleşmesine bağlıdır. Somut olayda takibe konu Sincan 1. Aile Mahkemesinin 20.9.2005 tarih ve 2005/276-642 sayılı tarafların boşanmasına ilişkin verdiği karar kesinleşmemiştir. Bu durumda takibe dayanak ilamda hükmolunan yukarıda belirtilen alacaklar ile yargılama gideri ve ücreti vekalet takip konusu yapılamaz. Mahkemece şikayetin kabulüne karar vermek gerekirken reddine karar vermesi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 21.9.06006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2021/5669 E. , 2021/6396 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Alacaklı tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan ilamlı takip sonucu yapılan ihaleye karşı şikayetçi borçlunun sair sebepler yanında satış ilanı tebliğ edilmediğini belirterek ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, ilk derece mahkemesince şikayetçi davacıya satış ilanının usulüne uygun tebliğ edilmediği gerekçesi ile davanın kabulü ile ihalenin feshine karar verildiği, kararın alacaklı tarafından istinaf edilmesi üzerine istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, kararın alacaklı tarafından temyiz edildiği görülmektedir. 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçiye tebligat” başlıklı 16. maddesinde; “Kendisine tebliğ yapılacak şahıs adresinde bulunmazsa tebliğ kendisi ile aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” hükmü, Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 25. maddesinde ise; “Kendisine tebligat yapılacak kişi adresinde bulunmazsa tebliğ, kendisi ile aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” düzenlemesi yer almaktadır. Mevcut bu mevzuat karşısında, öncelikle kendisine tebliğ yapılacak şahsın adreste bulunmadığı tespit edilerek mazbataya yazılmalı, daha sonra aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine tebligat yapılmalıdır. Tebliği yapacak memurun kendisine tebliğ yapılacak kişinin adresten geçici mi sürekli mi ayrıldığını araştırma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Somut olayda, borçluya yapılan satış ilanı tebliğine ilişkin tebliğ mazbatasının incelenmesinde; 25/09/2019 tarihinde; “muhatabın adreste bulunmaması, dışarıda olması sebebiyle muhatap yerine, muhatap ile aynı konutta ikamet ettiğini beyan eden, görünüşüne göre 18 yaşını bitirmiş ve ehil olan gelini B. Ş.imzasına tebliğ edilmiştir” açıklaması ile B.Şe tarafından imzalandığı, anılan tebligatın bu haliyle yukarıda yapılan açıklamalar ışığında Tebligat Kanunu’nun 16. maddesine göre usulüne uygun olduğu anlaşılmıştır. O halde mahkemece şikayetçi borçluya yapılan satış ilanı tebligatının usulüne uygun olduğu ve başkaca fesih nedeni de bulunmadığı dikkate alınarak şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi ve istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, başvurunun esastan reddine karar verilmesi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile; yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesinin 22/01/2021 tarih ve 2020/552 E. – 2021/144 K. sayılı istinaf talebinin esastan reddine ilişkin kararının KALDIRILMASINA, Büyükçekmece 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 19/11/2019 tarih ve 2019/478 E. – 2019/830 K. sayılı kararının BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 14/06/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.
22. Hukuk Dairesi 2019/4789 E. , 2019/13920 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İş Mahkemesi DAVA TÜRÜ : ALACAK Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili davacının davalıya ait işyerinde makine mühendisi olarak 24.08.2005-07.01.2011 tarihleri arasında çalıştığını, iş akdinin performans düşüklüğü nedeniyle feshedildiğini, son ücretinin aylık net 1.612.00 TL olduğunu, hafta içi 08:00-20:00 ve cumartesi günü 08:00-16:30 arasında çalışmasına rağmen fazla çalışma ücretinin de ödenmediğini beyanla ödenmeyen kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti alacağının davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının son ücretinin 621.47 TL olup bu ücret üzerinden kıdem ve ihbar tazminatının hesaplandığını, davacının bu ödemeleri kabul etmediğini fazla çalışmalarının bordrolarda gösterildiğini ve ödendiğini ve son zamanlarda haftalık 45 saati aşan çalışmasının bulunmadığını beyanla davanın reddini istemiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, bozma ilamına uyulmasına karar verilerek toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak ana davanın kabulüne birleşen davanın ise kısmen kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar süresi içerisinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, belgelere ve tüm dosya kapsamına göre; davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Taraflar arasında ıslaha karşı ile sürülen zamanaşımı savunması nedeniyle zamanaşımına uğrayan fazla çalışma alacağı bulunup bulunmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, mülga 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir. Mülga 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa(suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Somut uyuşmazlıkta, davacı, 10.05.2018 tarihinde davasını miktar yönünden ıslah etmiştir. Islaha karşı davalı yanca süresinde zamanaşımı savunmasında bulunulmuştur. Bu savunma nedeniyle 10.05.2013 tarihinden öncesine ait hesaplanan fazla çalışma alacakları birleşen davada icra takibine konu edilen miktarları aşan tutarda zamanaşımına uğrar. Ne var ki; Mahkemece ıslaha karşı zamanaşımı savunması nedeniyle birleşen dava dilekçesinde talep edilen fazla çalışma alacaklarının zamanaşımına uğradığı dikkate alınmamış olup bu husus hatalı bulunmakla bozmayı gerektirmiştir. 3-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, icra inkar tazminatı şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. İtirazın iptali davasında borçlunun haksızlığına karar verilmesi halinde ve alacaklının talep etmiş olması şartıyla, borç miktarının Kanunda gösterilen orandan az olmamak kaydıyla icra inkar tazminatına hükmedilir. İcra inkar tazminatına karar verilebilmesi için alacağın belirli ya da belirlenebilir olması gerekir. Ancak, hak tartışmalı ise icra inkar tazminatına hükmedilemez. Alacağın likit olması şartıyla itirazın iptali davası sonunda borçlunun itirazının kısmen kabulü halinde dahi, kabul edilen kısım bakımından icra inkar tazminatına hükmedilmelidir. İcra inkar tazminatı, asıl alacak bakımından söz konusu olur. İşlemiş faiz isteği yönünden icra inkar tazminatına hükmedilmesi mümkün değildir. Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez. Şayet alacak tartışmalı ve yargılamayı gerektiriyorsa likit olduğundan söz edilemez. Somut olayda, davacının birleşen davada itirazın iptali davasına konu ettiği fazla çalışma alacağının varlığı ve miktarı yönünden hak tartışmalı olup yargılamayı gerektirdiği gibi kıdem tazminatı alacağı faizinin kısmen kabulüne karar verilmesi nedeniyle ortada likit bir alacağın varlığından da söz edilemez. Bu nedenle, Mahkemece icra inkar tazminatı talebinin reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 24.06.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
. 12. Hukuk Dairesi 2012/27279 E. , 2013/11536 K. “İçtihat Metni” Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Dr.Ş. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; İİK’nun 6352 Sayılı Kanun’un 16. maddesi ile değişik 82. maddesinin üçüncü fıkrasına göre; “Para, kıymetli evrak, altın, gümüş, değerli taş, antika veya süs eşyası gibi kıymetli şeyler hariç olmak üzere, borçlu veya aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için lüzumlu eşya; aynı amaçla kullanılan eşyanın birden fazla olması durumunda bunlardan biri haczedilemez.” Aynı maddeye 6352 Sayılı Kanun’un 16. maddesi ile eklenen son fıkraya göre; “İcra memuru, haczi talep edilen mal veya hakların haczinin caiz olup olmadığını değerlendirir ve talebin kabulüne veya reddine karar verir.” Bu hüküm icra memurunun mal ve hakların haczi konusunda değerlendirme ve takdir yetkisine sahip olduğunu belirtmektedir. İcra müdürü hangi malların haczedileceği konusunda takdir yetkisini kullanırken uyacağı ilkeler anılan maddenin gerekçesinde yazılmıştır. Gerekçede; “Maddeyle alacaklı ile borçlu arasındaki menfaat dengesinin sağlanması, temel hak ve özgürlüklerinin korunması, hacizde ekonomik yarar bulunmayan ya da muhafazasında ve satışında güçlük çekilen eşyaların hacizlerinin önlenmesi amaçlanmaktadır. Düzenlemeye göre, (….) borçlu ile aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için gerekli her türlü eşyanın (…) haczedilemeyeceği hükme bağlanmaktadır” ifadesi yer almaktadır. İcra müdürü yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde takip alacağına yetecek miktarda haciz yaparken yokluğu borçlunun günlük hayatını devam ettirmesinde en az sıkıntı verecek ve haczi muhafaza ve satışı en kolay olan mallara öncelik vermek zorundadır. Borçlu ve aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için “lüzumlu” olan buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, koltuk takımı, ütü, fırın, halı, bulaşık makinesi gibi insan onuruna yakışan hayatın sürdürülmesi için varlığı zorunlu olan ev eşyaları haciz konusu yapılamaz. Bu konuda, haciz konusu malın borçlunun haline uygun olup olmadığı ölçütü değerlendirmeye alınamaz. İİK’nun 6352 Sayılı Kanunla değişik 82. maddesinin üçüncü fıkrasında lüzumlu eşya da olsa aynı amaçla kullanılan birden fazla eşya olması halinde bunlardan biri dışında diğerlerinin haczedilebileceğini öngörmektedir. Bu halde diğerine oranla daha düşük değerli ve satılması ve paraya çevrilmesi zor olan mal, haciz dışında bırakılıp diğer malların haczi gereklidir. Somut olayda 10.07.2012 tarihinde borçlunun evinde yapılan haciz sırasında bir kısım ev eşyaları haczedilmiş, borçlunun haczedilmezlik şikayeti üzerine haciz tarihi itibariyle uygulanması gereken 6352 Sayılı Kanunla değişik İİK’nun 82/3. fıkrasına göre; şikayetin kısmen kabul kısmen reddedilerek borçlu ve aile bireyleri için gerekli olan ütü ve fırın üzerindeki haczin kaldırılmasına, diğer mallara yönelik haczedilmezlik şikayetinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Haciz tutanağının incelenmesinde haczedilen “Show” marka tüplü televizyonun borçluya bırakılıp aynı amaca hizmet eden değeri daha yüksek olup satışı kolay olacak olan “Vestel” marka LCD televizyonun haczedilmesi, yine aynı gerekçe ile “Casper” marka tüplü bilgisayarın ve kasasının borçluya bırakılıp “Exper” marka bilgisayar kasası ve LCD bilgisayar monitörü ile “Mobee” marka tablet bilgisayarın ve “HP” marka dizüstü bilgisayarın haczi gereklidir. Ayrıca yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca lüzumlu eşya sayılmayan “Goodmen” marka koşu bandı, “HP” marka yazıcı, “Canon” marka fotokopi makinesinin haczi isabetlidir. Şu duruma göre mahkemece, lüzumlu eşyalardan olan “Show” marka tüplü televizyon ve “Casper” marka tüplü bilgisayar ile kasasının haciz dışı bırakılması gerekirken haczedildiği için bu mahcuzlar üzerindeki hacizlerin de kaldırılması yerine, yazılı gerekçe ile hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26/03/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/9288 E. , 2021/985 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Sair temyiz itirazlarının reddi ile, Genel haciz yoluyla ilamsız takipte örnek 7 ödeme emrinin tebliği üzerine borçlunun itirazıyla duran takibin durduğu, alacaklının itirazın kaldırılması istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece itirazın kaldırılmasına ve tazminata hükmedildiği, borçlu tarafından ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK’nun 68/1. maddesi gereğince; talebine itiraz edilen alacaklının takibi, imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usulüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye müstenit ise, alacaklı itirazın kaldırılmasını isteyebilir. İİK’nun 68/1. maddesinde yer alan yetkili makamların düzenledikleri belgelerin takip dayanağı yapılıp, ilamsız takibe konulabilmesi için, kanunda bu belgelerin, İİK’nun 68. maddesinde sayılanlardan olduğuna ilişkin özel hüküm bulunması gerekir (İİK’nun 143/2, 105/1, 251/1, gibi). Somut olayda, alacaklının takibine dayanak yaptığı 30.04.2018 tarihli “Mutabakatnamedir” başlıklı belgenin 11.maddesinde “işbu mutabakat bir bütündür ve söz konusu taşınmaz devirlerinin yapılmış olması,taahhüt edilen bakiye alacağın ödenmesi ve tahliyelerin süresinde yapılması şartıyla geçerlidir” hükmüne yer verildiğinden kayıtsız şartsız, belirli bir para borcu ikrarını ve ödemeyi tahahhüt etmediği, takip borçlusu tarafından takip alacaklısına kayıtsız şartsız ödeme yapılacağına dair bir ibare içermediğinden, takibe konu belge, İİK’nun 68. maddesinde yazılı mücerret borç ikrarını içeren belge niteliğinde değildir. O halde, mahkemece itirazın kaldırılması talebinin bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken, ilk derece mahkemesince itirazın kaldırılması talebinin kabulüne ilişkin karara yönelik istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmesi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile, yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin 02.10.2020 tarih, 2019/2125 E.- 2020/1434 K. sayılı kararının (KALDIRILMASINA), … 1.İcra Hukuk Mahkemesi’nin 23.05.2019 tarih, 2019/30 E.- 2019/641 K. sayılı kararının (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 03/02/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/9288 E. , 2021/985 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Sair temyiz itirazlarının reddi ile, Genel haciz yoluyla ilamsız takipte örnek 7 ödeme emrinin tebliği üzerine borçlunun itirazıyla duran takibin durduğu, alacaklının itirazın kaldırılması istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece itirazın kaldırılmasına ve tazminata hükmedildiği, borçlu tarafından ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK’nun 68/1. maddesi gereğince; talebine itiraz edilen alacaklının takibi, imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usulüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye müstenit ise, alacaklı itirazın kaldırılmasını isteyebilir. İİK’nun 68/1. maddesinde yer alan yetkili makamların düzenledikleri belgelerin takip dayanağı yapılıp, ilamsız takibe konulabilmesi için, kanunda bu belgelerin, İİK’nun 68. maddesinde sayılanlardan olduğuna ilişkin özel hüküm bulunması gerekir (İİK’nun 143/2, 105/1, 251/1, gibi). Somut olayda, alacaklının takibine dayanak yaptığı 30.04.2018 tarihli “Mutabakatnamedir” başlıklı belgenin 11.maddesinde “işbu mutabakat bir bütündür ve söz konusu taşınmaz devirlerinin yapılmış olması,taahhüt edilen bakiye alacağın ödenmesi ve tahliyelerin süresinde yapılması şartıyla geçerlidir” hükmüne yer verildiğinden kayıtsız şartsız, belirli bir para borcu ikrarını ve ödemeyi tahahhüt etmediği, takip borçlusu tarafından takip alacaklısına kayıtsız şartsız ödeme yapılacağına dair bir ibare içermediğinden, takibe konu belge, İİK’nun 68. maddesinde yazılı mücerret borç ikrarını içeren belge niteliğinde değildir. O halde, mahkemece itirazın kaldırılması talebinin bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken, ilk derece mahkemesince itirazın kaldırılması talebinin kabulüne ilişkin karara yönelik istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmesi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile, yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi’nin 02.10.2020 tarih, 2019/2125 E.- 2020/1434 K. sayılı kararının (KALDIRILMASINA), … 1.İcra Hukuk Mahkemesi’nin 23.05.2019 tarih, 2019/30 E.- 2019/641 K. sayılı kararının (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 03/02/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 12. Hukuk Dairesi 2020/1080 E. 2020/8481 K. MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Şikayetçi 3. kişi icra mahkemesine başvurusunda; haciz yapılan adresin borçluya ait olmamasına rağmen icra müdürünün alacaklının talepleri doğrultusunda evrak araştırması yaptığını, evrak araştırmasının kanuna aykırı olduğunu belirterek söz konusu icra memuru hakkında gerekli işlemin yapılmasını ve evrak araştırmasına yönelik işlemin iptalini talep ettiği, mahkemece haciz sırasında yapılan aramaların İİK 80. maddesinin maksadını aştığından bahisle şikayetin kabulüne karar verildiği, alacaklının istinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesince istinaf talebinin esastan reddine karar verildiği görülmektedir. İİK’nun 80. ve müteakip maddeleri uyarınca; icra müdürü, borçlunun gösterilen adresinde talep üzerine gerektiğinde kilitli yerlerin (ev ya da işyeri kapısı) çilingir vasıtasıyla açtırılması suretiyle haciz işlemini yapmak zorundadır. Bir başka anlatımla, anılan yasal düzenlemelerde, icra müdürüne, alacaklının haciz isteminin yerine getirilmesi konusunda takdir yetkisi tanınmamıştır. Bu durumda, haciz yapılan yerde 3. kişi bulunduğu ve istihkak iddia edildiği takdirde, icra müdürü tarafından beyanları zapta geçirilip, İİK’nun 96. ve bunu izleyen maddelerdeki prosedürün uygulanması gerekir. Her ne kadar ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi yapılan haczin İİK’nun 80. maddesine uygun olmadığı, maddenin borçluyu hedef aldığını belirterek haczedilen yerin borçluya ait olmadığından bahisle bu maddenin uygulanamayacağı ve bu nedenle 3.kişiye ait işyerinde evrak araştırması yapılamayacağı belirtilerek yapılan işlemin iptaline karar vermiş ise de İİK’nun 82. vd. maddeleri nazara alındığında, icra müdürünce alacaklının gösterdiği adreste haciz işleminin yapılması gerekli olup icra müdürünün haciz talebinin reddetme yetkisi bulunmamaktadır. Somut olayda da icra müdürünün gösterilen adreste haciz işlemini gerçekleştirdiği ve talep üzerine evrak araştırması yaptığı görülmektedir. İİK.’nun 80.maddesi ilk derece mahkemesi ve bölge adliye mahkemesi gerekçelerinde belirtildiği şekilde, borçluyu hedef almakta olup, yapılan işlemler borçlu hakkında gerçekleşmektedir. Eğer 3.kişi haczi yapılan yerin borçluya ait olmadığı iddiasında ise icra müdürü tarafından beyanları zapta geçirilip, İİK’nun 96. ve bunu izleyen maddelerdeki prosedürün uygulanması gerekir. İcra müdürünce İİK 96. ve 99. maddelerine göre işlem yapılıp yapılmayacağı hususu ancak evrak araştırması sonucunda netleşmektedir. Gerek İİK 96. ve 99. maddeleri şikayeti ve gerekse istihkak iddiası ayrı bir dava konusu olduğundan hali hazırda borçluya ait olduğu iddia edilen yerde evrak araştırması yapılması usul ve yasaya aykırı olmamaktadır. O halde mahkemece, şikayetinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile, yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca, … Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi’nin 19/11/2019 tarih ve 2018/2236 E.