11. Hukuk Dairesi 2021/279 E. , 2022/4027 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 29.11.2018 tarih ve 2017/127 E- 2018/269 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 25.09.2020 tarih ve 2019/407 E- 2020/771 K. sayılı kararın duruşmalı olarak Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, 6100 sayılı Kanun’un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin ”Kurtlar Vadisi darbe” ibaresinin tescili için davalı Kuruma yaptığı başvurunun, Markalar Dairesi Başkanlığı tarafından 556 sayılı KHK’nın 7/1-k maddesi gereğince reddedildiğini, bu karara karşı yapılan itirazlarının da YİDK tarafından reddine karar verildiğini, kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, üzerinde durulan ”darbe” kelimesinin ”7 Şubat MİT Krizi” ve ”17-25 Aralık Darbe Girişimleri” esas alınarak hazırlanan proje için tercih edilerek başvurunun yapıldığını, marka başvurusunun 556 sayılı KHK’nın 7/k maddesinde öngörülen kamu düzenine aykırılıkla bir ilgisinin bulunmadığını, müvekkilinin başvuru konusu ibare üzerinde müktesep hakkının olduğunu ileri sürerek, TPMK YİDK’nın 12.02.2017 tarihli ve 2017-M-1035 sayılı kararının iptaline, ”kurtlar vadisi darbe” ibareli marka başvurusunun tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı TPMK vekili, dava konusu ”Kurtlar Vadisi Darbe” ibareli marka başvurusunda yer alan ”darbe” kelimesinin, karar tarihinden bu yana geçen süre içinde kamuoyunu sıklıkla meşgul ettiğini, kamuoyunda doğrudan 15 Temmuz Darbe Kalkışmasını çağrıştırdığının tespit edildiğini, markanın tescil edilmesinin 556 sayılı KHK’nın 7/k maddesine aykırı olacağını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; davalıya ait 2016/46149 sayılı ”kurtlar vadisi darbe” ibareli dava konusu başvuruda yer alan “darbe” ibaresinin kamu düzenine aykırı olduğu, bu nedenle 556 sayılı KHK’nın 7/1-k koşullarının oluştuğu, davacının müktesep hakkının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, tüm dosya kapsamına göre yapılan istinaf incelemesi soncunda; dava konusu başvuruda yer alan “darbe” ibaresinin, iptali istenen karar tarihinden önce gerçekleşen 15 Temmuz darbe kalkışmasını çağrıştırdığı ve söz konusu ibarenin marka olarak tescilinin, kamu düzenine aykırılık oluşturduğu, 556 sayılı KHK’nın 7/1-k maddesi koşullarının somut olayda gerçekleştiği, davacının bu hususta müktesep hak sahibi olmasının da söz konusu olmadığı, dolayısıyla mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Karara karşı, davacı vekili tarafından temyiz kanun yoluna başvurulmuştur. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 26,30 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 25/05/2022 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
MARKA HUKUKU
11. Hukuk Dairesi 2019/1765 E. , 2019/4421 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 31/01/2018 tarih ve 2017/226 E.-2018/22 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 17/01/2019 tarih ve 2018/664-2019/57 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı şirket vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin 2017/31397 sayılı “DOĞUŞ+şekil” ibare ve biçimli 32. sınıftaki sebze ve meyve suları, bunların konsantreleri ve özleri, meşrubatlar ürünlerini içeren marka tescil başvurusunun 6769 sayılı SMK’nın 5/1-ç maddesi uyarınca davalıya ait 1995/159816 sayılı “DOĞUŞ ET VE SÜT MAMÜLLERİ SAN VE TİC LTD. ŞTİ.+ŞEKİL” ibare ve biçimli marka mesnet alınarak resen reddedildiğini, ret kararının hukuka uygun olmadığını, kaldı ki markaların benzer olmadığını, anılan ret kararının düzeltilmesini, itirazları hakkında karar verilmesinin bu dava sonuna ertelenmesini, başvurunun reddedilen ürünler için tescilini, öte yandan davalının adına tescilli markayı meyve suyu ürünleri için ciddi biçimde kullanmadığını, bu sebeple markanın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … vekili, davanın yasal başvuru yolları tüketilmeden açıldığını, bu sebeple müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Davalı şirket vekili, müvekkilinin 03.05.1995/159816 sayılı “DOĞUŞ ET VE SÜT MAMÜLLERİ SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.+ŞEKİL” ibare ve biçimli markanın sahibi olduğunu, markanın kapsamında bulunan süt ve süt ürünleri için kullanıldığını, bu kullanımın meyve suyu ürünleri için de kullanım sayılması gerektiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının 06.04.2017 tarihli marka tescil başvurusunun 6769 sayılı SMK’nın 5/1-ç maddesi uyarınca resen reddedildiği, davacının anılan karara itiraz ettiği, ancak itiraz hakkında YİDK tarafından bir karar verilmediği, 6769 sayılı SMK’nın 20. maddesi uyarınca Markalar Dairesinin resen gerçekleştirdiği ret kararına YİDK nezdinde itirazın mümkün olduğu, SMK’nın 21.maddesi uyarınca itiraz hakkında YİDK’in Kurumun nihai kararını tesis edeceği, bu karara karşı tebliğden itibaren 2 ay içerisinde mahkemede iptal davası açılabileceği, bu nedenle YİDK kararı oluşmadan açılan işbu davanın reddinin gerektiği, kullanmama nedeniyle marka iptali davası yönünden ise 6769 sayılı SMK’nın 9. maddesi uyarınca tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde haklı bir sebep olmadan tescil edildiği mal veya hizmetler bakımından marka sahibi tarafından Türkiye’de ciddi biçimde kullanılmayan ya da kullanımına beş yıl kesintisiz ara verilen markanın iptaline karar verileceği, söz konusu madde hükmünün, hem geçmişte tescil edilen markalar için hem de gelecekte tescil edilecek markalar için kullanma külfeti getirdiği, dolayısıyla davalıya ait markanın da kullanma külfeti altında olduğu, esasen 06.01.2017-10.1.2017 tarihleri arasındaki dönem bir kenara bırakılırsa, davalı markasının tescil edildiği tarihten sonraki tüm zaman sürecinde markanın kullanım külfetinin bulunduğu, yargılama konusu markayı anılan 32.sınıftaki meyve suyu emtiaları için kullandığını ispat yükünün davalıda bulunduğu, davalı vekilinin, müvekkilinin markayı süt ve süt ürünleri için kullandığını, bu kullanımın meyve suyu için de kullanım sayılması gerektiğini savunduğu, ancak davalı vekilinin, kesin süreye karşın meyve suyu malları için markanın kullanımına ilişkin bir kanıt sunmadığı, gerekçesiyle davalı TPMK aleyhine açılan davanın reddine, marka iptaline ilişkin davanın kabulüne ve davalı şirket adına tescilli 1995/159816 sayılı markanın 32. sınıftaki meyve suyu ürünleri bakımından kullanmama sebebi ile iptaline ve sicilden terkinine karar verilmiştir. Karara karşı davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesince, tüm dosya kapsamı, mevcut delil durumu ve ileri sürülen istinaf sebeplerine göre ilk derece mahkemesinin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, markanın kullanılmama sebebiyle iptaline ilişkindir. 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ‘nın 9/1.maddesinde yer alan “Tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde haklı bir sebep olmadan tescil edildiği mal veya hizmetler bakımından marka sahibi tarafından Türkiye’de ciddi biçimde kullanılmayan ya da kullanımına beş yıl kesintisiz ara verilen markanın iptaline karar verilir” şeklindeki düzenleme ile kanun koyucunun Markalar Sicilini kullanılmayan markalardan arındırma amacını güttüğü anlaşılmaktadır. Anılan yasal düzenlemeden önce, mülga 556 sayılı Marka KHK’nın 42/1-c ve 14.maddesinde de en az beş yıldır kullanılmayan markaların, hükümsüzlük/iptal davaları ile sona erdirilmesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır. Mülga 556 sayılı Marka KHK henüz yürürlükte iken, 42/1-c maddesinin AYM’nin 09.04.2014 ve 2013/147-2014/75 sayılı, 14.maddesinin ise 14.12.2016 tarih ve 2016/148 – 189 sayılı kararıyla iptal edildiği, ikincisinin Resmi Gazete’de yayın tarihinin 06.01.2017 olduğu ve bu tarih itibariyle kullanmama nedeniyle hükümsüzlük/iptal davalarına ilişkin mülga KHK’da yer alan yasal dayanak ortadan kalkmış ise de markanın son beş yıllık süre içerisinde kullanılmaması bu tarihten önce TBMM tarafından kabul edilen 22.12.2016 tarihli 6769 sayılı SMK’nın 9, 19, 25, 26 ve 27.maddelerinde, iptal ve def’i sebebi olarak kabul edilmiştir. Kural olarak kanunlar geriye yürümez ve ileriye etkili olarak sonuç doğurur ise de, TBMM’nin geçmişe etkili olacak şekilde kanun çıkarmasına da bir engel bulunmamaktadır. Her ne kadar 6769 sayılı SMK’da kullanmama nedeniyle iptal ve def’i haklarını düzenleyen Kanun maddelerinin yürürlük tarihi konusunda özel bir düzenleme yapılmadığı için Resmi Gazetede yayını tarihi itibariyle yürürlüğe girdiği anlaşılmakta ise de, Kanunun Resmi Gazetede yayın tarihinin 10.01.2017, kabul tarihinin ise 22.12.2016 olduğu dikkate alındığında, mülga 556 sayılı Marka KHK’nın 14.maddesinin iptaline dair AYM kararının 06.01.2017 tarihinde R.G.’de yayınlanması ve bu tarihte yürürlüğe girmesi nedeniyle, 14.maddenin bu tarihe kadar hukuki varlığını sürdürüyor olması karşısında, SMK’nin kabul tarihi konusunda kanun koyucunun iradesi 22.16.2016 tarihinde ortaya çıktığından, Kanun Koyucunun asıl amacının geçmişe etkili olacak şekilde kullanmama sebebiyle markanın iptalini öngördüğünün kabulünün gerektiği, Kanunun kabulünden sonra ve henüz yürürlüğe girmesinden önce, yürürlük konusunda öngörülemeyen AYM kararı ile ortaya çıkan kanun boşluğunun bu şekilde doldurulması gerektiği (Numan Sabit SÖNMEZ,” 6769 Sayılı Sınai Mülkiyet Kanununa Göre Markanın Kullanılmaması Neticesinde Ortaya Çıkan Sonuçlar” İHFM,S.76(1), s.283 vd., erişim: https: //dergipark. Org. Tr/download /article-file / 545172), nitekim ilk derece mahkemesince de, 10.07.2017 tarihinde açılan davada, 6769 sayılı SMK’nın yürürlük tarihinden önceki dönemi de kapsayacak şekilde kullanmama değerlendirmesi yapılarak, markanın tescil edildiği mal veya hizmetler bakımından marka sahibi tarafından dava tarihinden geriye doğru beş yıllık süre içerisinde Türkiye’de ciddi biçimde kullanılmadığının tespitine ve markanın kullanılmama nedeniyle iptaline dair kararda ve bu karara yönelik yapılan istinaf başvurusu üzerine yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince temyiz isteminin esastan reddine ilişkin kararda, saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları ve yapılan yargılama gözetildiğinde bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına, kararın usul ve yasaya uygun olmasına, HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre Bölge Adliye Mahkemesi kararının ONANMASINA karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen temyiz isteminin esastan reddine ilişkin kararının HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 14/06/2019 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/27 E. , 2020/225 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İstanbul (Kapatılan) 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “markaya tecavüzün ve haksız rekabetin men’i ve ref’i ile ticaret unvanının terkini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 12.05.2010 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin 1968 yılından itibaren dünyanın hemen her ülkesinde nizasız ve fasılasız “İNTEL” markası ile faaliyet gösterdiğini, ayrıca “İNTEL” markasının tanınmışlık statüsünün TPE tarafından da kabul edildiğini ve özel olarak korunan markalar siciline de kaydedildiğini, davalı şirketin 2001 yılında tescil edildiğini ve ticaret unvanında yer alan “İNTELTEK” ibaresini öne çıkararak her türlü resmî ve özel evrakında, reklam ve tanıtımlarında markasal olarak kullandığını, bu durumun müvekkilinin çok tanınmış “İNTEL” markası ile iltibas yarattığını, davalı tarafından “İNTELTEK” ibaresinin marka olarak tescili için başvuru yapıldığını ve müvekkilinin itirazı sonucunda marka başvurusunun reddedildiğini, marka başvurusuna yapılan itirazlar sonrasında müvekkilinin davalı tarafa ihtarnameler keşide ederek ticaret unvanından “İNTELTEK” ibaresinin çıkarılmasını ve ticaret unvanının marka fonksiyonunu ifa edecek şekilde kullanılmasının durdurulmasını talep ettiğini, taraflar arasında uzun görüşmeler yapılmış ise de olumlu bir sonuç alınamadığını, davalının müvekkilinin tescilli ve öncelikli kullanım hakkına sahip tanınmış markası ile iltibas yaratacak şekilde haksız ve izinsiz olarak “İNTELTEK” ibaresini kullanmasının marka hakkına tecavüz ve aynı zamanda haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek davalı fiillerinin markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespiti, men’i ve ref’i ile hükmün ilanına ve davalının ticaret unvanından “İNTELTEK” ibaresinin çıkarılmasına, sicilden terkinine, karar verilmesini talep etmiştir Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 25.06.2010 tarihli cevap dilekçesinde; müvekkilinin davacının faaliyet alanından ve markasının mal ve hizmet sınıfından tamamen farklı bir alanda faaliyet gösterdiğini, ticaret unvanının hiçbir şekilde davacının ticaret unvanı veya markası ile iltibas oluşturmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. İstanbul 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 29.11.2012 tarihli ve 2011/165 E., 2012/286 K. sayılı kararı ile; davacının gerek Türkiye’de gerekse dünyanın pek çok ülkesinde tescilli bulunan “İNTEL” markasının Paris Sözleşmesi’nin 6. maddesi ile 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin (556 sayılı KHK) 7/1-ı maddesi gereğince tanınmış marka niteliğinde olduğu, Türkiye ve dünyadaki bilgisayarların büyük bir bölümünde davacının “İNTEL” markası ile ürettiği işlemcilerin kullanıldığı, davalının ticaret unvanını 2001 yılında tescil ettirdiği, ancak ticaret unvanında yer alan “İNTELTEK” ibaresini tescilden farklı olarak markasal olarak kullandığı, dolayısıyla davalının bu şekildeki kullanımının, 556 sayılı KHK’nin 9/1-c ve 61. maddeleri anlamında marka hakkına tecavüz ve aynı zamanda TTK anlamında haksız rekabet teşkil ettiği, ancak davalının ticaret siciline kaydından itibaren ticaret unvanının terkini için yaklaşık dokuz yıl sessiz kaldıktan sonra 2010 yılında dava açması nedeniyle ticaret unvanının terkini yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığı, davacının markasının tanınmış marka olmasının tek başına davalının ticaret unvanını kötü niyetle tescil ettirdiğinin kabulü için yeterli olmadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine, men’ine ve ref’ine, ticaret sicilinin terkini talebinin ise reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. İstanbul 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 25.06.2014 tarihli ve 2013/6839 E, 2014/12097 K. sayılı kararı ile; davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi sonucunda; “…dava, davalının ticaret unvanının, davacının tanınmış marka ve ticaret unvanına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespiti, men’i, ref’i, davalının ticaret unvanından “İNTELTEK” ibaresinin çıkarılması, sicilden terkini ve hükmün ilanı istemlerine ilişkin olup, mahkemece yukarıda özetlendiği şekilde davanın kısmen kabulüne, davalının ticaret unvanındaki “İNTELTEK” ibaresinin terkini talebinin ise sessiz kalma yoluyla hak kaybının oluştuğu gerekçesiyle reddine karar verilmiştir. Uyuşmazlığın hâllinde sessiz kalma yoluyla hak kaybının doğup doğmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Öncelikle belirtilmelidir ki, işletme adı, ticaret unvanı ve marka gibi işaretlerin işlevleri birbirinden farklı olmakla birlikte hepsinin ortak özelliği işletmeyi, taciri ve mal veya hizmetleri diğerlerinden ayırt edici niteliğe sahip birer “tanıtma vasıtası” olmaları ve TTK’nın 56. vd. maddeleri uyarınca işaret sahibine haksız rekabete karşı koruma sağlamalarıdır. Çünkü haksız rekabet hukukunun konusu, dürüstlük ilkesine aykırı ticari yöntem ve uygulamalarına karşı emek ilkesi uyarınca işletmesel çabayı, birikimi ve yatırımı kapsayan emeğin korunmasıdır. Davacının önce davalının marka başvurusuna itiraz etmesi, daha sonra peş peşe 16.1.2007, 30.11.2007, 15.7.2008, 4.3.2009 tarihli ihtarnameler göndermesi, ardından da işbu davayı açması ile “İNTEL” ibaresi üzerinde üstün hak sahibi olduğu iddiasında bulunduğundan davalının tanıtma işareti niteliğindeki “İNTELTEK” ibaresinin kullanımına karşı sessiz kaldığından söz edilemeyeceği gibi, önceki davranışı ile çelişki oluşturup karşı tarafta yarattığı güven nedeniyle çelişkili davranma yasağı (Venire contra factum proprium) ilkesi uyarınca TMK’nın 2. maddesi ile düzenlenen dürüstlük kuralına aykırılık oluşturduğu da kabul edilemez. Bu itibarla, mahkemenin davacının, davalının ticaret unvanındaki “İNTELTEK” ibaresinin terkini talebi yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybının söz konusu olduğundan reddi gerektiğine dair gerekçesi doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İstanbul 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 08.09.2015 tarihli ve 2015/108 E, 2015/142 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ek olarak, ticaret unvanının terkini talebi yönünden sessiz kalma süresinin, unvanın sicile kayıt tarihinden itibaren hesaplanması gerektiği, davacının gönderdiği ihtarnamelerin sessiz kalma yoluyla hak kaybı bakımından sonuca bir etkisinin bulunmadığı, zira kullanımın daha fazla devamını istemeyen davacının makul bir süre içinde bu iradesini dava açarak göstermesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının “İNTELTEK” ibareli ticaret unvanını kullanmasına karşı çıkmak amacıyla davacı tarafından unvanın tescilinden yaklaşık altı yıl sonra ihtarnameler gönderilmesinin ve yaklaşık dokuz yıl sonra eldeki unvan terkini davasının açılmasının sessiz kalma yoluyla hak kaybı oluşturup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Dava, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin men’i ve ref’i ile ticaret unvanının terkini istemlerine ilişkindir. 13. Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. Davalı vekilinin markaya tecavüze ve haksız rekabete yönelik temyiz itirazları Özel Dairece reddedilmiş olduğundan, davalı vekili tarafından bu hususlara yönelik temyiz talebinde bulunulmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. O hâlde davalı vekilinin bu hususlara yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi gerekmiştir. 14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “sessiz kalma yoluyla hak kaybı” ilkesinin kısaca açıklanmasında yarar bulunmaktadır. 15. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı, önceki hak sahibinin, hakka konu ticari ad ve işareti iyi niyetli bir şekilde kullanan kişiye karşı dava açma hakkını uzun süre kullanmaması ve ihlallere sessiz kalarak ticari ad ve işareti koruma hakkını yitirmesi demektir. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin temeli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine dayanmaktadır. Anılan madde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü haizdir. Buna göre, anılan madde ile hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki temel ilkeye yer verilmiş olup, öncelikle hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. 16. Sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesi ticaret unvanları yönünden açılacak davalarda da söz konusudur. Gerçekten aynı veya benzer bir ticari ad ve işaretin başka bir kişi tarafından ticaret unvanında kullanılması hâlinde önceki hak sahibinin dava açarak bu unvanın terkinini veya değiştirilmesini talep etmesi mümkündür. Ancak bu hakkın kullanılması imkânının önceki hak sahibine sınırlandırılmaksızın tanınması bazı hâllerde haksız sonuçlar doğurabilmektedir. Zira iyi niyetli olarak ticaret unvanını tescil ettirmiş ve kullanmaya başlamış olan tacirin, para ve emek sarf ederek bu unvan altında yatırımlar yapması, ancak önceki hak sahibinin bu durumdan haberdar olmasına rağmen uzun süre sessiz kaldıktan sonra dava açması “dava hakkının kötüye kullanılması” olarak nitelendirilmelidir. Keza sonraki ticaret unvanının bilinmesi veya devam eden tecavüze karşı uzun süre sessiz kalındıktan sonra dava açılması, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilecektir. 17. Ticari ad ve işaretin sahibi, haklı bir sebep olmaksızın hakkını uzun süre kullanmayarak bundan sonra da kullanmayacağı yönünde bir kanaat oluşturmuşsa artık bu hakkını kullanamaması gerekir. Bu nedenle önceki hak sahibinin, TMK’nin 2. maddesi gereğince belli bir davranışta bulunması gerekirken sessiz kalması sonucu, ticaret unvanını daha sonra iyi niyetli olarak tescil ettiren kişiye karşı dava açma hakkını veya devam eden eylemli kullanımını men etme hakkını kaybettiği kabul edilmelidir (Yasaman, Hamdi/ Yusufoğlu, Fülürya: Marka Hukuku, İstanbul, 2004, s. 856). 18. Sessiz kalma yoluyla hak kaybında, hak genel olarak sona ermemekte, sadece bu haktan eylemine sessiz kalınan kişi ya da kişilerin yararlanmasına katlanılmaktadır. Zira tacirin, bir hakkını bilerek isteyerek belli bir süre kullanmaması sebebiyle ticaret unvanından doğan hakkı kaybolmamakta, sadece uzun süredir var olan kullanıma/tescile sessiz kalmış olması sebebiyle bu duruma zımnen icazet verildiği kabul edilmektedir. 19. Sessiz kalma yoluyla hak kaybından bahsedilebilmesi için, önceki hak sahibinin ticari ad ve işaretin aynısının veya benzerinin ticaret unvanı olarak tescil ettirildiğini veya başkaları tarafından kullanıldığını bilmesi ve buna rağmen sessiz kalmış olması gereklidir. Buna karşın ticaret unvanlarının ticaret siciline tescil edilmek zorunda olmaları ve tescilin olumlu etkisi nedeniyle tescil ve ilan edilmiş ticaret unvanının bilinmediği ileri sürülemeyecektir. Bununla birlikte önceki hak sahibinin uzun süre sessiz kalması mücbir sebep ya da objektif imkânsızlık gibi haklı bir nedene dayanıyorsa ve bunun ispatlanması hâlinde sessiz kalma yoluyla hak kaybı söz konusu olmayacaktır. 20. Önceki hak sahibi, ticari ad ve işaretin bir başkası tarafından ticaret unvanı olarak tescil edilmesine veya kullanılmasına sessiz kalmayarak dava yoluna başvurursa artık sessiz kalma sebebiyle hak kaybı söz konusu olmamaktadır. Bununla birlikte önceki hak sahibi dava yoluna başvurmadan önce ihtarname göndermesi de sessiz kalmadığı anlamına gelmelidir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus, uzun süre boyunca, belirli aralıklarla sadece ihtarname gönderen, fakat dava açmayan ve ihtarname dışında unvanın kullanılmaması için herhangi bir girişimde de bulunmayan önceki hak sahibinin sessiz kalmadığını ileri sürmesi, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilebilir. O hâlde kullanımın daha fazla devamını istemeyen önceki hak sahibi, bu arzusunu açıklayan bir ihtarname göndermiş ise de makul bir süre içinde bu iradesini dava yoluyla da göstermelidir. 21. Sessiz kalma yoluyla hak kaybının söz konusu olabilmesi için, önceki hak sahibinin, ticaret unvanının aynısının veya benzerinin kullanılmasına belirli bir süre sessiz kalmış olması gereklidir. Ancak ticaret unvanı yönünden sessiz kalmanın ne kadar süre geçtikten sonra hak kaybına sebep olacağı TTK’de düzenlenmiş değildir. Bununla birlikte 10.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) ile ilk defa marka hukukunda hükümsüzlük davaları yönünden sessiz kalma yoluyla hak kaybına ilişkin bir düzenleme getirilmiştir. SMK’nin 26/6. maddesi; “Marka sahibi, sonraki tarihli bir markanın kullanıldığını bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde bu duruma birbirini izleyen beş yıl boyunca sessiz kalmışsa, sonraki tarihli marka tescili kötü niyetli olmadıkça, markasını hükümsüzlük gerekçesi olarak ileri süremez” hükmünü haizdir. Buna göre marka hükümsüzlük davalarında sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin uygulanabilmesi için beş yıllık sürenin geçmiş olması gerekmektedir. Ancak ticaret unvanı yönünden mevzuatta bir süre belirlemesi bulunmadığından TMK’nin 2. maddesi de gözetilmek suretiyle her somut olayın özellikleri dikkate alınarak sürenin belirlenmesi gerekmektedir. 22. Hemen belirtilmelidir ki; sessiz kalma nedeniyle dava açılamayacağı yönündeki savunma bir def’i olmayıp itirazdır. Zira sessiz kalma yoluyla hak kaybı ilkesinin dayanağı TMK’nın 2. maddesi olduğuna göre, dava açılması açıkça hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve bu durum dava dosyasından ortaya konulabiliyorsa, sessiz kalma yoluyla hak kaybı bir itiraz olarak kabul edilip hâkim tarafından resen dikkate alınmalıdır. Keza TMK’nin 2/2. maddesi gereğince bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. 23. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı şirketin Amerika Birleşik Devletleri’nin Delaware eyaletinde 01.03.1989 tarihinde kurulduğu ve “İNTEL” ibareli ticaret unvanının tescil edildiği, ayrıca davacı şirketin Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde tescilli “İNTEL” ibareli tanınmış markalarının bulunduğu ve Türkiye’de ilk marka tescilini 1990 yılında yaptırdığı, davalı şirketin ise “İNTELTEK” ibareli ticaret unvanının 06.04.2001 tarihinde tescil ve ilan edildiği anlaşılmaktadır. 24. Her ne kadar davacı şirketin ticaret unvanı Türkiye’de tescilli olmasa dahi bu ticaret unvanının Paris Sözleşmesi’nin 8. maddesi gereğince Türkiye’de de korunması gerekmektedir. Ayrıca davacı şirketin “İNTEL” ibareli tanınmış markaları 1990 yılından itibaren Türkiye’de tescil edilmiştir. Davacı şirket davalının “İNTELTEK” ibareli ticaret unvanının terkinini talep ederken öncelik hakkına sahip olduğu hem “İNTEL” ibareli ticaret unvanına hem de “İNTEL” ibareli tanınmış markalarına dayanmaktadır. 25. Davacı şirket ilk olarak davalının “İNTELTEK” ibareli marka başvurusuna 12.12.2006 tarihinde itiraz etmiş, markasal kullanıma son verilmesini içerir ilk ihtarnameyi ise, davalı şirket 06.04.2001 tarihinde tescil edilmesine rağmen, 16.01.2007 tarihinde göndermiştir. Davacı şirketin, davalının marka başvurusuna yaptığı itirazının, davalının ticaret unvanını kullanımına yönelik itiraz olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu durumda davacı şirketin davalının ticaret unvanını kullanımına, unvanın tescil tarihinden yaklaşık altı yıl sonra ihtarname göndererek itiraz ettiği kabul edilmelidir. 