- 2019/2223 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA, … 10. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 19/12/2017 tarih ve 2016/767 E.-2017/1083 K. sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 12/10/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2019/11629 E. , 2020/3376 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki taraflarca istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : 1-Borçluların temyiz itirazlarının incelenmesinde; Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının REDDİNE; 2-Alacaklının temyiz itirazlarına gelince; Alacaklı tarafından, borçlular aleyhine başlatılan genel haciz yolu ile ilamsız icra takibinde, borçluların icra mahkemesine başvurusunda; ödeme emri tebliğ işleminin usulsüz olduğunu ileri sürerek, ödeme emri tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olan 11.06.2018 olarak düzeltilmesini talep ettikleri, mahkemece; tebliğ işlemlerinin usulüne uygun olduğu gerekçesi ile şikayetin reddine karar verildiği, borçlular tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, bölge adliye mahkemesince, istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, borçlu şirketin usulsüz tebligata yönelik şikayetin reddine; borçlu …’ye yapılan ödeme emri tebliğ işleminin usulsüz olduğu gerekçesi ile bu borçlu yönüyle ödeme emri tebliğ tarihinin 11.06.2018 tarihi olarak düzeltilmesine karar verildiği anlaşılmıştır. 7201 sayılı Kanun’un 32.maddesi gereğince tebliğ, usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğ işleminden haberdar olmuş ise geçerli sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi olarak kabul edilir. Görüldüğü üzere, usulsüz yapılan tebliğ, mutlaka batıl olmayıp, muhatap tarafından öğrenildiği tarihte geçerli olacaktır (HGK’nun 05.06.1991 tarih, 1991/12-258 E.-1991/344 K. sayılı kararı). Bu madde hükmünün uygulanabilmesi için ise usulsüz de olsa bir tebligatın varlığı ön koşuldur. Öte yandan, tebliğ işleminin usulsüzlüğü iddiasının yasal dayanağı İİK’nun 16. maddesi olup, bu yöndeki şikayetin, aynı maddenin 1. fıkrası uyarınca usulsüz tebliğ işleminin öğrenildiği tarihten itibaren 7 gün içerisinde icra mahkemesine yapılması zorunludur. Öğrenme tarihinin belirlenmesi açısından şikayetçi borçlunun bildirdiği tarih esas olup, bu tarihin aksi karşı tarafça ancak yazılı belge ile ispatlanabilir. Hukuk Genel Kurulu’nun 12.02.1969 tarih ve 1967/172-107 sayılı kararında da benimsendiği üzere beyan edilen öğrenme tarihinin aksi tanık beyanıyla ispat edilemez. Somut olayda, borçlulardan …’ye gönderilen ve 20.03.2018 tarihinde tebliğ edilen ödeme emri tebliğ mazbatasının incelenmesinde; haber bırakılan komşunun kim olduğuna dair hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Söz konusu tebligat bu hali ile 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/1. maddesi ile Tebligat Yönetmeliği hükümlerine uygun yapılmadığından usulsüzdür. UYAP sorgu sisteminden yapılan incelemede ise; borçlu vekili Av. …’ın 04.05.2018 tarihinde takip dosyasına vekaletname sunduğu, vekaletnameyi aynı tarihte harçlandırdığı, icra müdürlüğü tarafından vekaletnamenin 07.05.2018 tarihinde onaylandığı, bu tarihten itibaren borçlu vekilinin Uyap sorgu sisteminde bulunan tüm evraklara erişim imkanı elde ettiği, itirazın ise yasal 7 günlük itiraz süresinden sonra, yani 11.06.2018 tarihinde yapıldığı görülmektedir. O halde, bölge adliye mahkemesince, ıttıla tarihinin, borçlu vekili tarafından sunulan vekaletnamenin onaylanma tarihi olan 07.05.2018 olarak kabulü ile ödeme emri tebliğ işleminin usulsüz olduğuna yönelik 11.06.2018 tarihli şikayetin süreden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Alacaklının temyiz isteminin kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 371. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HMK’nun 373/2. maddesi gereğince dosyanın … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 01/06/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2076 E. , 2020/117 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 23.03.2012 tarihli dava dilekçesinde; alacağını temlik aldıkları dava dışı Denizbank A.Ş. ile dava dışı Pizaş Pamukkale El Sanatı İşleri Tic. A.Ş. arasında genel kredi sözleşmesi akdedildiğini, davalı-borçlu …’ın da işbu sözleşmeyi müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, dava dışı şirketin kredi borcunu ödememesi üzerine kredi borcunun Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli ihtarnamesi ile kat edildiğini ve bilahare borçlular aleyhine Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyası ile ilamsız takip yapıldığını, davaya konu alacağın 29.09.2010 tarihli temlik sözleşmesiyle müvekkili varlık yönetim şirketine temlik edildiğini, alacağın tahsili için girişilen takibe davalı-borçlu tarafından haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 09.04.2012 tarihli cevap dilekçesinde; dava dilekçesi ekinde takip dayanağı belge suretleri gönderilmediğinden zikredilen kredi sözleşmelerindeki imzaların müvekkiline ait olup olmadığı hususunda beyanda bulunma haklarını saklı tutarak müvekkili tarafından 2005, 2006 ve 2007 yıllarında pek çok banka ile kredi sözleşmesi imzalandığını, öncelikle kredi sözleşmesindeki bedelin kredi müşterisine ödendiğinin ispat edilmesi gerektiğini, öte yandan kredi hesabı ile ilgili banka defter ve kayıtları ile dayanağı belgelerin ibrazı gerektiğini, yine dava dilekçesinde belirtilen Denizli 4. Noterliğinin ilgili ihtarnamesinin müvekkiline tebliğ edilmediğini, bu nedenle müvekkili hakkında hesabın kat edilmiş olmasının mümkün bulunmadığını, yine sözleşmedeki kefaletin geçerliliğinin müphem olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararı: 6. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/103 E.,2013/73 K. sayılı kararı ile; dava dışı şirkete kullandırılan kredinin ödenmemesi üzerine Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli hesap kat ihtarnamesiyle hesabın kat edildiği, söz konusu ihtarnamenin davalıya adresten taşınma nedeniyle tebliğ edilemediği, 01.09.2007 tarihinde çıkış merciine iade edildiğinin tebliğ mazbatasından anlaşıldığı, icra takip dosyasında borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi olarak yazılı ise de, bu hususun sehven yazılmış olduğu, yine aynı şekilde borcun sebebine ilişkin olarak ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu, takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ve ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısıyla bahsedildiği ve ödenmesi gereken borç miktarının da bildirilmiş olduğu ve yine sözleşmenin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında davalı tarafından yapılan itirazın kısmen iptali ile takibin 11.610,44TL asıl alacak, 811,48TL işlemiş faiz, 40,56TL gider vergisi olmak üzere toplam 12.462,48TL üzerinden devamına, asıl alacağa takip tarihinden itibaren %19,50 ve değişen oranlarda temerrüt faizi uygulanmasına, asıl alacak miktarı üzerinden hesaplanacak %40 oranında inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davalı tarafın tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 19. Hukuk Dairesince 22.09.2014 tarihli ve 2014/9802 E., 2014/13921 K. sayılı kararı ile; “…Davanın temelini oluşturan icra takibinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname” gösterilmiştir. İtirazın iptali davaları takibe sıkı sıkıya bağlı davalardan olduğundan uyuşmazlığın takibe dayanak yapılan kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerekir. Mahkemece icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Denizli Asliye Ticaret Mahkemesinin17.03.2015 tarihli ve 2015/12 E., 2015/221 K. sayılı kararı ile; davacının takibe dayanak olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, bunlardan sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, bozmaya konu olan mahkemenin önceki kararında da bahsedildiği üzere, takip dayanağı olarak gösterilen kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesinin gerekeceği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; takip talebinde alacağın dayanağı olarak yalnızca “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” şeklinde açıklama bulunmaktayken, takibe ekli ihtarnamede bahsi geçen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ilgili mevzuat hükümlerinin açıklanmasında yarar bulunmaktadır. 13. İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 4949 sayılı Yasayla değişik “İtirazın Hükümden Düşürülmesi” ana başlıklı “İtirazın İptali” alt başlıklı 67.maddesinde; “(DEĞİŞİK FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/15) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. (DEĞİŞİK FIKRA RGT: 25.11.1988 RG NO: 20000 KANUN NO: 3494/1) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın (DEĞİŞİK İBARE RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. (MÜLGA FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/103) Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır. (EKLENMİŞ FIKRA RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) Bu Kanunda öngörülen icra inkar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve benzeri tazminatların tespitinde, takip talebi veya davadaki talep esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. 14. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, itirazın iptali davasının hukuki niteliği üzerinde de durulması gerekmektedir. 15. İtirazın iptali davası müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır. Madde metninde de açıkça belirtildiği üzere takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip borçlusuna karşı genel mahkemede açılır ve genel hükümlere göre görülür. Alacaklı bu davada genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava etmektedir. 16. İtirazın iptali davası itirazın hükümden düşürülmesi ana başlığı altında düzenlenmekle takip hukuku içinde ve takip talebiyle sıkı sıkıya bağlantılı ele alınması gereken, sonucuyla takibin devamına etkili bir dava türü olarak karşımıza çıkmaktadır ve takip talepnamesinde dayanılan borç ve borcun sebebi ile bağlılık asıldır. Öyle ki, genel hükümlere göre harca tabi olanitirazın iptali davasında alacaklı yan isterse takip talebinde bulunurken yatırmış olduğu binde beş harcı geri alabilir ve itirazın iptali davası harcına mahsubunu isteyebilir (492 sayılı Harçlar Kanunu m. 28/a, 29/I, III). 17. Bu davada, ispat yükü kural olarak davayı açan alacaklıda olup, alacaklı alacağını ispatla yükümlüdür. Genel hükümler dairesinde her türlü delille ispat edilecek alacak da yine takip talepnamesine konu olan ve borçlu yanca itiraza uğrayan alacaktır. Zira aynı maddede itirazın haksızlığı borçlu açısından, takibin haksız ve kötü niyetli yapılması da alacaklı açısından tazminat müeyyidesine bağlanmıştır. 18. Diğer taraftan, İİK’nin 67.maddesinin son fıkrasında alacaklının itirazın tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açamamışsa umumi hükümler dairesinde alacağını dava etme hakkının saklı olduğu ifade edilmiştir. Bu da bir yıllık süre içinde açılan itirazın iptali davası ile süre geçirildikten sonra açılan alacak davaları arasında her ikisi de genel hükümlere tabi olmakla birlikte ispat yöntemleri ve hukuki sonuçları bakımından bir fark olduğunu ortaya koymaktadır. Zira süresi içinde açılan dava itirazın iptali davasıdır ve itirazın iptali davasının kazanılması hâlinde borçlunun itirazı iptal edilmiş olur. Bunun üzerine alacaklı itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini isteyebilir. Süresinden sonra açılan davada ise itirazın iptali değil alacağa hükmedilmesi istenecektir ve verilen kararın takibe etkisi bulunmamaktadır. Şu durumda itirazın iptali davasında ispat edilecek olanın takibe ve borçlunun itirazına konu alacak olduğunda ve itirazın iptali davası için bu alacağın sebebinin değiştirilme olanağının bulunmadığında kuşku bulunmamaktadır. 19. Genel hükümlere göre her türlü ispat olanağının varlığı, takip talebinde yer alan borç sebebinden ve takip dayanağından uzaklaşmak anlamında düşünülmemelidir. Burada sadece icra mahkemesinin dar yetkisi nedeniyle inceleyemediği delillerin genel mahkemede serbestçe ancak borca bağlı olarak ileri sürülmesi olanağının varlığı söz konusu olmaktadır. 20. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında; dava dışı Denizbank A.Ş. tarafından borçlular Pizaş Pamukkale… A.Ş. İ. ve S..bri……. ve Er..o..an () aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” sebep gösterilmek suretiyle, toplam 12.614,71TL’nin tahsili için 18.09.2007 tarihinde ilamsız icra takibi yapılmış, takip alacağı 29.09.2010 tarihli sözleşme ile Denizbank A.Ş. tarafından LBT Varlık A.Ş.’ye temlik edilmiş, davalı-borçlu tarafından 15.12.2011 tarihli itiraz dilekçesi ile takibe itiraz edilmiş ve takibin bu borçlu yönünden durduğu anlaşılmıştır. 21. İtirazın iptali davalarında alacaklı, takipte dayanmadığı belgeler dışındaki başka belgelere dayanamaz. Şu durumda bizatihi kendisi bir borç sebebi ve dayanağı teşkil eden ancak takipte dayanılmayan genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında kullanılması davanın yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca takip talebinde “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” yazmakta olup, ihtarname takip talebine eklenmiş ise de ihtarnamenin amacının genel olarak borcun varlığına delalet etmeyip, borçluyu temerrüde düşürmekten ibaret olduğu cihetle itirazın iptali davasında takip talebinde gösterilen borç ve borcun sebebi ile bağlılığın asıl olmasına göre kaynak belgeye (temel alacak-sözleşme) itibar edilmesi gerekmektedir. 22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; takip konusu alacağın kaynağı ve miktarının takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtildiği, takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesinin isabetli olduğu, yerel mahkeme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 23. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 24. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanunun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi. KARŞI OY Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, takip talebinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” olarak gösterilmiş olması karşısında takibe ekli ihtarnamede sözü edilen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında takibe dayanak belge olarak esas alınıp alınamayacağıdır. Dava İİK’nın 67. maddesi hükmünde düzenlenen itirazın iptali davasıdır. İtirazın iptali davası takip alacaklısı tarafından takip borçlusunun icra dairesinde takibe itirazı üzerine takibin devamını sağlama amacı ile açılan bir davadır. Bu nedenle bu davaya itirazın iptali davası denilmektedir. İtirazın iptali davası bu özelliği dolayısı ile itiraza uğrayan takibe sıkı sıkıya bağlı bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir (HGK 17.09.2019 gün 2017/19-824 E., 2019/889 K. sayılı kararı). Alacaklı takip konusu yaptığı ve borçlunun icra dairesinde itiraz ettiği alacağı için İİK 67/1’deki bir yıl içinde itirazın iptali davası açar. Alacaklı bir yıl içinde itirazın iptali davası açmaz ise yaptığı ilamsız icra takibi düşer; alacaklı bu alacağı hakkında bir daha ilamsız takip yapamaz (İİK m. 68/1’e kıyasen). Ancak bir yıllık süreyi geçiren alacaklının genel hükümlere göre alacağını dava etmek hakkı saklıdır. Mahkeme, itirazın iptali davasında bir alacak davasında olduğu gibi tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceler. Borçlunun ödeme emrine karşı yaptığı borca itirazın haksız olduğu sonucuna varır ise itirazın iptaline, talep üzerine koşulları var ise borçluyu icra inkâr tazminatına mahkûm eder. Alacaklı bu kararı icra dairesine vererek itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini yani borçlunun malları üzerine haciz konulmasını talep edebilir. Mahkemenin bu kararı maddi anlamda kesin hüküm oluşturur. İtirazın iptali davasına konu alacak, alacaklının ilamsız icra takibine konu yaptığı ve borçlu tarafından itiraz edilen alacaktır. Genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi bütün takip yollarında olduğu gibi bir takip talebi ile başlar. Alacaklının takip talebinde bulunabilmesi için alacağın bir senede veya belgeye bağlı olması zorunlu değildir. Ancak alacaklı takip yaparken bir senet veya belgeye sahip değil ise alacağın sebebini belirtmek zorundadır. Bu husus takip talebi ve muhtevası başlıklı İİK’nın 54/4. bendinde “senet, senet yoksa borcun sebebi” olarak düzenlenmiştir. Alacaklı takip talebinde alacağının belgesini, belgesi yoksa sebebini göstermek zorundadır. Takip konusu alacak bir senede veya belgeye bağlı ise senedin veya belgenin aslını veya onaylı örneğini takip talebi ile birlikte icra dairesine vermek zorundadır. Alacaklı takipte dayandığı bu belgeleri icra dairesine vermedikçe icra dairesi ödeme emri düzenleyip borçluya gönderemez. Buna rağmen göndermiş ise borçlunun süresi içinde şikâyet yolu ile ödeme emrini iptal ettirmesi gerekir (İİK m.16). Alacaklı takip talebinde alacağının senede veya belgeye bağlı olduğunu bildirmemiş ve icra dairesine hiçbir belge vermemiş ise borçlunun ödeme emrine itirazı üzerine alacaklı takip talebinde göstermediği ve icra dairesine vermediği bir belgeye dayanarak itirazın iptali davası açamaz. Alacaklı takip talebi ile birlikte borçlu sayısından bir fazla adeti kendisi veya temsilcisi tarafından onaylanmış senet örneğini icra dairesine verir. Bu örneklerden biri icra dosyasında saklanır. Diğer örnekler ödeme emri ile birlikte borçluya veya borçlulara tebliğe gönderilir (İİK m. 61/1). Takibe dayanak belgeler ödeme emri ekinde borçluya gönderilmemesi hâlinde borçlu süresi içinde icra mahkemesine başvurarak ödeme emrinin iptal edilmesini talep edebilir. Bu şikâyet üzerine icra mahkemesince ödeme emri iptal edilir ise icra dairesi yeniden borçluya çıkaracağı ödeme emri ekinde takibe dayanak belgeleri de ekler. Hukuk Genel Kurulu 27.04.2011 tarih, 2010/12-641 E., 2011/218 K. sayılı kararında takip talebinde ve ödeme emrinde borcun sebebi olarak kredi kartı alacağını gösteren alacaklının alacağın bağlı olduğu belgeleri açıklamamış ve dayanak belgeleri icra dairesine vermemiş ve bu husus şikâyet konusu da yapılmamış ise borçlunun itirazı üzerine alacaklının itirazın kaldırılmasını talep ettiği icra mahkemesinde kredi kartı kullanımına ilişkin sözleşme ve hesap kat ihtarını ibraz edebileceği, bu belgelerin icra mahkemesinde incelenmesine yazılı engel bulunmadığına hükmetmiştir. Somut olayda dava dışı Denizbank A.Ş.’nin dava dışı Pizen A.Ş. ile davalı …’ın da aralarında bulunduğu borçlular aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti”ne dayalı olarak 11.610,44YTL asıl alacak ve ferileri ile birlikte toplam 12.614,71YTL üzerinden genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine geçtiği, dayanak belgelerden sadece ihtarnamenin takip talebine eklendiği, davalı borçlunun icra davasında borca itiraz etmesi üzerine, icra dosya alacağını temlik alan davacının mahkemede itirazın iptali davasını açtığı, yerel mahkemece, takip talebinde borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi yazılı ise de bu hususun sehven yazılmış olduğu, aynı şekilde takip talebinde ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu ve takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısı ile bahsedildiği, ödenmesi gereken borç miktarının ihtarnamede bildirilmiş olduğu ve ihtarnamede geçen borç miktarının takip talebinde talep edildiği, alacağın kaynağı olan genel kredi sözleşmesinin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Yerel mahkeme kararının davalı vekilince temyizi üzerine Özel Dairece takibe dayanak olarak kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname gösterildiğinden uyuşmazlığın kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği, icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek sureti ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkeme önceki gerekçelere ek olarak davacının takibe dayanak olarak “ kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, takip talebine takip dayanağı olarak kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekçesi ile direnme kararı vermiştir. Direnme kararının temyizi üzerine Genel Kurul çoğunluk görüşü özel dairenin bozma gerekçesini benimseyerek direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkemenin direnme kararının yukarıda belirtilen ilke ve kurallara uygun olduğu görüşündeyiz. Şöyle ki; alacaklı takibe konu alacağı için senet, senet yoksa sebep göstermek zorunda olduğu gibi dayanak olarak senedi gösteriyor ise bu senedi de takibe eklemek zorundadır. Aksi hâlde icra memuru borçluya ödeme emri göndermez (İİK 68/4 bendi, 68/3 fıkrası). Bu maddede yazılı “senet” kelimesinden sadece teknik ve gerçek anlamda bir senet değil, alacaklının alacaklı olduğunu gösteren bir belge veya belgeler zinciri de anlaşılır. Özel Daire takip talebinde yazılı “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti” açıklamasından sadece kredi kartı üyelik sözleşmesi ibaresini dikkate alarak icra takibine konu alacağın kredi kart üyelik sözleşmesine dayalı olduğu sonucuna varmıştır. Oysa takip talebinde sadece dayanak belge olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi” yazılı olsa idi, bu sözleşme ve bu sözleşme ile ilgili varsa ihtarname takip talebine eklenmediği için icra müdürünün borçluya ödeme emri göndermesi mümkün değildir. Borçlunun takip borcuna itiraz edebilmesi için borcun hangi tarihli sözleşmeden kaynaklandığı ve hangi aylara ilişkin kredi borcunun olduğunu bilmesi gereklidir. Takip talebine dayalı ihtarname takip talebine eklenmiş olup bu ihtarnamede takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesine istinaden kullandırılan krediden kaynaklandığı belirtildikten sonra ihtarnamede borç tarih ve miktarları faizi ve ferileri ile birlikte ayrıntılı olarak gösterilmiş, ihtarnamede belirtilen 11.610,44YTL asıl alacak 956,45YTL işlem temerrüt faizi 47,82YTL temerrüt faizi %5 gider vergisi olmak üzere toplam 12.614,71YTL toplam borç takip talebinde talep edilmektedir. Görüldüğü üzere takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takibe konu edilen alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, bu açıklama karşısında takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Alacaklı takip talebinde genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye bağlı olarak gönderilen ihtarname şeklinde belgeler zincirine dayanmıştır. İhtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinin yazılı olması karşısında, takip talebinde genel kredi sözleşmesi ibaresinin yazılı olmaması bu sözleşmeye dayanılmadığını söylemeye yeterli değildir. Kaldı ki davalı cevap dilekçesinde takibe dayanak ihtarnamenin kendisine tebliğ edilmediği için kendisi hakkında hesabın kat edilmesinin söz konusu olmadığını bu nedenle temerrüdün takip tarihinde başlayacağını, takip öncesi işlemin faiz ve ferilerinden sorumlu olmayacağını ileri sürmek suretiyle takibe dayanak alacağın ihtarnamede yazılı olan alacak olduğunu kabul etmektedir. Yine borçlunun cevap dilekçesinde belirttiği üzere sadece kredi sözleşmesinin yapılması kredi müşterisinin bankaya borçlandığının kanıtı olamaz. Kredi sözleşmesinin kefili olan davalının borçtan sorumlu olması için kredinin kredi borçlusuna ödendiğinin de ispatı gerekir. Takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takip talebinde sadece bu ihtarname yazılı olması sureti ile alacaklı İİK 58/4 bende yazılı belgeye dayanma şartını yerine getirmiştir. Sonuç olarak yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesi isabetli olup direnme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyoruz.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2076 E. , 2020/117 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 23.03.2012 tarihli dava dilekçesinde; alacağını temlik aldıkları dava dışı Denizbank A.Ş. ile dava dışı Pizaş Pamukkale El Sanatı İşleri Tic. A.Ş. arasında genel kredi sözleşmesi akdedildiğini, davalı-borçlu …’ın da işbu sözleşmeyi müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, dava dışı şirketin kredi borcunu ödememesi üzerine kredi borcunun Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli ihtarnamesi ile kat edildiğini ve bilahare borçlular aleyhine Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyası ile ilamsız takip yapıldığını, davaya konu alacağın 29.09.2010 tarihli temlik sözleşmesiyle müvekkili varlık yönetim şirketine temlik edildiğini, alacağın tahsili için girişilen takibe davalı-borçlu tarafından haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 09.04.2012 tarihli cevap dilekçesinde; dava dilekçesi ekinde takip dayanağı belge suretleri gönderilmediğinden zikredilen kredi sözleşmelerindeki imzaların müvekkiline ait olup olmadığı hususunda beyanda bulunma haklarını saklı tutarak müvekkili tarafından 2005, 2006 ve 2007 yıllarında pek çok banka ile kredi sözleşmesi imzalandığını, öncelikle kredi sözleşmesindeki bedelin kredi müşterisine ödendiğinin ispat edilmesi gerektiğini, öte yandan kredi hesabı ile ilgili banka defter ve kayıtları ile dayanağı belgelerin ibrazı gerektiğini, yine dava dilekçesinde belirtilen Denizli 4. Noterliğinin ilgili ihtarnamesinin müvekkiline tebliğ edilmediğini, bu nedenle müvekkili hakkında hesabın kat edilmiş olmasının mümkün bulunmadığını, yine sözleşmedeki kefaletin geçerliliğinin müphem olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararı: 6. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/103 E.,2013/73 K. sayılı kararı ile; dava dışı şirkete kullandırılan kredinin ödenmemesi üzerine Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli hesap kat ihtarnamesiyle hesabın kat edildiği, söz konusu ihtarnamenin davalıya adresten taşınma nedeniyle tebliğ edilemediği, 01.09.2007 tarihinde çıkış merciine iade edildiğinin tebliğ mazbatasından anlaşıldığı, icra takip dosyasında borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi olarak yazılı ise de, bu hususun sehven yazılmış olduğu, yine aynı şekilde borcun sebebine ilişkin olarak ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu, takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ve ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısıyla bahsedildiği ve ödenmesi gereken borç miktarının da bildirilmiş olduğu ve yine sözleşmenin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında davalı tarafından yapılan itirazın kısmen iptali ile takibin 11.610,44TL asıl alacak, 811,48TL işlemiş faiz, 40,56TL gider vergisi olmak üzere toplam 12.462,48TL üzerinden devamına, asıl alacağa takip tarihinden itibaren %19,50 ve değişen oranlarda temerrüt faizi uygulanmasına, asıl alacak miktarı üzerinden hesaplanacak %40 oranında inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davalı tarafın tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 19. Hukuk Dairesince 22.09.2014 tarihli ve 2014/9802 E., 2014/13921 K. sayılı kararı ile; “…Davanın temelini oluşturan icra takibinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname” gösterilmiştir. İtirazın iptali davaları takibe sıkı sıkıya bağlı davalardan olduğundan uyuşmazlığın takibe dayanak yapılan kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerekir. Mahkemece icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Denizli Asliye Ticaret Mahkemesinin17.03.2015 tarihli ve 2015/12 E., 2015/221 K. sayılı kararı ile; davacının takibe dayanak olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, bunlardan sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, bozmaya konu olan mahkemenin önceki kararında da bahsedildiği üzere, takip dayanağı olarak gösterilen kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesinin gerekeceği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; takip talebinde alacağın dayanağı olarak yalnızca “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” şeklinde açıklama bulunmaktayken, takibe ekli ihtarnamede bahsi geçen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ilgili mevzuat hükümlerinin açıklanmasında yarar bulunmaktadır. 13. İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 4949 sayılı Yasayla değişik “İtirazın Hükümden Düşürülmesi” ana başlıklı “İtirazın İptali” alt başlıklı 67.maddesinde; “(DEĞİŞİK FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/15) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. (DEĞİŞİK FIKRA RGT: 25.11.1988 RG NO: 20000 KANUN NO: 3494/1) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın (DEĞİŞİK İBARE RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. (MÜLGA FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/103) Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır. (EKLENMİŞ FIKRA RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) Bu Kanunda öngörülen icra inkar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve benzeri tazminatların tespitinde, takip talebi veya davadaki talep esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. 14. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, itirazın iptali davasının hukuki niteliği üzerinde de durulması gerekmektedir. 15. İtirazın iptali davası müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır. Madde metninde de açıkça belirtildiği üzere takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip borçlusuna karşı genel mahkemede açılır ve genel hükümlere göre görülür. Alacaklı bu davada genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava etmektedir. 16. İtirazın iptali davası itirazın hükümden düşürülmesi ana başlığı altında düzenlenmekle takip hukuku içinde ve takip talebiyle sıkı sıkıya bağlantılı ele alınması gereken, sonucuyla takibin devamına etkili bir dava türü olarak karşımıza çıkmaktadır ve takip talepnamesinde dayanılan borç ve borcun sebebi ile bağlılık asıldır. Öyle ki, genel hükümlere göre harca tabi olanitirazın iptali davasında alacaklı yan isterse takip talebinde bulunurken yatırmış olduğu binde beş harcı geri alabilir ve itirazın iptali davası harcına mahsubunu isteyebilir (492 sayılı Harçlar Kanunu m. 28/a, 29/I, III). 17. Bu davada, ispat yükü kural olarak davayı açan alacaklıda olup, alacaklı alacağını ispatla yükümlüdür. Genel hükümler dairesinde her türlü delille ispat edilecek alacak da yine takip talepnamesine konu olan ve borçlu yanca itiraza uğrayan alacaktır. Zira aynı maddede itirazın haksızlığı borçlu açısından, takibin haksız ve kötü niyetli yapılması da alacaklı açısından tazminat müeyyidesine bağlanmıştır. 18. Diğer taraftan, İİK’nin 67.maddesinin son fıkrasında alacaklının itirazın tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açamamışsa umumi hükümler dairesinde alacağını dava etme hakkının saklı olduğu ifade edilmiştir. Bu da bir yıllık süre içinde açılan itirazın iptali davası ile süre geçirildikten sonra açılan alacak davaları arasında her ikisi de genel hükümlere tabi olmakla birlikte ispat yöntemleri ve hukuki sonuçları bakımından bir fark olduğunu ortaya koymaktadır. Zira süresi içinde açılan dava itirazın iptali davasıdır ve itirazın iptali davasının kazanılması hâlinde borçlunun itirazı iptal edilmiş olur. Bunun üzerine alacaklı itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini isteyebilir. Süresinden sonra açılan davada ise itirazın iptali değil alacağa hükmedilmesi istenecektir ve verilen kararın takibe etkisi bulunmamaktadır. Şu durumda itirazın iptali davasında ispat edilecek olanın takibe ve borçlunun itirazına konu alacak olduğunda ve itirazın iptali davası için bu alacağın sebebinin değiştirilme olanağının bulunmadığında kuşku bulunmamaktadır. 19. Genel hükümlere göre her türlü ispat olanağının varlığı, takip talebinde yer alan borç sebebinden ve takip dayanağından uzaklaşmak anlamında düşünülmemelidir. Burada sadece icra mahkemesinin dar yetkisi nedeniyle inceleyemediği delillerin genel mahkemede serbestçe ancak borca bağlı olarak ileri sürülmesi olanağının varlığı söz konusu olmaktadır. 20. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında; dava dışı Denizbank A.Ş. tarafından borçlular Pizaş Pamukkale… A.Ş. İ. ve S..bri……. ve Er..o..an () aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” sebep gösterilmek suretiyle, toplam 12.614,71TL’nin tahsili için 18.09.2007 tarihinde ilamsız icra takibi yapılmış, takip alacağı 29.09.2010 tarihli sözleşme ile Denizbank A.Ş. tarafından LBT Varlık A.Ş.’ye temlik edilmiş, davalı-borçlu tarafından 15.12.2011 tarihli itiraz dilekçesi ile takibe itiraz edilmiş ve takibin bu borçlu yönünden durduğu anlaşılmıştır. 21. İtirazın iptali davalarında alacaklı, takipte dayanmadığı belgeler dışındaki başka belgelere dayanamaz. Şu durumda bizatihi kendisi bir borç sebebi ve dayanağı teşkil eden ancak takipte dayanılmayan genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında kullanılması davanın yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca takip talebinde “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” yazmakta olup, ihtarname takip talebine eklenmiş ise de ihtarnamenin amacının genel olarak borcun varlığına delalet etmeyip, borçluyu temerrüde düşürmekten ibaret olduğu cihetle itirazın iptali davasında takip talebinde gösterilen borç ve borcun sebebi ile bağlılığın asıl olmasına göre kaynak belgeye (temel alacak-sözleşme) itibar edilmesi gerekmektedir. 22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; takip konusu alacağın kaynağı ve miktarının takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtildiği, takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesinin isabetli olduğu, yerel mahkeme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 23. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 24. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanunun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi. KARŞI OY Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, takip talebinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” olarak gösterilmiş olması karşısında takibe ekli ihtarnamede sözü edilen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında takibe dayanak belge olarak esas alınıp alınamayacağıdır. Dava İİK’nın 67. maddesi hükmünde düzenlenen itirazın iptali davasıdır. İtirazın iptali davası takip alacaklısı tarafından takip borçlusunun icra dairesinde takibe itirazı üzerine takibin devamını sağlama amacı ile açılan bir davadır. Bu nedenle bu davaya itirazın iptali davası denilmektedir. İtirazın iptali davası bu özelliği dolayısı ile itiraza uğrayan takibe sıkı sıkıya bağlı bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir (HGK 17.09.2019 gün 2017/19-824 E., 2019/889 K. sayılı kararı). Alacaklı takip konusu yaptığı ve borçlunun icra dairesinde itiraz ettiği alacağı için İİK 67/1’deki bir yıl içinde itirazın iptali davası açar. Alacaklı bir yıl içinde itirazın iptali davası açmaz ise yaptığı ilamsız icra takibi düşer; alacaklı bu alacağı hakkında bir daha ilamsız takip yapamaz (İİK m. 68/1’e kıyasen). Ancak bir yıllık süreyi geçiren alacaklının genel hükümlere göre alacağını dava etmek hakkı saklıdır. Mahkeme, itirazın iptali davasında bir alacak davasında olduğu gibi tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceler. Borçlunun ödeme emrine karşı yaptığı borca itirazın haksız olduğu sonucuna varır ise itirazın iptaline, talep üzerine koşulları var ise borçluyu icra inkâr tazminatına mahkûm eder. Alacaklı bu kararı icra dairesine vererek itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini yani borçlunun malları üzerine haciz konulmasını talep edebilir. Mahkemenin bu kararı maddi anlamda kesin hüküm oluşturur. İtirazın iptali davasına konu alacak, alacaklının ilamsız icra takibine konu yaptığı ve borçlu tarafından itiraz edilen alacaktır. Genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi bütün takip yollarında olduğu gibi bir takip talebi ile başlar. Alacaklının takip talebinde bulunabilmesi için alacağın bir senede veya belgeye bağlı olması zorunlu değildir. Ancak alacaklı takip yaparken bir senet veya belgeye sahip değil ise alacağın sebebini belirtmek zorundadır. Bu husus takip talebi ve muhtevası başlıklı İİK’nın 54/4. bendinde “senet, senet yoksa borcun sebebi” olarak düzenlenmiştir. Alacaklı takip talebinde alacağının belgesini, belgesi yoksa sebebini göstermek zorundadır. Takip konusu alacak bir senede veya belgeye bağlı ise senedin veya belgenin aslını veya onaylı örneğini takip talebi ile birlikte icra dairesine vermek zorundadır. Alacaklı takipte dayandığı bu belgeleri icra dairesine vermedikçe icra dairesi ödeme emri düzenleyip borçluya gönderemez. Buna rağmen göndermiş ise borçlunun süresi içinde şikâyet yolu ile ödeme emrini iptal ettirmesi gerekir (İİK m.16). Alacaklı takip talebinde alacağının senede veya belgeye bağlı olduğunu bildirmemiş ve icra dairesine hiçbir belge vermemiş ise borçlunun ödeme emrine itirazı üzerine alacaklı takip talebinde göstermediği ve icra dairesine vermediği bir belgeye dayanarak itirazın iptali davası açamaz. Alacaklı takip talebi ile birlikte borçlu sayısından bir fazla adeti kendisi veya temsilcisi tarafından onaylanmış senet örneğini icra dairesine verir. Bu örneklerden biri icra dosyasında saklanır. Diğer örnekler ödeme emri ile birlikte borçluya veya borçlulara tebliğe gönderilir (İİK m. 61/1). Takibe dayanak belgeler ödeme emri ekinde borçluya gönderilmemesi hâlinde borçlu süresi içinde icra mahkemesine başvurarak ödeme emrinin iptal edilmesini talep edebilir. Bu şikâyet üzerine icra mahkemesince ödeme emri iptal edilir ise icra dairesi yeniden borçluya çıkaracağı ödeme emri ekinde takibe dayanak belgeleri de ekler. Hukuk Genel Kurulu 27.04.2011 tarih, 2010/12-641 E., 2011/218 K. sayılı kararında takip talebinde ve ödeme emrinde borcun sebebi olarak kredi kartı alacağını gösteren alacaklının alacağın bağlı olduğu belgeleri açıklamamış ve dayanak belgeleri icra dairesine vermemiş ve bu husus şikâyet konusu da yapılmamış ise borçlunun itirazı üzerine alacaklının itirazın kaldırılmasını talep ettiği icra mahkemesinde kredi kartı kullanımına ilişkin sözleşme ve hesap kat ihtarını ibraz edebileceği, bu belgelerin icra mahkemesinde incelenmesine yazılı engel bulunmadığına hükmetmiştir. Somut olayda dava dışı Denizbank A.