26. Davacı şirket, her ne kadar Türkiye’de tescilli olmasa da 1990 tarihinden itibaren “İNTEL” ibareli unvanını ve markalarını korumak için Türkiye’de girişimlerde bulunduğu gözetildiğinde ticaret unvanlarının ticaret siciline tescil edilmek zorunda olmaları ve tescilin olumlu etkisi nedeniyle davalı şirketin tescil ve ilan edilmiş ticaret unvanının bilinmediğini ileri süremeyecektir. Bu durumda davacı şirketin, davalının ticaret unvanının tescil tarihinden ilk ihtarname tarihine kadar uzun süre sessiz kalması nedeniyle artık davalının ticaret unvanının terkinini talep etmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir. 27. Öte yandan, davacı şirket tarafından davalıya 16.01.2007, 30.11.2007, 15.07.2008, 04.03.2009 tarihli ihtarnameler gönderilmiş, ancak işbu dava 12.05.2010 tarihinde açılmıştır. Bu itibarla uzun süre boyunca, belirli aralıklarla sadece ihtarname gönderen, fakat dava açmayan ve ihtarname dışında unvanın kullanılmaması için herhangi bir girişimde de bulunmayan davacı şirketin sessiz kalmadığını ileri sürmesi, hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmelidir. Zira kullanımın daha fazla devamını istemeyen davacı şirket, ihtarnameler göndermiş ise de makul bir süre içinde bu iradesini dava yoluyla da göstermelidir. 28. Hâl böyle olunca, davacı şirketin hem davalının ticaret unvanının tescilinden itibaren yaklaşık altı yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra ihtarname göndermesi hem de ihtarnamelerin gönderilmesinden sonra makul süre içerisinde dava açmaması nedeniyle ticaret unvanının terkini davasında sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığının kabulü gerekir. 29. O hâlde, yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; I. Davalı vekilinin markaya tecavüze ve haksız rekabete yönelik temyiz istemlerinin yukarıda 13. paragrafta açıklandığı üzere hukuki yarar yokluğundan REDDİNE, II. Davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının ONANMASINA, Harçlar peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.02.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2019/773 E. , 2019/2100 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … 1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada … 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 04/04/2017 tarih ve 2016/107-2017/100 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için mahalline gönderilen dosyanın eksikliklerin giderilmesinden sonra gönderildiği anlaşılmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacı şirketin otomotiv sektöründe faaliyet gösterdiğini, ilk defa 1989 yılında tescil edilen ve devamında 2007 ‘ye kadar değişik tarihlerde davacı adına tescilli “LEXUS” markaları bulunduğunu, markanın Türkiye dahil dünyanın pek çok ülkesinde tescilli olduğunu, davalı adına 195959 numara ile 9, 16, 28. sınıftaki mallar için tescilli ”LEXUS” markasının davacı adına tescilli tanınmış “LEXUS” markasının itibarından haksız kazanç sağlanmasına neden olduğunu ve ayırtedici karakterine zarar verdiğini ileri sürerek 556 sayılı KHK’nın 7/1-b , 8/1-b , 9, 14, 35, 42 ve Paris Sözleşmesinin 1. mükerrer 6. maddesi uyarınca ve ayrıca kullanmamadan dolayı davalı adına tescilli markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini, davalının tescilli markasının tescil kapsamı dışında kalan mallar üzerinde kullanılmasının davacıya ait marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, davalının eylemlerinin durdurulması ve önlenmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacının teminat yatırması gerektiğini, davanın zamanaşımına uğradığını, tescil kapsamı dışında kullanımın söz konusu olmadığını, iddiaların haksız olduğunu, davacı markasının tanınmışlık düzeyinin yüksek olmadığını, davacının kötüniyet olgusunu ispat edemediğini, davalı markasının tanınmış olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Bozmaya uyulmakla yapılan yargılamada mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacı markasının tanınmış marka olduğu, davalının davacıya ait tanınmış markanın itibarından haksız kazanç sağlamasına ve davacıya ait “LEXUS” markasının ayırt edici karakterine zarar vermesine neden olduğu gerekçesiyle davalı adına tescilli 95959 nolu ”LEXUS” ibareli markanın tescilli olduğu tüm sınıflar bakımından hükümsüzlüğüne, kullanmama nedeniyle hükümsüzlük talebi hakkında Anayasa Mahkemesinin iptal kararı dikkate alınarak esas hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına, “parti ve disco ışığı, flaşör, gece lambası, kamp feneri, spot fener, ışıldak, çalışma lambası, spot fener lambası, el feneri” emtilarında tescili almadığı halde ve davacının tescili kapsamında bulunan emtia sınıfında davalının ticari olarak faaliyette bulunduğu anlaşıldığından bu ürünler yönünden marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunun tespitine, kullanımın durdurulmasına ve önlenmesine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili temyiz etmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin bütün temyiz itirazları, davalının ise aşağıdaki bentler dışındaki sair temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Dava, markanın hükümsüzlüğü ile marka hakkına tecavüzün tespiti ve önlenmesine ilişkindir. Her ne kadar yerel mahkemece davalı markasının hükümsüzlüğüne karar verilmiş ise de, olaya uygulanacak 556 sayılı KHK 41/a maddesi uyarınca marka hükümsüzlük davası 5 yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Kötü niyetle tescil edilen markalar yönünden ise hükümsüzlük davası açma hakkı hak düşürücü süreye bağlı değildir. Ancak bu halde, dava açan kişinin de kötüniyetli olmaması ve aynı zamanda karşı tarafın kötüniyetini ispat etmesi gerekir. Tek başına tanınmış bir markanın aynı/benzer tescil edilmiş olması markanın kötüniyetli tescil edildiği anlamına gelmez. Böyle bir ihtimalde 556 sayılı KHK 8/4 maddesi koşulları dikkate alınarak hükümsüzlük talebinin incelenmesi gerekir. Bu kapsamda, davalının 98/3491 sayılı “LEXUS” ibareli ve 20.03.1998 başvuru konusu yaptığı markasını kullanılıyor olması da dikkate alındığında, başvuru tarihi itibariyle kötüniyetli olduğundan bahsedilmesi mümkün değildir. Yerel mahkemece aksi düşünce ile kötüniyetle tescil nedeniyle hükümsüzlük kararı verilmesi doğru olmamıştır. 3- Her ne kadar davalının “LEXUS” ibareli tescilli markası bulunmakta ise de, davalının ancak tescil kapsamındaki mal ve hizmetler yönünden kullanma hakkı bulunmaktadır. Bu durumda yerel mahkemece, öncelikle, davacının kullanımına konu “parti, disco ışığı, flaşör, gece laması, kamp feneri, spot fener, ışıldak, çalışma lambası, spot fener lambası, el feneri” malları yönünden aralarında marka uzmanı ile aydınlatma sektöründen bir bilirkişinin bulunduğu bilirkişi heyetinden rapor alınarak davacının üretim yaptığı malların tescil kapsamındaki mallardan olup olmadığının tespiti gerekir. Neticede, söz konusu malların, davalı markasındaki mallar olmadığının tespiti halinde, bu defa da söz konusu malları üretmenin davacı markasına tecavüz niteliğinde olup olmadığının 556 KHK 9. maddesi uyarınca tespiti gerekir. Şayet davalı tescilli markası kapsamında bu mallar bulunmadığı takdirde tanınmış marka korunmasından yararlanarak davacının marka hakkına tecavüz edip etmediğinin tespiti yapılmalıdır. Söz konusu tespit yapılırken ayrıca davalının “parti, disco ışığı, flaşör, gece laması, kamp feneri, spot fener, ışıldak, çalışma lambası, spot fener lambası, el feneri” mallarını hangi tarihten itibaren üretip pazarlamaya başladığının da tespit edilerek bu tarih itibariyle davacı taraf markasının Türkiye’deki ilgili sektörde tanınmış marka olup olmadığı tespit edilmeli ve davalının genişletilmiş tanınmış marka korumasından yararlanıp yararlanamayacağı değerlendirilmelidir. Ayrıca, davalının uzun süreli üretimi yönünden davacının sessiz kalma ile hak kaybına uğrayıp uğramayacağı da değerlendirilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır. SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin bütün, davalı vekilinin ise sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 13,00 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 13/03/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2019/369 E. , 2019/7529 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 30/10/2017 tarih ve 2014/523 E- 2017/408 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 04/10/2018 tarih ve 2018/303 E- 2018/1014 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, 6100 sayılı Kanun’un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkili şirketin “SPECK” ibaresinin marka olarak tescili için TPMK’ya yaptığı başvurunun, davalının 155682 sayılı “SPECK” ibareli markasına dayalı itirazı üzerine reddedildiğini, müvekkili şirketin merkezinin Almanya’da bulunduğunu, 1909 yılından beri pompa ve pompalama araçları üreten köklü bir firma olduğunu, müvekkilinin markayı 1909 yılından beri kullanan, yaratan ve meşhur hale getiren, marka üzerindeki gerçek ve öncelikli hak sahibi olan şirket olduğunu, davalı şirketin dava konusu 155682 sayılı “SPECK” markasını, 7. sınıfta tescilli olduğu mallar için, 556 sayılı KHK’nın 14. maddesi uyarınca kullanması zorunluluğu bulunmasına rağmen, haklı bir neden olmaksızın, 5 yıl boyunca işlevine uygun, ciddi bir şekilde kullanmadığını, bu nedenle markanın iptalinin gerektiğini ileri sürerek, 155682 sayılı “SPECK” markasının tümüyle iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 19/10/2016 tarihli dilekçesi ile davayı kısmen ıslah ederek, dava konusu ibare üzerinde gerçek hak sahibinin müvekkili olduğunu, markalar arasında iltibas tehlikesinin bulunduğunu, davalının kötü niyetli olduğunu belirterek davalı markasının 556 sayılı KHK’nın 7/1-b, 8/1-b 8/3, 8/5, 35, 42/1-b maddeleri uyarınca da hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, kullanmama nedeniyle hükümsüzlük davalarında zamanaşımı süresinin 5 yıl olduğunu, bu yönden davanın reddinin gerektiğini, davacının bu davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını, gerçek hak sahipliğinin bu davanın konusu olmadığını, müvekkilinin söz konusu ibare üzerinde hak sahibi olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 14/12/2016 tarih ve 2016/148 Esas, 2016/189 Karar sayılı kararı ile iptal edildiğini, her ne kadar 10 Ocak 2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6769 sayılı Kanun’un 9. maddesinde benzer düzenleme yapılmış ise de bu Kanun’un Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının Resmi Gazetede yayınlandığı 06 Ocak 2017 tarihinden 4 gün sonra yürürlüğe girdiği, kanunların geriye yürümezliği, davanın da açıldığı tarihteki şartlara göre karar verileceği genel kurallarından hareketle 6 Ocak 2017 tarihinden sonra hukuksal boşluk oluştuğundan davanın hukuki dayanağı kalmadığı, dolayısıyla kullanmama nedenine dayalı davanın reddinin gerektiği, hükümsüzlük davası yönünden ise dava konusu markanın 15.08.1995 tarihinde tescil edildiği, 556 sayılı KHK’nın 42. maddesine göre hükümsüzlük istemli davaların 5 yıllık hak düşürücü süre içinde açılabileceği, davacının ıslah talebinin bu tarihten yaklaşık 21 yıl sonra yapıldığı ve hak düşürücü sürenin dolduğu, her ne kadar aynı maddede kötüniyet halinde bu süre öngörülmemiş ise de davalı markasının davacı markasından önce tescil edilmesi ve kullanılması, ayrıca “şekil+SPECK” ibareli markanın Türkiye’deki tescilinin yanı sıra, davalı adına Almanya, Rusya, Belarus gibi ülkelerde de tescilli olması ile davalının kardeş şirketi olduğu anlaşılan Pumpenfabrik Hilpoltstein GmbH adına Almanya’da 1970 yılından beri tescilli bulunması karşısında davalının kötüniyetli olduğunun söylenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili istinaf etmiştir. Bölge adliye mahkemesince tüm dosya kapsamına göre, mahkemenin kullanmama nedeniyle marka iptali davasının yasal dayanağının kalmadığı ve hükümsüzlük davasının reddine ilişkin kararında bir isabetsizlik olmadığı, davalının marka tescilinin kötü niyetli olduğu kabul edilse dahi marka tescilinden yaklaşık 21 yıl sonra işbu hükümsüzlük davasının açılmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde bulunduğu, emsal kararlara göre marka tescilinin kötü niyetli olduğu hallerde dahi sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğranmasının mümkün bulunduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esas yönünden reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 8,50 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 26/11/2019 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/1705 E. , 2021/2444 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 02.11.2017 tarih ve 2016/421 E. – 2017/407 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 28.02.2020 tarih ve 2018/2083 E. – 2020/301 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin 14.07.2016 tarihinde “BİZ SİZE DÖNERİZ” ibareli, 9, 35, 38 ve 41.sınıftaki ürün ve hizmetleri içeren marka tescil başvurusunda bulunduğunu, 2016/58750 kod numarası verilen marka tescil başvurusunun Markalar Dairesi tarafından 556 sayılı KHK’nın 7/a maddesi uyarınca resen reddedildiğini, bunun üzerine müvekkilinin ret kararının kaldırılması istemiyle itirazda bulunduğunu, YİDK’nın 2016-M-10172 sayılı kararıyla işaretin anlamı ve oluşturduğu genel algı itibariyle ayırt edici olmadığı gerekçesiyle 556 sayılı KHK’nın 7. maddesinin a bendi hükmü uyarınca reddine karar verdiğini, işaretin ayırt edici olduğunu ve marka olabilme vasfının bulunduğunu ileri sürerek, YİDK’nın 2016-M-10172 sayılı kararının iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili, “BİZ SİZE DÖNERİZ” ibaresinin marka algısı yaratmayacak nitelikte bulunduğunu, işaretin başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetler bakımından ayırt edici olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; dava konusu marka tescil başvurusunu oluşturan “BİZ SİZE DÖNERİZ” ibaresinin genel niteliği ve başvuru kapsamında yer alan 9, 35, 38 ve 41. sınıftaki ürün ve hizmet sınıfları dikkate alındığında, bu sloganın anlamının kamunun ilgili kesimince kolaylıkla anlaşılacağı, işaretin, önceden herhangi bir sebeple bir kişi veya kuruma yapılmış olan herhangi bir başvurunun muhatabına, ona sonradan dönülerek istem konusu hakkında olumlu veya olumsuz bir açıklamanın yapılacağı mesajını verdiği, bu çerçevede, “BİZ SİZE DÖNERİZ” ibareli sloganın, ortalama tüketicilerde, 9, 35, 38 ve 41. sınıftaki ürün ve hizmetler bakımından marka algısı yaratmayacağı, çünkü ortalama yararlanıcı kesimin bu işareti basit bir slogan olarak algılayacağı ve ona markasal bir anlam atfetmeyeceği, başvuru konusu işaretin bu haliyle, kamunun ilgili kesiminin anılan 9, 35, 38 ve 41. sınıftaki ürün ve hizmetlerle işaret arasında markasal bir bağlantı kurmasını sağlayacak bir ayırt edicilik içermediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince yapılan istinaf incelemesinde; mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı, “BİZ SİZE DÖNERİZ” ibareli dava konusu başvurunun, 556 sayılı KHK’nın 7/1-a ve 5. maddeleri kapsamında ayırt ediciliğinin bulunmadığı, bir ibarenin 556 sayılı KHK’nın 5. ve 7/1-a maddesi kapsamında ayırt edici olup olmadığının hakimin hukuki bilgisi ile çözümlenmesinin mümkün olduğu, bu nedenle mahkemece bilirkişi raporuna itibar edilmemesinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz emtiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 15.03.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/5904 E. , 2021/3638 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 10.09.2018 tarih ve 2017/368 E. – 2018/322 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 28.02.2020 tarih ve 2019/66 E. – 2020/285 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili; müvekkilinin TAÇ ibareli pek çok tanınmış markası olduğunu, davalı şirket tarafından davacının tanınmış TAÇ ibareli markaları ile iltibas yaratacak ve davacı markasının tanınmışlığından faydalanacak şekilde 41. sınıfta 2016/69507 sayılı ve “şekil+TAÇLANDIR KENDİNİ” ibareli marka tescil başvurusunda bulunduğunu, davacı şirket tarafından yapılan itirazın nihai olarak TPMK YİDK kararı ile reddedildiğini, davalı şirketin marka başvurusunun tescili halinde davacının markalarının serisi olarak algılanacağını, taraf markaları arasında oluşacak olan iltibas ve davacı markalarının tanınmışlığı çerçevesinde dava konusu YİDK kararının yerinde olmadığını ileri sürerek TPMK YİDK’nın 07.08.2017 tarih ve 2017-M-6582 sayılı kararının iptali ile 2016/69507 sayılı marka başvurusunun tescil edilmiş olması halinde hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı şirket vekili, dava konusu markanın slogan markası olduğunu, “taçlandırmak” ifadesinin mecazi anlam içerdiğini, “değer verip yükseltmek” anlamını haiz bulunduğu hususları dikkate alındığında taraf markaları arasında görsel, işitsel ve anlamsal benzerlik olmadığı ve iltibas tehlikesinin bulunmadığını, 556 sayılı KHK madde 8/4 koşullarının da somut olayda oluşmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı … vekili, müvekkili Kurum kararının usul ve yasaya uygun bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; davalının “şekil+Taçlandır Kendini” ibareli başvurusu ile davacının “TAÇ” ibareli tescilli markaları arasında biçim, düzenleme ve tertip tarzı itibariyle görsel, sesçil ve anlamsal olarak ortalama tüketicileri iltibasa düşürecek derecede bir benzerlik bulunmadığı, taraf marka işaretleri benzemediğinden 556 sayılı KHK 8/1-b maddesi anlamında iltibasın oluşmayacağı, 556 sayılı KHK’nın 8/4 maddesindeki tanınmışlık iddiası açısından ise taraf marka işaretleri benzemediği gibi davalının marka başvurusunda davacı tarafın tanınmışlığından haksız yarar sağlayabileceği, itibarına zarar verebileceği veya ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği kanıtlanmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi’nce; davalının 41. Sınıfta tescil edilmek istenilen “şekil+Taçlandır Kendini” ibareli başvurusu ile davacının “TAÇ” esas ibareli tescilli markaları arasında biçim, düzenleme ve tertip tarzı itibariyle görsel, sesçil ve anlamsal olarak tüketicileri iltibasa düşürecek derecede bir benzerlik bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 14.04.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
19. Ceza Dairesi 2021/4403 E. , 2021/7178 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesi SUÇ : Marka Hakkına Tecavüz HÜKÜM : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Suç ve karar tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde “Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal veya hizmet üreten, satışa arz eden veya satan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.” şeklindeki düzenleme ile marka hakkına tecavüz suçunun cezai yaptırımı belirlenmiştir. Buna göre 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde düzenlenen marka hakkına tecavüz suçunun oluşabilmesi için; 1- Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek, 2-Mal veya hizmet üretmek, satışa arz etmek veya satmak fiillerinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 556 sayılı sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin “Marka hakkına tecavüz sayılan fiiller” başlıklı 61/a maddesi ile atıf yapılan “Marka tescilinden doğan hakların kapsamı” başlıklı 9/2-e maddesinde “İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması” marka hakkı sahibi tarafından yasaklanabilir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Ulusoy Ticari Yatırımlar Holding A.Ş.’nin vekili aracılığıyla verdiği şikâyet dilekçesi ile Türk Patent Enstitüsü nezdinde 36, 39 ve 42. emtia sınıflarında adlarına tescil edilen Ulusoy+şekil markalarının Türkoğlu Evden Eve Nakliyat firmasının yetkilisi olan sanık tarafından www….com alan adlı internet sitesinde ve evden eve nakliyat hizmetlerinde kullanılmak suretiyle haksız rekabet ve marka hakkına tecavüz suçlarının işlendiğini belirtip, şikayete konu web sitesine ait ekran görüntülerini dosyaya ibraz ettiği olayla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında alınan 07/03/2011 tarihli bilirkişi raporunda; 177661, 177662 ve 2000 03908 tescil numaralı Ulusoy+şekil markalarının Ulusoy Ticari Yatırımlar Holding A.Ş. adına tescilli olup, suç tarihinde koruma altında bulunduklarının, şikayet edilen www….com alan adlı internet sitesinin içerik incelemesi yapıldığında verilen her türlü bilgide Türkoğlu Evden Eve Nakliyat ibaresinin kullanılmakta olduğunun, filo fotoğraflarında görülen araçların kasa tentelerinde “Türkoğlu” adının dikkat çektiğinin, internet sitesinin domaini dışında katılan şirket ile irtibatlı başkaca bir bilgi bulunmadığının, ancak domain içinde yer alan “ulusoy” ibaresinin google türündeki arama motorlarında arama yapıldığında aslında katılan şirketle hiçbir bağı bulunmayan sanığa ait şirketin listelenmesine sebep olacağının ve bu şekilde domain içinde kullanımın tüketiciler nezdinde iltibasa yol açacağının belirtildiği, Sanığın kollukta ve Mahkemede; Türkoğlu Nakliyat isimli taşımacılık firmasının sahibi olduğunu, sadece domain adı olarak www….com ismini kullandıklarını ancak site içine girildiğinde Türkoğlu Evden Eve Taşımacılığa ait bilgi ve resimlerin göründüğünü, bu domaini kaybetmemek için kullandıklarını ve suç kastı ile hareket etmediğini savunduğu anlaşılmıştır. Dosya içerisinde mevcut bilgi ve belgelere göre, işaretin internet ortamında “sadece” alan adı olarak kullanılması, marka hakkına tecavüz suçunun seçimlik hareketleri arasında sayılmadığından, sanığın web sitesi içeriğinde katılan şirket adına tescilli “ulusoy” markasını kullanmayıp, www….com şeklindeki domain adresinde kullanmaktan ibaret eyleminin marka hakkına tecavüz suçunu oluşturmayıp, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılıp değerlendirilmeden suç vasfında yanılgaya düşülerek yazılı şekilde marka hakkına tecavüz suçundan dolayı hüküm kurulması, Kabule göre de; 1- Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan (suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan) 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde düzenlenen ve sanığın eylemine uyan suçun, CMK’nin 253 ve 254. maddeleri uyarınca uzlaşmaya tabi olması karşısında, anılan maddelerde öngörüldüğü biçimde yöntemine uygun olarak uzlaştırma prosedürünün uygulanması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, 2- 05/04/2016 tarihinde açıklanan hükümde, kendisini vekil ile temsil ettiren katılan lehine, karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre; 25/10/2011 tarihli hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararla verilen maktu vekalet ücreti mahsup edilerek (2.600 TL – 1.650 TL= 950 TL) ek vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, kurulan hükümde tekrar 1.650 TL’ye hükmedilmek suretiyle fazla vekalet ücreti tayini, Kanuna aykırı ve sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 24/06/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/6335 E. , 2021/3838 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada Alanya 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 04.02.2020 tarih ve 2019/458- 2020/71 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacının Alanya’da 1967 yılından beri turizm sektöründe faaliyette bulunduğunu, 46 yılı aşkın zamandır “Panorama Hotel” markası ile hizmet sunduğunu, davacıya ait ”Panorama Hotel” markasının tescilli olduğunu, davalının kötüniyetli olarak ”Thepanoramahill” markasını 2011 yılında tescil ettirdiğini, markaların birebir aynı hizmetler bakımından tescilli ve ayırt edilemeyecek kadar benzer nitelikte olduğunu, iltibas oluştuğunu, davalı eylemlerinin haksız rekabet teşkil ettiğini iddia ederek davalı şirket adına tescilli markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, markaların benzer olmadığını, davacı iddialarının dayanaktan yoksun olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya göre; 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesine göre, tescil için başvurusu yapılan marka, tescil edilmiş veya tescil için daha önce başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya benzer ise ve tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer ise, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın halk tarafından karıştırılma ihtimali varsa ve bu karıştırılma ihtimali tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile ilişkili olduğu ihtimalini de kapsıyorsa tescilli marka sahibinin itirazı halinde sonraki tarihli başvurunun reddedileceği, bu hususun aynı KHK’ nın 42/1-b uyarınca marka hükümsüzlük nedeni olduğu, somut olayda davacı markasının ”Panorama Hotel Alanya Türkiye + Şekil” ibaresinden oluşmasına karşın davalı markasının ”Thepanoramahill” kelimesinden oluştuğu, davacı markasının esaslı unsurunun ”Panorama” ibaresinden oluştuğu gibi dava konusu marka başvurusunun da ”Panorama” kelimesinden türetme marka vasfında olması nedeniyle markaların kapsadığı 43. sınıf hizmetler bakımından 556 sayılı KHK’nin 8/1-b anlamında benzer olup karışıklığa yol açacağı anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile, davalı adına tescilli bulunan 2011/109700 marka nolu markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 20/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