Ş.’nin dava dışı Pizen A.Ş. ile davalı …’ın da aralarında bulunduğu borçlular aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti”ne dayalı olarak 11.610,44YTL asıl alacak ve ferileri ile birlikte toplam 12.614,71YTL üzerinden genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine geçtiği, dayanak belgelerden sadece ihtarnamenin takip talebine eklendiği, davalı borçlunun icra davasında borca itiraz etmesi üzerine, icra dosya alacağını temlik alan davacının mahkemede itirazın iptali davasını açtığı, yerel mahkemece, takip talebinde borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi yazılı ise de bu hususun sehven yazılmış olduğu, aynı şekilde takip talebinde ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu ve takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısı ile bahsedildiği, ödenmesi gereken borç miktarının ihtarnamede bildirilmiş olduğu ve ihtarnamede geçen borç miktarının takip talebinde talep edildiği, alacağın kaynağı olan genel kredi sözleşmesinin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Yerel mahkeme kararının davalı vekilince temyizi üzerine Özel Dairece takibe dayanak olarak kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname gösterildiğinden uyuşmazlığın kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği, icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek sureti ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkeme önceki gerekçelere ek olarak davacının takibe dayanak olarak “ kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, takip talebine takip dayanağı olarak kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekçesi ile direnme kararı vermiştir. Direnme kararının temyizi üzerine Genel Kurul çoğunluk görüşü özel dairenin bozma gerekçesini benimseyerek direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkemenin direnme kararının yukarıda belirtilen ilke ve kurallara uygun olduğu görüşündeyiz. Şöyle ki; alacaklı takibe konu alacağı için senet, senet yoksa sebep göstermek zorunda olduğu gibi dayanak olarak senedi gösteriyor ise bu senedi de takibe eklemek zorundadır. Aksi hâlde icra memuru borçluya ödeme emri göndermez (İİK 68/4 bendi, 68/3 fıkrası). Bu maddede yazılı “senet” kelimesinden sadece teknik ve gerçek anlamda bir senet değil, alacaklının alacaklı olduğunu gösteren bir belge veya belgeler zinciri de anlaşılır. Özel Daire takip talebinde yazılı “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti” açıklamasından sadece kredi kartı üyelik sözleşmesi ibaresini dikkate alarak icra takibine konu alacağın kredi kart üyelik sözleşmesine dayalı olduğu sonucuna varmıştır. Oysa takip talebinde sadece dayanak belge olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi” yazılı olsa idi, bu sözleşme ve bu sözleşme ile ilgili varsa ihtarname takip talebine eklenmediği için icra müdürünün borçluya ödeme emri göndermesi mümkün değildir. Borçlunun takip borcuna itiraz edebilmesi için borcun hangi tarihli sözleşmeden kaynaklandığı ve hangi aylara ilişkin kredi borcunun olduğunu bilmesi gereklidir. Takip talebine dayalı ihtarname takip talebine eklenmiş olup bu ihtarnamede takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesine istinaden kullandırılan krediden kaynaklandığı belirtildikten sonra ihtarnamede borç tarih ve miktarları faizi ve ferileri ile birlikte ayrıntılı olarak gösterilmiş, ihtarnamede belirtilen 11.610,44YTL asıl alacak 956,45YTL işlem temerrüt faizi 47,82YTL temerrüt faizi %5 gider vergisi olmak üzere toplam 12.614,71YTL toplam borç takip talebinde talep edilmektedir. Görüldüğü üzere takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takibe konu edilen alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, bu açıklama karşısında takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Alacaklı takip talebinde genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye bağlı olarak gönderilen ihtarname şeklinde belgeler zincirine dayanmıştır. İhtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinin yazılı olması karşısında, takip talebinde genel kredi sözleşmesi ibaresinin yazılı olmaması bu sözleşmeye dayanılmadığını söylemeye yeterli değildir. Kaldı ki davalı cevap dilekçesinde takibe dayanak ihtarnamenin kendisine tebliğ edilmediği için kendisi hakkında hesabın kat edilmesinin söz konusu olmadığını bu nedenle temerrüdün takip tarihinde başlayacağını, takip öncesi işlemin faiz ve ferilerinden sorumlu olmayacağını ileri sürmek suretiyle takibe dayanak alacağın ihtarnamede yazılı olan alacak olduğunu kabul etmektedir. Yine borçlunun cevap dilekçesinde belirttiği üzere sadece kredi sözleşmesinin yapılması kredi müşterisinin bankaya borçlandığının kanıtı olamaz. Kredi sözleşmesinin kefili olan davalının borçtan sorumlu olması için kredinin kredi borçlusuna ödendiğinin de ispatı gerekir. Takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takip talebinde sadece bu ihtarname yazılı olması sureti ile alacaklı İİK 58/4 bende yazılı belgeye dayanma şartını yerine getirmiştir. Sonuç olarak yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesi isabetli olup direnme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyoruz.
12. Hukuk Dairesi 2021/1453 E. , 2021/2304 K. “İçtihat Metni” Mal beyanında bulunmamak suçundan sanık …’ın, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 76. maddesi uyarınca 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına, vekalet ücreti takdirine yer olmadığına dair Yatağan İcra Ceza Mahkemesinin 03/02/2020 tarihli ve 2019/24 değişik iş, 2019/24 sayılı kararı aleyhine … Bakanlığı’nın 07/12/2020 gün ve 94660652-105-48-9666-2020-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18/01/2021 gün ve KYB- 2021/2671 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle okundu. Anılan ihbarnamede; Benzer bir olay sebebiyle Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 15/09/2020 tarihli ve 2020/4651 esas, 2020/6957 karar sayılı ilâmında belirtildiği üzere, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 353. maddesinde “İcra mahkemesinin bu Bap hükümlerine göre verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, …mahkemesine itiraz edilebilir, itiraz üzerine verilen karar kesindir.” hükmünün yer aldığı, maddedeki “bu bap hükümlerine göre” ifadesinde 16. babın vurgulandığı, sanığın cezalandırılması istenen eylemin aynı Kanunun 76. maddesinin ise 4. bapta bulunduğu ve bu bap hükümlerine göre verilen kararlara karşı herhangi bir kanun yolunun öngörülmemiş olması karşısında, Yatağan İcra Ceza Mahkemesinin 03/02/2020 tarihli ve 2019/24 değişik iş, 2019/24 sayılı kararının kesin olduğu ve anılan kararı müteakip müşteki vekilinin vekalet ücreti yönünden yaptığı itiraz üzerine verilen merci Yatağan Asliye Ceza Mahkemesinin 04/03/2020 tarihli ve 2020/54 değişik iş sayılı kararının yok hükmünde olduğu değerlendirilerek yapılan incelemede; 1-2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun “Hapis ile tazyik” başlıklı 76. maddesinde yer alan “Mal beyanında bulunmıyan borçlu, alacaklının talebi üzerine beyanda bulununcaya kadar icra mahkemesi hakimi tarafından bir defaya mahsus olmak üzere hapisle tazyik olunur. Ancak bu hapis üç ayı geçemez.” şeklindeki düzenleme karşısında, Sanığa ödeme emrinin 7201 sayılı Kanun’un 21/1. maddesine göre 20/06/2019 tarihinde tebliğ edildiği, ancak tebliğ evrakında, bilgisine başvurulan ve haber verilen komşunun ismi tespit ve tevsik edilmeden tebliğ işlemi tamamlandığı, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19/09/2018 tarihli ve 2016/12791 esas, 2018/8413 karar sayılı ve 3. Hukuk Dairesinin 11/02/2019 tarihli ve 2017/5224 esas, 2019/901 karar sayılı ilâmlarında belirtildiği üzere, beyanda bulunan komşunun açık kimliğinin tebliğ mazbatasında gösterilmediği durumda, tebliğ memurunun gerçekten muhatabın adresine gittiği fakat bulamadığı hususunun belgelenmediği, yapılan işlemin tebliğ memurunun soyut beyanından ibaret kaldığı ve tebligattan haberdar edilen kişi sadece imzadan imtina etme hakkına sahip olup, isim vermekten imtina edemeyeceğinden bu haliyle sanığa yapılan tebligatın usulü ile yapılmadığı ve geçersiz olduğundan kararın kesinleşmediği anlaşılmakla, ödeme emri usulüne uygun tebliğ edilip kesinleştirilmediğinden atılı suçun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde, 2-1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin ekinde yer alan Avukatlık ikinci kısmının ikinci bölümünün beş sıra numarasında gösterilen, “İcra mahkemelerinde takip edilen ceza işleri için” 825,00 Türk lirası maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği şeklindeki düzenleme nazara alındığında, mal beyanında bulunmamak suçundan tazyik hapsine mahkum edilen sanık aleyhine, kendisini vekille temsil ettiren müşteki lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü; Kanun yararına bozma isteminin (1) no’lu nedeni yönünden yapılan incelemede; Sanığa ödeme emrinin 7201 sayılı Kanun’un 21/1. maddesine göre 20/06/2019 tarihinde tebliğ edildiği, ancak tebliğ evrakında, bilgisine başvurulan ve haber verilen komşunun ismi tespit ve tevsik edilmeden tebliğ işlemi tamamlandığı, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19/09/2018 tarihli ve 2016/12791 esas, 2018/8413 karar sayılı ve 3. Hukuk Dairesinin 11/02/2019 tarihli ve 2017/5224 esas, 2019/901 karar sayılı ilâmlarında belirtildiği üzere, beyanda bulunan komşunun açık kimliğinin tebliğ mazbatasında gösterilmediği durumda, tebliğ memurunun gerçekten muhatabın adresine gittiği fakat bulamadığı hususunun belgelenmediği, yapılan işlemin tebliğ memurunun soyut beyanından ibaret kaldığı ve tebligattan haberdar edilen kişi sadece imzadan imtina etme hakkına sahip olup, isim vermekten imtina edemeyeceğinden bu haliyle sanığa yapılan tebligatın usulü ile yapılmadığı ve geçersiz olduğunun anlaşıldığı , kambiyo senetlerine özgü yapılan haciz yoluyla takiplerde İİK ‘nun 74. Maddesi uyarınca borçlunun ödeme emri tebliğinden itibaren 10 gün içinde mal beyanında bulunmaması halinde İİK’nun 76.maddesi gereğince hapsen tazyikine karar verilebileceği hususunun düzenlendiği ,somut olayda ödeme emrinin borçlu sanığa usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş olması nedeniyle atılı suçun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeden, yazılı şekilde karar verilmesinde, isabet görülmediğinden , Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin (1) no’lu bendi açısından ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden,Yatağan İcra Ceza Mahkemesinin 03/02/2020 tarihli ve 2019/24 değişik iş, 2019/24 sayılı kararının, CMK’nın 309/4. maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında mal beyanında bulunmamak eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına, bu eylemle ilgili olarak sanık hakkında tazyik hapsi infaz edilmekte ise salıverilmesine; Kanun yararına bozma isteminin (2) no’lu nedeni yönünden yapılan incelemede; Dosya incelendiğinde, şikayetçi vekilinin dilekçesinde; “müşteki lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi” gerekçesine dayandığı, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin bu talebe yönelik olduğu değerlendirilerek, gereği görüşülüp düşünüldü: Olağanüstü kanun yolu olan ve öğretide “olağanüstü temyiz” olarak adlandırılan kanun yararına bozmanın amacı hakim veya mahkeme tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen kararların Yargıtay’ca incelenmesini, buna bağlı olarak da kanunların uygulanmasında ülke sathında birliğe ulaşmak, hakim veya mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkları toplum ve birey açısından hukuk yararına gidermektir. Olağanüstü bir kanun yolu olan kanun yararına bozma müessesesinin konusunu oluşturabilecek kanuna aykırılık halleri, olağan kanun yolu olan temyiz nedenlerine göre dar ve kısıtlı tutulduğunda kesin hükmün otoritesi korunmuş olur. 26.10.1932 gün ve 29/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve bu karar esas alınmak suretiyle verilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin süreklilik arz eden kararlarında belirtildiği üzere, kabul edip etmemenin hakim veya mahkemenin takdirine bağlı olduğu istekler hakkında verilen kararlar ile kanıtların değerlendirilmesine ve şahsi hakka ilişkin kararlar kanun yararına bozma konusu olamaz. Bu açıklamalara ve yerleşik yargısal kararlara göre (Yargıtay 1. CD’nin 05/11/2008 tarih ve 2008/9091-7078 E.K; 3. CD’nin 14/11/2007 tarih ve 2007/12330-8319 E.K; 11. CD’nin 27/02/2013 tarih ve 2012/28035 E., 2013/3196 K. ve 12. CD’nin 27/12/2012 tarih ve 2012/21561-28771 E.K sayılı kararları) vekalet ücretinin şahsi hakka ilişkin olması nedeniyle bu hususta kanun yararına bozma talebinde bulunulamayacağından, yerinde görülmeyen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin (2) no’lu bendi açısından REDDİNE, 02/03/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/559 E. , 2020/1181 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Şikayetçi ihale alıcısının icra mahkemesine başvurusunda; 11/07/2017 tarihinde ihale edilen taşınmazın tescil işleminin yapılması sırasında, söz konusu taşınmazın … 21.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/520 Esas -2016/183 Karar sayılı dosyası ile görülen tapu iptali ve tescil davasında borçlu adına olan tapu kaydının iptaline karar verildiğini, bu itibarla ihalenin hükmen geçersiz olduğunu ve adına tescilinin mümkün olmadığını belirterek ihalenin feshini talep ettiği, ilk derece Mahkemesince ihalenin feshi talebinin reddine, davacının para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, istinaf başvurusunda bulunulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istem kabul edilerek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve ihalenin feshine karar verildiği anlaşılmaktadır. Temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasına işin ivediliği ve niteliği nedeniyle 5311 Sayılı Kanunla değişik İİK’nin 366. maddesi hükmü uygun bulunmadığından bu yöndeki isteğin oybirliğiyle reddine karar verildikten sonra işin esası incelendi: İİK’nun 134. maddesinde ihalenin feshi nedenleri teker teker belirtilerek gösterilmemiştir. Sadece, BK’nun 226. maddesinde yazılı nedenler de dahil olmak üzere, satış ilanının tebliğ edilmemiş olması, satılan malın esaslı niteliklerindeki hata ve ihaledeki fesat nedenleriyle ihalenin bozulabileceğine değinilmiştir. İhalenin feshi nedenleri gerek doktrinde gerekse Yargıtay uygulamasında; 1-İhaleye fesat karıştırılmış olması 2-Artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler 3-İhalenin yapılması sırasındaki hatalı işlemler 4-Alıcının taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşürülmüş olması şeklinde sıralanmıştır. Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince, dava açılan taşınmazın ihale tarihinden önce mahkeme kararı ile el değiştirdiği, borçlu adına kayıtlı olmayan taşınmazın, yeni malikin haberi olmadan ihaleye konu edildiği gerekçesi ile ihalenin feshine karar verildiği görülmektedir. Mahkemenin bu yöndeki kabulü yukarıda yazılı fesih nedenleri arasında yer almadığından yerinde olmayıp yanılgılı değerlendirme ile ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi doğru bulunmamıştır. Öte yandan ihaleye konu taşınmazın icra müdürlüğünce haciz konulduğu 23.05.2016 tarihinde borçlu adına tapuda kayıtlı olduğu anlaşıldığından, icra memurunun haciz işleminde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Taşınmazın … 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.04.2016 tarih ve 2013/520 esas,2016/183 karar sayılı ilamı gereğince, … … adına tesciline karar verildiği anlaşılmış ve kararın hacizden sonra kesinleştiği tespit edilmiştir. Sonradan mahkemeden tapu iptal ve tescil kararı alınması hacizlerin fekkine dair karar alınmadığı sürece duruma etkili değildir. Şikayetçinin dayanak yaptığı … 21.Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.04.2016 tarih ve 2013/520 esas, 2016/183 karar sayılı ilamında, sadece iptal ve tescil ile yetinilmiş, hacizlerin kaldırılması ile ilgili bir hükme yer verilmemiştir. İcra müdürü haciz işlemini yaparken bir başka anlatımla haciz tarihinde, taşınmazın borçlu adına kayıtlı olması zorunlu ve yeterlidir. Böyle olduğu takdirde icra müdürünün haciz işleminde bir usulsüzlük bulunmadığı sonucuna varılmalıdır. (HGK.nun 13.6.2001 tarih, 2001/12-461 E. – 2001/516 K.). Buna göre haciz tarihinde borçlu adına kayıtlı taşınmaz için 3. kişinin açmış olduğu tapu iptal ve tescil davasının kabul edilip kesinleşmesi halinde dahi, haciz tarihindeki mülkiyet durumu değişmez. Tescil kararı hacizden sonra kesinleştiğinden ve tapudaki hacizlerin kaldırılması yönünde bir hüküm taşımadığından, haczin kaldırılması istemi 3. kişinin genel mahkemede açacağı davada tartışılabilir ve bu karar sebebiyle ihalenin feshine karar verilemez. O halde, Bölge Adliye Mahkemesince 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca şikayetçi ihale alıcısının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ: Alacaklının temyiz isteminin kabulü ile … Bölge Adliye Mahkemesi 20.Hukuk Dairesinin 21.11.2019 tarih ve 2019/288 E.