7. Ceza Dairesi 2021/13576 E. , 2021/9883 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İzmir 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesi SUÇ : 556 sayılı KHK’ya aykırılık HÜKÜM : Hükümlülük Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü; 02.12.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253. maddesinde değişiklik yapılmadan önce, taklit markalı ürünleri satışa arz eden veya satan sanıklar etkin pişmanlık hükmünden faydalanabilmekteyse de, üreticiler yönünden etkin pişmanlık hükmünün uygulanma olanağı bulunmadığı, “mal veya hizmet üretmek” şeklinde gerçekleşen eylemlerin suç tarihi itibariyle de uzlaşmaya tabi olduğu, kişinin uzlaştırma hususundaki beyanı kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olup, hak sahibinin açık beyanı ya da açıkça vekaletnamede bu hususta vereceği yetki ile vekili tarafından kullanılabileceği, soruşturma aşamasında uzlaşma teklifinin Avukat …’e yapıldığı ve dosyada mevcut vekaletnamede Avukat …’ün isminin yer almadığı ve yetki belgesinin de bulunmadığı anlaşılmakla; katılanlar tarafından Avukat …’e verilen vekaletnamenin veya yetki belgesinin bir örneğinin temin edilerek denetime imkan verecek şekilde dosyaya eklenmesinden sonra iade edilmek üzere mahalline gönderilmesi için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.09.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/411 E. , 2020/4211 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 16.02.2017 tarih ve 2015/3 E- 2017/22 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nce verilen 11.10.2019 tarih ve 2017/2377 E- 2019/2073 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili; davalı adına tescilli 22.07.2008 tarihli 2008/43337 başvuru numaralı “İNFOBİM www.infobim.com.tr” markasının, davacının tanınmış markası olan özel/01577 numaralı “BİM” markası ve davacı adına 1997 yılından itibaren tescilli eses unsuru “BİM” olan seri markalar ile iltibas yarattığı, davalının davacı şirketin markasının tanınmışlığından istifade amacıyla davacıya ait olan tanınmış marka ile iltibas oluşturacak derecede benzerini kendi adına tescil ettirdiği iddiasıyla davalının markasının hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; davalı markası olan İNFOBİM’in “info” ve “bilgi işlem merkezi”nin kısaltmasından oluşan “BİM” kelimelerinden oluştuğunu, dava konusu markaların logoları karşılaştırıldığında iki tarafın da logolarında birbirinden farklı yazı karakterleri kullanıldığını, bu sebeplerle açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, ayrıca ıslah dilekçesi ile zamanaşımı itirazında bulunduklarını beyan etmiştir. Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre; hükümsüzlüğü talep edilen 2008/43337 numaralı “İnfobim www.infobim.com.tr” markasının 23.09.2009 tarihinde tescil edildiği, davanın ise 09.01.2015 tarihinde ikame edildiği, dolayısıyla markanın hükümsüzlüğü talebinde hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu, davacı tarafın dava dilekçesinde açıkça kötüniyetli tescilden söz etmemişse de, davalının davacıya ait markanın tanınmışlığından yararlanmak amacıyla markasını tescil ettirdiğine dair iddiasının kötüniyetli tescil iddiası olarak yorumlanarak bu yönde de inceleme yapıldığı, davacı tarafça bu konuda dosyaya herhangi bir delil sunulmadığı, davalının “BİM” ibaresi ile birlikte başka yan unsurlara yer vererek marka oluşturduğu, dava konusu markada “BİM” ibaresinin “Bilgi İşlem Merkezi” ibaresinin baş harflerinden oluşturulduğu ve davalının sunduğu hizmetin cinsini belirtmek amacıyla kullanıldığı, davacıya ait markaların esas unsuru olan “BİM” ibaresini kötüniyetli olarak tescil ettirdiği iddiasının yerinde olmadığı sonucuna varıldığı, 5 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra dava açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesinde; davacıya ait BİM markasının TPMK’nin T/01577 sayılı kararıyla 16.05.2008 tarihinde “aynı adı taşıyan süpermarketler aracılığıyla müşterilen malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için çeşitli malların bir araya getirilmesi hizmetleri” alanındaki tanınmışlığı dikkate alınarak tanınmış marka olarak tespitine karar verildi ise de; kötü niyetin tespitinde önceki markadan haberdar olma veya bilebilecek durumda olmanın tek başına belirleyici nitelikte olmadığı, başvuru sırasındaki tüm faktörlerin dikkate alınması gerektiği, davalının markasının asıl unsurunun “İNFOBİM” ibaresi olduğu, davalının aynı ibareyi taşıyan alan adlı web sitesinden “bilgisayar ve yazılım” hizmeti verdiği, İNFO ibaresinin ingilizce “bilgi” anlamında olduğu, markanın sonundaki “bim” ibaresinin ise “Bilgi İşlem Merkezi” ibaresinin baş harflerinden oluşturulduğunu beyan ettiği, davalının alan adının 29.05.2008 tarihinde tescil edildiği göz önüne alınarak ilk derece mahkemesinin davalının kötü niyetinin ispatlanamadığına yönelik tespiti ile, davanın 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmişitir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 10,00 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 19.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/2320 E. , 2021/3977 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 04.12.2017 tarih ve 2016/420 E- 2017/455 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 05.03.2020 tarih ve 2019/48 E. – 2020/330 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkili şirketin yapmış olduğu 2015/98321 başvuru nolu “ANKARA KAHVE FESTİVALİ” markasının reddedildiğini, YİDK kararında 556 s. KHK’nın 7/1 -c bendi ve 7/1 -a bendi olarak, tanımlayıcılık ve ayırt edici nitelikten yoksunluk olarak gösterildiğini, markanın benzer logo ve aynı işlev ile müvekkili şirketçe özdeşleşmiş biçimde kullanılıyor olmasının, ayırt ediciliğinin yüksek olduğunun ispatı olduğunu, başvuruya konu marka içeriğinde “Ankara” sözcüğünün geçiyor olmasının tek başına başvurunun reddine gerekçe gösterilemeyeceğini, dava konusu başvurunun kullanım sonucu ayırt edici nitelik kazandığını, İstanbul Coffee Festivali’nin, daha önce başka bir gerçek veya tüzel kişi tarafından gerçekleştirilmediğini ve etkinliğin müvekkili şirket ile özdeşleştiğini, müvekkili şirketin “İstanbul coffee festival” ve diğer tescilli markaları ile her yıl birçok firma ve yüzlerce kişinin katılımı ile organize edilen başarılı bir etkinliği yarattığını ve geliştirip kitlelere ulaştırdığını, anılan marka adlarının, müvekkili şirket ile özdeşleştiğini, davalı Enstitünün, davacının “Ankara kahve festivali” marka başvurusunun reddinin “Ankara kahve festivali” kullanılarak 3. kişiler tarafından düzenlenme riski bulunan etkinlik karşısında müvekkilini maddi kayba uğratabileceği gibi saygınlığını yitirmesine de sebebiyet verebileceğini ileri sürerek TPE YİDK’nın 2016-M-8823 sayılı kararının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Türk Patent ve Marka Kurumu vekili, müvekkili Kurum kararının usul ve yasaya uygun bulunduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir. İlk Derece Mahkemesince, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, dava konusu başvurunun “ANKARA KAHVE FESTİVALİ” şeklinde ön plana çıktığı, bu ibareyi gören ortalama düzeydeki tüketici kesiminin bu ibareyi kahve konusunda sosyal ve kültürel bir tanıtım yada festival yerini gösteren bir işaret olarak algılayıp “Ankarada yapılacak kahve festivali” şeklinde bir algı oluşacağı, dolayısıyla bu ibarenin markanın tanımında yer alan “bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması” koşulu sağlanmadığından somut ayırt edicilik taşımadığı, 556 sayılı KHK’nın 7/1-a bendi kapsamında reddi konusundaki YİDK kararının yerinde ve doğru olduğu, diğer yandan başvuru ibaresi kapsamında belirtilen 35 ve 41. sınıftaki hizmetlerin tanımlayıcı vasfı bulunduklarından 556 sayılı KHK’nın 7/1-c bendi kapsamındaki YİDK kararının da yerinde olduğu, diğer yönden başvuru ibaresinin kullanım sonucu ayırt edicilik kazanılarak marka hakkının elde edildiği konusunda yeterli delil ve belge sunulmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı, davacı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 22.04.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2019/618 E. , 2019/8167 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 30/11/2017 tarih ve 2017/115 E. – 2017/530 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 15/11/2018 tarih ve 2018/467 E. – 2018/1197 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacının “Rota Emlak Müşavirlik İnşaat Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi” ve “ROTA” markasını 2007 yılında 36. sınıfta tescil ettirdiğini, koruma sürelerinin halen devam ettiğini, davalıya ait “www.zingat.com” web sitesi üzerinden davacının marka hakkına tecavüz niteliğinde, “Rota İnşaat ve Gayrimenkul”, “Rota Emlak Mimarlık & Gayrimenkul”, “Coldwell Banker Rota Gayrimenkul”, “M. Rota Gayrimenkul Danışmanlığı” ve “Rota Emlak ve Gayrimenkul Danışmanlık Hizmetleri” adları altında toplamda 50 adet ilan olduğunun tespit edildiğini, hukuka aykırı içeriği kaldırmakla yükümlü olan ve yer sağlayıcı konumunda bulunan davalının yasal sorumluluklarını yerine getirmekten kaçındığını, davalının eylemlerinin davacının marka haklarına tecavüz oluşturduğu ve men’i gerektiğini ileri sürerek davacının markasına tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine, ref’ine ve men’ine, davacının uğradığı zararın tazmini için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 100.- TL maddi ve 5.000.- TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacı tarafça “Rota” ibaresini içeren birtakım ilanların kaldırılmasının talep edildiğini, ancak davalının markalar arasında iltibas ihtimali bulunup bulunmadığının tespiti hususunda yetkin ve yükümlü olmadığını, bir markanın tescil edilmiş olmasının benzer her marka ile iltibas ya da tecavüz oluşturduğu anlamına gelmeyeceğini, bir an için davalının davanın tarafı olduğu kabul edilse dahi iddia edilen zararın oluşmasında hiçbir kusuru bulunmadığını, sorumluluğunun bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk derece mahkemesince, 5651 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre, yer sağlayıcının, yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü olmadığı, ancak yer sağlayıcının yer sağladığı hukuka aykırı içeriği aynı kanunun 8. ve 9.maddelerine göre haberdar edilmesi hâlinde yayından çıkarmakla yükümlü bulunduğu, somut uyuşmazlığın konusunu oluşturan “marka hakkına tecavüz” ya da “haksız rekabet” suçlarının ise 5651 sayılı Kanunun 8, 8/A, 9 ve 9/A maddelerinde sayılan, yayından çıkarılması ya da erişimin engellenmesi kararı verilebilecek suçlardan olmadığı, öte yandan “Rota” ibaresinin ayırt edicilik gücü zayıf olan bir ibare olduğu, “Rota” markasının doğrudan davacı ile ilişkilendirilebilecek nitelikte tanınmış bir marka olmadığı, dava konusu kullanımların davalı markalarına tecavüz niteliğinde olup olmadığına ve haksız rekabet oluşturup oluşturmadığına ancak tarafların iddia ve savunmaları ile usulüne uygun olarak yapılacak bir yargılama sonucunda karar verilebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce, mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, davalıya ait www.zingat.com isimli internet sitesinde davacıya ait “Rota Emlak Müşavirlik İnşaat Turizm Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi” ibareli ticaret unvanı ve “ROTA” ibareli markalar ile iltibas oluşturacak şekilde yayın ve ilanlar yapıldığı iddiasıyla, marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespitine, önlenmesine, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece 5651 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre yer sağlayıcının yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü olmadığı, marka hakkına tecavüz ya da haksız rekabet suçlarının 5651 sayılı Kanunun 8, 8/A, 9 ve 9/A maddelerinde sayılan, yayından çıkarılması ya da erişimin engellenmesi kararı verilebilecek suçlardan olmadığı, “Rota” ibaresinin ayırt edicilik gücü zayıf olan bir ibare olduğu, “Rota” markasının doğrudan davacı ile ilişkilendirilebilecek nitelikte tanınmış bir marka olmadığı, dava konusu kullanımların davalı markalarına tecavüz niteliğinde olup olmadığına ve haksız rekabet oluşturup oluşturmadığına ancak tarafların iddia ve savunmaları ile usulüne uygun olarak yapılacak bir yargılama sonucunda karar verilebileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Dairemizin emsal 2016/1613 E. – 2017/6599 K., 2011/15509 E. – 2012/540 K. ve 2012/3350 E. – 2013/3597 K. sayılı ilamları ile Yargıtay HGK’nın 15.01.2014 tarih 1138/16 sayılı kararında da açıklandığı üzere, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 5. maddesi ve 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’un 9.maddesi ile yer sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcıların, tazminat sorumluluğu açısından, yayınlanan içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Ancak marka hakkı sahibi, devam etmekte olan tecavüz ve haksız rekabet eylemleri yönünden, bu eylemlerin tespiti, tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve sonuçlarının ortadan kaldırılması davalarını herkese karşı yöneltebilecektir. Mutlak hak niteliğindeki bu tür haklar herkese karşı yöneltilebilecek olup, illiyet bağının varlığı halinde, hakkın yöneltildiği kişinin kusurunun varlığı ya da yokluğunun önemi bulunmamaktadır. Bu bağlamda, internet yer ve hizmet sağlayıcılarına karşı da anılan hakların ileri sürülmesine bir engel bulunmamaktadır. Öte yandan, gerek haksız fiillere ilişkin 6098 sayılı TBK’nın 50 ve gerekse ülkemizin de taraf olduğu Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Sözleşmesi’nin 45.maddesi uyarınca, fikri mülkiyet haklarına tecavüz nedeniyle tazminat sorumluluğuna hükmetmek için fiillerine iştirak veya yardım etmek ya da bu fiilleri teşvik etmek veya yapılmasını kolaylaştırmak eylemini gerçekleştiren yer ve hizmet sağlayıcıların kusurunun ispat edilmesi gerekmektedir.Dairemizin yukarıda zikredilen yerleşik içtihatlarında ve 6563 sayılı Elektronik Ticaret Kanunu’nda da vurgulandığı üzere, içerik sağlayıcı sıfatı bulunmayan internet yer ve hizmet sağlayıcı kuruluşların tazminat sorumluluğundan bahsedebilmek için, imkan sağladıkları içeriğin hukuka aykırı ve marka hakkına tecavüz niteliğinde olduğunun bilmeleri gerekir. Bunun için de önceden hak sahipleri tarafından uyarılmaları ve hukuka aykırı içeriği makul süre içerisinde kaldırmalarını yer ve hizmet sağlayıcı kuruluşlardan talep etmeleri gerekir. Ayrıca hak sahiplerinin, içeriğinin kaldırılmasını talep ederken, kendilerinin önceden elde edilmiş üstün hak sahibi olduklarını yaklaşık ispata yeterli delillerini de anılan kuruluşlara sunmuş olmaları gerekir. Somut olayda, davacının hukuka aykırı içerikleri kaldırması için noter vasıtası ile davalıya davadan önce ihtar gönderdiği ve bu ihtara rağmen davalı tarafından içeriklerin kaldırmadığı ileri sürüldüğüne göre, Mahkemece yukarıdaki ilkeler doğrultusunda, davalının sorumluluğunun değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve hatalı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve kararın bu yönden davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 16/12/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2017/594 E. , 2018/7053 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … …(…) 2. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada … …(…) . Fikrî ve Sınaî Haklar Mahkemesi’nce verilen 02/07/2015 gün ve 2014/279-2015/77 sayılı kararı onayan Daire’nin 12/12/2016 gün ve 2015/12152-2016/9489 sayılı kararı aleyhinde davalı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı vekili; müvekkilinin internet üzerinden otel, konaklama, paket tur ve uçak bileti satışı gibi hizmetler sunduğunu ve bu kapsamda kullandığı “…” adlı markanın 2009/40753 tescil numarası ile ve “…+ŞEKİL” markasının 2009/40752 tescil numarası ile Türk Patent Enstitüsü nezdinde tescil edildiğini, davalının müvekkili markasına tecavüz oluşturacak şekilde tatil sepeti ibaresini “anahtar kelime” olarak kullandığını ve arama motorunda aranması durumunda davalıya ait internet sitelerinin (www.tatilbudur.com) sonuçlar ve bağlantı kısmında çıktığını ve bu durumun iltibas yarattığını, davalının davacı şirketin markasını kullanarak ticari fayda elde etmeye çalıştığını ileri sürerek marka hakkına tecavüzün ve bu suretle haksız rekabetin önlenmesine ve bu markalara ilişkin olarak davalılar tarafından arama motorlarında anahtar kelime kullanımının ve bunun neticesinde davalıların internet sitelerine yönlendirme ve sponsor bağlantı verilmesinin önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre davanın kabulüne dair verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine Dairemizce onanmıştır. Davalı vekili bu kez karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK 442. maddesi gereğince REDDİNE, aşağıda yazılı bakiye 9,40 TL karar düzeltme harcının ve 3506 sayılı Yasa ile değiştirilen HUMK 442/3. maddesi hükmü uyarınca takdiren 314,79 TL para cezasının karar düzeltilmesini isteyenden alınarak Hazine’ye gelir kaydedilmesine, 14/11/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2018/1694 E. , 2019/6966 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İSTANBUL 1.FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 03/12/2015 gün ve 2013/209 – 2015/232 sayılı kararı onayan Daire’nin 10/01/2018 gün ve 2016/6297 – 2018/172 sayılı kararı aleyhinde asıl davada davalı- birleşen davada davacı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği konuşulup düşünüldü: Asıl davada davacı birleşen davada davalı vekili, müvekkili adına tescilli “ÇİÇEKSEPETİ” ve “Çiçek Sepeti” ibareli markaların davalı tarafından haksız rekabet teşkil edecek şekilde internet arama motorlarında kullanıldığını, davalının müvekkili ile aynı sektörde faaliyet gösterdiğini, “www.çiçekdiyarı.com” adlı internet sitesinin bulunduğunu, müvekkilinin markalarını anahtar kelime olarak kullandığını, daha fazla satış yapmak için marka haklarına tecavüz edildiğini ileri sürerek internet sitesi üzerinden tecavüz teşkil eden fiil ve kullanımların tespitini, tecavüz fiillerinin durdurulmasını, giderilmesini, haksız rekabetin tespitini, men’ini ve ortadan kaldırılmasını, davalının tecavüz ve haksız rekabet teşkil eden fiilleri nedeniyle yoksun kalınan kazanç da dahil olmak üzere 1.000.- TL maddi, 1.000.- TL manevi ve 500.- TL marka itibar kaybı tazminatların davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, maddi tazminat talebini ıslah ederek 38.523.03 TL’ye çıkarmıştır. Asıl davada davalı birleşen davada davacı vekili, dava konusu “çiçek sepeti” sözcüğünün jenerik olduğunu, herkes tarafından kullanılma ihtiyacı bulunduğunu, ayırt edicilik unsurunun olmadığını, davaya konu anahtar kelime olarak kullanılan “çiçek sepeti” sözcüklerinin çiçek almak isteyen herkes tarafından internet arama motorlarında kullanıldığını savunarak davanın reddini istemiş, birleşen davada ise davalı şirketin 2008/11725 ve 2010/73454 nolu marka tescillerinin 31. ve 44. sınıflar bakımından kısmi hükümsüzlüğünü talep etmiştir. Mahkemece asıl davada, davalının davacının marka haklarına tecavüz ve haksız rekabetin tespit ve önlenmesine, davacıya ait ”çiçeksepeti” markasının davalı tarafından anahtar sözcük ve içerik itibari ile kullanımının önlenmesine, bu şekildeki kullanımının internet ortamından çıkarılmasına, 15.000.- TL maddi, 1.000.- TL manevi, 500.- TL itibar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine, birleşen davanın reddine dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Dairemizce onanmıştır. Bu kez asıl davada davalı- birleşen davada davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, asıl davada davalı-birleşen davada davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK 442. maddesi gereğince REDDİNE, aşağıda yazılı bakiye 110,20 TL karar düzeltme harcının ve 3506 sayılı Yasa ile değiştirilen HUMK 442/3. maddesi hükmü uyarınca takdiren 778,98 TL para cezasının asıl ve birleşen davaya yönelik olarak karar düzeltilmesini isteyenden alınarak Hazine’ye gelir kaydedilmesine, 07/11/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2012/10656 E. , 2013/9836 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 20.03.2012 tarih ve 2011/291-2012/144 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin “Cescesor” markası ile yazıcı sarf malzemeleri üretip sattığını, bu markayı adına da tescil ettirdiğini, internet sitesi ismi olarak da kullandığını, davalının web sitesinde Google Adwords Reklam Yöntemi için anahtar kelime olarak seçtiğini, bu şekilde markayı kullanarak kendi sayfasına yönlendirme yaptığını, davalının kullanımının müvekkili marka hakkına tecavüz niteliği taşıdığını, lisans vererek markasını kullandırması durumunda 3. kişilerin ödeyeceği lisans bedelininde maddi tazminat olarak karşılanması gerektiğini ileri sürerek, davalının tecavüzünün menini, 10.000 TL manevi, şimdilik 3.000 TL maddi tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece iddia, savunma ve tüm kanıtlara göre, davalı şirketin ibareyi Google Adwordsleri aracılığı ile internet sitesinin (www. teknopi.com) kaynak kodlarında metataging yöntemiyle anahtar kelime olarak belirlendiği, davacıya ait “Cescesor” markası ile Google arama motoru üzerinden herhangi bir kişi tarafından arama yapıldığında kendi web siteleri olan www.teknopi.com adlı sitenin, davacıya ait www.cescesor.com veya www.cescesor.com.tr. sitelerinden veya davacıya ait ürünlerin satışlarının gerçekleştirildiği www.gittigidiyor.com. www.hizlial.com gibi sitelerden öncelikli olarak görünmesini sağladığı, davacının iktisadi haklarının zarara uğradığı gerekçesiyle, davalının davacının marka hakkına vaki tecavüzünün menine, ıslahla arttırılan miktar üzerinden 6.000 TL maddi ve 5.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili temyiz etmiştir. 1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2-Katılma yoluyla davacı vekilinin temyizine gelince, dava açılmadan önce davacı vekili talebi sonucu mahkemece yaptırılan delil tespiti sonucu oluşan yargılama giderlerinin tahsilinin hükümde nazara alınmaması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ:Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) numaları bentte açıklanan nedenlerle katılma yoluyla davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 588,05 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 14.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2019/4044 E. , 2020/2213 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 17/04/2018 tarih ve 2016/369 E- 2018/118 K. sayılı kararın davalılar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 04/07/2019 tarih ve 2018/1334 E- 2019/778 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin 9 ve 35. sınıf mal ve hizmetleri kapsayan 2014/57398 sayılı “One More Thing” markasının olduğunu, davalı şirketin 9 ve 14. sınıflarda yer alan mallarda tescil ettirmek üzere 2015/77721 sayılı “One More Thing” marka başvurusu yayınına karşı itirazının neticesinde TPMK Markalar Dairesi tarafından başvuru kapsamından 9. sınıfın çıkarıldığını, bunu takiben Markalar Dairesi kararına karşı 14. sınıfta kalan mallar bakımından itiraz edildiğini, YİDK’nın söz konusu itiraz nihai olarak reddettiğini, müvekkilinin “One More Thing” markasının tanınmış olduğunu, markaların emtia sınıflarının benzer olduğunu, başvuru sahibinin kötü niyetle hareket ettiğinin kanıtladığını ileri sürerek 2016-M-7057 sayılı YİDK kararının iptaline, tescili halinde markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı şirket vekili, markaların farklı olmasının yanı sıra 14. sınıfta yer alan ürünler ile 9. sınıfta yer alan ürünler arasında benzerlik olmadığını, müvekkilinin markasının tek başına kelime unsuru olarak “One More Thing” iken davacı tarafın markasının esaslı unsurunun davacı yanın markalarına benzeyen fondaki ısırılmış elma şekli olduğunu, elma şekline kıyasla marka görseli üzerindeki yazının açıkça geri planda kaldığını, müvekkilinin kötü niyetli olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Davalı Türk Patent ve Marka Kurumu vekili, müvekkili kurum kararının usul ve yasaya uygun bulunduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, başvuru kapsamındaki 14/02. sınıftaki malların ve hizmetlerin itiraza mesnet marka kapsamındaki 09/02. sınıftaki mal ve hizmetler ile benzer oldukları, başvuru standart karekterle yazılmış “ONE MORE THING” ibaresinden oluşurken, itiraza dayanak markaların standart karekterle yazılı “one more thing” ibarelerinden oluştuğu, ONE MORE THING ibaresinin “bir şey daha var” manasına geldiği, markalar arasında bütünsel olarak çok yüksek oranda benzerlik bulunduğu, davacının “one more thing” markasının uyuşmazlık konusu emtiada tanınmış olmadığı, başvurunun 22.05.2015 tarihinde yani Apple Watch tanıtımı ve piyasaya sürülmesinden sonra yapıldığı, tarafların birbirlerinin ticari faaliyetlerini yakından takip ettikleri, davalının tesadüfi biçimde “one more thing” ibaresini tercihinin mümkün olmadığı, böylece başvurunun kötü niyetle yapıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne, TPMK YİDK’nın 2016-M-7057 sayılı kararının iptaline, 2015/77721 sayılı markanın hükümsüzlüğüne ve sicilden terkinine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince, dosya üzerinden yapılan istinaf incelemesinde; mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı, markaların mal ve hizmet sınıflarının benzer olduğu ve bütünsel olarak çok yüksek oranda benzerlik bulunduğu, tarafların birbirlerinin ticari faaliyetlerini yakından takip etmeleri nedeniyle davalının tesadüfi biçimde “one more thing” ibaresini tescil için başvurmuş olmasının hayatın normal akışına uygun bulunmadığı ve bu nedenle de başvurunun kötü niyetle yapıldığı anlaşılmakla, davalılar vekillerinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davalılar vekilleri ayrı ayrı temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalılar vekillerinin temyiz istemlerinin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 10,00 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalılardan ayrı ayrı alınmasına, 02/03/2020 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
TÜRK PATENT VE MARKA KURUMU 2021 YILI PATENT VEKİLLİĞİ VE MARKA VEKİLLİĞİ GENEL YETERLİK SINAVI AÇILMIŞTIR. SINAV İLANINDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN EN ÖNEMLİ MADDE LÜTFEN DİKKAT EDELİM Adayın sınav başvurusunda yüklediği fotoğrafın, Patent Vekilliği ve Marka Vekilliği Sınav, Sicil ve Disiplin Yönetmeliğinin 7’nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine uygun olmadığının tespit edilmesi halinde, başvuru işlemleri başarılı bir şekilde tamamlanmış olsa dahi adayın başvurusu geçersiz sayılacaktır. İlgili Madde Sınav başvurusunda istenecek bilgi ve belgeler MADDE 7 – (1) Sınava başvuracak adaylar; a) Girilmek istenen sınavı ve tebligat adresini belirtir beyanı, b) T.C. Kimlik Numarası beyanını, c) Sabıka kaydına ilişkin beyanı, ç) Öğrenim durumuna ilişkin beyanı, d) Biyometrik fotoğrafını, e) Sınav başvuru ücretinin ödendiğine ilişkin bilgiyi, son başvuru tarihine kadar sınav ilanında belirtilen internet sitesine girmek ve/veya yüklemek zorundadır.