-2019/1998 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 11/02/2020 gününde oy birliği ile karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/4451 E. , 2021/315 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü : Temyiz incelemesinin duruşmalı yapılmasına işin ivediliği ve niteliği nedeniyle 5311 Sayılı Kanunla değişik İİK’nin 366. maddesi hükmü uygun bulunmadığından bu yöndeki isteğin oybirliği ile reddine karar verildikten sonra işin esası incelendi: Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine özgü iflas yolu ile (Örnek 12) takipte, borçlunun, ödeme emrinin usulsüz tebliğ edildiği şikayeti ile birlikte borca itiraz ederek takibin iptalini talep ettiği, ilk derece mahkemesince; davanın kabulüne, tebligat usulsüzlüğünün tespiti ile öğrenme tarihinin 21/02/2018 olduğuna, bonoda tahrifat olduğu gerekçesiyle takibin iptaline karar verildiği, alacaklı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince; alacaklının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, ödeme emri tebliğ tarihinin düzeltilmesine ilişkin şikayetin reddine, takibin iptaline ilişkin istemin süre aşımından reddine karar verildiği görülmektedir. Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince, tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğ işleminden haberdar olmuş ise geçerli sayılır. Muhatabın beyan ettiği öğrenme tarihi tebliğ tarihi olarak kabul edilir. Somut olayda, borçluya örnek 12 ödeme emri, 23/02/2015 tarihinde, “muhatap o anda evde olmaması sebebi ile muhatap yerine muhatap ile birlikte aynı konutta ve sürekli oturduğunu beyan eden görünüşe göre 18 yaşını bitirmiş …. kardeşi Tuba Kalkan’a tebliğ edilmiştir” şerhi ile tebliğ edilmiş olmakla, tebliğ işlemi şeklen Tebligat Kanunu’nun 16. maddesine uygun olarak yapılmış ise de, tebligatın H… adresinde tebliğ edildiği, borçlunun usulsüz tebligat şikayetinde hasma tebliğ iddiasının yanı sıra oturmadığı adresin tebligat adresi olarak gösterildiği, aynı adreste oturmadığı, adresin alacaklının adresi olduğu iddiasının da bulunduğu görülmekte olup, gerek borçlunun dilekçesi ekinde bulunan adres belgesinden gerekse UYAP ortamından alınan adres bilgisinden, borçlunun adresinin No:41 A Blok Daire:13 Maltepe/… olduğu, borçlunun 13 nolu dairede ikamet ettiği halde tebligatın 20 nolu dairede yapıldığı, yine borçlunun önceki adres bilgilerinden de 20 nolu dairede hiç oturmadığı ve borçlunun temyiz dilekçesi ekinde sunduğu … 21. Noterliğine ait 34809 yevmiye numaralı vekaletnamede de alacaklının kendi adresini tebligat yapılan adres olarak gösterdiği anlaşılmakla bu hali ile borçluya yapılan ödeme emri tebliğ işleminin usulsüz olduğunun kabulü gerekir. O halde Bölge Adliye Mahkemesince, borçlunun usulsüz tebligat şikayetinin kabulü ile TK’nun 32. maddesi gereğince, tebliğ tarihinin, öğrenme tarihine göre düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. Öte yandan, kambiyo senetlerine mahsus iflas yoluyla takipte itiraz ve şikayeti düzenleyen İİK.’nun 172. maddesinde; “Ödeme emrine itiraz veya şikayet etmek isteyen borçlu, ödeme emrinin tebliğinden itibaren beş gün içinde her türlü itiraz veya şikayetini sebepleri ile birlikte diğer tarafa tebliğ edilecek nüshadan bir fazla dilekçe ile icra dairesine bildirmeye mecburdur. Bu dilekçenin bir nüshası derhal alacaklıya tebliğ olunur.” denilerek itiraz ve şikayetin ödeme emrinin tebliğinden itibaren 5 gün içinde icra dairesine bildirilmesi gerektiği açıklanmıştır. İİK.’nun 173. maddesinde de itiraz ve şikayet olunmaması hali düzenlenmiştir. Somut olayda; kambiyo senetlerine mahsus iflas yoluyla takipte borçlu mahkemeye başvurarak kambiyo şikayeti ile birlikte borca itiraz iddiasında bulunmuş olup anılan itiraz ve şikayetlerin takip yoluna göre İİK.’nun 172. maddesi gereğince 5 gün içinde icra dairesine yapılması gerekir. Hal böyle olunca, Bölge Adliye Mahkemesince, borçlunun kambiyo şikayeti ve borca itirazının İİK’nun 172. maddesi gereğince reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile süre aşımından reddi yönünde hüküm tesisi de yerinde görülmemiştir. SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile, … Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesinin 23/01/2020 tarih ve 2019/186 E.- 2020/173 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 14/01/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/8074 E. , 2021/514 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İcra Ceza Mahkemesi Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede, Sanıkların üzerlerine atılı 2004 sayılı İİK’nın 331. maddesine aykırılık suçunun soruşturma ve kovuşturmasının şikayet şartına bağlı olduğu, İİK’nın Onaltıncı Bab’ında düzenlenen bir kısım suçlar bakımından şikayet hakkının doğması için bu suçların niteliği gereği icra takibinin kesinleşmesi gerektiği, icra takibi kesinleşmeden yapılacak olan şikayetin henüz doğmamış bir hakkın kullanımı niteliğinde olacağı ve usulüne uygun bir şikayet konumuna getirmeyeceği, Somut uyuşmazlıkta, şikayete dayanak olan icra takip dosyasında kambiyo senetlerine özgü icra takibinde borçlunun 10/09/2014 tarihinde icra mahkemesi nezdinde takibe itiraz etmesi üzerine, takibin iptali konulu İskenderun İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2014/538 Esas, 2014/648 Karar sayılı dosyasında 13/11/2014 tarihinde davanın reddine dair karar verildiği, Uyaptan yapılan incelemede söz konusu kararın henüz kesinleşmediğinin anlaşıldığı, bu haliyle şikayet başvurusunun ise henüz takip kesinleşmeden 06/04/2015 tarihinde yapıldığı ve buna göre kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması karşısında, sanıklar hakkında açılan davanın CMK’nın 223/8. maddesi gereğince “düşmesine” karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde sanıkların beraatlerine dair hüküm kurulması, Kanuna aykırı ve sanıkların temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN 5271 sayılı CMK’nın 302/2 maddesi gereğince BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiyle soruşturma ve kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceği anlaşıldığından 5271 sayılı CMK’nın 223/8 maddesi uyarınca sanıklar hakkında açılan KAMU DAVASININ AYRI AYRI DÜŞMESİNE, 19/01/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2020/8078 E. , 2021/513 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İcra Ceza Mahkemesi Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. 1-Sanığın üzerine atılı Alacaklıyı zarara uğratmak için mevcudu azaltmak suçu yönünden yapılan değerlendirmede ; Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; eyleme ve yükletilen suça yönelik sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmediğinden tebliğnameye uygun olarak, TEMYİZ DAVASININ ESASTAN REDDİYLE HÜKMÜN ONANMASINA, 2-Sanığın üzerine atılı Ticareti Usulüne Aykırı Terk Etmek suçu yönünden yapılan değerlendirmede ise ; İcra ve İflas Kanunu’nun 44. maddesi; “Ticareti terk eden bir tacir 15 gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilânlarının yayınlandığı gazete’de ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mûtad ve münasip vasıtalarla ilân olunur” diyerek ilan etme ve ilan masraflarını da; ödeme yükümlülüğünü yüklenmiştir. Yükümlülüklere aykırı davranmanın yaptırımı ise İİK’nın 337/a maddesinde düzenlenmiş olup, takibi şikayete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun; 1-İİK 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması, 2-Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması, 3-Aktifte yer alan malın veya yerine kaim olan değerin haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi, 4-Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi şeklinde sıralanan seçimlik hareketlerden herhangi birisinin işlenmesi ile diğer koşulların da (alacaklının zarar görmesi ve borçlunun tacir olması gibi …) gerçekleşmesi halinde oluşacağı ve eylemden dolayı o müştekinin zarar görmüş olmasının gerektiği belirtilmiştir. İİK’nun 337/a maddesi ile yaptırıma bağlanan eylem, tacirin ticareti terk etmesi değil, 44 ncü maddesine göre terk keyfiyetini 15 günlük süre içinde kayıtlı bulunduğu ticaret sicili memurluğuna bildirmemesi ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini içeren bir mal beyanında bulunmamasıdır. Hâl böyle olunca, ticaret şirketlerinin ticareti terk edip edemeyecekleri ve buna bağlı olarak İİK’nun 44.maddesi gereğince mal beyanı vermelerinin zorunlu olup olmayacağının irdelenmesi gerekmektedir. 6102 sayılı TTT’nun birinci fıkrasında ticaret şirketlerinin kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketlerinden ibaret olduğunu, ikinci fıkrasında ise kollektif ve komandit şirketlerin şahıs; anonim, limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin sermaye şirketi sayıldığı belirtilmiştir. 6102 sayılı TTK’nun limited şirketlerde tasfiyeyi düzenleyen 643. maddesindeki; “Tasfiye usulü ile tasfiyede şirket organlarının yetkileri hakkında anonim şirketlere ilişkin hükümler uygulanır” şeklindeki hükmü gereğince limited şirketlerin tasfiye usulünün incelenmesinde; 6102 sayılı TTK’nun Anonim Şirketlerde Sona Erme ve Tasfiyeyi düzenleyen 10. Bölümünde “Sona Erme Sebepleri” başlığı altında “Genel Sona Erme Sebepleri” ve “Özel Sona Erme Sebepleri” olmak üzere iki başlık altında sona erme sebepleri açıklanmıştır. Anılan Yasa hükümlerine göre tasfiye sürecini kısaca özetlemek gerekirse, tasfiye memurları infisah hâlindeki şirketin tüm aktif ve pasifinde bulunan mallarını ortaya çıkaracak, buna ilişkin olarak hazırladığı bilânçoyu onaylattıktan sonra varsa şirketin alacaklarını tahsil edecek; aktifinde mevcut malları satıp paraya çevirecek, sonra alacaklılara şirketin borcunu ödeyecek, artan bir para varsa mukaveledeki pay durumuna göre ortaklara ödeyecek, buna ilişkin bilânço örneği ile birlikte terkin (silinme) işlemini yaptırmak üzere ticaret sicil memuruna bir dilekçe ile başvurarak terkin işlemini gerçekleştirecektir. Tasfiye sırasında şirketin aktifindeki bütün mallar satılıp paraya çevrildiği, bununla ortaklığın borçlarının ödendiği ve varsa artan paranın payları oranında ortaklarına dağıtıldığı bilânçoda gösterildiğine ve ortada mevcut bir mal varlığı da bulunmadığına göre, mal beyanında bulunmasını gerektirecek bir durum da bulunmayacaktır. TTK’nın “Genel Sona Erme Sebepleri” ni düzenleyen 529. maddesinde; (1) Anonim şirket; a) Sürenin sona ermesine rağmen işlere fiilen devam etmek suretiyle belirsiz süreli hâle gelmemişse, esas sözleşmede öngörülen sürenin sona ermesiyle, b) İşletme konusunun gerçekleşmesiyle veya gerçekleşmesinin imkânsız hâle gelmesiyle, c) Esas sözleşmede öngörülmüş herhangi bir sona erme sebebinin gerçekleşmesiyle, d) 421 inci maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarına uygun olarak alınan genel kurul kararıyla, e) İflasına karar verilmesiyle, f) Kanunlarda öngörülen diğer hâllerde, sona erer. Şeklinde, genel sona erme sebepleri sayılmıştır. TTK’nın “Özel Sona Erme Sebepleri” ni düzenleyen 530. maddesinde; Organların Eksikliği ve Haklı nedenle fesih şeklinde, özel sona erme sebepleri sayılmıştır. TTK’nın 533. maddesinin 1. fırkasında;“Sona eren şirket tasfiye hâline girer; Kanundaki istisnalar saklıdır. Sona erme ile tasfiye süreci başlamaktadır. ”şeklinde, Kanundaki istisnalar saklı olmakla birlikte, sona eren şirketin sona erme ile tasfiye sürecinin başladığı açıkça ifade edilmiştir. TTK’nun “Tasfiye ve Sona Erme” üst başlığı altında düzenlenen “Sonuçlar” başlıklı 533. maddesinde; (1) Sona eren şirket tasfiye hâline girer; Kanundaki istisnalar saklıdır. (2) Tasfiye hâlindeki şirket, pay sahipleriyle olan ilişkileri de dâhil, tasfiye sonuna kadar tüzel kişiliğini korur ve ticaret unvanını “tasfiye hâlinde” ibaresi eklenmiş olarak kullanır. Bu hâlde organlarının yetkileri tasfiye amacıyla sınırlıdır. Şeklindeki düzenleme ile tasfiye halindeki şirketin pay sahipleriyle olan ilişkileri de dahil, tasfiye sonuna kadar şirketin tüzel kişiliğini koruduğu ve unvanına “tasfiye halinde” ibaresi ekleneceği, organların yetkilerinin tasfiye amacıyla sınırlı olacağı açıkça ifade edilmiştir. Anılan madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere; tasfiye sırasında tüzel kişilik devam eder. Ortaklık amacı kendiliğinden tasfiye amacına dönüşür. Ortaklık bu amaçtan dolayı kural olarak yeni işlem ve faaliyetlere girişemez. Tasfiye ilkelerini bünyesinde barındıran bir diğer madde olan TTK’nun “Şirket Organlarının Durumu” başlıklı 535. maddesinde; (I) Şirket tasfiye hâline girince, organların görev ve yetkileri, tasfiyenin yapılabilmesi için zorunlu olan, ancak nitelikleri gereği tasfiye memurlarınca yapılamayan işlemlere özgülenir. (2) Tasfiye işlerinin gereklerinden olan hususlar hakkında karar vermek üzere genel kurul tasfiye memurları tarafindan toplantıya çağrılır. Şeklindeki düzenleme ile şirketin tasfiye haline girmesi ile organların görev ve yetkilerinin tasfiyenin yapılabilmesi için zorunlu olan ancak nitelikleri gereği tasfiye memurlarınca yapılamayan işlere özgüleneceği, tasfiye işlerinin gereklerinden olan hususlar hakkında karar vermek üzere Genel Kurulun tasfiye memurları tarafından toplantıya çağırılacağı açıkça ifade edilmiştir. Anılan madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere; Tasfiye sırasında organlar varlıklarını sürdürmeye devam eder. Ancak organların görev ve yetkileri, tasfiyenin yapılabilmesi için sınırlı olmakla birlikte tasfiye memurlarınca yapılamayan işlemlerle sınırlı hale gelir. Bununla birlikte, 15/7/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6728 sayılı Kanun’un 69. maddesiyle 6102 sayılı TTK’nun 545. maddesine “Bu Kanun hükümlerine göre tasfiye olunan şirketlerde, 2004 sayılı Kanunun 44 üncü ve 337/a maddesi hükümleri uygulanmaz.” hükmünü içeren ikinci fıkra eklenmiştir. Maddeden anlaşılacağı üzere ticaret şirketlerinin tasfiye sonrasında İİK’nun 44 üncü maddesi uyarınca mal beyanında bulunma yükümlülüğü kalmadığından, mal beyanında bulunmadığından bahisle İİK’nun 337/a maddesi ile cezalandırılması mümkün olamayacaktır. Nitekim madde gerekçesinde, “2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu 44. maddesinde; ticareti terk eden bir tacirin onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecbur olduğu, bu durumun ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde ilan olunacağı kuralına yer verilmiştir. İcra ve İflas Kanununun 44. maddesinde belirtilen ticareti terk eden tacirin bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösterecek nitelikteki mal beyannamesi ticaret sicili müdürlüklerince yalnızca ticareti terk eden hakiki şahıslardan alınmakta olup, sermaye şirketleri ile diğer tüzel kişi tacirlerden böyle bir beyanname alınmamaktadır. Nitekim TTK’nun 540. maddesinin birinci fıkrası uyarınca tasfiye memurları şirketin tasfiyenin başlangıcındaki durumunu incelemekte, gerekirse şirket mallarına değer biçmek adına uzmanlara başvurarak şirket mal varlığına ilişkin durumu gösteren bir envanter ile bilanço düzenlemekte ve genel kurulun onayına sunmakta, yine 541. madde uyarınca alacaklılara gerekli çağrılarda bulunmaktadır. Diğer taraftan, sermaye şirketleri bakımından ticaretin terk edilmesinden ne anlaşılması gerektiği de açık değildir. Yerleşik Yargıtay kararları uyarınca ticareti terk, sermaye şirketinin ticaret unvanının ticaret sicili kayıtlarından silinmesidir. Ticaret unvanı ticaret sicilinden silinen bir sermaye şirketi, 6102 sayılı Kanun uyarınca tasfiye sürecini tamamladığından, artık bundan sonra aktif ve pasifini gösteren bir mal beyanının verilmesi fiilen mümkün değildir. Nitekim tasfiye sürecinde şirketin aktifleri ile pasifleri tasfiye edilmekte, şirket alacakları tahsil edilmekte ve borçları ödenmektedir. Ayrıca, ticaret sicili kaydı silinen bir şirketin varlığından artık bahsedilemeyeceğinden ve buna bağlı olarak şirketin işlem tesis etme ehliyeti kalmayacağından, silinme sonrasında mal beyanında bulunması da fiilen mümkün değildir. Ticareti terk ile kastedilenin silinme tarihinden daha önce gerçekleşen bir durum olduğunu kabul ettiğimiz takdirde de; tasfiye memurlarınca tasfiye başlangıcında ilk envanter ile bilanço çıkarılacağından, bir kez de mal beyanında bulunulması, aynı işlemin birden çok yapılması anlamına gelecektir. Bu zaman ve emek kaybını doğuracaktır. Nitekim tasfiye memurlarının yapılan işlemler bakımından hukuki ve cezai sorumlulukları da bulunmaktadır. Buna paralel olarak Ticaret Sicili Yönetmeliğinin Üçüncü Kısım’da Ticari İşletmelerin Tescili başlığı altında Birinci Bölüm’de “Gerçek Kişilere Ait Ticari İşletmeler incelenmiş ve bu bölümün “Kaydın silinmesi” başlıklı 51. maddesinin birinci fıkrasında, “Gerçek kişiye ait ticari işletmenin, faaliyetine son verilmesi ya da başka bir gerçek veya tüzel kişiye devredilmesi halinde onbeş gün içerisinde ticaret unvanının silinmesi için ticari işletmenin sahibi tarafından müdürlüğe başvurulur.”, dördüncü fıkrasında ise,“Ticareti terk eden tacir 2004 sayılı Kanunun 44 üncü maddesine göre terk dilekçesi ile birlikte mal beyanını da müdürlüğe vermek zorundadır.” düzenlemesi ile de sadece gerçek kişi tacirlere ticari faaliyetine son vermeleri hâlinde mal beyanında bulunma yükümlülüğü verilmektedir. 