19. Ceza Dairesi 2021/4403 E. , 2021/7178 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesi SUÇ : Marka Hakkına Tecavüz HÜKÜM : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Suç ve karar tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde “Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal veya hizmet üreten, satışa arz eden veya satan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.” şeklindeki düzenleme ile marka hakkına tecavüz suçunun cezai yaptırımı belirlenmiştir. Buna göre 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde düzenlenen marka hakkına tecavüz suçunun oluşabilmesi için; 1- Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek, 2-Mal veya hizmet üretmek, satışa arz etmek veya satmak fiillerinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 556 sayılı sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin “Marka hakkına tecavüz sayılan fiiller” başlıklı 61/a maddesi ile atıf yapılan “Marka tescilinden doğan hakların kapsamı” başlıklı 9/2-e maddesinde “İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması” marka hakkı sahibi tarafından yasaklanabilir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Ulusoy Ticari Yatırımlar Holding A.Ş.’nin vekili aracılığıyla verdiği şikâyet dilekçesi ile Türk Patent Enstitüsü nezdinde 36, 39 ve 42. emtia sınıflarında adlarına tescil edilen Ulusoy+şekil markalarının Türkoğlu Evden Eve Nakliyat firmasının yetkilisi olan sanık tarafından www….com alan adlı internet sitesinde ve evden eve nakliyat hizmetlerinde kullanılmak suretiyle haksız rekabet ve marka hakkına tecavüz suçlarının işlendiğini belirtip, şikayete konu web sitesine ait ekran görüntülerini dosyaya ibraz ettiği olayla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında alınan 07/03/2011 tarihli bilirkişi raporunda; 177661, 177662 ve 2000 03908 tescil numaralı Ulusoy+şekil markalarının Ulusoy Ticari Yatırımlar Holding A.Ş. adına tescilli olup, suç tarihinde koruma altında bulunduklarının, şikayet edilen www….com alan adlı internet sitesinin içerik incelemesi yapıldığında verilen her türlü bilgide Türkoğlu Evden Eve Nakliyat ibaresinin kullanılmakta olduğunun, filo fotoğraflarında görülen araçların kasa tentelerinde “Türkoğlu” adının dikkat çektiğinin, internet sitesinin domaini dışında katılan şirket ile irtibatlı başkaca bir bilgi bulunmadığının, ancak domain içinde yer alan “ulusoy” ibaresinin google türündeki arama motorlarında arama yapıldığında aslında katılan şirketle hiçbir bağı bulunmayan sanığa ait şirketin listelenmesine sebep olacağının ve bu şekilde domain içinde kullanımın tüketiciler nezdinde iltibasa yol açacağının belirtildiği, Sanığın kollukta ve Mahkemede; Türkoğlu Nakliyat isimli taşımacılık firmasının sahibi olduğunu, sadece domain adı olarak www….com ismini kullandıklarını ancak site içine girildiğinde Türkoğlu Evden Eve Taşımacılığa ait bilgi ve resimlerin göründüğünü, bu domaini kaybetmemek için kullandıklarını ve suç kastı ile hareket etmediğini savunduğu anlaşılmıştır. Dosya içerisinde mevcut bilgi ve belgelere göre, işaretin internet ortamında “sadece” alan adı olarak kullanılması, marka hakkına tecavüz suçunun seçimlik hareketleri arasında sayılmadığından, sanığın web sitesi içeriğinde katılan şirket adına tescilli “ulusoy” markasını kullanmayıp, www….com şeklindeki domain adresinde kullanmaktan ibaret eyleminin marka hakkına tecavüz suçunu oluşturmayıp, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılıp değerlendirilmeden suç vasfında yanılgaya düşülerek yazılı şekilde marka hakkına tecavüz suçundan dolayı hüküm kurulması, Kabule göre de; 1- Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan (suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan) 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde düzenlenen ve sanığın eylemine uyan suçun, CMK’nin 253 ve 254. maddeleri uyarınca uzlaşmaya tabi olması karşısında, anılan maddelerde öngörüldüğü biçimde yöntemine uygun olarak uzlaştırma prosedürünün uygulanması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, 2- 05/04/2016 tarihinde açıklanan hükümde, kendisini vekil ile temsil ettiren katılan lehine, karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre; 25/10/2011 tarihli hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararla verilen maktu vekalet ücreti mahsup edilerek (2.600 TL – 1.650 TL= 950 TL) ek vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, kurulan hükümde tekrar 1.650 TL’ye hükmedilmek suretiyle fazla vekalet ücreti tayini, Kanuna aykırı ve sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 24/06/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
19. Ceza Dairesi 2021/4403 E. , 2021/7178 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesi SUÇ : Marka Hakkına Tecavüz HÜKÜM : Mahkumiyet Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; Suç ve karar tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde “Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal veya hizmet üreten, satışa arz eden veya satan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.” şeklindeki düzenleme ile marka hakkına tecavüz suçunun cezai yaptırımı belirlenmiştir. Buna göre 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde düzenlenen marka hakkına tecavüz suçunun oluşabilmesi için; 1- Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek, 2-Mal veya hizmet üretmek, satışa arz etmek veya satmak fiillerinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 556 sayılı sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin “Marka hakkına tecavüz sayılan fiiller” başlıklı 61/a maddesi ile atıf yapılan “Marka tescilinden doğan hakların kapsamı” başlıklı 9/2-e maddesinde “İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması” marka hakkı sahibi tarafından yasaklanabilir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Ulusoy Ticari Yatırımlar Holding A.Ş.’nin vekili aracılığıyla verdiği şikâyet dilekçesi ile Türk Patent Enstitüsü nezdinde 36, 39 ve 42. emtia sınıflarında adlarına tescil edilen Ulusoy+şekil markalarının Türkoğlu Evden Eve Nakliyat firmasının yetkilisi olan sanık tarafından www….com alan adlı internet sitesinde ve evden eve nakliyat hizmetlerinde kullanılmak suretiyle haksız rekabet ve marka hakkına tecavüz suçlarının işlendiğini belirtip, şikayete konu web sitesine ait ekran görüntülerini dosyaya ibraz ettiği olayla ilgili başlatılan soruşturma kapsamında alınan 07/03/2011 tarihli bilirkişi raporunda; 177661, 177662 ve 2000 03908 tescil numaralı Ulusoy+şekil markalarının Ulusoy Ticari Yatırımlar Holding A.Ş. adına tescilli olup, suç tarihinde koruma altında bulunduklarının, şikayet edilen www….com alan adlı internet sitesinin içerik incelemesi yapıldığında verilen her türlü bilgide Türkoğlu Evden Eve Nakliyat ibaresinin kullanılmakta olduğunun, filo fotoğraflarında görülen araçların kasa tentelerinde “Türkoğlu” adının dikkat çektiğinin, internet sitesinin domaini dışında katılan şirket ile irtibatlı başkaca bir bilgi bulunmadığının, ancak domain içinde yer alan “ulusoy” ibaresinin google türündeki arama motorlarında arama yapıldığında aslında katılan şirketle hiçbir bağı bulunmayan sanığa ait şirketin listelenmesine sebep olacağının ve bu şekilde domain içinde kullanımın tüketiciler nezdinde iltibasa yol açacağının belirtildiği, Sanığın kollukta ve Mahkemede; Türkoğlu Nakliyat isimli taşımacılık firmasının sahibi olduğunu, sadece domain adı olarak www….com ismini kullandıklarını ancak site içine girildiğinde Türkoğlu Evden Eve Taşımacılığa ait bilgi ve resimlerin göründüğünü, bu domaini kaybetmemek için kullandıklarını ve suç kastı ile hareket etmediğini savunduğu anlaşılmıştır. Dosya içerisinde mevcut bilgi ve belgelere göre, işaretin internet ortamında “sadece” alan adı olarak kullanılması, marka hakkına tecavüz suçunun seçimlik hareketleri arasında sayılmadığından, sanığın web sitesi içeriğinde katılan şirket adına tescilli “ulusoy” markasını kullanmayıp, www….com şeklindeki domain adresinde kullanmaktan ibaret eyleminin marka hakkına tecavüz suçunu oluşturmayıp, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununda düzenlenen haksız rekabet suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışılıp değerlendirilmeden suç vasfında yanılgaya düşülerek yazılı şekilde marka hakkına tecavüz suçundan dolayı hüküm kurulması, Kabule göre de; 1- Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan (suç ve karar tarihinde yürürlükte bulunan) 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/A-1. maddesinde düzenlenen ve sanığın eylemine uyan suçun, CMK’nin 253 ve 254. maddeleri uyarınca uzlaşmaya tabi olması karşısında, anılan maddelerde öngörüldüğü biçimde yöntemine uygun olarak uzlaştırma prosedürünün uygulanması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi, 2- 05/04/2016 tarihinde açıklanan hükümde, kendisini vekil ile temsil ettiren katılan lehine, karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre; 25/10/2011 tarihli hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararla verilen maktu vekalet ücreti mahsup edilerek (2.600 TL – 1.650 TL= 950 TL) ek vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, kurulan hükümde tekrar 1.650 TL’ye hükmedilmek suretiyle fazla vekalet ücreti tayini, Kanuna aykırı ve sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 24/06/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/2312 E. , 2021/3114 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 16.07.2018 tarih ve 2017/157 E. – 2018/315 K. sayılı kararın davalılar vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 13.03.2020 tarih ve 2019/63 E. – 2020/363 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı TPMK vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalıya ait “MYfit” ibareli marka başvurusunun müvekkiline ait “Macfit” ibareli markalar ile 556 sayılı KHK m. 8/1-b anlamında görünüş, okunuş, yazılış açısından benzerlik taşıdığını, kapsamların da benzer olduğunu, olduğu için karıştırılma ihtimalinin daha da artacağını, dava konusu markanın davacı markaları ile seri marka algısı yarattığını, tescilli durumdaki davacı markaları tanınmış olduğu için imajından ve toplumdaki pozitif algısından kazanç elde edilmesine imkan tanınacağını, bu nedenle TPMK 2017-M-1382 YİDK kararının hatalı olduğu ileri sürerek kurum kararının iptali ile davalı markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini istemiştir. Davalı … vekili, müvekkili Kurum kararının usul ve yasaya uygun bulunduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Diğer davalı cevap vermemiş, ancak 26.04.2018 tarihli dilekçesiyle davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesince, davalının “MYfit” ibareli marka başvurusu ile davacının “Macfit” ibareli markası arasında, biçim, düzenleme, renk ve tertip tarzı itibariyle görsel ve sescil olarak ortalama tüketicileri iltibasa düşürecek derecede bir benzerlik bulunduğu, başvuru kapsamında yer alan 35, 41 ve 44. sınıf hizmetler bakımından benzerlik bulunduğu, bu hizmetler bakımından 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi anlamında iltibas oluşacağı gerekçesi ile kurum kararının anılan hizmetler bakımından iptaline, markanın da aynı hizmetler için hükümsüzlüğüne karar verilmiştir. Karara karşı davalılar vekillerince istinaf isteminde bulunulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, İlk Derece Mahkemesince aynı gerekçe ile davalılar vekillerinin istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davalı TPMK vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı TPMK vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalı TPMK’dan alınmasına, 31.03.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/2192 E. , 2021/4361 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 11. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada İzmir Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 01/06/2017 tarih ve 2017/49 E- 2017/64 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kısmen kabulüne dair İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nce verilen 28/05/2020 tarih ve 2017/1566 E- 2020/556 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili; müvekkilinin 03.07.2012 tarihinde “Uygar Yönetim Profesyonel Apartman Site ve Bina Tesis Yönetim-…” ticaret unvanı ile şahıs şirketi kurduğunu, “Uygar Yönetim” ibareli markayı 2013/35947 numara ile tescil ettirdiğini, davalı şirketin 20.11.2013 tarihinde Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne tescil edildiğini ancak ticaret unvanının davacının tescilli markasına ve ticaret unvanına tecavüz ettiğini, davalının kullanmakta olduğu “www.uygaryonetim.com.tr” internet adresi ile “…@uygaryonetim.com.tr” e-posta adresinin, davacıya ait internet ve e-posta adreslerine sadece ‘’tr’’ uzantısının eklenmesi ile oluşturulduğunu, davalının eylemlerinin davacının marka hakkına ve tescilli ticaret unvanına tecavüz oluşturduğunu ileri sürerek davacıya ait “Uygar Yönetim” markasına davalının tecavüzünün önlenmesine, “www.uygaryonetim.com.tr” alan adlı sitenin kapatılmasına, “…@uygaryonetim.com.tr” elektronik posta adresinin iptaline, “Uygar Yönetim” ibaresinin davalının ticaret unvanında kullanılmasının engellenmesi ile ticaret sicilinden terkinine, 20.000 TL manevi ve 1.000 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; davalının “… Yönetim” ibareli tescilli markasının olduğunu ve kullanımlarının tescilli markaya dayandığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; davalının ‘’Uygar Yönetim’’ ibareli ticaret unvanı kullanımı ile “www.uygaryonetim.com.tr” internet alan adı ve “…@uygaryonetim.com.tr” e-posta adresi kullanımlarının, davalı adına tescilli “… Yönetim” markasından uzaklaşarak davacı ait “Uygar Yönetim” markasına ve davacının ticaret unvanının kılavuz unsuruna benzediği, davalı kullanımlarının davacı markası ile ticaret unvanına tecavüz ettiği ve haksız rekabete sebep olduğu, yapılan araştırmada zarar veya yoksun kalınan kâr bulunamamış olsa da muhik bir maddi tazminata ve yanların sosyal, ekonomik durumlarına, eylemin boyutlarına ve sonuçlarına uygun manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacının tescilli markasına tecavüzünün önlenmesine, davalıya ait alan adı ve e-posta adresinin iptaline, kapatılmasına, davalı şirket unvanında yer alan kılavuz sözcük olan “Uygar” sözcüğünün terkinine, 1.000TL maddi, 2.000TL manevi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiş, karara karşı, davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince yapılan istinaf incelemesinde; davalının ticaret unvanı, alan adı ve alan adına bağlı olarak e-posta adresi kullanımlarının tescil ettirdiği markasına uygun olması gerekirken, davacının tescilli markası ve ticaret unvanına tecavüz oluşturduğundan davalı vekilinin istinaf istemlerinin bu yönden reddine, ancak AAÜT’nin 10. maddesi hükmü karşısında, davacının manevi tazminat talebinin 2.000 TL üzerinden kabulüne karar verilmiş olması nedeniyle, manevi tazminat yönünden davalı lehine 2.000 TL vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden istinaf isteminin bu yönden uygun olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne, davalının davacıya ait tescilli markaya tecavüzünün önlenmesine, “www.uygaryönetim.com.tr” alan adının ve “…@uygaryönetim.com.tr” ibareli e-posta adresinin iptaline, davalı şirket unvanındaki “Uygar” sözcüğünün terkinine, 1.000 TL maddi, 2.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili ile davacı vekili(katılma yolu ile) temyiz etmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin ve katılma yoluyla davacı vekilinin temyiz istemlerinin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden katılma yoluyla davacıdan alınmasına, aşağıda yazılı bakiye 150,53 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 24.05.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2012/13423 E. , 2013/12221 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 31.05.2012 tarih ve 2011/1696-2012/696 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalının … +şekil ibaresi markası bulunduğunu, ancak markanın hiç kullanılmadığını, 556 Sayılı KHK’nin 14. maddesindeki şartların oluştuğunu ileri sürerek, markanın kullanılmaması nedeniyle hükümsüzlüğünü talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, davalı markasının 24.02.2010 tarihinde yenilendiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinden kaynaklanan markanın hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup, mahkemece davalı markasının 24.02.2010 tarihinde yenilendiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, KHK’nın 14. maddesi uyarınca marka sahibi, tescilli markasını kural olarak yurt içinde veya ihracatta, kendisi veya izni ile 3.şahıs tarafından sicilde kayıtlı mallar ve hizmetler için işlevlerine uygun, ciddi, ekonomik şekilde kullanmalı ve markayı kullanmaya kesintisiz beş yıl ara vermemelidir. Beş yıllık süre, tescilden itibaren başlayacaktır.Markanın tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir; kullanımın ise marka sahibince ispatlanması gerekir (Dairemizin 2000/5437 E, 2000/6332 K, 2003/9332 E, 2004/4315). Yoksa, sırf koruma süresi sonunda marka başvurusunun yenilenmiş olması markanın davalı tarafından kullanıldığını ispatlamaz. Bu itibarla, mahkemece davalının markayı kullandığına dair delilleri toplanarak, neticesine göre bir karar vermek gerekirken, yanılgılı değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün anılan taraf yaranına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 12.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2019/4045 E. , 2021/3483 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 19.12.2017 tarih ve 2017/15 E. – 2017/585 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin kabulüne dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 30.05.2019 tarih ve 2018/1229 E. – 2019/657 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 06.04.2021 günü hazır bulunan davacı vekili Av. … ile davalı vekili Av. … dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkili şirketin Türkiye’nin ilk özel sektör şarap üreticisi olarak 1929 yılında Ankara’nın Kavaklıdere semtinde kurulduğunu, kurulduğu günden bu yana kesintisiz olarak “Kavaklıdere” ticaret unvanını kullandığını, müvekkili şirketin iştigal konusunun ana sözleşmesinde belirtildiği üzere şarapçılık ve kanunen caiz her türlü alkollü, alkolsüz içecek ile gıda maddesi üretimi, iç ticaret ve turizm endüstrisini ilgilendiren her türlü etkinlik olduğunu, yapılan yatırımlarla “Kavaklıdere” markasının ülkemizin en eski ve tanınmış markalarından birisi haline getirildiğini, bu ibarenin aynı zamanda müvekkili adına marka olarak tescilli olduğunu, davalı şirketin ise ticaret unvanı “Yeni Kavaklıdere Gıda Tarım Hayvancılık Kimya Fermantasyon San ve Tic Ltd. Şti.” iken “Kavaklıdere Gıda AŞ” olarak değiştirdiğini, “Yeni Kavaklıdere” ve “Yeni Kavaklıdere Efor” ibareli ilki 1984 yılında tescil edilmiş 4 adet tescilli markasının bulunduğunu, belirtilen markalarda “Yeni” ve “Kavaklıdere” ibarelerinin boyut ve görünüm olarak birbirine eşit puntolarla yazıldığını, davalının tescilli markalarını, tescilli oldukları halleriyle değil “KAVAKLIDERE” ibaresini ön plana çıkartarak, “Yeni” ibaresini son derece küçük ve neredeyse hiç okunamayacak puntolarla yazılı olarak kullandığını, davalının “Yeni Kavaklıdere” markasını tescilli halinden farklı olarak, müvekkili şirketin tescilli “Kavaklıdere” markaları ve ticaret unvanı ile iltibas yaratacak şekilde kullanarak, şirket unvanı olarak “Kavaklıdere” işaretini tescil ettirmek ve unvandaki “Kavaklıdere” işaretini markasal olarak kullanmak suretiyle müvekkili şirkete ait marka hakkını ihlal ettiğini, haksız rekabete yol açtığını, “Kavaklıdere” tanıtım işaretinin/markasının tanınmışlığından-şöhretinden haksız ve izinsiz olarak faydalandığını, aynı ibareye alan adında da yer verdiğini ileri sürerek, davalı şirketin ticaret unvanından “KAVAKLIDERE” ibaresinin çıkartılmasına, sicilden terkinine, davalının haksız rekabetin men’ine, “KAVAKLIDERE” markasına tecavüzlerinin ref ve men’ine, davacının haksız rekabetinin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, www.kavaklideregida.com alan adının terkinine ve hükmün ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkili şirketin 1952 yılından beri faaliyet gösterdiğini, “Yeni Kavaklıdere” markasını en baştan bu yana tanıtım vasıtası olarak kullandığını, ilki 1984 yılında olmak üzere, bu ibareyi defaten marka olarak tescil ettirdiğini, Ankara merkezli olan her iki şirketin uzun yıllardan bu yana kendi sektörlerinde faaliyet gösterdiklerini ve birbirlerinden haberdar olduklarını, davacı şirket yetkililerinin müvekkili tesislerini 2014 ve 2015 yıllarında ziyaret ederek müvekkili şirketi devralma yoluyla şirketleri birleştirme teklifinde bulunduklarını, 2014 ve 2015 yılında bu görüşmeler yapılırken, müvekkili şirketin unvanını “KAVAKLIDERE GIDA A.Ş.” olarak değiştirdiğini ve 2014 yılında yapılan bu değişikliğin davacı tarafından bilindiğini, ayırt ediciliği olmayan tali bir unsur olan “Yeni” ibaresinin müvekkili şirket unvanından çıkartılmasının, davacı kullanımına yaklaşma çabası olarak aktarılmasının yerinde olmadığını, bu değişikliğin amacının müvekkili şirketin yeni bir firmaymış gibi algılanmasının önüne geçilmesi olduğunu, ayırt edici olan “Kavaklıdere” ibaresinin, davacı ve müvekkili şirket tarafından uzun senelerdir birlikte kullanıldığını, müvekkili şirketin 65 yılı aşkın süredir sirke, sos grupları, şalgam suyu vb. üretmek suretiyle kendi sektöründe faaliyet gösterdiğini, alkollü içecek üretiminin kesinlikle bulunmadığını, markasını 1984 yılında tescil ettirdiğini ve “Yeni Kavaklıdere” ibareli 81189 (1984), 2003 25640 (2003), 2006 28862 (2006) ve “Yeni Kavaklıdere Efor” ibareli 2010 80623 (2010) tescilli markalarının sahibi olduğunu, davacının ihtarname dahi göndermeksizin bu davayı ikame etmiş olmasının tamamen kötü niyetli bulunduğunu gösterdiğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının, davalının “YENİ KAVAKLIDERE SİRKELERİ”, “YENİ KAVAKLIDERE SİRKELERİ” ve “KAVAKLIDERE SİRKELERİ” biçiminde kullanımlarına ses çıkarmaması nedeniyle bu kullanımlar yönünden susmak suretiyle hak kaybına uğradığı, susma suretiyle hak kaybı koşullarının mevcut olması nedeniyle davalının yukarıdaki kullanımlarının davacı adına tescilli markalardan doğan haklara tecavüz etmediği, davalının internetteki “KAVAKLIDERE GIDA A.