12/12/2019 tarihli ve 30976 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11/12/2019 tarihli ve 1819 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı uyarınca Cumhurbaşkanlığı Yönetmeliği bölümüne eklenen Ticaret Sicili Yönetmeliğinin dördüncü kısım birinci bölümde Ticaret Şirketlerinin Tescilini düzenleyen 64. madde ile vd. maddeleri şu şekildedir; Ticaret Sicil Yönetmeliğinin ” Sona erme ve tasfiye” başlıklı 66. maddesinde; (1)Şirketin sona ermesine ilişkin tescil başvurusunda aşağıdaki belgeler müdürlüğe verilir. a) Sona erme ortaklar kurulu kararına dayanıyorsa bu kararın noter onaylı örneği. b) Sona erme başka bir sebepten ileri geliyorsa, bunu kanıtlayan belgenin onaylı örneği. c) Tasfiye memurlarının noter huzurunda düzenlenmiş, “Tasfiye halinde” ibaresi eklenmiş ve ticaret unvanı altına atılmış imza beyannamesi. ç) Tasfiye memurlarının ortaklar dışından seçilmesi halinde görevi kabul ettiğine ilişkin imzalı belge. d) Şirket sözleşmesinde alacaklıların davetine ilişkin hüküm bulunması halinde buna uygun olarak yapılan tasfiye memurlarınca hazırlanmış, alacaklıların davetinin yapıldığına ilişkin belge. (2) Tasfiyenin tamamlanmasından sonra kayıt silmede aşağıdaki belgeler müdürlüğe verilir: a) Tasfiye memurlarınca son bilançonun ortaklara tebliğ edildiğine ilişkin belge. b) Ortakların son bilançonun onayına ilişkin kararı veya mahkemeye itirazda bulunmayacaklarına dair yazılı beyanı. c) Son bilanço. Ticaret Sicil Yönetmeliğinin “Tescil” başlıklı 67. maddesinde; (1) Sona eren şirket ile ilgili aşağıdaki olgular tescil edilir: a) Şirketin sona erdiği ve tasfiyeye girdiği. b) Ticaret unvanına Tasfiye halinde” ibaresinin eklendiği. c) Sona ermenin sebebi ile bunu kanıtlayan belge veya kararın tarih ve sayısı. ç) Tasfiye memurlarının adı ve soyadı, yerleşim yeri ve kimlk numarası. d)Tasfiye işlemlerinin şirket merkezi dışında başka bir adreste yürütülmesi (2) Tasfiyesi tamamlanan şirket ile ilgili aşağıdaki olgular tescil edilir: a) Tasfiyenin tamamlandığı. b) Ticaret unvanının silindiği. Ticaret Sicil Yönetmeliğinin Sona Erme, Tasfiye, Tasfiyeden Dönme ve Ek Tasfiye Uygulanacak hükümler başlıklı 104.maddesindeki; “Anonim şirketlerin sona ermelerine, tasfiyelerine, ek tasfiyelerine ve tasfiyeden dönmelerine ilişkin 86 ila 89 uncu madde hükümleri limited şirketlere de uygulanır.” şeklindeki düzenlemeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde sermaye şirketlerinin İİK 44. maddesinde belirtilen mal beyanında bulunma zorunluluğunun olmadığı, madde gerekçesinde de belirtildiği gibi, ticareti terk, sermaye şirketinin ticaret unvanının ticaret sicili kayıtlarından silinmesi anlamına gelmekte olup, kaydın silinmesinden önce tasfiye sürecinin başlaması gerekmekte, bu kapsamda şirketin aktif ve pasifleri belirlenmekte, varsa mal varlığının değeri saptanmakta, aktif mal varlığı satılarak borçları ödenmekte, kalan bir para olduğu takdirde hissesi oranında ortaklarına dağıtılmakta, buna ilişkin hazırlanan bilanço ile birlikte ticaret sicili müdürlüğüne başvurularak şirketin kayıtlardan silinmesi (terkini) sağlanmaktadır. Ticaret unvanı ticaret sicilinden silinen bir sermaye şirketi, 6102 sayılı Kanun uyarınca tasfiye sürecini tamamladığından, artık bundan sonra aktif ve pasifini gösteren bir mal beyanını vermesi fiilen mümkün olamayacağından, mal beyanında bulunmadığından bahisle mahkûmiyetine karar verilmesi Kanuna aykırı olacaktır. Açıklanan nedenlerle, İİK’nun 44 ncü maddesindeki mal beyanında bulunma yükümlülüğünün gerçek kişi tacirlere yönelik bir yükümlülük olduğu ve ticaret şirketlerini kapsamadığı anlaşılmakla, atılı suçtan sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkûmiyetine dair karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş ve sanık müdafinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnameye aykırı olarak HÜKMÜN, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 19/01/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2020/3639 E. , 2020/7361 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne (asıl alacak talebi yönünden kabulüne, faiz talebi yönünden kısmen kabul, icra inkar tazminatı talebinin ise reddine) yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, davalı ile aralarında yeminli mali müşavirlik hizmet sözleşmesi ve yeminli mali müşavirlik tastik Sözleşmesi imzalandığını ve bu sözleşmeler uyarınca davalıya hizmet verdiğini ve serbest meslek makbuzları düzenlediğini, davalının sözleşme ile belirlenen hizmet bedellerini ödememesi üzerine İzmir 20. İcra Müdürlüğü’nün 2013/5762 Esas sayılı dosyasında ödenmeyen serbest meslek makbuzuna istinaden 17.000 TL, Sözleşmeye dayalı danışmanlık hizmet bedeli olarak 12.000 TL ve iki ayrı tastik sözleşmesine istinaden 7.190 TL olmak üzere 36.190 TL asıl alacak ve 5.801,52 TL işlemiş faiz ile birlikte toplam 41.991,52 TL alacak üzerinden davalı aleyhine başlatılan ilamsız icra takibinin davalının haksız itirazı üzerine durduğunu belirterek, davalının itirazının iptalini ve %20’den az olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 36.190 TL asıl alacak ve 2.924,30 TL işlemiş faiz yönünden davalının itirazının iptaline, takibin bu miktar üzerinden devamına, asıl alacağa takip tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine, dava konusunun yargılamayı gerektirmesi nedeniyle icra inkar tazminatı isteminin reddine karar verilmiştir. Karar, icra inkar tazminatı talebinin reddi yönünden davacı tarafından temyiz edilmiştir. İcra ve İflas Kanunu’nun 67/2. maddesinde düzenlenen tazminatın amacı alacağın tahsilini geciktirmeye yönelik haksız itirazları önlemektir. İtirazın iptali davasında borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse istek halinde alacaklı yararına, eğer davalı borçlu haklı çıkar ve dava reddedilirse takibinde haksız ve kötü niyetli olması koşulu ile yine istek halinde borçlu yararına tazminata hükmedilir. Yasa ile güdülen amaç borçlu olduğu miktarı bilebilecek durumda olan borçlunun ödeme emri üzerine icra borcunu inkâr etmesini önlemek, gerçekte alacaklı olmayan alacaklının da borçluya zarar vermesini engellemektir. Somut olayda uyuşmazlık, taraflar arasında imzalanan 2011-28 numaralı ‘Yeminli Mali Müşavirlik Hizmet Sözleşmesi’,2011-27 numaralı ‘Yeminli Mali Müşavir Tastik Sözleşmesi’ ve ‘2011-26 numaralı ‘Yeminli Mali Müşavir Tastik Sözleşmesi’ olmak üzere her biri 7/3/2011 tarihli, üç adet sözleşmede belirlenen hizmet bedeli ile yine bu sözleşmelere dayalı olarak verilen hizmete ilişkin olarak düzenlenen serbest meslek makbuzlarından kaynaklanan alacağın tahsili için başlatılan icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir. Her ne kadar Mahkemece, davacının talep edebileceği alacağın belirlenmesi için bilirkişiden rapor alınmış ise de, davacının takipte talep ettiği ve Mahkemece de hüküm altın alınan asıl alacağa ilişkin alacak kalemleri davalı takip borçlusu tarafından bütün unsurları ile birlikte bilinebilir, belirlenebilir mahiyettedir. Hâl böyle olunca, Mahkemece, İİK’nın takip tarihi itibarıyla uygulanması gereken, 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı yasa ile değişik 67/2. Maddesi uyarınca; hükmedilen 36.190 TL asıl alacağın % 20’si üzerinden davacı lehine icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken, icra inkar tazminatı talebinin yazılı şekilde reddine karar verilmesi usûl ve yasaya aykırıdır. Ne var ki, anılan bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün HUMK’nun 438/7. Maddesi gereğince düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün 1. bendinde yazılı, “..dava konusunun yargılamayı gerektirmesi nedeniyle icra inkar tazminatı isteminin reddine” ibarelerinin hüküm bendinden çıkarılmasına, yerine “asıl alacağın %20’si olmak üzere 7.238 TL icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine,” cümlesinin yazılması suretiyle hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/12/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2076 E. , 2020/117 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 23.03.2012 tarihli dava dilekçesinde; alacağını temlik aldıkları dava dışı Denizbank A.Ş. ile dava dışı Pizaş Pamukkale El Sanatı İşleri Tic. A.Ş. arasında genel kredi sözleşmesi akdedildiğini, davalı-borçlu …’ın da işbu sözleşmeyi müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığını, dava dışı şirketin kredi borcunu ödememesi üzerine kredi borcunun Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli ihtarnamesi ile kat edildiğini ve bilahare borçlular aleyhine Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyası ile ilamsız takip yapıldığını, davaya konu alacağın 29.09.2010 tarihli temlik sözleşmesiyle müvekkili varlık yönetim şirketine temlik edildiğini, alacağın tahsili için girişilen takibe davalı-borçlu tarafından haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile inkâr tazminatına hükmedilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 09.04.2012 tarihli cevap dilekçesinde; dava dilekçesi ekinde takip dayanağı belge suretleri gönderilmediğinden zikredilen kredi sözleşmelerindeki imzaların müvekkiline ait olup olmadığı hususunda beyanda bulunma haklarını saklı tutarak müvekkili tarafından 2005, 2006 ve 2007 yıllarında pek çok banka ile kredi sözleşmesi imzalandığını, öncelikle kredi sözleşmesindeki bedelin kredi müşterisine ödendiğinin ispat edilmesi gerektiğini, öte yandan kredi hesabı ile ilgili banka defter ve kayıtları ile dayanağı belgelerin ibrazı gerektiğini, yine dava dilekçesinde belirtilen Denizli 4. Noterliğinin ilgili ihtarnamesinin müvekkiline tebliğ edilmediğini, bu nedenle müvekkili hakkında hesabın kat edilmiş olmasının mümkün bulunmadığını, yine sözleşmedeki kefaletin geçerliliğinin müphem olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararı: 6. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/103 E.,2013/73 K. sayılı kararı ile; dava dışı şirkete kullandırılan kredinin ödenmemesi üzerine Denizli 4. Noterliğinin 28.08.2007 tarihli hesap kat ihtarnamesiyle hesabın kat edildiği, söz konusu ihtarnamenin davalıya adresten taşınma nedeniyle tebliğ edilemediği, 01.09.2007 tarihinde çıkış merciine iade edildiğinin tebliğ mazbatasından anlaşıldığı, icra takip dosyasında borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi olarak yazılı ise de, bu hususun sehven yazılmış olduğu, yine aynı şekilde borcun sebebine ilişkin olarak ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu, takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ve ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısıyla bahsedildiği ve ödenmesi gereken borç miktarının da bildirilmiş olduğu ve yine sözleşmenin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında davalı tarafından yapılan itirazın kısmen iptali ile takibin 11.610,44TL asıl alacak, 811,48TL işlemiş faiz, 40,56TL gider vergisi olmak üzere toplam 12.462,48TL üzerinden devamına, asıl alacağa takip tarihinden itibaren %19,50 ve değişen oranlarda temerrüt faizi uygulanmasına, asıl alacak miktarı üzerinden hesaplanacak %40 oranında inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davalı tarafın tazminat talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Denizli (Kapatılan) 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 19. Hukuk Dairesince 22.09.2014 tarihli ve 2014/9802 E., 2014/13921 K. sayılı kararı ile; “…Davanın temelini oluşturan icra takibinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname” gösterilmiştir. İtirazın iptali davaları takibe sıkı sıkıya bağlı davalardan olduğundan uyuşmazlığın takibe dayanak yapılan kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerekir. Mahkemece icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. Denizli Asliye Ticaret Mahkemesinin17.03.2015 tarihli ve 2015/12 E., 2015/221 K. sayılı kararı ile; davacının takibe dayanak olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, bunlardan sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, bozmaya konu olan mahkemenin önceki kararında da bahsedildiği üzere, takip dayanağı olarak gösterilen kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesinin gerekeceği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; takip talebinde alacağın dayanağı olarak yalnızca “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” şeklinde açıklama bulunmaktayken, takibe ekli ihtarnamede bahsi geçen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle ilgili mevzuat hükümlerinin açıklanmasında yarar bulunmaktadır. 13. İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 4949 sayılı Yasayla değişik “İtirazın Hükümden Düşürülmesi” ana başlıklı “İtirazın İptali” alt başlıklı 67.maddesinde; “(DEĞİŞİK FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/15) Takip talebine itiraz edilen alacaklı, itirazın tebliği tarihinden itibaren bir sene içinde mahkemeye başvurarak, genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava edebilir. (DEĞİŞİK FIKRA RGT: 25.11.1988 RG NO: 20000 KANUN NO: 3494/1) Bu davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu; takibinde haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya hükmolunan meblağın (DEĞİŞİK İBARE RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla mahkum edilir. İtiraz eden veli, vasi veya mirasçı ise, borçlu hakkında tazminat hükmolunması kötü niyetin sübutuna bağlıdır. (MÜLGA FIKRA RGT: 30.07.2003 RG NO: 25184 KANUN NO: 4949/103) Birinci fıkrada yazılı itirazın iptali süresini geçiren alacaklının umumi hükümler dairesinde alacağını dava etmek hakkı saklıdır. (EKLENMİŞ FIKRA RGT: 05.07.2012 RG NO: 28344 KANUN NO: 6352/11) Bu Kanunda öngörülen icra inkar tazminatı, kötü niyet tazminatı ve benzeri tazminatların tespitinde, takip talebi veya davadaki talep esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. 14. Uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, itirazın iptali davasının hukuki niteliği üzerinde de durulması gerekmektedir. 15. İtirazın iptali davası müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu alacak olan bir eda davasıdır. Madde metninde de açıkça belirtildiği üzere takip alacaklısı tarafından ödeme emrine süresi içinde itiraz etmiş olan takip borçlusuna karşı genel mahkemede açılır ve genel hükümlere göre görülür. Alacaklı bu davada genel hükümler dairesinde alacağının varlığını ispat suretiyle itirazın iptalini dava etmektedir. 16. İtirazın iptali davası itirazın hükümden düşürülmesi ana başlığı altında düzenlenmekle takip hukuku içinde ve takip talebiyle sıkı sıkıya bağlantılı ele alınması gereken, sonucuyla takibin devamına etkili bir dava türü olarak karşımıza çıkmaktadır ve takip talepnamesinde dayanılan borç ve borcun sebebi ile bağlılık asıldır. Öyle ki, genel hükümlere göre harca tabi olanitirazın iptali davasında alacaklı yan isterse takip talebinde bulunurken yatırmış olduğu binde beş harcı geri alabilir ve itirazın iptali davası harcına mahsubunu isteyebilir (492 sayılı Harçlar Kanunu m. 28/a, 29/I, III). 17. Bu davada, ispat yükü kural olarak davayı açan alacaklıda olup, alacaklı alacağını ispatla yükümlüdür. Genel hükümler dairesinde her türlü delille ispat edilecek alacak da yine takip talepnamesine konu olan ve borçlu yanca itiraza uğrayan alacaktır. Zira aynı maddede itirazın haksızlığı borçlu açısından, takibin haksız ve kötü niyetli yapılması da alacaklı açısından tazminat müeyyidesine bağlanmıştır. 18. Diğer taraftan, İİK’nin 67.maddesinin son fıkrasında alacaklının itirazın tebliği tarihinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açamamışsa umumi hükümler dairesinde alacağını dava etme hakkının saklı olduğu ifade edilmiştir. Bu da bir yıllık süre içinde açılan itirazın iptali davası ile süre geçirildikten sonra açılan alacak davaları arasında her ikisi de genel hükümlere tabi olmakla birlikte ispat yöntemleri ve hukuki sonuçları bakımından bir fark olduğunu ortaya koymaktadır. Zira süresi içinde açılan dava itirazın iptali davasıdır ve itirazın iptali davasının kazanılması hâlinde borçlunun itirazı iptal edilmiş olur. Bunun üzerine alacaklı itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini isteyebilir. Süresinden sonra açılan davada ise itirazın iptali değil alacağa hükmedilmesi istenecektir ve verilen kararın takibe etkisi bulunmamaktadır. Şu durumda itirazın iptali davasında ispat edilecek olanın takibe ve borçlunun itirazına konu alacak olduğunda ve itirazın iptali davası için bu alacağın sebebinin değiştirilme olanağının bulunmadığında kuşku bulunmamaktadır. 19. Genel hükümlere göre her türlü ispat olanağının varlığı, takip talebinde yer alan borç sebebinden ve takip dayanağından uzaklaşmak anlamında düşünülmemelidir. Burada sadece icra mahkemesinin dar yetkisi nedeniyle inceleyemediği delillerin genel mahkemede serbestçe ancak borca bağlı olarak ileri sürülmesi olanağının varlığı söz konusu olmaktadır. 20. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; Denizli 4. İcra Dairesinin 2007/6636 E. sayılı takip dosyasında; dava dışı Denizbank A.Ş. tarafından borçlular Pizaş Pamukkale… A.Ş. İbrahim Tarık Erdoğan, Sabri Erdoğan ve Tuğçe Erdoğan (Yıldız) aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” sebep gösterilmek suretiyle, toplam 12.614,71TL’nin tahsili için 18.09.2007 tarihinde ilamsız icra takibi yapılmış, takip alacağı 29.09.2010 tarihli sözleşme ile Denizbank A.Ş. tarafından LBT Varlık A.Ş.’ye temlik edilmiş, davalı-borçlu tarafından 15.12.2011 tarihli itiraz dilekçesi ile takibe itiraz edilmiş ve takibin bu borçlu yönünden durduğu anlaşılmıştır. 21. İtirazın iptali davalarında alacaklı, takipte dayanmadığı belgeler dışındaki başka belgelere dayanamaz. Şu durumda bizatihi kendisi bir borç sebebi ve dayanağı teşkil eden ancak takipte dayanılmayan genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında kullanılması davanın yukarıda açıklanan niteliği ile bağdaşmamaktadır. Ayrıca takip talebinde “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” yazmakta olup, ihtarname takip talebine eklenmiş ise de ihtarnamenin amacının genel olarak borcun varlığına delalet etmeyip, borçluyu temerrüde düşürmekten ibaret olduğu cihetle itirazın iptali davasında takip talebinde gösterilen borç ve borcun sebebi ile bağlılığın asıl olmasına göre kaynak belgeye (temel alacak-sözleşme) itibar edilmesi gerekmektedir. 22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; takip konusu alacağın kaynağı ve miktarının takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtildiği, takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesinin isabetli olduğu, yerel mahkeme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 23. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 24. Bu nedenle yerel mahkemenin direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanunun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi. KARŞI OY Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, takip talebinde alacağın dayanağı olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özeti” olarak gösterilmiş olması karşısında takibe ekli ihtarnamede sözü edilen genel kredi sözleşmesinin itirazın iptali davasında takibe dayanak belge olarak esas alınıp alınamayacağıdır. Dava İİK’nın 67. maddesi hükmünde düzenlenen itirazın iptali davasıdır. İtirazın iptali davası takip alacaklısı tarafından takip borçlusunun icra dairesinde takibe itirazı üzerine takibin devamını sağlama amacı ile açılan bir davadır. Bu nedenle bu davaya itirazın iptali davası denilmektedir. İtirazın iptali davası bu özelliği dolayısı ile itiraza uğrayan takibe sıkı sıkıya bağlı bir davadır. Davanın takibe bağlılığı alacağın miktarı bakımından söz konusu olduğu gibi alacağın kaynağı bakımından da geçerlidir (HGK 17.09.2019 gün 2017/19-824 E., 2019/889 K. sayılı kararı). Alacaklı takip konusu yaptığı ve borçlunun icra dairesinde itiraz ettiği alacağı için İİK 67/1’deki bir yıl içinde itirazın iptali davası açar. Alacaklı bir yıl içinde itirazın iptali davası açmaz ise yaptığı ilamsız icra takibi düşer; alacaklı bu alacağı hakkında bir daha ilamsız takip yapamaz (İİK m. 68/1’e kıyasen). Ancak bir yıllık süreyi geçiren alacaklının genel hükümlere göre alacağını dava etmek hakkı saklıdır. Mahkeme, itirazın iptali davasında bir alacak davasında olduğu gibi tarafların iddia ve savunmalarını genel hükümlere göre inceler. Borçlunun ödeme emrine karşı yaptığı borca itirazın haksız olduğu sonucuna varır ise itirazın iptaline, talep üzerine koşulları var ise borçluyu icra inkâr tazminatına mahkûm eder. Alacaklı bu kararı icra dairesine vererek itiraz üzerine durmuş olan icra takibine devam edilmesini yani borçlunun malları üzerine haciz konulmasını talep edebilir. Mahkemenin bu kararı maddi anlamda kesin hüküm oluşturur. İtirazın iptali davasına konu alacak, alacaklının ilamsız icra takibine konu yaptığı ve borçlu tarafından itiraz edilen alacaktır. Genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi bütün takip yollarında olduğu gibi bir takip talebi ile başlar. Alacaklının takip talebinde bulunabilmesi için alacağın bir senede veya belgeye bağlı olması zorunlu değildir. Ancak alacaklı takip yaparken bir senet veya belgeye sahip değil ise alacağın sebebini belirtmek zorundadır. Bu husus takip talebi ve muhtevası başlıklı İİK’nın 54/4. bendinde “senet, senet yoksa borcun sebebi” olarak düzenlenmiştir. Alacaklı takip talebinde alacağının belgesini, belgesi yoksa sebebini göstermek zorundadır. Takip konusu alacak bir senede veya belgeye bağlı ise senedin veya belgenin aslını veya onaylı örneğini takip talebi ile birlikte icra dairesine vermek zorundadır. Alacaklı takipte dayandığı bu belgeleri icra dairesine vermedikçe icra dairesi ödeme emri düzenleyip borçluya gönderemez. Buna rağmen göndermiş ise borçlunun süresi içinde şikâyet yolu ile ödeme emrini iptal ettirmesi gerekir (İİK m.16). Alacaklı takip talebinde alacağının senede veya belgeye bağlı olduğunu bildirmemiş ve icra dairesine hiçbir belge vermemiş ise borçlunun ödeme emrine itirazı üzerine alacaklı takip talebinde göstermediği ve icra dairesine vermediği bir belgeye dayanarak itirazın iptali davası açamaz. Alacaklı takip talebi ile birlikte borçlu sayısından bir fazla adeti kendisi veya temsilcisi tarafından onaylanmış senet örneğini icra dairesine verir. Bu örneklerden biri icra dosyasında saklanır. Diğer örnekler ödeme emri ile birlikte borçluya veya borçlulara tebliğe gönderilir (İİK m. 61/1). Takibe dayanak belgeler ödeme emri ekinde borçluya gönderilmemesi hâlinde borçlu süresi içinde icra mahkemesine başvurarak ödeme emrinin iptal edilmesini talep edebilir. Bu şikâyet üzerine icra mahkemesince ödeme emri iptal edilir ise icra dairesi yeniden borçluya çıkaracağı ödeme emri ekinde takibe dayanak belgeleri de ekler. Hukuk Genel Kurulu 27.04.2011 tarih, 2010/12-641 E., 2011/218 K. sayılı kararında takip talebinde ve ödeme emrinde borcun sebebi olarak kredi kartı alacağını gösteren alacaklının alacağın bağlı olduğu belgeleri açıklamamış ve dayanak belgeleri icra dairesine vermemiş ve bu husus şikâyet konusu da yapılmamış ise borçlunun itirazı üzerine alacaklının itirazın kaldırılmasını talep ettiği icra mahkemesinde kredi kartı kullanımına ilişkin sözleşme ve hesap kat ihtarını ibraz edebileceği, bu belgelerin icra mahkemesinde incelenmesine yazılı engel bulunmadığına hükmetmiştir. Somut olayda dava dışı Denizbank A.Ş.’nin dava dışı Pizen A.Ş. ile davalı …’ın da aralarında bulunduğu borçlular aleyhine “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti”ne dayalı olarak 11.610,44YTL asıl alacak ve ferileri ile birlikte toplam 12.614,71YTL üzerinden genel haciz yolu ile ilamsız icra takibine geçtiği, dayanak belgelerden sadece ihtarnamenin takip talebine eklendiği, davalı borçlunun icra davasında borca itiraz etmesi üzerine, icra dosya alacağını temlik alan davacının mahkemede itirazın iptali davasını açtığı, yerel mahkemece, takip talebinde borcun sebebi hanesinde kredi kartı üyelik sözleşmesi yazılı ise de bu hususun sehven yazılmış olduğu, aynı şekilde takip talebinde ihtarname ve hesap özetine de dayanılmış olduğu ve takip talebine ihtarnamenin ekli olduğu ihtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinden ayrıntısı ile bahsedildiği, ödenmesi gereken borç miktarının ihtarnamede bildirilmiş olduğu ve ihtarnamede geçen borç miktarının takip talebinde talep edildiği, alacağın kaynağı olan genel kredi sözleşmesinin davalı tarafça bilinebilir olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Yerel mahkeme kararının davalı vekilince temyizi üzerine Özel Dairece takibe dayanak olarak kredi kartı üyelik sözleşmesi ve ihtarname gösterildiğinden uyuşmazlığın kredi kartı üyelik sözleşmesi ve bu sözleşme uyarınca gönderilmiş olan ihtarname çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği, icra takibine konu edilmeyen genel kredi sözleşmesi incelenmek sureti ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmediğinden hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkeme önceki gerekçelere ek olarak davacının takibe dayanak olarak “ kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname ve hesap özetine” dayandığı, sadece ihtarnamenin takip talebine ekli olduğu, takip talebine takip dayanağı olarak kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı, gerçekte ihtarnamenin incelenmesinden de görüleceği üzere borcun sebebinin genel kredi sözleşmesi olduğunun açık olduğu, borcun sebebi olarak kredi kartı sözleşmesinden bahsedilmeyip sadece ihtarname gösterilmiş olsaydı dahi ihtarnameye göre hesap yapılacağı ve genel kredi sözleşmesi uyarınca uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekçesi ile direnme kararı vermiştir. Direnme kararının temyizi üzerine Genel Kurul çoğunluk görüşü özel dairenin bozma gerekçesini benimseyerek direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Yerel mahkemenin direnme kararının yukarıda belirtilen ilke ve kurallara uygun olduğu görüşündeyiz. Şöyle ki; alacaklı takibe konu alacağı için senet, senet yoksa sebep göstermek zorunda olduğu gibi dayanak olarak senedi gösteriyor ise bu senedi de takibe eklemek zorundadır. Aksi hâlde icra memuru borçluya ödeme emri göndermez (İİK 68/4 bendi, 68/3 fıkrası). Bu maddede yazılı “senet” kelimesinden sadece teknik ve gerçek anlamda bir senet değil, alacaklının alacaklı olduğunu gösteren bir belge veya belgeler zinciri de anlaşılır. Özel Daire takip talebinde yazılı “kredi kartı üyelik sözleşmesi, ihtarname, hesap özeti” açıklamasından sadece kredi kartı üyelik sözleşmesi ibaresini dikkate alarak icra takibine konu alacağın kredi kart üyelik sözleşmesine dayalı olduğu sonucuna varmıştır. Oysa takip talebinde sadece dayanak belge olarak “kredi kartı üyelik sözleşmesi” yazılı olsa idi, bu sözleşme ve bu sözleşme ile ilgili varsa ihtarname takip talebine eklenmediği için icra müdürünün borçluya ödeme emri göndermesi mümkün değildir. Borçlunun takip borcuna itiraz edebilmesi için borcun hangi tarihli sözleşmeden kaynaklandığı ve hangi aylara ilişkin kredi borcunun olduğunu bilmesi gereklidir. Takip talebine dayalı ihtarname takip talebine eklenmiş olup bu ihtarnamede takibe konu alacağın genel kredi sözleşmesine istinaden kullandırılan krediden kaynaklandığı belirtildikten sonra ihtarnamede borç tarih ve miktarları faizi ve ferileri ile birlikte ayrıntılı olarak gösterilmiş, ihtarnamede belirtilen 11.610,44YTL asıl alacak 956,45YTL işlem temerrüt faizi 47,82YTL temerrüt faizi %5 gider vergisi olmak üzere toplam 12.614,71YTL toplam borç takip talebinde talep edilmektedir. Görüldüğü üzere takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takibe konu edilen alacağın genel kredi sözleşmesinden kaynaklandığı, bu açıklama karşısında takip talebine kredi kartı üyelik sözleşmesinin sehven yazıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Alacaklı takip talebinde genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye bağlı olarak gönderilen ihtarname şeklinde belgeler zincirine dayanmıştır. İhtarname içeriğinde genel kredi sözleşmesinin yazılı olması karşısında, takip talebinde genel kredi sözleşmesi ibaresinin yazılı olmaması bu sözleşmeye dayanılmadığını söylemeye yeterli değildir. Kaldı ki davalı cevap dilekçesinde takibe dayanak ihtarnamenin kendisine tebliğ edilmediği için kendisi hakkında hesabın kat edilmesinin söz konusu olmadığını bu nedenle temerrüdün takip tarihinde başlayacağını, takip öncesi işlemin faiz ve ferilerinden sorumlu olmayacağını ileri sürmek suretiyle takibe dayanak alacağın ihtarnamede yazılı olan alacak olduğunu kabul etmektedir. Yine borçlunun cevap dilekçesinde belirttiği üzere sadece kredi sözleşmesinin yapılması kredi müşterisinin bankaya borçlandığının kanıtı olamaz. Kredi sözleşmesinin kefili olan davalının borçtan sorumlu olması için kredinin kredi borçlusuna ödendiğinin de ispatı gerekir. Takip konusu alacağın kaynağı ve miktarı takibe ekli ihtarnamede açıkça belirtilmiş olup takip talebinde sadece bu ihtarname yazılı olması sureti ile alacaklı İİK 58/4 bende yazılı belgeye dayanma şartını yerine getirmiştir. Sonuç olarak yerel mahkemenin takip dayanağının genel kredi sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayalı ihtarnamede yazılı alacak olduğu yönündeki gerekçesi isabetli olup direnme kararının onanması ve işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyoruz.
İlgili Kanun / Madde 4857 S. İşK/21 T.C. YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas No. 2017/16881 Karar No. 2020/11148 Tarihi: 08/10/2020 l İCRA İNKAR TAZMİNATI l ALACAĞIN LİKİT OLMASININ KOŞULLARI l İŞE İADE DAVASI SONRASI İSTEM-LERİN YARGILAMAYI GEREKTİRDİĞİN-DEN İCRA İNKAR TAZMİNATINA KARAR VERİLEMEYECEĞİ ÖZETİ İtirazın iptali davasında borçlunun haksızlığına karar verilmesi halinde ve alacaklının talep etmiş olması şartıyla, borç miktarının Kanunda gösterilen orandan az olmamak kaydıyla icra inkar tazminatına hükmedilir. İcra inkar tazminatına karar verilebilmesi için alacağın belirli ya da belirlenebilir olması gerekir. Ancak, hak tartışmalı ise icra inkar tazminatına hükmedilemez. Alacağın likit olması şartıyla itirazın iptali davası sonunda borçlunun itirazının kısmen kabulü halinde dahi, kabul edilen kısım bakımından icra inkar tazminatına hükmedilmelidir. İcra inkar tazminatı, asıl alacak bakımından söz konusu olur. İşlemiş faiz isteği yönünden icra inkar tazminatına hükmedilmesi mümkün değildir. Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez. Şayet alacak tartışmalı ve yargılamayı gerektiriyorsa likit olduğundan söz edilemez. Somut olayda, davacının yaptığı takip işe iade sonrası isteklere ilişkin olup bu alacakların hesaplanması ve miktarı bakımından uyuşmazlığın çözümünün yargılamayı gerektirmesi nedeniyle ortada likit bir alacağın varlığından söz edilemez. Bu nedenle, Mahkemece icra inkar tazminatına hükmedil-mesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. DAVA: Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı İsteminin Özeti: Davacı, iş sözleşmesinin yasaya aykırı feshedilmesi nedeniyle açılan işe iade davasında feshin geçersizliğine, boşta geçen süreler için 4 aylık ücret ve diğer hakların ödenmesine ve işe başlatmama tazminatının da 5 aylık brüt ücret olarak belirlenmesine karar verildiğini, kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmesi üzerine, işe başlatılması için başvurmasına rağmen aynı şartlarda işe başlatılmadığını, ilamda geçen 4 aylık ücret ve diğer hakları ile işe başlatmama tazminatı ve kıdem ve ihbar tazminatının ödenmediğini, alacaklarının tahsili amacıyla yapılan icra takibine davalının (borçlunun) itiraz etmesi sonucu takibin durdurulmasına karar verildiğini iddia ederek itirazın iptaline, takibin devamına, ayrıca icra takibine haksız itiraz nedeniyle % 20 den az olmamak üzere icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılama sonucunda yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Temyiz: Karar, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” Somut uyuşmazlıkta; davacı tarafça açılan dava itirazın iptali davası olup dava dilekçesinde boşta geçen sürede başka bir işe girdiğinden bahisle 2 aylık boşta geçen süre ücreti ve diğer hakların talep edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 26. maddesinin 1. fıkrası uyarınca taleple bağlı kalınarak boşta geçen süre ücreti ve diğer hakların 2 ayla sınırlandırılması gerekirken 4 aylık olarak hesaplanması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. 3-Davacının boşta geçen süre ücreti alacağının hesabında esas alınacak ücret konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Boşta geçen süreye ait en çok dört aya kadar ücret ve diğer haklar için, feshi izleyen dönem ücretlerine göre hesaplama yapılmalıdır. Geçersiz sayılan fesih tarihinden sonra boşta geçen en çok dört aylık sürede işçinin çalışması devam ediyormuş gibi ücret ve diğer haklar belirlenmelidir. Somut uyuşmazlıkta; hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacının boşta geçen süre ücreti ve diğer haklara ilişkin alacağının 2015 yılı 2. dönem asgari ücreti olan brüt 1.273,50 TL’nın dosyaya sunulu idari şartnamede güvenlik personeline asgari ücretin % 38 fazla ödeneceği hususu dikkate alınarak 208,00 TL yemek ücreti de eklenerek hesaplandığı anlaşılmaktadır. Ne var ki, bu hesaplamada esas alınan ücret hatalı olmuştur. Davacının iş sözleşmesi 30.09.2014 tarihinde feshedilmiş olup, kesinleşen işe iade kararı gereğince ödenmesi gereken boşta geçen süre ücretine esas ücretler taleple de bağlı kalınarak bu tarihten sonraki 2 aya ait ücretlerdir. Bu durumda, davacı söz konusu aylarda çalışıyormuş gibi değerlendirilerek o dönemlerdeki ücretinin (fesih tarihi ve feshi izleyen dönem itibariyle) tespit edilerek bir hesaplama yapılması gerekirken işe başlatmama tarihindeki ücret üzerinden hesaplanması da hatalı olmuştur. 4-Taraflar arasındaki bir diğer uyuşmazlık icra inkar tazminatı şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır. İtirazın iptali davasında borçlunun haksızlığına karar verilmesi halinde ve alacaklının talep etmiş olması şartıyla, borç miktarının Kanunda gösterilen orandan az olmamak kaydıyla icra inkar tazminatına hükmedilir. İcra inkar tazminatına karar verilebilmesi için alacağın belirli ya da belirlenebilir olması gerekir. Ancak, hak tartışmalı ise icra inkar tazminatına hükmedilemez. Alacağın likit olması şartıyla itirazın iptali davası sonunda borçlunun itirazının kısmen kabulü halinde dahi, kabul edilen kısım bakımından icra inkar tazminatına hükmedilmelidir. İcra inkar tazminatı, asıl alacak bakımından söz konusu olur. İşlemiş faiz isteği yönünden icra inkar tazminatına hükmedilmesi mümkün değildir. Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için, ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez. Şayet alacak tartışmalı ve yargılamayı gerektiriyorsa likit olduğundan söz edilemez. Somut olayda, davacının yaptığı takip işe iade sonrası isteklere ilişkin olup bu alacakların hesaplanması ve miktarı bakımından uyuşmazlığın çözümünün yargılamayı gerektirmesi nedeniyle ortada likit bir alacağın varlığından söz edilemez. Bu nedenle, Mahkemece icra inkar tazminatına hükmedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 08/10/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.kaynak çalışma ve toplum dergisi
Hukuk Genel Kurulu 2019/318 E. , 2019/1238 K. MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi Taraflar arasında görülen “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Küçükçekmece 5. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.05.2016 tarih ve 2015/429 E., 2016/307 K. sayılı karar davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.07.2017 tarih ve 2016/22562 E., 2017/8749 K. sayılı kararı ile; “…1-Davacı, davalı eşinin malik olduğu aile konutu üzerine diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirmiş olduğunu, bu işleme rızasının bulunmadığını, davaya konu taşınmazın cebri icra takibi neticesinde banka tarafından alacağına mahsuben alındığını belirterek banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eşi adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir. İpotek 13.08.2012 tarihinde tesis edilmiş, dava 13.05.2015 tarihinde açılmıştır. İpotek tesis edilen taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip sonucu 07.04.2015 tarihli ihale ile cebri icra sonucu davalı bankaya satılmış, satış işlemi kesinleşmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde “taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır” hükmü yer almaktadır. Dava konusu taşınmaz cebri icra sonucu satılmakla, davalı erkek adına kayıtlı olmaktan çıkmış, davalı bankanın mülkiyetine geçmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış, dava açıldığı tarih itibariyle taşınmaz aile konutu niteliğini yitirmiş durumdadır. Açıklanan sebeple davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerekmiştir. 