Ş” şeklindeki ve internet sitesindeki markasal kullanımla aynı şekilde ticaret unvanı kullanımı içeren broşür ve instagram fotoğrafındaki kullanımının davacı markalarından doğan haklara karıştırılma ihtimali yaratmak suretiyle tecavüz etmediği, bu eylemlerin haksız rekabet de oluşturmadığı, tarafların serbest piyasada birlikte varoldukları, davacının kendisinden sonra faaliyete başlayan davalı şirket hakkında ticari faaliyet alanları ve kayıtlı oldukları ticaret sicil memurlukları ile ticari hayatın olağan akışı dikkate alındığında davalı faaliyetlerini bildiği veya bilebilecek durumda olduğu, davacının marka hakkına dayanarak açtığı davada, dosya kapsamında temel olarak davacının sessiz kalma yolu ile hak kaybına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, davalının ticaret unvanını tescilli olduğu biçimiyle değil “KAVAKLIDERE” ibaresini öne çıkaracak şekilde markasal olarak kullandığı, yine bordo zemin üzerine “KAVAKLIDERE” ibaresinin yazılması suretiyle gerçekleşen markasal kullanımın, davacının tescilli markaları kapsamında veya önceden beri gerçekleşen fiili kullanımları kapsamında bir kullanım olarak değerlendirilemeyeceği, söz konusu kullanımlarının, davacının marka tescilinden doğan haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği, davacının sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğradığının da söylenemeyeceği gerekçesiyle, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-2 maddesi gereğince kabulü ile, Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 19.12.2017 gün ve 2017/15 E. – 2017/585 K. sayılı kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile “KAVAKLIDERE” ibaresinin, davalı şirketin ticaret unvanından terkinine, davalının, ticaret unvanını tescilli olduğu biçimiyle değil, ticaret unvanında yer alan “KAVAKLIDERE” ibaresini öne çıkaracak şekildeki kullanımının ve bordo zemin üzerine “KAVAKLIDERE” ibaresi yazılmak suretiyle gerçekleşen markasal kullanımının, markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, bu eylemlerin ref’ine ve men’ine, haksız rekabetin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, bu kapsamda, davalının yukarıda belirtilen kullanımlarına konu her türlü tabela, broşür, etiket, ambalaj ve sair tanıtma vasıtalarının toplanmasına, “KAVAKLIDERE” ibaresinin silinmesine, silinmeyenlerin imhasına, “www.kavaklideregida.com” internet sitesindeki dava konusu kullanımların durdurulmasına, bu alan adının terkinine, kararın kesinleşmesini müteakip hüküm fıkrasının ilanına karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik olarak yapılan istinaf başvurusu üzerine HMK’nın 355 vd. maddeleri kapsamında yöntemince yapılan inceleme sonucunda Bölge Adliye Mahkemesince esastan verilen nihai kararda, dosya kapsamına göre saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kurallarına aykırı bir yön olmadığı gibi HMK’nın 369/1. ve 371. maddelerinin uygulanmasını gerektirici nedenlerin de bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, takdir olunan 3.050,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak, davacıya verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 14,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 08.04.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2014/1063 E. , 2014/11503 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :FİKRİ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada ….Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 01/07/2013 tarih ve 2011/32-2013/165 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı – karşı davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, Grand Hotel Efes markasının müvekkiline ait olduğunu, davalı firmanın özelleştirme idaresi aracılığıyla yapılan satış neticesinde otelin sadece gayrimenkul mülkiyetini ve işletme hakkını devraldığını, otelin marka hakkının bu devralma kapsamı içerisinde bulunmadığını ancak davalının markayı aynı şekilde kullanıma devam ettiğini ileri sürerek marka hakkına tecavüzün tespiti ve sonuçlarının ortadan kaldırılması ile 1.000,00 TL maddi, 1.000,00 TL manevi tazminat ile 1.000,00 TL yoksun kalınan kazancın faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, karşı davanın reddini savunmuştur. Davalı vekili, müvekkilinin otel sahibi olduğunu, otelin işletme hakkının dava dışı şirkette bulunduğunu ve işletme kapsamında marka hukkının da bulunduğunu, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiş, davacının markayı 5 yıldan uzun süredir kullanmadığını ileri sürerek markanın hükümsüzlüğünü talep ve dava etmiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı uyarınca öncelikle karşı davadaki uyuşmazlığın çözümlenmesi gerektiğini, davacının markayı dava açılmadan 3 ay öncesinden geriye doğru 5 yıllık ciddi bir kullanım içerisinde olduğunu ispatlayamadığı gerekçesiyle karşı davanın kabulü ile davacı-karşı davalı adına tescilli 99/18513 sayılı markanın kullanmama nedeniyle hükümsüzlüğüne, davacı şirketin tescilli markadan doğan tüm hakları düşmüş sayıldığından asıl davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı-karşı davalı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı-karşı davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı-karşı davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 0,90 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 16.06.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2015/7560 E. , 2016/1982 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : ………….. HUKUK MAHKEMESİ TARİHİ : 14/04/2015 NUMARASI : 2014/193-2015/85 Taraflar arasında görülen davada ………….Mahkemesi’nce verilen 14/04/2015 tarih ve 2014/193-2015/85 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ……… tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalının adına tescilli 2004/29706 no’lu, ……….” markasını kullanmadığını, müvekkilinin 2003/38014 no’lu, “OCEAN” ibareli markası bulunduğunu, davalının markasının haksız rekabet oluşturduğunu, iltibasa sebep olduğunu, bu durumun müvekkilini zarara uğrattığını ileri sürerek, davalı adına tescilli, 2004/29706 no’lu, ………… markasının kullanmama nedeniyle hükümsüzlüğü ile sicilden terkinini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacının müvekkili markasının hükümsüzlüğü yönünden menfaati ve zarar gördüğüne ilişkin somut bir delilinin bulunmadığını, müvekkili markasının davacı markasına iltibas oluşturmadığını, davacının markanın tescil kapsamında bulunan 5. sınıf malları dışındaki diğer 5. sınıf mallar ve özellikle 3 ve 35. sınıf hizmetler için hiçbir zararı veya zarar görme olasılığının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma, toplanılan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, 556 s. KHK’nın 14. maddesi gereğince, davalının markayı tescilli olduğu sınıflarda kullandığını gösterir fatura ve benzeri belgelerle kanıtlaması gerektiği, davalıya bu hususta ihtar yapılmasına rağmen davalı tarafından nerhangi bir delil sunulmadığı, bu itibarla, davalının iptali istenilen markayı dava tarihinden önceki beş yıllık dönemde kesintisiz olarak kullanmadığı gerekçesiyle, davanın kabulü ile, davalı adına tescilli 2004/29706 no’lu,……… ibareli markanın 556 s. KHK’nın 14.m. gereğince iptaline ve sicilden terkinine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 01,50 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 24/02/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2012/13423 E. , 2013/12221 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 31.05.2012 tarih ve 2011/1696-2012/696 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalının … +şekil ibaresi markası bulunduğunu, ancak markanın hiç kullanılmadığını, 556 Sayılı KHK’nin 14. maddesindeki şartların oluştuğunu ileri sürerek, markanın kullanılmaması nedeniyle hükümsüzlüğünü talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, davalı markasının 24.02.2010 tarihinde yenilendiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesinden kaynaklanan markanın hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup, mahkemece davalı markasının 24.02.2010 tarihinde yenilendiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, KHK’nın 14. maddesi uyarınca marka sahibi, tescilli markasını kural olarak yurt içinde veya ihracatta, kendisi veya izni ile 3.şahıs tarafından sicilde kayıtlı mallar ve hizmetler için işlevlerine uygun, ciddi, ekonomik şekilde kullanmalı ve markayı kullanmaya kesintisiz beş yıl ara vermemelidir. Beş yıllık süre, tescilden itibaren başlayacaktır.Markanın tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir; kullanımın ise marka sahibince ispatlanması gerekir (Dairemizin 2000/5437 E, 2000/6332 K, 2003/9332 E, 2004/4315). Yoksa, sırf koruma süresi sonunda marka başvurusunun yenilenmiş olması markanın davalı tarafından kullanıldığını ispatlamaz. Bu itibarla, mahkemece davalının markayı kullandığına dair delilleri toplanarak, neticesine göre bir karar vermek gerekirken, yanılgılı değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün anılan taraf yaranına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 12.06.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/1757 E. , 2021/1419 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 26.09.2018 tarih ve 2017/308 E- 2018/357 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 05.03.2020 tarih ve 2019/40 E- 2020/347 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacı şirketin Türkiye’de gıda sektörünün öncü firmalarından olduğunu, holding bünyesinde binlerce markayı barındırdığını, bunların arasında “İKRAM” esas unsurlu tanınmış markaların yer aldığını, davalı şirketin “İKRAM” ibaresinin tescili için yaptığı marka başvurusuna yapılan davacı itirazının davalı Kurum tarafından kısmen kabul edildiğini, oysa markanın başvuru kapsamındaki tüm mal ve hizmetler yönünden reddi gerektiğini ileri sürerek TPMK YİDK’nın 2017-M-4616 sayılı kararının iptaline, tescili halinde dava konusu markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesini istemiştir. Davalı kurum vekili, kurum kararının usul ve yasaya uygun olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Davalı şirket vekili, davalı başvurusu ile davacının itirazına mesnet markaları arasında iltibasa yol açacak düzeyde benzerlik bulunmadığını, marka kapsamlarındaki mal ve hizmetlerin farklı olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, davalının “şekil+İKRAM” ibareli başvurusu ile davacının “ÜLKER İkram” ve “İKRAM” ibareli tescilli markaları arasında biçim, düzenleme ve tertip tarzı itibariyle görsel ve sescil olarak benzerlik bulunmakla birlikte başvuru markası kapsamında bırakılan 43. sınıfta yer alan tüm hizmetlerle 35. sınıfta yer alan “Müşterilerin malları elverişli bir şekilde görmesi ve satın alması için Sanayide, bilim sahasında, fotoğrafçılıkta, tarım, bahçecilik ve ormancılıkta kullanılan kimyasallar. Gübreler ve topraklar … Alkollü içecekler (biralar hariç): Şaraplar, rakılar, viskiler, likörler, alkol içeren kokteyller, Tütün, çiğneme tütünleri, sigaralar, purolar. Değerli metalden olanlar da dahil olmak üzere, tütün içenlere mahsus malzemeler: pipolar, puro ve sigara ağızlıkları, küllükler, tütün kutuları, sigara sarmak için aletler, sigara kağıtları, nargileler, çakmaktaşları, çakmaklar. Kibritler. (belirtilen hizmetler perakende, toptan satış mağazaları,-elektronik ortamlar, katalog ve benzeri diğer yöntemler ile sağlanabilir)” hizmetlerinin davacı tarafın markalarının kapsamında yer almaması nedeniyle 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesindeki iltibas ihtimali oluşmayacağı, başvuru kapsamında bırakılan mal/hizmetler yönünden 556 sayılı KHK’nın 8/4 maddesindeki koşulların oluşmadığı, dava konusu marka başvurusunun kötü niyetli yapıldığının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili istinaf etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesince tüm dosya kapsamına göre, dava konusu başvuru ile davacının itirazına mesnet marka işaretleri arasında benzerlik bulunmakta ise de başvuru kapsamında kalan mal ve hizmetlerle davacının itirazına mesnet markaları kapsamlarındaki mal ve hizmetler arasında benzerlik olmadığından 556 sayılı KHK’nın 8/1-b maddesi koşullarının gerçekleşmediği, davacının itirazına mesnet markaları tanınmışlığının ispat edilemediği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 4,90 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 18.02.2021 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/135 E. , 2020/546 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İstanbul(Kapatılan) 3.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “markaya tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, men’i ve ref’i ile manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 30.07.2013 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin “LAMBORGHİNİ+ Şekil” markası ile spor otomobil sektöründe dünyaca tanınmış bir şirket olduğunu, müvekkili adına tescilli 2008/47215 sayılı ve tekstil ürünlerinin yer aldığı 25. sınıfı da kapsayan tanınmış “AUTOMOBİLİ LAMBORGHİNİ+ Şekil” markasının bulunduğunu, markada yer alan şeklin boğa figüründen oluştuğunu ve ayrıca boğa figürünün eser mahiyetinin bulunduğunu, davalının müvekkilinin markalarında yer alan boğa figürünü birebir aynı şekilde “Free Bull” ibaresi ile tekstil emtialarında ve internet sitelerinde kullandığının tespit edildiğini, davalının bu eyleminin müvekkiline ait markaya tecavüz ve haksız rekabet oluşturduğunu ileri sürerek haksız rekabetin ve marka hakkına tecavüzün tespiti ile önlenmesine, 50.000,00TL manevi tazminatın yasal faizi ile tahsiline, tecavüze konu marka kullanımının web sitelerinden çıkarılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili 02.09.2013 tarihli cevap dilekçesinde; boğa figürünün davacının inhisarına verilemeyeceğini, öte yandan müvekkilinin kendi markası ile satış yaptığını, markasına ilave edilen boğa figürünün ayırt ediciliğinin bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. İstanbul 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 07.02.2014 tarihli ve 2013/167 E., 2014/22 K. sayılı kararı ile; davacı markasının tanınmış marka statüsünde olduğu, davalının tekstil ürünleri üzerinde kendi tescilli markasındaki şekli değil davacının markasındaki boğa şeklini aynen alıp kullandığı, davalının kullanımının davacı markasına büyük oranda yakınlaştırıldığı, bu hâliyle davalı kullanımın haksız rekabet ve markaya tecavüz teşkil ettiği, haksız kullanımın niteliği ve yoğunluğu dikkate alındığında 5.000,00TL manevi tazminatın hakkaniyete uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının markaya tecavüz ve haksız rekabette bulunduğunun tespiti ile men’ine, davalıda ele geçirilen tekstil ürünlerinin üzerindeki tecavüzlü marka taklitlerini gösterir etiket ve bilgilerin mümkün ise sökülmesine ve davalıya iadesine, aksi hâlde gideri davalı taraftan alınmak suretiyle imhasına, “www.freebull.com.tr” ve “www.marcamarca.com.tr” adresli web sitelerinde davalının “Free Bull+Boğa Şekil” ibareli davacı markasına tecavüz teşkil eden ürünle ilgili sayfalar mevcut ise görüntülerin her iki siteden de çıkartılmasına, takdiren 5.000,00TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline, fazla talebin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. İstanbul 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 12.01.2015 tarihli ve 2014/14354 E., 2015/151 K. sayılı kararı ile; davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra “…Ancak, dosya kapsamından, davacının tescilli markasında yer alan boğa figürünün web sitelerinde davalı ürünlerinin tanıtımında kullanıldığı, ayrıca davalının tekstil imalathanesinin girişindeki ilan metninde bu figüre yer verildiği, imalathane içinde boğa figürlü yüzlerce etiketin bulunduğu, yine davalı imalathanesindeki kolilerin üzerinde, torbalarda, kıyafetlerdeki etiketlerde davacının tescilli markasında yer alan boğa figürünün tespit edildiği anlaşılmaktadır. Somut olayın taşıdığı tüm bu özellikler karşısında mahkemece, davacı yararına tayin ve takdir olunan manevi tazminat miktarı yeterli olmayıp, anılan hususlar değerlendirilerek davacı yararına daha makul miktarda bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekmekle, kararın takdir olunan manevi tazminat miktarı yönünden davacı yararına bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İstanbul 3. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 09.07.2015 tarihli ve 2015/87 E., 2015/156 K. sayılı kararı ile; davalı tarafından davacı markasının aynen değil sadece markada yer alan boğa figürünün kullanıldığı, manevi tazminat miktarının tarafların ekonomik ve sosyal durumları, fiilin oluş şekli ve sunulan deliller kapsamında yeterli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının marka hakkına tecavüz nedeniyle davacı yararına hükmedilen manevi tazminat miktarının makul düzeyde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Bilindiği üzere hukuki yarar dava şartı olduğu kadar, temyiz istemi için de aranan bir şarttır. Davalı vekilinin tüm temyiz itirazları Özel Dairece reddedilmiş olduğundan, davalı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz talebinde bulunulmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. O hâlde davalı vekilinin temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir. 13. Dava, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, meni ve ref’i ile manevi tazminat istemlerine ilişkindir. 14. Uyuşmazlığı çözümü için ilk önce markanın korunmasına ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır. 15. Bilindiği üzere, dava tarihinde yürürlükte bulunan 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (565 sayılı KHK) ile sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir. Marka tescilinden doğan hakların kapsamı ise 556 sayılı KHK’nin 9. maddesinde (6769 sayılı Sınaî Mülkiyet Kanunu’nun (SMK) 7. maddesinde) sayılmıştır. Anılan madde; “Marka tescilinden doğan haklar münhasıran marka sahibine aittir. Marka sahibi, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep edebilir: a) Markanın tescil kapsamına giren aynı mal ve/veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması. b) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal ve/veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal ve/veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından, işaret ile tescilli marka arasında ilişkilendirilme ihtimali de dahil, karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması. c) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsamına giren mal ve/veya hizmetlerle benzer olmayan, ancak Türkiye’de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek veya tescilli markanın itibarına zarar verecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin kullanılması. Aşağıda belirtilen durumlar, birinci fıkra hükmü uyarınca yasaklanabilir: a) İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması. b) İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması. c) İşareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması. d) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması. e) İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması. Markanın sahibine sağladığı haklar, üçüncü kişilere karşı marka tescilinin yayın tarihi itibarıyla hüküm ifade eder. Marka tescil başvurusunun bültende yayınlanmasından sonra gerçekleşen ve marka tescilinin ilan edilmesi hâlinde yasaklanması söz konusu olabilecek fiiller nedeniyle başvuru sahibi, tazminat davası açmaya yetkilidir. Mahkeme, öne sürülen iddiaların geçerliliğine ilişkin olarak tescilin yayınlanmasından önce karar veremez.” şeklinde düzenleme içermektedir. 16. 556 sayılı KHK’nin 61. (SMK’nin 29.) maddesinde ise, hangi fiillerin marka hakkına tecavüz sayılacağını açıklamıştır. Anılan madde; “Aşağıda sayılan fiiller marka hakkına tecavüz sayılır: a) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 9’uncu maddede belirtilen biçimlerde kullanmak. b) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek. c) Markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için gümrük bölgesine yerleştirmek, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutmak veya ticari amaçla elde bulundurmak. d) Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek” hükmünü içermektedir. 17. 556 sayılı KHK’nin 9. ve 61. maddesi birlikte değerlendirildiğinde, tescilli bir marka ile aynı veya benzer olan ve bu nedenle bağlantı ihtimali de dâhil halk nezdinde karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin, markanın tescilli olduğu mallarla aynı veya benzer mallarda kullanılması marka hakkına tecavüz teşkil etmektedir. Karıştırılma (iltibas) ihtimalinden bahsedilmek için halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde, herhangi bir sebeple bir bağlantı kurması yeterlidir. Başka bir deyişle, tescilli marka ile kullanılan işaret arasında görsel ve sesçil (fonetik) yönden benzerlik bulunmasa, hatta genel görünüş (umumi intiba) açısından ayniyet veya benzerlik bulunmasa dahi, halk bunlar arasında herhangi bir şekilde bir bağlantı kuruyorsa karıştırılma ihtimalinin mevcudiyeti kabul olunacaktır. 556 sayılı KHK’nin 9/1-b maddesinde “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bununla birlikte halk, aldığı mal veya hizmetin başka bir işletmeye ait olduğunu bilse fakat güvendiği işletme ile mal veya hizmet aldığı işletme arasında ekonomik bir bağlantı bulunduğunu zannetse bile “karıştırılma ihtimali” olduğunun kabulü gerekmektedir (Tekinalp, Ünal: Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul, 2012, s. 434). Buradaki “halk” kavramından ortalama niteliklere sahip olan tüketicilerin anlaşılması gerekir. 18. 556 sayılı KHK’nin 61/1-c maddesi yalnızca “ayırt edilemeyecek kadar benzer olan” yani “taklit” markayı taşıyan malların üçüncü kişiler tarafından ticari amaçla elde bulundurulması ya da bu mallar üzerinde ticari amaçla tasarrufta bulunması hâlinde uygulanabilir. Taklit marka kullanımı söz konusu olmayıp herhangi bir nedenle karıştırılma (iltibas) ihtimaline neden olacak şekilde benzer marka kullanımının söz konusu olduğu hâllerde ise bu malları piyasaya süren ya da stoklayan kişilerin eylemleri 556 sayılı KHK’nin 61/1-c maddesine göre değil, 61/1-a maddesindeki gönderme nedeniyle 556 sayılı KHK’nin 9/2-b maddesine göre marka hakkına tecavüz oluşturur. 19. Marka hakkı tecavüze uğrayan kişi, 556 sayılı KHK’nin 61. maddesindeki tecavüz fillerinden birini işleyen mütecavize karşı 556 sayılı KHK’nin 62. maddesi gereğince; marka hakkına tecavüz fiillerinin durdurulması; tecavüzün giderilmesi ve maddi ve manevi zararın tazmini; marka hakkına tecavüz dolayısı ile üretilmesi veya kullanılması cezayı gerektiren eşya ile bu eşyaları üretmeye yarayan araç, cihaz, makine gibi vasıtalara el konulması; el konulan ürünler üzerinde kendisine mülkiyet hakkının tanınması; el konulan ürünlerin ve araçların üzerlerindeki markaların silinmesi veya marka hakkına tecavüzün önlenmesi için kaçınılmaz ise imhası ve mahkeme kararının ilanı taleplerinde bulunabilir. 20. Bu aşamada uyuşmazlık itibariyle marka hakkı tecavüze uğrayan kişinin 556 sayılı KHK’nin 62. maddesi gereğince talep edebileceği manevi tazminat talebi hakkında kısaca açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır. 21. Marka hakkı tecavüze uğrayan kişinin manevi tazminat talebi hakkında 556 sayılı KHK’nin 62. maddesi haricinde anılan KHK’de başkaca özel hüküm bulunmadığından 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı TBK) 58/1 maddesi gereğince manevi tazminata karar verilecektir. 6098 sayılı TBK’nin 58/1 maddesi “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir” hükmünü haizdir. Bu itibarla mütecavizin kusurlu olması şartıyla markası ile işletmesinin ticari hayattaki imajının ve kendisine duyulan güvenin sarsılması nedeniyle marka sahibinin ticari ve kişisel varlığında meydana gelen olumsuz sonuçların ortadan kaldırılması amacıyla manevi tazminat ödemesine karar verilebilir (Yasaman, Hamdi/Yüksel, Sinan: Marka Hukuku 556 Sayılı KHK Şerhi C. II, İstanbul, 2004, s. 1133). Ticari itibar hem gerçek kişilerin hem de tüzel kişilerin sahip olduğu bir kişilik değeridir. 22. Manevi tazminatın elem ve ıstırabı giderme işlevinin yanı sıra cezalandırma ve caydırma işlevleri de söz konusudur (Tekinalp, s. 504). Bu şekilde gelecekte gerçekleşebilecek tecavüzlerin önlenmesi de amaçlanmaktadır. 23. Manevi tazminat miktarının belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hâl ve şartlar dikkate alınmalıdır. Bu bakımdan marka hakkına ihlal eden eylemin özelliği, markanın tanınmışlığı, tarafların kusur oranı, sıfatları, işgal ettikleri makam ve ihlalin boyutu manevi tazminatın miktarının belirlenmesinde dikkate alınmalıdır (Bozgeyik, Hayri: Marka Hakkının Korunması, İstanbul, 2019, s. 184). 24. Diğer taraftan, haksız rekabet kuralları, rekabet hakkının dürüstlük kuralları çerçevesinde kullanılmasını sağlamak ve rekabet hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacı ile sevk edilen kurallardır. Bu kurallar genel nitelikli ve her alanda uygulanabilecek hükümler içermekle birlikte rekabet hakkının, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi gereğince dürüstlük kurallarına uygun şekilde kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır (Arkan, Sabih: Ticari İşletme Hukuku, Ankara, 2018, s. 350). 25. Hem 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (6762 sayılı TTK) hem de 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (6102 sayılı TTK) haksız rekabet kuralları, ticari nitelik taşısın taşımasın tüm haksız rekabet hâllerini kapsayacak şekilde ve son derece ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Olay ve dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 6102 sayılı TTK’nin 54. (6762 sayılı TTK’nin 56.) maddesinde haksız rekabete ilişkin amaç ve genel hükme yer verildikten sonra, aynı Kanun’un 55. (6762 sayılı TTK’nin 57.) maddesinde uygulamada sık karşılaşılan ve dürüstlük kurallarına aykırı olan bazı davranış ve fiil örnekleri sayılmıştır (Arkan, s. 350.). 26. 6102 sayılı TTK’nin 55/(1)-a-4 maddesi gereğince “Başkasının malları, iş ürünleri, faaliyetleri veya işleri ile karıştırılmaya yol açan önlemler almak” dürüstlük kuralına aykırı haksız rekabet hâli olarak belirtilmiştir. Buna göre, kişinin bir başkasının mal veya iş ürününün ya da ticaret unvanı veya markasının aynısını ya da benzerini kendi iş ve faaliyetinde ticari amaçla kullanması, ilgili malı veya iş ürününü piyasaya sunması karıştırılmaya (iltibasa) yol açar ve haksız rekabet teşkil eder. 27. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı adına Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) nezdinde tescilli “LAMBORGHİNİ+ Şekil” markası ve tekstil ürünlerinin yer aldığı 25. sınıfı da kapsayan tanınmış “AUTOMOBİLİ LAMBORGHİNİ+ Şekil” markasının bulunduğu, markalarda yer alan şeklinin üçgene benzeyen kalkan içerisinde boğa figüründen oluştuğu ve boğa figürünün aynı zamanda eser niteliğinde olduğu, eserden doğan hakların ise davacıya devredildiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte davalı adına Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) nezdinde 25. sınıf emtialarda tescilli “FREEBULL+Şekil” markasının bulunduğu, markada yer alan şeklin boynuz figüründen oluştuğu görülmektedir. 28. Dosya kapsamından davalının kendi markasını tescilli olduğu şekilde kullanmadığı, “FREEBULL” ibaresini davacının üçgene benzeyen kalkan içerisinde boğa figürüyle birlikte kullandığı anlaşılmaktadır. Davalı tarafından, üçgene benzeyen kalkan içerisinde boğa figürünün imalathanenin duvarında yer alan ilan metninde, ürettiği kıyafetlerin (gömlek, tişört) etiketlerinde, bunların piyasaya sürülmesi için kullanılan ambalaj paketleri ve torbalarında, karton kutularda ve “www.freebull.com.tr” ile “www.marcamarca.com.tr” adlı internet sitelerinde kullanıldığı tespit edilmiştir. Davalının bu eyleminin davacının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiği hususunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık, yukarıda da bahsedildiği üzere hükmedilen manevi tazminatın miktarı noktasındadır. 29. Manevi tazminat miktarı belirlenirken marka hakkını ihlal eden eylemin özelliği ve yoğunluğu, markanın tanınmışlığı, tarafların kusur oranı ve ihlalin boyutu gibi hususların gözetilmesi gerekmektedir. Her ne kadar davalı tarafından davacının markasının sözcük kısmı değil sadece üçgene benzeyen kalkan içerisinde boğa figürü kısmı aynen alınmış ve kendi markasının sözcük kısmıyla birlikte kullanılmış olsa da, davacının markasındaki “üçgene benzeyen kalkan içerisinde boğa figürünün” markanın asıl unsuru olduğu ve bu asıl unsurun dünyaca tanınmış hâle gelmesi karşısında ortalama tüketici nezdinde davalı ürünlerinin davacının seri markası altında üretildiği izlenimi yaratacağı ve bu durumun ise davacının ticari-kişisel varlığında olumsuz sonuçlara yol açacağı aşikardır. 30. Zira davacının “üçgene benzeyen kalkan içerisinde boğa figürünün” yer aldığı “AUTOMOBİLİ LAMBORGHİNİ+ Şekil” ibareli markası tekstil ürünleri sınıfında da tescilli olup, davacının ürettiği tekstil ürünlerinde özellikle bu markayı kullandığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla davacının tescilli markasında yer alan “üçgene benzeyen kalkan içerisinde boğa figürünün” internet sitelerinde davalı ürünlerinin tanıtımında kullanıldığı, ayrıca davalının tekstil imalathanesinin girişindeki ilan metninde bu figüre yer verildiği, imalathane içinde boğa figürlü yüzlerce etiketin bulunduğu, yine bu figürün davalı imalathanesindeki kolilerin üzerinde, torbalarda, kıyafetlerdeki etiketlerde tespit edildiği, ayrıca bu durumların süreklilik arz ettiği, davacının markasında yer alan boğa figürünün eser niteliğinin de bulunduğu ve dünyaca tanınmış olduğu gözetildiğinde mahkemece hükmedilen manevi tazminat miktarı yeterli görülmemiştir. 31. O hâlde yukarıda belirtilen hususlar değerlendirilerek davacı yararına daha makul bir miktarda manevi tazminata karar verilmesi gerekmektedir. 32. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz istemlerinin yukarıda 12. paragrafta açıklandığı üzere hukuki yarar yokluğundan REDDİNE, Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 08.07.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/123 E. , 2020/3835 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 15/12/2016 tarih ve 2014/124 E- 2016/105 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 16. Hukuk Dairesi’nce verilen 08/11/2019 tarih ve 2017/3033 E- 2019/2424 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, 6100 sayılı Kanun’un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacının Türkiye’nin en büyük ve en bilinen çizgi film yapımcısı olduğunu, “Pepee” sözcüğünün TPMK nezdinde 2009/08967 nolu marka ile davacı adına tescilli olduğunu ve www.pepee.com.tr alan adının da davacı adına tescilli olduğunu, ayrıca 2010/03261, 2011/00019, 2011/03152 ve 2014/00409 numaralı endüstriyel tasarımların da davacı adına tescilli olduğunu, davalının söz konusu markayı içeren www.pepemarket.com alan adını kendi adına tescil ettirdiğini, davalının bu eyleminin davacının marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini, söz konusu sitede davalının maka ve endüstriyel tasarım haklarının müvekkilinin rızası hilafına kullanıldığını, bu durumun İstanbul Anadolu 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesinin 2014/17 D. İş sayılı dosya ile tespit edildiğini, aynı dosyada ihtiyati tedbir kararı verildiğini, tedbir kararının İstanbul Anadolu 16. İcra Dairesi’nin 2014/8538 Esas numaralı icra dosyası ile yerine getirildiğini belirterek, 6102 sayılı TTK’nın 55/1, a(4) ve m. 56 kapsamında haksız rekabetin tespitini ve önlenmesini, 556 sayılı KHK’nın m. 61 ve m. 9/e kapsamında marka hakkına tecavüzün tespitini ve önlenmesini, 554 sayılı KHK’nın m. 48 kapsamında tasarım hakkına tecavüzün tespitini ve önlenmesini, öne çıkan zararların telafisi anlamında 5.000,00 TL manevi tazminatın 556 sayılı KHK’nın m. 62, 554 sayılı KHK’nın m. 49 ve 6102 sayılı TTK’nın 56. maddesi uyarınca davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, 01.09.2014 tarihli dilekçesi ile de HMK’nın 41. maddesi uyarınca ön inceleme duruşmasına kadar iddia ve savunmaların serbestçe genişletilebildiğini öne sürerek 556 sayılı KHK’nın madde 66/2-b uyarınca davalının elde ettiği kazanç nedeniyle 5.000,00 TL’lik yoksun kalınan kazanç tutarını dava tarihinden itibaren kısa vadeli kredilere uygulanan avans faizi ile birlikte tahsilini ve daha önce talep olunmakla beraber faiz istenmesi sehven unutulan manevi tazminata dava tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasını talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacının şikayetinden 2014/18 karar sayılı değişik dosyası ile haberdar olduklarını, bunun sonucunda da itirazsız olarak siteyi kapattığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır. Mahkemece, davanın kabulüne, davalının 556 sayılı KHK’nın 62. maddesi uyarınca davacının marka haklarına yaptığı tecavüzün durdurulmasına, davalının 554 sayılı KHK’nın 49. maddesi uyarınca davacının tasarım haklarının tecavüzün tespitine ve durdurulmasına, davacının uğradığı manevi zarar nedeniyle 5.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibarın işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 5.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibarın işleyecek kısa vadeli kredilere uygulanacak avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, kararın kesinleşmesinden sonra masrafın davalıdan alınmak suretiyle Türkiye’de yayınlanan trajı en yüksek 3 gazeteden birinde yayınlanmasına karar verilmiştir. Karar, davalı vekili tarafından istinaf edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesince, mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 512,33 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 05.10.2020 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/1101 E. , 2021/709 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 16.04.2019 tarih ve 2016/333 E- 2019/148 K. sayılı kararın davalı … vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin reddine dair Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi’nce verilen 06.12.2019 tarih ve 2019/1218 E- 2019/1699 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi asıl ve birleşen davada davalı … vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacılar vekili asıl davada; müvekkillerinin Ankara ili…’de faaliyet gösteren meşhur Çalıkuşu lokantasının sahibi olduğunu, müvekkillerinin TPMK nezdinde 43. sınıf emtialarda “Çalıkuşu lokantası ç şekil” 2003/09073 tescil numaralı markasını kullandıklarını, davalıların 2013/81520 numaralı “meşhurdönerciekremşafakçalıkuşu” ibareli tescilli markaları arasında karıştırılma tehlikesinin ortaya çıktığını, bu sebeple davalı markalarının hükümsüzlüğünün gerektiğini beyanla davalı adına tescilli 2013/81520 sayılı markanın ve 43. sınıfta sayılan hizmetler açısından hükümsüzlüğüne ve terkinine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili asıl davada; müvekkili adına tescilli markanın davacının markası ile karışıklık yapacak düzeyde olmadığını, marka hukuku açısından iki marka arasında birçok farklılık olduğunu, tüketicileri yanıltacak derecede benzerliğinin olmadığını beyanla davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Davacılar vekili birleşen davada; müvekkili adına TPMK nezdinde tescilli Çalıkuşu lokantası markasının maliki olduğunu, davalıların haksız olarak TPMK’ye 2013 yılında Çalıkuşu ibaresi ile geçen markayı tescil ettirerek kullandığını, tescil kapsamını aşarak markayı kullandıklarını beyanla marka tecavüzünün tespiti, durdurulması, kaldırılması ve maddi zararın yoksun kalınan kazancın tazmini ile davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı … vekili birleşen davada; müvekkilinin tescile dayalı olarak markayı kullandığını, davacının susarak hak kaybına uğradığını beyan ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporları, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; asıl dosya yönünden davanın kabulü ile; 30.09.2013 başvuru tarihi, 2013/81520 sayısı ile tescilli, “meşhurdönerciekremşafakçalıkuşu” markasının 43.sınıfta tescilli olduğu yiyecek içecek sağlanması hizmetleri yönünden hükümsüzlüğüne ve markalar sicilinden terkinine; birleşen dosya yönünden, davalının kullandığı “çalıkuşu” ibaresinin davacıya ait 2003/09073 sayısı ile kayıtlı “çalıkuşu lokantası ç şekil” marka hakkına tecavüz ettiğinin tespitine ve bu tecavüzün durdurulmasına, engellenmesine, davalının kullandığı tabelaların ve çalıkuşu ibaresi taşıyan ürünlere el konulmasına, tecavüzden kaynaklı zarar olan 1.800,00 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Karara karşı davalı … vekili istinaf kanun yoluna başvuruda bulunmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, 21.09.2017 tarihli bilirkişi raporu ile 19.09.2018 tarihli bilirkişi ek raporunda markanın hükümsüzlüğü koşulları ve markaya tecavüzün var olup olmadığı yönünden yapılan incelemenin somut olaya uygun, hüküm kurmaya elverişli ve denetime açık olduğu, davalı tarafça yargılama sırasında ve istinaf başvurusunda davacının suskun kalmak suretiyle hak kaybına uğradığı ileri sürülmüş ise de, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 21.12.2017 tarih 2016/6803-2017/7532 sayılı kararında da belirtildiği üzere, TTK’da düzenlenmemekle birlikte, yasal dayanağı TMK’nin 2. maddesi olan “uzun süreli sessiz kalma suretiyle hak kaybı müessesesine” göre, bir hak ihlali karşısında, hak sahibinin bu ihlali bildiği veya bilebilecek durumda olduğu halde bu hususta karşı tarafta dava açılmayacağı yolunda güven oluşturulduktan sonra, oluşturulan bu güvene aykırı olarak, ihlal konusu hakka önemli yatırım yapan kişilere karşı ihlali sona erdirmek amacıyla dava açılmasının çelişkili davranış yasağı teşkil edeceği, böyle bir davranışın TMK 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırı olacağı ve hukuk tarafından himaye edilmeyeceği, bu sürenin belirlenmesinde de dürüstlük kuralının esas alınacağı, bu süre Yargıtay uygulamalarında kural olarak beş yıl olarak uygulanmakta iken SMK’nın 25/6 .maddesinde de düzenleme yeri bulduğu, somut olayda, davacılara ait markanın tescil tarihinin 04.06.2004, davalıya ait dava konusu markanın sicile tescil tarihinin ise 05.10.2015 tarihi olduğu, davanın 31.10.2016 tarihinde açıldığı, tescil tarihinden dava tarihine kadar 5 yıllık sessiz kalma yoluyla hak kaybı süresinin dolmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin asıl dava ve birleşen davaya yönelik istinaf talebinin reddine karar verilmiştir. Kararı, davalı … vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, asıl ve birleşen davada davalı … vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 127,85 TL temyiz ilam harcının temyiz eden asıl ve birleşen davada davalı …’tan alınmasına, 02.02.2021 tarihinde kesin olarak oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY Asıl dava, benzerlik ve iltibas hukuki nedenine dayalı olarak açılan markanın hükümsüzlüğü talebine; birleşen dava ise, tescil kapsamını aşacak şekilde markanın kullanılması suretiyle marka hakkına tecavüzün tespiti, durdurulması ve men’i ile maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin olup, İlk Derece Mahkemesince hem asıl hem de birleşen davanın kabulüne karar verilmiş, bu karara karşı davalı taraf istinaf başvurusunda bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince ise istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. Taraf markaları arasında iltibas oluşturabilecek boyutta benzerlik bunduğu yönündeki değerlendirme ile hükümsüzlüğü istenen davalı markasının tescil edildiği 30.10.2013 tarihinden hükümsüzlük davasının, yani asıl davanın açıldığı 31.10 2016 tarihine kadar susma yoluyla hak kaybı için gerekli olan beş yıllık hak düşürücü süre dolmadığından, bu yöne ilişkin değerlendirmede de bir isabetsizlik bulunmamaktadır. O neden İlk Derece Mahkemesince asıl davanın kabulüne, Bölge Adliye Mahkemesince de Asıl davaya yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi yerindedir, Birleşen davaya gelince, dosya kapsamından anlaşıldığı üzere birleşen dava Sınai Mülkiyet Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki 12.05.2017 tarihinde açılmıştır. Davalı vekili bu davaya verdiği cevap dilekçesinde ve aşamalarda “ÇALIKUŞU” ibaresinin 1975 yılından beri davalının babası ile ortakları tarafından Samsun ilinde yeme içme sektöründe markasal kullanıldığını, davalının da babasından kalan iş yerini işetmeye devam ettiğini, bu nedenle öncelik hakkının bulunduğunu belirtmiştir. Davalı vekili tescilsiz kullanımın ve dolayısıyla öncelik hakkının ispatlanabilmesi için ise birleşen dava dosyasına bir kısım fatura ve belgeler ibraz etmiştir. Davalı vekili istinaf ve temyiz dilekçesinde ise, öncelik hakkının ispatı için birleşen dava dosyasına ibraz ettikleri söz konusu delillerin incelenmediğini de istinaf ve temyiz sebebi olarak belirtmiştir. Dosyadan anlaşıldığı üzere, öncelik hakkının ispatı için davalı tarafından birleşen dava dosyasına ibraz edilen ve dava konusu “ÇALIKUŞU” ibaresinin lokantacılık sektöründe kullanıldığını gösteren belgeler hem İlk Derece Mahkemesince Hem de Bölge Adliye Mahkemesince incelenip değerlendirilmeden karar verilmiştir. Bu durumda, mahkemece birleşen dava yönünden davalının işletmeyi babasından devralıp almadığı, dava tarihinden önce dava konusu işareti tescilsiz olarak kullanıp kullanmadığı, kullanmışsa bu kullanımın dava tarihine kadar markasal olarak en az beş yıl olup olmadığı, bu bağlamda tescilsiz kullanıma ilişkin susma ile hak kaybı olup olmadığı araştırılmadan ve dolayısıyla bu yöne ilişkin birleşen dava dosyasına ibraz edilen deliller hiç incelenmeden ve de değerlendirilmeden karar verilmesi doğru olmamıştır. Kabule göre de, birleşen dava da davacı maddi ve manevi tazminat talep etmekle birlikte miktarlarını belirtmediği halde, ek bilirkişi raporunda belirtilen tutar üzerinden de ıslah yapılmadığı halde raporda belirtilen tutar üzerinden maddi tazminatın hüküm altına alınması da doğru olmamıştır. Bu nedenlerden dolayı birleşen davada verilen kararın bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan onama yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne katılmamaktayım.
11. Hukuk Dairesi 2019/5145 E. , 2020/4970 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Rize 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 31.01.2019 tarih ve 2016/168 E- 2019/27 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi’nce verilen 04.11.2019 tarih ve 2019/839 E- 2019/1507 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesinin duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, duruşma için belirlenen 10.11.2020 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davalı vekili Av. … dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, “İNCİ” ibareli tanınmış markaların müvekkili adına tescilli olduğunu, davalının “ENVER KAPTAN İNCİ” markasını 35. sınıfta tescil ettirdiği halde ayakkabı, çanta, kemer gibi malların üzerinde ve etiketlerinde de kullandığını, oysa 25. sınıf tescilinin bulunmadığını, “İNCİ” ibaresini öne çıkarıp müvekkilinin markasını taklit ettiğini, ayakkabı kutularında ise “ENVER KAPTAN” ibaresine hiç yer vermediğini, tescilli halden farklı bu kullanımın iltibasa sebebiyet verdiğini ileri sürerek marka hakkına tecavüzün tespiti ile men’ini, 556 sayılı KHK’nın 66/c maddesi uyarınca şimdilik 5.000.- TL maddi tazminat ile 50.000.- TL manevi tazminatın tecavüzün başladığı tarihten itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili, 07.11.2018 tarihli dilekçesinde HMK’nın 107. maddesi uyarınca maddi tazminat yönünden talebini 165.271,87 TL’ye çıkarmıştır. Davalı vekili, davacıdan çok daha önce markayı kullanan müvekkilinin 23.01.1964 tarihinde Ayakkabıcılar Odasına işyeri unvanını “İNCİ KUNDURA” olarak, 15.02.1980 tarihinde Ticaret Siciline “İNCİ KUNDURA- ENVER KAPTAN” olarak kaydettirdiğini, böylece marka üzerinde gerçek hak sahipliğinin müvekkiline ait olduğunu, davacının bu hususları 15-20 yıldır bildiğini, 8-10 yıl önce ihtarname keşide ettiğini, bu süre zarfında bir hukuki girişimde bulunmadığını, sessiz kalma yoluyla hak kaybının oluştuğunu, davalının 2008/18917 sayı ile 35. sınıf için marka tescilini sağladığını, tarafların kullanımlarının birbirlerine benzemediğini savunarak davanın reddini istemiştir. İlk Derece Mahkemesince, iddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, davalının “ENVER KAPTAN İNCİ” markasında “İNCİ” kelimesini baskın hale getirdiği, ilk bakışta tüketicilerin bu kelimeyi algılamasını sağlayacak şekilde ön planda tutarak oluşturduğu fiili kullanımlarının, tanınmış bir marka olan “İNCİ” markası ile iltibas oluşturduğu, davalının markasını yalnızca 35. sınıfta tescil ettirdiğinden bu markayı üretimini yaptığı ayakkabılar üzerinde kullanamayacağı, davalının fiili kullanımlarının davacının tescili markasından doğan haklarına tecavüz oluşturduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacı adına tescilli “İNCİ” markasının, ayakkabı, çanta ve deri ürünleri etiketlerinde, ayakkabı kutularında kullanmak suretiyle davalı tarafın, davacının marka haklarına karşı gerçekleştirdiği ihlalin tespiti ile men’ine, 10.000 TL manevi, 165.271,87 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince, davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir. Dava marka hakkına tecavüzün tespiti, men ve ref’i ile maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkilinin 1990’lı yıllardan bu yana “İnci” ibareli çok sayıda markaların sahibi olduğunu, markaları büyük bir emek ve çabayla ayakkabı, çanta ve kemer gibi deri emtiasında ve ayakkabı satış hizmetlerinde tanınmış hale getirdiğini, davalının ise “İnci” ibaresini ön plana çıkartarak markayı aynen taklit ederek ayakkabı emtiasında kullandığını ileri sürmüş, davalı vekili ise, müvekkilinin “İnci” ibaresini uzun yıllardan bu yana marka olarak kullandığını, işyerini 1964 yılında Ayakkabıcılar Odasına “İnci Kundura” olarak tescil ettirdiğini, 1980 yılında ise ticaret odasına “İnci Kundura – Enver Kaptan” olarak tescil ettirdiğini, müvekkilinin kullanımının davacının marka tescil tarihinden çok daha önce olduğunu ve gerçek hak sahipliğinin müvekkiline ait bulunduğunu, 2008/18917 sayılı başvuru ile de “İnci Kundura – Enver Kaptan” markasını 35. sınıfta tescil ettirdiğini savunmuştur. İlk Derece Mahkemesi tarafından, davalının “İnci Kundura – Enver Kaptan” unsurlu markasındaki “İnci” ibaresini baskın hale getirerek ön planda kullandığını ve davalının fiili kullanımı nedeniyle markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunduğunu, ayrıca 35. sınıfta tescil ettirdiği markaları ayakkabı emtiası üzerinde kullanamayacağı gerekçesiyle davanın men ve ref talepleri ile maddi tazminat istemi yönünden kabulüne, manevi tazminat istemi yönünden kısmen kabulüne karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi ise davalının istinaf isteminin esastan reddine karar vermiştir. Bir marka üzerinde gerçek hak sahibi olan kişilerin hakları belirli ölçülerde mülga 556 sayılı Marka KHK’nın 8/3. maddesi ile korunmuştur. Bir markayı tescil ettirmeksizin ayırt edicilik kazandıracak ölçüde etkin, sürekli ve fiilen kullanan kişiler, bu kullanımı ileri sürerek, başkalarının sonradan aynı veya benzer ibareyi, kullanımın ait olduğu mal ve hizmetler yönünden marka olarak tescil ettirmelerine marka başvurusuna itiraz edebilecekleri gibi, marka tescil ettirilmiş olsa bile hak düşürücü süre içerisinde markanın hükümsüzlüğünü de talep edebilirler. Gerçek hak sahipleri yasal süreler içerisinde sonraki tarihli marka başvurusuna itiraz etmemiş veya hükümsüzlük davası açmamış olsalar bile, markayı tescil ettiren kişiler, gerçek hak sahiplerinin önceye dayalı kullanımına karşı çıkamazlar. Dairemizin 2005/7175 E. – 2006/10558 sayılı “ALO BÖCEK” kararında da zikredildiği üzere, bir markanın tescilinden önceki dönemde bu markanın aynısı veya benzerinin bir başkasınca tescilli marka aynı sınıf mal veya hizmetlerde sürekli bir şekilde kullanımı halinde, sırf sonradan tescil olunan markaya dayanarak, önceden beri var olan kullanımların önlenmesi “kazanılmış haklar” ilkesine ve TMK’nın 2. maddesi uyarınca dürüstlük kuralına aykırılık teşkil eder. Keza Türkiye’nin de tarafı olduğu TRIPs (Trade Related Intellectual Property Rights – Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları) Sözleşmesinin 16. maddesinde, marka sahiplerinin tescilli haklarına dayanarak üçüncü kişilerin markaya konu işareti veya benzerini tescil kapsamındaki mal ve hizmetler yönünden kullanmalarını önleme yönünde üstün hakka sahip oldukları belirtilmiş, ancak tescile dayalı bu üstün hakların, başkalarının daha önceye dayalı haklarını etkilemeyeceğine vurgu yapılmıştır. Somut olayda, davalı tarafın 1964 tarihli Ayakkabıcılar Odasına kayıtlı “inci kundura” ibareli ticari işletme adına ve 1980 tarihli “İnci Kundura Mağazası Enver Kaptan” ibareli ticaret sicili kaydına dayandığı, “inci kundura” ibaresini, marka tescili olmaksızın 35. sınıftaki hem perakendecilik ve mağazacılık hizmetlerinde hem de imal ederek satışa sundukları ayakkabı emtiasında kullandığını ileri sürmüştür. Rize 3.