2- Davacı, dava dilekçesinde tapu iptali ve tescil isteminin kabul edilmemesi halinde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesini talep etmiştir. Yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple tapu iptali ve tescili isteminin reddi gerektiği nazara alındığında görev hususu da düşünülerek, deliller değerlendirilip davacının taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi talebi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir. HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir. Davacı vekili; dava konusu taşınmazın 2008 yılında satın alındığını, o tarihten beri aile konutu olarak kullanıldığını, davalı eşin müvekkilinin bilgisi dışında 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin borçlarına karşılık olmak üzere davalı banka lehine taşınmazda ipotek tesisine izin verdiğini, müvekkilinin kıymet takdir raporunu görünce ipotek işleminden haberdar olduğunu, ipotek işlemine açık rızasının bulunmadığını, ipoteğin kaldırılması için Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesine ait 2015/234 esas sayılı davayı açtıklarını, ancak taşınmazın icra takibi sonucu ihale ile davalı banka adına tesciline karar verildiği için ipoteğin kaldırılması davasının geçerliliğinin kalmadığını ileri sürerek davalı banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eş adına tesciline, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı banka vekili; dava konusu taşınmazın alacağa mahsuben banka adına tescil edildiğini, davacının kötü niyetli olduğunu, TMK’nın 194. maddesi uyarınca husumet ehliyetinin bulunmadığını, aynı mahiyette Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesinde görülen bir dava olduğundan derdestlik itirazında bulunduklarını, tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmadığı için iyi niyetli olduklarını belirterek davanın öncelikle usulden, aksi hâlde esastan reddine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkemece; taşınmazın satın alındığı tarihten beri aile konutu olarak kullanıldığı, davalı bankanın ipoteğin tesisinden önce ekspertiz raporu ile taşınmazın özelliklerini ve mesken olduğunu tespit ettiği, bu tespite rağmen aile konutu olan dava konusu taşınmaz üzerinde davalı banka lehine ipotek tesis edildiği, bu işlem sırasında davalı banka tarafından davacı eşin açık rızasının alınmadığı; davalı banka vekili tarafından gerek ekspertiz raporu hazırlanırken gerekse kıymet takdirinde taşınmazın iç mekanın da incelendiği, bu nedenle davacının ipotek işleminden haberdar olduğu, işlem yapılmadan uzun yıllar ipotekle takyit edilmesine rıza göstererek ipotek tesisine ve kredi kullandırılmasına olanak sağladığı, kredinin ödenmemesi nedeniyle başlatılan icra takibi sonucu taşınmazın banka adına tescilinden sonra bu davayı açtığı, davacının kötü niyetli davrandığı ileri sürülmüş ise de, davacının huzuruyla bu işlemlerin yapıldığına ilişkin dosyaya bir delil sunulmadığı gibi aksi ispat edilemeyen yeminli tanık beyanlarında da davacının ipotek işleminden haberinin olmadığının ifade edildiği, taşınmazın aile konutu olduğu bilinmesine rağmen davacı eşin açık rızasını alınmadan ipotek tesis edilmesi nedeniyle davalı banka yönünden TMK’nın 1023. maddesinin uygulanmasının söz konusu olamayacağı, davalı banka lehine tesis edilen ipotek işleminin geçersiz olduğu ve buna bağlı olarak davalı bankanın icra takibi sonucu dava konusu taşınmazı iktisap ederken de taşınmazın aile konutu olduğundan ve davacı eşin açık rızasının bulunmadığından haberdar olması sebebiyle davacı eşin, bu davayı açma hakkının bulunduğu, ihalenin feshi davası açılmamasının sonuca etkili olmadığı, öte yandan davacının daha önce Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesine açtığı ipoteğin kaldırılması davasının açılmamış sayılmasına karar verildiği, bu davanın TMK’nın 194. maddesine dayanmakla birlikte taleplerin farklı olması nedeniyle davalı banka vekilinin derdestlik iddiasının yerinde olmadığı gerekçesiyle dava konusu taşınmazın davalı banka adına olan tapu kaydının iptali ile davalı eş adına tesciline karar verilmiştir. Davalı banka vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur. Mahkemece ilk kararda yer alan gerekçeye yer verildikten sonra; cebri icra ile yapılan satış sonucu taşınmazın mülkiyetinin tescilden önce davalı bankaya geçmiş olmasının taşınmazın aile konutu niteliğini ortadan kaldırmayacağı, aksi hâlde TMK’nın 194. maddesinin uygulama alanının kalmayacağı, söz konusu Kanun maddesinde cebri icra yolu ile gerçekleşen satışlara ilişkin açık bir hükmün yer almadığı, kaldı ki Özel Dairenin yerleşik içtihadı ile hareket edilse dahi lehine ipotek tesis edilen banka tarafından taşınmaz alacağa mahsuben satın alındığı için farklı bir değerlendirme yapılması gerektiği, davacı tarafından taşınmazın aile konutu olduğu iddiasıyla açılan ipoteğin kaldırılması davasına rağmen davalı bankanın icra takibine devam edip taşınmazın cebri icra ile satılmasına neden olduğu, kesin hükümsüzlük ile geçersiz olan ipotek dayanak yapılarak başlatılan takip sonucu davalı banka tarafından aile konutunun mülkiyetinin kazanılması söz konusu olup TMK’nın 1024. maddesinde tanımlanan yolsuz tescil hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, icra takibinin ve ihalenin kesinleşmiş olmasının tescile hukuki geçerlilik sağlamayacağı, Türk hukuk sisteminde illilik prensibinin esas olduğu, cebri icra satışının kesinleşmiş olmasının yolsuz tescil nedenini ortadan kaldırmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir Direnme kararı, davalı banka vekilince temyiz edilmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yapılan takip sonucu dava tarihinden önce davalı banka adına alacağına mahsuben (cebri icra yoluyla) ihale edilen dava konusu taşınmazın Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca tapu kaydının iptali ile davalı eş adına tesciline karar verilip verilmeyeceği, burada varılacak sonuca göre davacının taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi isteminin değerlendirilip değerlendirilmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Uyuşmazlığın çözümüne ilişkin öncelikle ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesi gerekmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun “Eşlerin hukuki işlemleri” başlıklı 193. maddesi; “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.” şeklindedir. TMK’nın 194. maddesinin birinci fıkrası; “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmünü içermektedir. Aile konutunun tanımına ise anılan maddenin gerekçesinde yer verilmiş; aile konutu “eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan” olarak tanımlanmıştır. TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestisi kabul edilmişken, aynı Kanun’un 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş ve aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması esası kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile malik olmayan eşe, aile konutu ile ilgili tapu kütüğüne şerh verilmesini isteme hakkı tanınmış, eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü “aile birliğinin’’ korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa dahi aile konutuna ilişkin olarak; eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamayacaktır. Malik olmayan eşin izni için şekil şartı bulunmamakla birlikte, iznin açık olması gerekmektedir. Açık rızanın varlığını ispat yükü ise aile konutu ile ilgili tasarrufta bulunana aittir. Öte yandan; TMK’nın 194. maddesinde öngörülen sınırlandırma, taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulduğu için değil, konut aile konutu vasfı taşıdığı için getirilmiştir. Bu sebeple taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Nitekim aile konutu şerhi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Aksi düşünce ile tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamanın şerh ile başlayacağı kabul edilmiş olur. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir. Eş söyleyişle aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tek başına aile konutunu ayni bir hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 tarih, 2017/2-1604 E. ve 2017/967 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Mülkiyet hakkının kazanılması ve yolsuz tescil ile ilgili hukuki düzenlemelere gelince; TMK’nın 705. maddesinde; “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır” hükmü ile mülkiyet hakkının hangi durumlarda iktisap edileceği belirlenmiştir. TMK’nın “İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1023. maddesi ise; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmüne haiz olup, bu düzenleme ile tapu kütüğüne güven ilkesine dayalı olarak yapılan iyiniyetli iktisap koruma altına alınmıştır. TMK’nın 1023. maddesine göre; tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabı korunur. Üçüncü şahıs, yolsuz tescil ile ilgisi bulunmayan, yolsuz işleme taraf olarak katılmamış olan kişidir. Üçüncü şahıs yolsuz kayda dayanarak ayni hak iktisap ederken, tescilin yolsuzluğunu bilmemeli ve bilebilecek durumda olmamalıdır (Kılıç, H., Son Değişikliklerle Gayrimenkul Davaları, Ankara 2007, 4. Baskı, 4. Cilt, s. 4416). Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Sözü edilen iyi niyet, aynı Kanun’un 3. maddesinde deyimini bulan sübjektif iyi niyettir. TMK’nın 1023. maddesi uyarınca, üçüncü kişinin iyi niyetinin varlığı tek başına kazanımın korunması için yeterli olmayıp, yasadaki diğer koşulların da bulunması gerekmektedir. TMK’nın 1023. maddesinin uygulanabilmesi için “kazananın üçüncü kişi olması”, “üçüncü kişinin sicildeki yolsuz bir tescile dayanmış olması”, “üçüncü kişinin bir aynî hak kazanmış olması”, “üçüncü kişinin aynî hakkı iyi niyetle kazanmış olması” ve “üçüncü kişinin kazanımında tasarruf yetkisi dışında diğer geçerlilik unsurlarının mevcut olması” şartlarının varlığı aranır (Sirmen. A.L., Eşya Hukuku, Ankara 2017, s.196-201). TMK’nın 1023. maddesinde korunan iyi niyet, sadece tasarruf yetkisinin bulunmamasının yarattığı eksikliği gidermektedir. Bu hâlde iyi niyet, tapudaki kaydın doğru olduğuna yöneliktir. İyi niyetli üçüncü kişinin kendi kazanımının korunması, aynî hak üzerinde tasarrufta bulunan kişinin bu konudaki yetkisizliği dışında, diğer bütün unsurlarının geçerli olmasına bağlıdır. Diğer bir anlatımla, üçüncü kişinin kazanımını sakatlayacak sebepler bulunmamalıdır. Üçüncü kişi adına yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde ise aynî hakkın kazanılması, iyi niyet bulunsa bile mümkün olmayacaktır. Öte yandan aynı Kanunun “İyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1024. maddesi ise; “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur. Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmünü içermektedir. Bu madde ile de yolsuz tescil tanımlanarak, yolsuz tescili bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişinin bu tescille aynî hak kazanamayacağına vurgu yapılmıştır. Bilindiği üzere; tapu sicilinin tutulması prensiplerinden ilki tescil, ikincisi sicilin aleniliği (güvenilirliliği), üçüncüsü sicilin tutulması nedeniyle hazinenin kusursuz sorumluluğu ve sonuncusu ise sicilin, bir başka ifade ile tescilin, geçerli bir işleme dayalı olması yani sicilin illetten mücerret olmamasıdır. Türk hukuk sisteminde tapu kayıtlarının oluşumunda “illilik”, diğer bir anlatımla “hukuki sebebe bağlılık” prensibi esas alınmış olup, bu prensip uyarınca tescilin geçerli ve haklı bir sebebe dayanması zorunluluğu bulunmaktadır. Hukuki sebebe dayanmayan işlemler geçerli değildir. TMK’nın 1024. maddesi bu tescili yolsuz tescil olarak ifade eder. Bu durumda; Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca malik olan eş tarafından diğer eşin açık rızası alınmadan aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması durumunda yapılan bu işlemin “geçerli” kabul edilemeyeceği emredici hüküm gereğidir. Diğer eşin geçerli olmayan işlemin iptali için dava açabileceği kuşkusuzdur. Diğer yandan taşınmazın aile konutu niteliği gerek iradi temliklerle, gerekse cebri icra sonucu (ihale yoluyla) mülkiyetin kazanılmasıyla kaybedilmektedir. Ne var ki bu durum geçersiz olan işleme “geçerlilik” kazandırmayacaktır. Başka bir ifade ile “ölü işlem” diriltilemeyecektir. Aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2017 tarih, 2017/2-2906 E. ve 2017/1723 K. sayılı kararında da yer verilmiştir. Öyleyse, “geçersiz” bir işlemin icra takibine konu edilmesi ve buna bağlı olarak yapılan cebri ihale sonucu taşınmazın mülkiyetinin işlemin tarafı olan kişiye intikal etmesi hâlinde; ihale edilen kişinin işlemin geçersiz olduğunu bilmesi durumunda lehine oluşan tescilin de yolsuz olduğunu bilen veya bilmesi gereken durumunda olacağı da tartışmasızdır. Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, 24.02.2012 tarihinde ekspertiz incelemesinin yapıldığı, ekspertiz incelemesinde taşınmazın iç mekanının gezildiği ve raporda konut olarak kullanıldığının da belirtildiği, aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen davacının açık rızası alınmadan 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin kullanmış olduğu krediye teminat olmak üzere 500.000,00TL bedelli davalı banka lehine ipotek tesis edildiği, davalı banka tarafından dava dışı şirket ve davalı … aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatıldığı ve bu takip dosyasında dava konusu taşınmaza ilişkin alınan kıymet takdir raporunun tebliği için davalı eş Giyasettin’e çıkarılan tebligatın 17.12.2014 tarihinde davacıya tebliği ile davacının ipotek işleminden haberdar olduğu anlaşılmaktadır. Davacı tarafından eldeki davadan önce 18.03.2015 tarihinde ipoteğin kaldırılması davası açılmasına rağmen davalı banka lehine tesis edilen ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmaz alacağına mahsuben davalı bankaya 07.04.2015 tarihinde ihale edilmiş ve 25.05.2015 tarihinde de tapuya tescil edilmiştir. Davalı banka tarafından çekişmeli taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde davacının açık rızası alınmamış, TMK’nın 194. maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, davalı bankanın TMK’nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan ihalenin feshi davasının açılıp açılmamasının da bir önemi bulunmamaktadır. Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, TMK’nın 194/1. maddesine aykırı olarak tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş Giyasettin adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur. Davalı …’in adının kısa karar ve gerekçeli kararın hüküm kısmında Gıyasettin olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde kabul edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davanın TMK’nın 194. maddesine dayalı olduğu ve bu madde uyarınca karar verildiği, iradi tasarruflarda aile konutu iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil davasının açılabileceği, aynı Kanunun 705. maddesinde yer alan cebri icra satışlarında TMK’nın 194. maddesinin uygulanamayacağı, dava konusu taşınmazın dava tarihinden önce kesinleşen ihale ile banka adına tescil edildiği, dava tarihinde taşınmazın aile konutu olmadığı, direnme gerekçesinde illiyet prensibinden ve yolsuz tescilden bahsedildiği, aile mahkemesinin yolsuz tescil iddiasını inceleyemeyeceği, açıklanan nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. O hâlde, yukarıda açıklanan ilkeler ve gerekçelerle direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir. S O N U Ç: Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı davalı …Ş. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (14.857,42TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.11.2019 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusu olan 394 ada, 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 3 nolu bağımsız bölümün, tapu kayıt maliki ve davacının eşi olan davalı … tarafından diğer davalı olan banka lehine 13/08/2012 tarihinde kurdurulan ipotek sonucu, banka tarafından yürütülen ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip nedeniyle ihale ile banka üzerinde oluşturulan tapu kaydının taşınmazın aile konutu olması nedeniyle Medeni Kanunun 194. maddesi uyarınca tapu kaydının iptali ile davalı eş üzerine kayıt edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. Medeni Kanunun 193. maddesi uyarınca ”kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabilir. ”Medeni Kanunun 194. maddesi ise ”Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmünü düzenlemiştir. Kural olarak bir eş eşinin ya da yetkili makamın onayı olmadan her türlü hukuki işlemi yapabilir, hâkimin müdahalesine gerek yoktur. Ancak Medeni kanuna 01/01/2002 tarihinde getirilen 194. madde eşlerin fiil ehliyetlerine getirilen bir sınırlamadır. Eş, üzerinde kayıtlı bulunan taşınmazını eşinin hem de açık rızası olmadan üzerindeki hakları sınırlandıramayacaktır. Evlilik devam ettiği sürece ve taşınmaz aile konutu niteliğini kaybetmediği müddetçe bu korumadan yararlanacaktır. Kanun koyucunun amacı ailenin bütün olarak korunmasıdır. Ailenin barınması konusunda malik olan eşin düşüncesiz davranışları ile ailenin ortada kalmasını, yuvanın dağılmasını önlemektir. Bu nedenledir ki iyi niyet iddiası dahi dinlenemez. Gerek dava dilekçesindeki davacının iddiası, gerek yerel mahkeme gerekse özel daire davanın Medeni Kanunun 194. maddesinde düzenlenen ve aile konutundan kaynaklanan tapu iptali ve tescil davası olduğu konusunda hem fikirdir. Hukuk Genel Kurulunun nitelendirmesinde de bir farklılık bulunmamaktadır. Taraflar evli kaldığı ve taşınmaz aile konutu niteliğini kaybetmediği sürece bu koruma devam edecektir. Yasal düzenlemeler ışığında somut olayı incelediğimizde; tarafların aile konutu üzerinde malik olan davalı eş tarafından davacının kardeşinin bankadan çektiği kredi nedeniyle 13/08/2012 tarihinde ipotek ettirildi. Banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takip sonucunda 07/04/2015 tarihinde davalı bankaya ihale edildi, taşınmaz cebri icra yolu ile bankanın mülkiyetine geçmiş oldu ve Medeni Kanunun 705/2. maddesi uyarınca banka mülkiyeti ihale ile birlikte kazandı. Taşınmaz artık eş üzerinde kayıtlı olmaktan çıkıp 3. kişi olan bankanın mülkiyetine geçmiştir. Kanun ifadesi açıkça ”eş üzerinde kayıtlı taşınmaz”dan bahseder, eş üzerinde kayıtlı olmayan bir taşınmazın aile konutu olma özelliğini yitirdiği ve bu düzenlemenin korumasından yararlanamayacağı açıktır. Aile konutu olması için hem eş adına kayıtlı olacak, hemde evlilik halen ayakta bulunacak iki şart birden gerçekleşmeden taşınmaza aile konutu niteliğini vermek yasal olarak mümkün değildir. Eşlerden birinin ölümü ya da evliliğin başka bir nedenle sona ermesi hâlinde de, eşlerin aile hayatlarını devam ettirdikleri yerin eskiden aile konutu olarak kullanılması nasıl artık taşınmazın aile konutu olmaktan çıkartıyor ise, 3. kişi adına tescil edilen bir konutta artık aile konutu niteliğini kaybedecektir (Hukuk Genel Kurulunun 13/12/2017 tarih, 2017/2-2810 Esas, 2017/1721 karar sayılı ilamı aynı hususları belirtmektedir.). İpoteğin eşin rızası olmadan kurulmuş olması nedeniyle ipoteğin hükümsüz olduğu bu nedenle yolsuz tescil olduğu iddiası her zaman ileri sürülebilir ancak bu konuyu inceleme görevi aile mahkemesinin değil asliye hukuk mahkemesinin görevine girmektedir, zaten bu uyuşmazlığı inceleyecek Özel Dairede Yüksek 2. Hukuk Dairesi olmayıp Yüksek 1. Hukuk Dairesidir. Yerel Mahkeme kendi içinde de çelişkiye düşmüştür. İlk kararında tamamen aile konutu üzerinden yargılama ve değerlendirme yapıp gerekçe oluşturmuşken, bozma sonrası kendi yargılama ve görev alanına girmeyip asliye hukuk mahkemesinin görev alanına giren yolsuz tescile dayanarak hüküm kurmuştur. Sonuç olarak cebri icra ile taşınmaz mülkiyetini davalı eş kaybetmiştir. Taşınmaz artık aile konutu değildir bu nedenle de Medeni Kanun 194. maddede düzenlenen korumadan artık yararlanamaz. Davacı davasını yanlış hukuki nedene dayandırmıştır. Mahkeme ise direnmesinde davanın nedenini farklı yorumlamış, bu yoruma göre görevsizlik kararı vermesi gerekirken işin esasına girip karar vermiş bulunmaktadır. Yukarıda açıklanan gerekçelerle, yerel mahkemenin direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun onama gerekçesine katılınmamıştır.