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2016/6 D.İş sayılı dosyasında davacı tarafın talebi üzerine yapılan delil tespit dosyasına sunulan raporda ve ekindeki fotoğraflardan, davalının gerek mağaza girişinde kullandığı “Enver Kaptan – inci” ibaresinin, gerekse ayakkabı emtiaları üzerinde kullandığı “Enver Kaptan İnci” ibaresinin davacının tescilli markalarındaki “inci” ibaresi ile aynı olmadığı gibi, davalının 1964 yılından bu yana sürüp gelen kullanımları da dikkate alındığında, karıştırılma ihtimaline yol açacak şekilde bir yanaşmanın da bulunmadığı, hatta mağazacılık hizmetleri yönünden işyeri girişinde kullandığı “Enver kaptan inci” ibaresinin, davalı adına 35. sınıftaki mağazacılık hizmetlerinde de tescilli olan 2008/18917 sayılı markayla birebir uygun olduğu, bu durumda davacının davalının gerek mağazacılık hizmetlerindeki kullanım, gerekse ayakkabı emtiası üzerindeki kullanımın yukarıdaki esaslar doğrultusunda “önceye dayalı kullanım” istisnası kapsamında kalıp kalmadığı hususu değerlendirilmeksizin, tüm kullanımlar yönünden tecavüzün tespiti, men ve ref ile maddi istemleri yönünden davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve bu nedenle hükmün davalı taraf yararına bozulması gerekmiştir. 2- Bozma sebep ve şekline göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, takdir olunan 2.540,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalıya verilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 11.11.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2019/3677 E. , 2021/1990 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada Kütahya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 17.11.2017 gün ve 2017/472 – 2017/698 sayılı kararı onayan Daire’nin 20.05.2019 gün ve 2018/2641 – 2019/3881 sayılı kararı aleyhinde davacı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin “OTTOMAN PALACE BY GÜRAL” ibareli markanın sahibi olduğunu, davalının müvekkili adına tescilli markasına tecavüz teşkil eden eylemlerde bulunduğunu ileri sürerek, davalının müvekkilinin markasına vaki tecavüzün ve haksız rekabetin tespitine, haksız rekabetin önlenmesine, haksız rekabetin durdurulmasına ve giderilmesine, davalıya ait ilan, reklam, emtia ve ürün yoluyla kullanılan ve sadece müvekkili adına tescilli bulunan tasarımı hakkında tecavüz oluşturan fiillere son verilmesine ve tedbiren davalının, davacının adına tescilli markasına tecavüz teşkil eden tasarımları ve ürünleri kullanmasının durdurulmasına, haksız rekabetin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılmasına, müvekkilinin markasına tecavüz teşkil eden tasarım ve ürünlerin kaldırılmasına, toplatılmasına veya imha edilmesine ve kararın ilanına karar verilmesini talep etmiş, akabinde, 24.10.2017 tarihli dilekçesiyle davasını kısmen ıslah ederek, dava dilekçesindeki taleplerine ek olarak davalının müvekkili markasına tecavüz teşkil eden markalarının hükümsüz kılınarak sicilden terkinini istemiştir. Davalı vekili, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamına göre, davanın kısmen kabulüne, davalı şirketin ürünleri üzerinde kullandığı (Antakya Ottoman Palace+Tuğra işaretinden oluşan şekil) işaretin davacının marka tescilinden doğan haklarına tecavüz ve haksız rekabet yarattığının tespitine, tecavüzün durdurulmasına, men ve refine, tecavüz konusu unsurları taşıyan ürün ile iş ve tanıtım evrakının toplatılmasına, üzerlerinden tecavüz konusu unsurların silinmesine, silinemiyor ve tecavüzün önlenmesi kaçınılmaz ise imhalarına, davalının internet adresinde davacı tasarımlarına ilişkin olarak yapılan tanıtıma son verilmesine, kararın kesinleşmesini müteakip özetinin masrafı davalıya ait olmak üzere tüm Türkiye’de yayımlanan tirajı yüksek 3 gazeteden birinde bir defa ilanına, davacının bozma sonrası ıslah ile talep ettiği markanın hükümsüzlüğü yönünde karar verilmesi talebinin bozma sonrası ıslah olmayacağından reddine dair verilen kararın davacı vekilince temyizi üzerine karar Dairemizce onanmıştır. Davacı vekili, bu kez karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK 442. maddesi gereğince REDDİNE, aşağıda yazılı bakiye 31,10 TL karar düzeltme harcının ve 3506 sayılı Yasa ile değiştirilen HUMK 442/3. maddesi hükmü uyarınca takdiren 520,95 TL para cezasının karar düzeltilmesini isteyen davacıdan alınarak Hazine’ye gelir kaydedilmesine, 03.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2013/1138 E. , 2014/16 K. MAHKEMESİ : İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 27/12/2012 NUMARASI : 2012/290 E-2012/317 K. Taraflar arasındaki “haksız rekabetin tespiti vs.” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 1.Fikri ve Sinai Haklar Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 09.03.2010 gün ve 2009/167 E-2010/41 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 20.01.2012 gün ve 2011/15509 E-2012/540 K. sayılı ilamı ile; (…Davacı vekili, davalı şirketin müvekkili şirkete ait tescilli ve tanınmış markaları ile iltibas yaratacak şekilde aynı ibareleri ve tanıtma vasıtalarını içeren taklit ürünleri “www.g.r.com” adresi üzerinden ticaretini yapmak suretiyle satışa arz ettiğini, bu eylemlerinin müvekkilinin marka haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek, davalının vaki haksız rekabetinin hükmen tespitine,men’ine ve yasaklanmasına, müvekkiline ait markalardan faydalanma haklarına tecavüzlerinin ref ve men’ ine, dilekçede belirtilen markaları taşıyan parfüm ve her türlü kozmetik ürünlerin davalının söz konusu internet sitesi üzerinden yayınının ve satışlarının durdurulmasına, satışa arzının önlenmesine, iltibasa sebebiyet veren ürünlerin ve ambalajların toplatılmasına ve imhasına, 10.000 YTL manevi tazminatın davalıdan faizi ile birlikte tahsiline, mahkeme kararının ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkili şirket tarafından oluşturulan portalın çalışma sisteminin tamamen kullanıcılar arasında iletişimi sağlama ve yapılan alış verişlerde ödemenin güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi üzerine kurulduğunu, hiçbir ürünün satış, pazarlama, reklam ve dağıtımının müvekkili tarafından yapılmadığını, satışa arz olunan ürünlerin müvekkili şirket nezdinde bulunmadığını, site üzerinden gerçekleştirilen işlemlerle ilgili tüm hukuki sorumluluğun kullanıcılara ait olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece verilen ilk kararda taklit kozmetik ürünlerinin yayın ve satışının önlenmesine, diğer talepler yönünden davalı tarafa husumet düşmediğinden o talepler yönünden davanın husumetten reddine karar verilmiştir. Kararın Dairemizce bozulması üzerine mahkemece önceki kararda direnilmesine dair karar oluşturulmuş ise de Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 tarih ve 588/658 sayılı kararıyla mahkeme kararının değişik gerekçeye dayalı yeni bir hüküm niteliğinde olduğundan bahisle temyiz incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. 1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve dava dışı satıcı tarafından davalının işlettiği “www.gitti gidiyor.com” adlı web sitesinden satışa sunulan ürünlerin üzerinde davacı adına tescilli markaların izinsiz olarak kullanılarak marka hakkına tecavüz edildiği hususunda davalıya ihtarname gönderilerek ihlalden haberdar edilmesi ve buna rağmen davalının tecavüz oluşturan içeriği web sitesinden kaldırmaması halinde kusurlu davranışından dolayı manevi tazminatla sorumlu tutulabilecek olmasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Dava dışı satıcı tarafından davalıya ait web sitesi aracılığıyla satışa sunulan ürünler üzerinde kullanılan markaların davacı adına tescilli olduğu ve satıcının eyleminin marka hakkına tecavüz oluşturduğu hususları mahkemenin de kabulündedir. Mahkemece, Türk Hukukunda “ internet ortamında yer sağlayıcısı” olan davalının marka hakkına tecavüzden kaynaklanan sorumluluğunu düzenleyen yasal bir mevzuat bulunmadığından, bu konuda Avrupa Birliği Elektronik Ticaret Direktifi ve ABD Dijital Milenyum Telif Hakları Yasası hükümleri ile 5846 Sayılı FSEK ek 4. maddesindeki servis ve bilgi içerik sağlayıcılarının sorumluluk şartını düzenleyen kısaca “uyar/kaldır olarak ifade edilen sistemin kıyasen dava konusu uyuşmazlığa da uygulanması suretiyle bu konudaki yasal boşluğun doldurulması gerekeceği, buna göre de öncelikle ihlal teşkil eden içeriğin web sitesinden çıkartılması için davalıya ihtarname gönderilmesi zorunlu olup, ihtara rağmen söz konusu içerik web sitesinden çıkartılmadığı taktirde ancak davalının sorumluluğuna gidilebileceği, nitekim ilk karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 5651 Sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun” ile de internette servis/hizmet/erişim sağlayıcılar bakımından doğrudan sorumluluk getirilmeyip mahkemece somut uyuşmazlıkta da uygulandığı şekilde bir “uyar/kaldır” sistemi ile sorumluluk şartının benimsendiği, böylece mevcut yasa boşluğunun da giderildiği gerekçesiyle; önceden ihbar yapılmadan davalıya husumet yönetilmeyeceği görüşüyle dava reddedilmiştir. Oysa 556 Sayılı KHK’nin dava tarihinde yürürlükteki 61/(e) bendine göre, (a) ve (c) bentlerinde sayılan fiillerin işlenmesini hangi şekil ve şartlarda olursa olsun kolaylaştırmak marka hakkına tecavüz oluşturur. Her ne kadar; internet servis sağlayıcılarının marka hakkına tecavüzden sorumluluk koşullarına dair özel bir düzenleme bulunmamakla birlikte, uyuşmazlık halinde 556 Sayılı KHK’ deki sorumluluğu düzenleyen 6l ve 62.madde hükümlerin uygulanması her zaman mümkündür. Bu bakımdan somut uyuşmalıkta bir yasal boşluk bulunduğundan söz edilemeyeceğinden, kıyas yoluyla karşılaştırmalı hukukta mevcut hükümlerin veya 5846 Sayılı FSEK Ek 4 maddesi hükmünün yada sonradan yürürlüğe giren 5651 Sayılı Yasa hükümlerinin uygulanarak yasal boşluğun giderilmesine dair mahkeme görüşü isabetli görülmemiştir. Ancak, yukarıda (1) nolu bentte de açıklandığı üzere, davalı yer sağlayıcısının ihlalden dolayı tazminatla sorumlu tutulabilmesi esasen kusur şartına bağlı olduğundan, tecavüz teşkil eden içeriğin bizzat yer sağlayıcı olan davalı tarafından işletmeciliğini yaptığı web sitesine konulmuş olması veya davalının içerik sağlayıcı üçüncü kişi satıcı ile el ve işbirliği içerisinde hareket etmiş olması halleri dışında tazminatla sorumlu tutulabilmesi için; hak sahibi tarafından tecavüze dair bir ihtarın davalıya ulaştırılması sonucu ihlalden haberdar olmasına rağmen tecavüz oluşturan içeriği web sitesinden çıkartmamak suretiyle kusurlu olduğunun kanıtlanması halinde mümkün olabilecektir. Ne var ki, davacı iş bu davada davalıya ait web sitesi vasıtasıyla gerçekleştirilen marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti ile 556 Sayılı KHK’ nin 61 ve 62. maddeleri gereğince tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve söz konusu içeriğin web sitesinden çıkartılması da dahil olmak üzere tecavüzün sonuçlarının ortadan kaldırılmasını da talep ve dava etmiştir. Bu taleplerin ileri sürülebilmesi için davalının kusurlu olması şart değildir. Başka bir deyişle, web sitesi aracılığıyla gerçekleşen ihlale son verilmesi amacıyla web sitesinin işleticisi ve yer sağlayıcı durumundaki davalı aleyhine önceden ihtar gönderilmeksizin marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması ve önlenmesi talepli davanın açılması mümkündür. Bu nedenle, tecavüzün tespiti, durdurulması ve önlenmesi hakkındaki davada davalının pasif dava ehliyeti bulunduğunun kabulü ile işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, tecavüz oluşturan içeriğin web sitesinden çıkartılması hususunda ihtar yapılmadan davalı aleyhine dava açılamayacağı gerekçesiyle husumetten ret kararı verilmesi doğru görülmemiştir…) gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, haksız rekabetin hükmen tespiti, men’i, davacı şirkete ait markalardan faydalanma haklarına tecavüzün ref’i, internet sitesi üzerinden yapılan yayınının ve satışlarının durdurulması, satışa arzın önlenmesi, iltibasa sebebiyet veren ürünlerin ve ambalajların toplatılması ve imhası, 10.000 YTL manevi tazminat ve mahkeme kararının ilanı isteklerine ilişkindir. Davacı vekili, davalı şirketin müvekkili şirkete ait tescilli ve tanınmış markaları ile iltibas yaratacak şekilde aynı ibareleri ve tanıtma vasıtalarını içeren taklit ürünleri “www.g.com” adresi üzerinden ticaretini yapmak suretiyle satışa arz ettiğini,bu eylemlerinin müvekkilinin marka haklarına tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek, davalının vaki haksız rekabetinin hükmen tespitine, men’ine ve yukarda belirtilen diğer isteklerine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, müvekkili şirket tarafından oluşturulan portalın çalışma sisteminin tamamen kullanıcılar arasında iletişimi sağlama ve yapılan alış verişlerde ödemenin güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi üzerine kurulduğunu, hiçbir ürünün satış, pazarlama, reklam ve dağıtımının müvekkili tarafından yapılmadığını, satışa arz olunan ürünlerin müvekkili şirket nezdinde bulunmadığını, site üzerinden gerçekleştirilen işlemlerle ilgili tüm hukuki sorumluluğun kullanıcılara ait olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, “davacı adına tescilli markayı taşıyan ürünlerin internet sitesinde satışa sunulduğu tespit edilmişse de, davalı firmanın servis sağlayıcısı konumunda olduğu, elektronik ticarete ilişkin Avrupa Birliği Direktifi’ne göre servis sağlayıcıların sorumluluğunun, ürünün taklit olduğu uyarısına rağmen satışa arzına devamı halinde söz konusu olduğu,davacının böyle bir girişimde bulunmadan doğrudan dava açtığı ve ayrıca davalının servis sağlayıcısı olarak kendiliğinden ürünlerin taklit olup olmadığını bilebilecek durumda olmaması, talep halinde koşulları varsa ancak erişimi engelleme yetkisi bulunduğundan, davalının haksız rekabetinden söz edilemeyeceği” gerekçesi ile bu yöndeki talebin husumetten reddine; ancak ürünlerin taklit olduğu tespit edildiğinden taklit kozmetik ürünlerin yayın ve satışının önlenmesine, koşulları oluşmadığından ilan talebinin de reddine karar verilmiştir. Davacının temyizi üzerine verilen karar,Özel Daire tarafından; “marka hakkına tecavüz sayılan eylemlerin 556 sayılı KHK’nin 61.maddesinde düzenlendiği, dava tarihinde yürürlükte olan ilgili maddenin “e” bendinde (a) ve (c) bentlerinde yazılı fiillere iştirak veya yardım veya bunları teşvik etmek veya hangi şekil ve şartlarda olursa olsun bu fiillerin yapılmasını kolaylaştırmanın marka hakkına tecavüz sayıldığı, davacının markasını taşıyan taklit kozmetik ürünlerinin davalının kendisine ait internet sitesi aracılığı ile satışa sunulması sonucu anılan madde uyarınca markaya tecavüz halinin gerçekleştiğinin kabulünün gerektiği, çünkü söz konusu maddede hangi şekil ve şartlarda olursa olsun marka hakkına tecavüz sayılan fiillerin yapılmasını kolaylaştırmanın da marka hakkına tecavüz sayıldığı, 556 sayılı KHK’de davalı servis sağlayıcının sorumlu tutulabilmesi için ürünlerin taklit olduğuna ilişkin olarak önceden bir uyarıda bulunulması zorunluluğu da getirilmemiş olduğundan mahkemenin bu yöndeki gerekçesinin yerinde olmadığı, mahkemece, davalının kendisine ait internet sitesi aracılığı ile taklit ürünlerin satışa arz edilmesinin, satışının kolaylaştırılması suretiyle marka hakkına tecavüz olarak kabulü ile davacının tüm istemleri yönünden bu doğrultuda bir inceleme yapılarak hüküm tesis edilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulmuştur. Yerel Mahkeme, davanın açıldığı tarihte “internet üzerinde faaliyet gösteren platform işleticilerinin sorumluluğu” konusunda Türk Hukukunda yasal düzenleme bulunmadığından “Elektronik Ticarete İlişkin AB Direktifi” emsal alınarak kanun boşluğunun giderilmeye çalışıldığı, zaten kararda AB direktifinin önerdiği çözümün yanı sıra özellikle “servis sağlayıcının kendiliğinden ürünlerin taklit olup olmadığını bilebilecek” durumda olmaması ve ancak talep halinde şartları varsa erişimi engelleme yetkisi bulunduğunun vurgulandığı, bu kanun boşluğunun davanın devamı sırasında ilk karardan sonra yürürlüğe giren 5651 sayılı Yasa ile doldurulduğu, 5651 sayılı İnternet Üzerinden Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki Kanun’un, kararda değinilen AB direktifinin uyarlanmasından ibaret olduğu, anılan kanunun 5.maddesine göre yer sağlayıcının, yer sağladığı içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı bir faaliyetin söz konusu olup olmadığını araştırmakla yükümlü olmadığı,kanunun 8. ve 9.maddelerine göre de, yer sağlayıcının, haberdar edilmesi halinde ve teknik olarak imkan bulunduğu ölçüde hukuka aykırı içeriği yayından kaldırmakla yükümlü olduğu, yasanın karar tarihinden sonra yürürlüğe girdiği ve Türkiye AB ülkesi olmadığı için söz konusu direktifin Türk Hukuku yönünden bağlayıcılığının olmadığı,ancak bu konuda yasal boşluk bulunması nedeniyle boşluğun doldurulmasında söz konusu direktif hükümlerinden yararlanıldığı, öte yandan AB direktifinin ilgili hükümlerinin daha önce sadece 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun ek 4.maddesinin 4.fıkrasını değiştiren 12/03/2004 tarih ve 5101 sayılı yasa ile öngörüldüğü, davalının faaliyetinin konusunun zaten kullanıcılara bu verileri iletmekten ibaret olduğundan, gerek 5651 sayılı Yasa, gerek yasanın alındığı AB direktifi, ABD Digital Milenium Copyright Yasası ve gerekse bu konudaki lehte ve aleyhteki tüm yabancı mahkeme kararlarında “internet üzerinde teknik aracıların salt bu hizmetleri nedeniyle sorumlu olmadıkları vurgulandıktan sonra taklit satışı öğrendikten sonra erişimi engellememeleri veya uyarılara rağmen tedbir almamaları halinde istisnai olarak sorumlu olacaklarının benimsendiği, platform işleticiliği teknik alt yapı hizmetlerinin bizzat kendisinin “taklit fiillerini kolaylaştırmaya katkı” fiilleri kapsamında değerlendirilerek “marka hakkına tecavüz sayılan fiillerin yapılmasını kolaylaştırma” olarak düşünülemeyeceği gerekçesiyle önceki hükümde direnildiği belirtilmişse de; Hukuk Genel Kurulu tarafından Mahkemece kurulan bu hükmün direnme kararı değil, yeni bir hüküm olduğu, temyiz itirazlarının Özel Dairece incelenmesi gerektiği gerekçesi ile dosya Özel Daireye gönderilmiştir.Özel Daire tarafından ise hüküm, yukarıya başlık bölümüne metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur. Yerel Mahkemece, dava konusu uyuşmazlığın Yargıtay bozma kararında dayanılan 556 sayılı KHK’nın 61.maddesinin (e) bendi kapsamında “hangi şekil ve şartta olursa olsun, bu fillerin yapılmasını kolaylaştırma” hükmü kapsamında değerlendirilmesi olanağı olmadığı, zira davalının yasal ticari işlevinin zaten internet üzerinde teknik alt yapı vermekten ibaret olup, bu aktivitesinin yasal olduğu gibi direktifin 2.maddesiyle de öngörüldüğü üzere bu etkinlik veya kullanıcıların bu sitelere erişiminin ön izne de tabi tutulamayacağı, bu faaliyetlerini sürdürürken teknik iletimini sağladıkları üçüncü kişilere ait bilgi veya verilerin yasal içerik taşıyıp taşımadığını kontrol veya araştırma yükümlülüklerinin de bulunmadığını, zaten kendilerine böyle bir yükümlülük verilmiş olsaydı, dünyada bu yolla satılan milyonlarca ürün nedeniyle denetim imkansızlığı söz konusu olacağından işleticilerin de yasal sorumluluktan korunmak için bu tür faaliyetleri göze alamayacaklarından internet üzerinde elektronik ticaretin de engellenmiş olacağı, gerek Avrupa Adalet Divanı kararının ve gerekse Amerikan Mahkemesinin gerekçesinde kabul edildiği üzere, internet üzerinde taklit ürün satımı ihtimalinin her zaman olduğunu, ancak bunu önleme sorumluluğunun hak sahibine ait olup yer sağlayıcının ancak taklidi öğrendikten sonra satışa izin vermesi halinde sorumlu olacağını, dolayısıyla da TTK ile Rekabet Kanunu ve belirtilen TRİPS ve Paris Konvansiyonu’nun genel hükümleri ile güvenceye alınan “ticaret serbestisi” hakkı nedeniyle davalının sorumlu tutulmasının mümkün olmadığı gibi, zaten karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 5651 sayılı Yasa ile de açıkça sorumsuzluğunun kabul edildiğini, öte yandan anılan Yasa’da öngörüldüğü şekilde davacı ürünün taklit olduğunu tespit ettikten sonra erişimi engellemesi veya içerikten çıkarması için davalıya başvurmadığından kanunun 8 ve 9.maddeleri gereğince de sorumluluğuna gidilmesinin söz konusu olamayacağı, davalının verdiği alt yapı hizmetlerinin karşılığı olarak ücret alması ve ücretinde satılan ürünün bedelinin belirli bir yüzdesi şeklinde kararlaştırılmasının satışa iştirak olarak yorumlanamayacağı, zaten bu uygulamanın dava konusu ürünlerle sınırlı olmayıp, sitedeki tüm kullanıcıları kapsadığı, alıcıların daha güvenli alışveriş yapmalarını sağlamak dolayısıyla da rekabet gücünü artırmak için kullanıcı sözleşmesinin tanımlar bölümünde “güvenli hesap” adı altında bir sistem oluşturup ürün bedelini önce bu hesaba kabul edip kendi hizmet bedelini tahsil edip, alıcının da onayını aldıktan sonra bedeli satıcıya aktarması, hizmet bedelinin güvenlikli ifasına ve alıcının korunmasına yönelik bir uygulama olduğunu, sitede satın alınan ürünlerin dava dışı firmalara ait olduğu, dava sırasında davalının dosyaya sunduğu bilgilerle tespit edildiği, taklit ürün satışını öğrenen davacının erişimin önlenmesi için davalıya başvurmadan doğrudan dava açmayı yeğlediği, dolayısıyla da davalının bozma kararında belirtilen gerekçeyle platform işleticiliği sıfatıyla sorumlu olması mümkün olmadığından ve taklidi bilerek satışa izin verdiği de kanıtlanamadığından, davalıya husumet düşmeyeceği, taklit ürün satan dava dışı kişilerin site üzerinde satışa devamının önlenmesi için asıl satıcıların davada taraf olmasına gerek olmayıp, siteye erişimi engelleme davalının sorumluluğunda olduğundan, sitedeki yayının ve satışın önlenmesine, diğer talepler yönünden davanın husumetten reddine ilişkin kararın hukuka uygun olduğundan önceki hükümde direnilmesine karar verilmiştir. Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının tescilli markalarını taşıyan taklit ürünlerin davalı yer sağlayıcısının işlettiği “www.g.com” adlı web sitesinde, dava dışı üçüncü kişiler tarafından satışa arzı suretiyle gerçekleştirilen tecavüz eyleminden dolayı, marka hakkına tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve tecavüzün haksız sonuçlarının ortadan kaldırılması talepli davada, davalı internet yer sağlayıcısının sorumluluğu hususunda dava tarihi itibariyle Türk Hukuk mevzuatında yasal boşluk bulunup bulunmadığı, kıyas yolu ile karşılaştırmalı hukuk ve 23/05/2007 tarihinde yürürlüğe giren 5651 sayılı Yasa hükümlerinin mi, yoksa mevcut 556 sayılı KHK’nin 61-62.maddelerinin mi uygulanacağı, buna göre davacının marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespiti, durdurulması ve önlenmesi istemleri hakkında mahkemece verilen husumetten ret kararı yerine, işin esası yönünden inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Öncelikle Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık konularından biri olan marka ihlali nedeniyle internet yer sağlayıcısının sorumluluğuna ilişkin olarak 556 sayılı KHK’de açık bir hüküm bulunmadığından Türk Hukuku’nda dava tarihi itibariyle yasal bir boşluk bulunup bulunmadığı hususu üzerinde durulmasında yarar vardır: Mahkemece, marka ihlali nedeniyle internet yer sağlayıcısının sorumluluğuna ilişkin olarak 556 sayılı KHK’de açık bir hüküm bulunmadığı, davalının ticari faaliyetinin, kullanıcıların eylemlerinden bağımsız bir şekilde gerçekleştirilen ve sadece internet üzerinden platform işletmeciliği yaparak, web sitesine kullanıcılar tarafından yüklenen verilere teknik erişim sağlanması olduğu, üçüncü kişilere ait verilerin yasal olup olmadıklarını kontrol ve araştırma yükümlülüğü bulunmadığı, bu nedenle de internet ortamındaki yer sağlayıcılığı faaliyetinin 556 sayılı KHK’de düzenlenmediği gibi, aynı KHK’nin dava tarihinde yürürlükte iken daha sonra 21.01.2009 tarih 5833/2.maddesi ile yürürlükten kaldırılan 61/(e) bendi kapsamındaki iştirak veya hangi şartlarda olursa olsun tecavüz fiillerinin yapılmasını kolaylaştırmak olarak da nitelendirilemeyeceği belirtilmiştir. İnternet yer sağlayıcısının sorumluluğuna dair herhangi bir yasal düzenleme olmadığından, 4721 sayılı TMK’nun 3.maddesine dayalı olarak 2000/31 sayılı AB Elektronik Ticaret Direktifi, ABD Dijital Milenyum Telif Hakları Yasası, 5846 Sayılı FSEK Ek. 4.maddesi hükümlerinden de istifade edilerek; hak sahibi tarafından önceden uyarı yapılmasına rağmen içeriğin web sitesinden çıkartılmayıp ihlale devam edilmesi halinde (uyar/kaldır ilkesi) sorumlu tutulması şeklindeki “istisnai bir sorumluluk” hali olarak kabulü suretiyle bu konudaki yasal boşluğun doldurulduğu, nitekim dava tarihinden sonra yürürlüğe giren “5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”da da, AB Elektronik Ticaret Direktifi esas alınarak Türk Hukukunda internet yer sağlayıcısının sorumluluğunun aynı şekilde çözümlenmek suretiyle yasal boşluğun da giderildiği, dolayısıyla önceden ihtarname göndermeden davalıya doğrudan husumet yöneltilerek dava açılamayacağı görüşü benimsenmiş ise de; 24/06/1995 tarih 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin amacını düzenleyen 1.maddesinde; “Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin amacı, bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine uygun olarak tescil edilen markaların korunmasını sağlamaktır. Bu Kanun Hükmünde Kararname, markaların korunmasına ilişkin esasları, kuralları ve şartları kapsar.” denilmekle tescil edilen markaların korunmasına ilişkin usul ve esaslar düzenlenmiştir. Yine dava tarihinde yürürlükte bulunan 61.maddesi de hangi fiillerin marka hakkına tecavüz sayılacağını saymıştır.Buna göre; “a) 9’uncu maddenin ihlali, b)Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek. c)Markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği halde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak,dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için ithal etmek veya ticari amaçla elde bulundurmak, d)Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek. e) (a) ila (c) bendlerinde yazılı fiillere iştirak veya yardım veya bunları teşvik etmek veya hangi şekil ve şartlarda olursa olsun bu fiillerin yapılmasını kolaylaştırmak,” Öte yandan genel hüküm niteliğinde olup, dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 50.maddesine (6098 Sayılı TBK mad. 61) göre, asıl mütecaviz ile onun fiillerine iştirak eden, yardım eden veya yapılmasını kolaylaştıran kişiler zarar görene karşı müteselsilen sorumludurlar. Bu husus, 21.01.2009 tarih 5833 sayılı Yasanın 2.maddesi ile yürürlükten kaldırılan 556 sayılı KHK’nin 61/(e) bendinde de düzenlenmiş olup, “Marka Hakkına Tecavüz Sayılan Fiiller” başlıklı 61.maddesinin, dava tarihinde yürürlükteki, (e) bendine göre, aynı maddenin (a) , (b) ve (c) bentlerinde sayılan fiillere iştirak etmek, yardımda bulunmak, bu tür eylemlerin yapılmasını teşvik etmek ve hangi şekil ve şartlarda olursa olsun kolaylaştırmak da marka hakkına tecavüzdür. Madde hükmü uyarınca da anılan eylemleri gerçekleştiren kişi de iştirak yolu ile mütecavizdir. Yukarıda belirtilen madde metinleri göz önünde bulundurulduğunda, haksız fiilden kaynaklanan kusura dayalı sorumluluk türleri dava tarihinde yürürlükteki 818 sayılı mülga BK’nda genel hüküm niteliğinde ve 556 sayılı KHK 61/(e) bendinde de özel hüküm niteliğinde düzenlenmiş olup, davalı eyleminin de bu maddelerde belirtilen iştirak halinde sorumluluk halleri kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Yargılama sırasında 23.05.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ile içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve toplu kullanım sağlayıcıların yükümlülük ve sorumlulukları ile internet ortamında işlenen belirli suçlarla içerik, yer ve erişim sağlayıcıları üzerinden mücadeleye ilişkin esas ve usuller ; 5, 8 ve 9.maddelerinde de internet servis sağlayıcısının yükümlülükleri ve bu kapsamda kalan eylemlerden dolayı sorumluluk koşulları düzenlenmiştir. Ancak, dava tarihinden sonra bu konuda özel bir yasal düzenleme yapılmış olması nedeniyle dava tarihinde yürürlükte olan yukarıda bahsedilen genel ve özel hükümlerin varlığı karşısında internet yer sağlayıcısının sorumluluğu hususunda mevzuatta yasal boşluk bulunduğu sonucuna da varılamaz. Öyle ise, yerel mahkemenin dava tarihinde internet yer sağlayıcısının sorumluluğu hakkında mevzuatta özel bir düzenleme bulunmayıp bu hususta yasal boşluk olduğuna dair direnme gerekçesi yerinde değildir. Bunun yanı sıra, marka hakkına tecavüz eylemi esasen bir haksız fiil olduğundan, haksız fiilden dolayı tazminata hükmedilebilmesinin, mütecavizin kusurlu davranması şartına bağlı olmasına karşın (Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, Beşinci Bası, s. 503,504, Hamdi Yasaman , Marka Hukuku, Cilt II. s.1127-1133), tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve tecavüz sonuçlarının ortadan kaldırılması talepleri için kusurun varlığı şart değildir (Tekinalp Ü. a.g.e. s. 498, Yasaman H. a.g.e. s.1126). Ancak, öğretide dava tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı KHK’nin 61.maddesi (e ) bendine göre (a), (b) ve (c) bentlerinde öngörülen tecavüz fiillerine iştirak veya yardım etmek ya da bu fiilleri teşvik etmek veya yapılmasını kolaylaştırmak eylemi, söz konusu eylem temelde bir akit dışı sorumluluk (haksız fiil sorumluluğu) olduğuna göre, bu kişilerin sorumluluğunun ancak kusurlu olmaları halinde gündeme gelebileceği görüşü ileri sürülmektedir (Yasaman H. a.g.e. s.1020). Bunun yanı sıra, iştirak, yardım, teşvik ve kolaylaştırma fiillerini işleyenlerin asıl mütecavizin fiilinin tecavüz oluşturduğunu bilmeleri veya bilebilecek durumda bulunmaları da gerekir (Tekinalp Ü. a.g.e. s.460). Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, internetin yapısı, internet ortamının teknik özellikleri ve işletilme koşulları itibariyle davalının işlettiği web sitesinde üçüncü kişilerce gerçekleştirilen tecavüzleri bildiği ya da bilebilecek durumda olduğunun kabulü mümkün olamayacağından; somut uyuşmazlıkta ileri sürülen talepler bakımından da kusur şartının gerçekleşmesi ve dolayısıyla da davalının iştirak halinde sorumluluğuna gidilebilmesi için önceden haberdar edilmesi ve buna rağmen haklı veya yasal bir neden olmaksızın ihlal oluşturan içeriğin davalı tarafından web sitesinden çıkartılmaması gereklidir. Açıklanan bu gerekçe itibariyle, davalı internet yer sağlayıcısı aleyhine açılan tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve tecavüz sonuçlarının ortadan kaldırılması davası bakımından da davalının iştirak halinde tecavüz nedeniyle sorumlu tutulabilmesi kusur şartına bağlı olduğundan; yerel mahkemenin direnme kararı açıklanan bu değişik gerekçe itibariyle yerindedir. Ne var ki, somut uyuşmazlıkta davacının yukarıdaki paragrafta açıklanan tecavüzün tespiti, durdurulması, önlenmesi ve tecavüz sonuçlarının ortadan kaldırılması talebini de içeren 20.07.2006 tarihli dava dilekçesinin davalıya tebliği üzerine, davalı tarafça herhangi bir sorumlulukları bulunmadığından bahisle davaya karşı çıkılarak davanın reddi savunulmuş ve mahkemenin bu yolda verdiği ihtiyati tedbir kararına da itiraz edilerek, kaldırılması istenilmiştir. Oysa, dava dilekçesi aynı zamanda ihtarname yerine de geçeceğinden, tecavüzün varlığından haberdar olan davalının yasal ve haklı bir neden olmaksızın ihtarname gereğinin yerine getirilmemesinden dolayı kusurlu davrandığı ve artık bu talepler bakımından da davalıya husumet düşeceğinin kabulü ile anılan hususlarda davalıyı da bağlayıcı nitelikte eda hükmü kurulması gerekirken, yerel mahkemenin önceden ihtarname gönderilmediğinden bahisle davanın husumetten reddine ilişkin direnme gerekçesi isabetli değildir. Yerel Mahkemece dava dışı asıl mütecavizler bakımından marka hakkına tecavüzün önlenmesine yönelik karar verildiği, böyle bir davada taklitçi üçüncü kişilerin taraf gösterilmesi zorunluluğunun da bulunmadığı, hükmün infazının da hakkındaki dava reddedilen davalı yer sağlayıcı tarafından gerçekleştirileceği, Özel Daire bozmasına uyulduğu taktirde başka türlü bir karar verilmesi imkanı olmadığı görüşü de açıklanmış ve direnme kararının “hüküm” fıkrasının (1) nolu bendinde davalı internet yer sağlayıcısı hakkındaki davanın husumetten reddine, (2) nolu bendinde dava dışı asıl mütecavizler tarafından web sitesinde taklit markaları taşıyan ürünlerin yayın ve satışının önlenmesine, daha önce verilen tedbirin devamına karar verilmiştir. Bilindiği üzere, dava tarihinde yürürlükteki mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50.maddesi, 556 sayılı Markalar Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin 61/(e) maddesi uyarınca asıl mütecaviz ile bu fiile iştirak eden kişiler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığından bu kişiler aleyhine birlikte ya da ayrı ayrı dava açılması mümkündür. Bir davada verilecek hükmün öncelikle taraflar arasındaki uyuşmazlığı giderecek ve yine o davanın taraflarını bağlayacak şekilde oluşturulması gerekir. Davalı işletmecinin web sitesi üzerinden piyasaya mal ve hizmet arz edenler ile alıcıların tabi oldukları kurallar; davalı tarafından hazırlanan ve elektronik ortamda imza suretiyle gerçekleştirilen “G. Com Kullanıcı Sözleşmesi” isimli sözleşme ile belirlenmiştir. Bu sözleşmede “üyeler arasındaki iş ve işlemlerin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesinin sağlandığı, özel bir ödeme ve güvenli hesap sistemi bulunduğu ve davalının sisteme erişimi engelleme hakkının olduğu” hususları da yazılıdır. Bu durumda, marka hakkına tecavüz oluşturan içeriğin davalı tarafından web sitesinden çıkartılması ya da erişiminin engellenmesi ve yine ileride muhtemel tecavüz tehlikesinin önlenmesi hususunda davalıyı da bağlayan bir eda hükmü verilmesini istemekte davacının hukuki yararının bulunduğu aşikardır. Bu durumda, yukarıda açıklandığı üzere davalıya tebliğ olunan dava dilekçesinin içeriği itibariyle tecavüzden haberdar olan ve buna rağmen üçüncü kişiler tarafından davalıya ait web sitesindeki ihlal oluşturan dava konusu içeriğin web sitesinden çıkartılması ya da erişimin engellenmesi şeklinde olumlu bir davranışta bulunmayarak, tecavüz teşkil eden içeriği işletmecisi olduğu “www.g.com” adlı web sitesinden çıkartmamak suretiyle kusurlu davranan davalının, iştirak halinde sorumluluğu nedeniyle davacının tescilli marka hakkına tecavüzün durdurulması, önlenmesi ve tecavüzün sonuçlarının ortadan kaldırılması talepleri bakımından eda hükmü oluşturulması gerekirken; davanın husumetten reddine ilişkin yerel mahkeme direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir. S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3.maddesinin atfı dikkate alınarak HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 15.01.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2018/4656 E. , 2020/3483 K. MAHKEMESİ :FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada İstanbul Anadolu 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 29/03/2016 gün ve 2014/280 – 2016/29 sayılı kararı onayan Daire’nin 07/05/2018 gün ve 2016/11553 – 2018/3276 sayılı kararı aleyhinde davacı vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin Ks-Analysis Alman firmasının Türkiye’deki yetkilisi olduğunu, bu firmanın yeraltı araştırma cihazı ürettiklerini, bu firmanın “KS-Analysis” markası üzerinde hak sahibi olduğunu, aynı zamanda “KS-Analysis” ibaresinin bu firmanın ticaret unvanı olduğunu, davalı ile KS-Analysis firması arasında 30 Haziran 2011 tarihinde ön distribütörlük sözleşmesi ve 15 Haziran 2012’de ana distribütörlük sözleşmesi imzalandığını, davalının marka sahibi KS-Analysis firmasından hiçbir şekilde izin almadan ve firmayı bu konuda bilgilendirmeden 18 Mart 2013 tarihinde tamamen yetkisiz bir şekilde “KS-Analysis” markasını kendi adına tescili için TPMK’ye başvuruda bulunduğunu, bu firma ile davalı arasındaki sözleşme fesholunduktan sonra müvekkili ile KS-Analysis firması arasında 01-02 Ocak 2014 tarihinde sözleşme imzalandığını, bu sözleşme ile Türkiye’nin tüm bölgelerinde bu firmayı temsil etme ve KS-700 zemin analizörünün Türkiye’de pazarlama yetkisinin verilmiş olduğunu, davalının marka tesciline müvekkilinin ve dava dışı KS-Analysis firmasının itiraz ettiğini ancak itiraz süresi geçtiği gerekçesiyle reddedildiğini, müvekkilinin KS-700 zemin analizörünün yetkili pazarlayıcısı olmasına rağmen tanıtım ve satış faaliyetlerinde bulunamadığını, davalının marka tescilinde kötüniyetli olmasından dolayı 2013/24819 tescil nolu “KS-Analysis” markasının tescilinin hükümsüzlüğüne, sicilden terkinine ve marka hakkına tecavüzün ve haksız rekabetin feshi, önlenmesi, maddi ve manevi tazminat talep hakkının saklı tutulmasını talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, 2013/24819 tescil nolu “KS-Analysis” markasının müvekkili adına tescil edildiğini, TPMK ve Avrupa Patent Ofisi nezdinde tescil edilmiş başka bir “KS-Analysis” markası bulunmadığını, davacının iddiasının aksine “KS-Analysis” şirketinin bir evin bodrum-garaj tipi bir yerde iş yapan basit bir işletme olduğunu, davacının bu davayı açamayacağını, aktif husumet ehliyeti bulunmadığını, markanın hükümsüzlüğü için 556 sayılı KHK’nın 7. ve 8. maddesinde aranan şartların bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacının dava dışı KS-Analysis firmasından KS-700 cihazının Türkiye’de satışı için sözleşme imzaladığı ve inhisarı lisans hakkı aldığı, zarar gören olarak bu davayı açabileceği, KS-Analysis firmasının markasının tanınmış olmadığı, bu firma ile davalı arasında ise daha önce 15.06.2012 tarihinde KS-700 cihazlarının satışı için distribütörlük sözleşmesi imzalandığı, davalının KS-Analysis firmasından izin ve onay almadan kendi adına marka tescili yapmasında iyiniyetli sayılamayacağı, TTK m. 18/2 hükmü kapsamında basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğüne de aykırı davrandığı, davacının ya da dava dışı Alman firmasının tescilli markası veya marka başvurularının bulunmadığı, bu nedenle 556 sayılı KHK m. 7/1-b ve m. 8/1-b hükümleri kapsamında hükümsüzlük şartlarının oluşmadığı, markanın TPMK nezdinde davalı adına kayıtlı olması nedeniyle de marka tecavüzünün oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiş; Dairemizce Karar, düzeltilerek onanmıştır. Bu kez davacı vekili, karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Dava, marka hükümsüzlüğü istemine ilişkin olup davalı, Almanya’da mukim dava dışı “KS-Analysis” firmasının ürünlerini Türkiye’de satmak için bu firma ile önce 30.06.2011 tarihli distribütörlük ön sözleşmesi, sonrada 15.06.2012 tarihli distribütörlük sözleşmesi imzalamıştır. Davalının 15.06.2012 tarihli sözleşme hükmünü yerine getirmediğini ileri süren dava dışı KS-Analysis firması 10.10.2013 tarihinde gönderdiği bildirim ile sözleşmeyi feshetmiştir. Bu fesih bildiriminden önce 18.03.2013 tarihinde davalı hak sahibi olan yurt dışı firmanın onayını ve iznini almadan “KS-Analysis” markasını kendi adına tescil ettirmek için TPMK’ye başvuruda bulunmuş ve başvurusu 14.10.2013 tarihinde bültende yayımlanmıştır. Yurt dışı firma, davalı ile olan sözleşmeyi feshettikten sonra ürünlerinin Türkiye de satış ve dağıtımını yapmak için davacı ile distribütörlük/yetkili temsilcilik sözleşmesi imzalamıştır. Bundan sonra ise, davalı vekili 18.03.2014 tarihinde davacıya gönderdiği ihtarla davacının “KS-Analysis” adı altında Türkiyede yaptığı tüm faaliyetlerin 15 gün içinde durdurulmasını, aksi takdirde tüm gümrüklerde ürün giriş ve çıkışlarının ve Türkiyedeki satışlarının durdurması için gerekli işlemlerin yapılacağı, maddi ve manevi tazminat davalarının açılacağı bildirilmiştir. Davacı ise işbu davayı 30.09.2014 tarihinde açmıştır. Dava dışı yurt dışı firma ile davalı ve davacı arasında yapılan sözleşmeler 556 sayılı KHK kapsamında düzenlenen lisans sözleşmesi değil, distribütörlük ve yetkili temsilcilik sözleşmeleridir. 556 sayılı KHK’nın 43. maddesi uyarınca zarar gören gerçek ve tüzel kişiler markanın hükümsüzlüğü davası açabilirler. Zarar gören kişi kavramı, zarar gören veya zarar görme tehlikesiyle karşılaşan ya da dava konusu işareti kullanabilme olanağı haksız olarak kısıtlanan yahut kısıtlanma riski altında olan her hangi bir gerçek veya tüzel kişiyi kapsar. Dosya kapsamından anlaşıldığı üzere, Yurt dışı KS-Analysis firmasının ürünlerinin Türkiye’de satışını yapmak için hak sahibi tarafından temsilcilik verilen davacının bu faaliyetinin davalı tarafından engellenme riski bulunmaktadır. Nitekim, davalı tarafından davacıya gönderilen mailde davacının faaliyetini durdurması ihtar edilmiştir. Bu durumda, davacının hükümsüzlük davası açmak için hukuki menfaatı bulunmaktadır. Bu husus mahkemenin de kabulündedir. Davalı hak sahibi olan Paris sözleşmesine taraf Alman Devleti uyruklu KS-Analysis firması ile yapmış olduğu distribütörlük sözleşmeleri kapsamında Türkiye’de kullanma hakkını elde ettiği yabancı şirketin markası ve unvanı olan işareti Türkiye’de kendi adına 556 sayılı KHK m. 8/1-b-2 hükmüne aykırı şekilde marka olarak tescil ettirmiştir. Markası Türkiyede tescilli olmayan hak sahibinin izni ve onayı olmadan davalının kendi adına markayı tescil ettirmesi 556 sayılı KHK’nın 8/1-b-2 maddesine aykırıdır. Bu durumda, esasen hak sahibi olan ve distribütörlük veren dava dışı yurt dışı firmanın Paris Sözleşmesi m. 6 ve 556 sayılı KHK m. 8/b-1-2 hükmü uyarınca hem tescile itiraz etme hakkı, hem de m. 42 ve 43 hükümleri uyarınca hükümsüzlük davası açma hakkı bulunmaktadır. Nitekim TPMK nezdinde yapılan itiraz süre yönünden reddedilmiştir. Asıl olan ticaret hayatında mal ve hizmetlerde kullanmak için markanın iyi niyetle tescil edilmesidir. Aksi durum, yani markanın kötüniyetle tescil edilmesi uygulamada bir hükümsüzlük sebebi olarak kabul edilmiştir. Davalı, tarafı olduğu distribütörlük sözleşmesinin konusu “KS-Analysis” ibareli markayı ve aynı zamanda sözleşmenin diğer tarafının unvanı olan işareti hak sahibinin izni ve onayı olmadan marka olarak kendi adına tescil ettirdiğinden ve bu tescilde, hak sahibinin Türkiye de tescil yaptırmasına ve başkaları ile tistribütörlük sözleşmesi yapmasına engel olmak ve dolayısıyla aynı ürünün başkaları tarafından pazarlanmasının önüne geçmek gibi amaçlar bulunduğundan, davalının marka tescili kötüniyetlidir. Bu husus mahkemenin de kabulündedir. Hakkın açıkça kötüye kullanılmasını ise hukuk düzeni korumaz (TMK m. 2, f.2). O nedenle mülga 556 sayılı KHK da hüküm bulunmamasına rağmen uygulamada kötü niyet hem marka için tescil engeli hem de hükümsüzlük sebebi kabul edilmiştir (HGK’nın 17.07.2008 gün ve 11-501/507 sayılı Kararı). Bu durumda, davalının marka tescilinde kötü niyetli olması, davacının da hükümsüzlük davası açmakta hukuki yararının bulunması karşısında davanın kabulü ile markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesi gerektiğinden Dairemizin 07.05.2018 tarih, 2016/11553 Esas 2018/3276 Karar sayılı onama ilamının kaldırılarak mahkeme kararının bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 07.05.2018 gün ve 2016/11553 Esas 2018/3276 Karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına ve Kararın davacı lehine BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin, temyiz ilam ve karar düzeltme harcının karar düzeltme isteyene iadesine, 14/07/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2018/4316 E. , 2019/6398 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 20. HUKUK DAİRESİ TÜRK MİLLETİ ADINA Taraflar arasında görülen davada Ankara 2. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesince verilen 01/06/2017 tarih ve 2016/454 E. – 2017/236 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 20. Hukuk Dairesi’nce verilen 05/07/2018 tarih ve 2018/70 E. – 2018/801 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili; müvekkili şirketin BENİM’O ibareli 5, 29, 30 ve 32. sınıf ürünleri içeren tanınmış markaların sahibi olduğunu ve 2014/67096 sayılı “ETİ BENİM’O+ŞEKİL” ibareli 30. sınıftaki; “Şekerlemeler, çikolatalar, bisküviler, pastalar, krakerler, gofretler, kekler, tartlar.” ürünlerini içeren marka tescil başvurusunda bulunduğunu, davalı şirketin “BENİM” ibareli 29, 30 ve 32. sınıf ürünleri içeren 1997/191819, “BENİM KAYMAKLI” ibareli 30. sınıf ürünleri içeren 2006/43777, “BENİM+ŞEKİL” ibareli 29, 30 ve 32. sınıf ürünleri içeren 2006/51922 sayılı markalarına ve iltibas vakıasına dayanarak başvurunun reddi istemiyle itirazda bulunduğunu, Markalar Dairesi’nin davalının itirazını kabul ederek müvekkilinin başvurusunun reddine karar verdiğini, müvekkilinin hukuka aykırı ret kararının kaldırılması istemiyle itirazda bulunduğunu, YİDK tarafından 2016/M-9996 sayılı kararla müvekkili itirazının reddine karar verdiğini, kararın haksız ve hukuka aykırı olduğunu, çünkü “BENİM” ibareli markalarla ilgili süren ya da neticelenen davaları bulunduğunu, bu nedenle redde mesnet alınmasının mümkün bulunmadığını ileri sürerek YİDK kararının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı … ve Marka Kurumu vekili, müvekkili kurum kararının usul ve yasaya uygun bulunduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Davalı şirket vekili, müvekkilinin redde mesnet marka ve marka tescil başvurularının halen hükmünü sürdürdüğünü, buna karşın davacının “BENİM’O” ibareli 29, 30 ve 32. sınıf ürünleri içeren 2006/11600, 2007/24123, 2008/13202, 2008/35710, 2008/30570 sayılı markaların tescilinin müvekkilinin itirazı üzerine reddedildiğini, ret kararlarının iptali için açılan davaların da reddedilerek Yargıtay tarafından onanmak suretiyle kesinleştiğini, davacının bir kısım markalarının başvurudan sonra tescillerinin sağlandığını, başvuru konusu işaret ile redde mesnet markalar arasında iltibas doğmasının kaçınılmaz olduğunu, bu sebeple müvekkili itirazı üzerine davacının marka tescil başvurusunun reddinin hukuka uygun bulunduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; davalı şirketin BENİM ibareli 1997/191819 sayılı markasının İstanbul 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 14.10.2009 gün ve E.2009/58, K.2009/184 sayılı kararıyla kullanmama nedeniyle hükümsüz kılındığı, kararın kesinleştiği ancak bu kararın infaz edilmediği, infaz edilmediği için bu markanın Türk Patent kayıtlarında hukuki varlığını sürdürdüğü, YİDK karar tarihinde 1997/191819 sayılı markanın halen varlığını sürdürdüğü, YİDK kararının verildiği tarihteki koşullara göre değerlendirilmesinin gerekmesi sebebiyle diğer markalarla ilgili dava sonuçlarının beklenmesine gerek bulunmadığı, redde mesnet alınan markaların “BENİM” ibarelerinden oluştuğu, bu ibarenin asıl ve ayırt edici unsuru olduğu, davacının başvurusunun da “ETİ BENİM’O+ŞEKİL” ibareli olduğu, başvuru konusu işarette benim ibaresinin asıl ve ayırt edici unsur olduğu, redde mesnet marka ile başvuru konusu işaretin aynı veya benzer anlamsal, sescil ve görsel etkiyi bıraktıkları, her iki markanın aynı tür ürün ve hizmetleri içerdikleri, davacı başvurusunun müktesep haktan kaynaklanan seri marka tescilinden yararlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesi’nce; dava konusu 2016/M-9996 sayılı TPMK YİDK kararı ile davacının marka tescil başvurusunun davalı şirketin sadece 2006/43777 ve 2006/51922 sayılı markaları esas alınarak reddedildiğinden davalının 1997/191819 numaralı markasının işbu davada incelenmesine gerek olmadığı, davalının 2006/43777 numaralı markasının Ankara 3. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin kararı ile işbu davanın konusu emtia açısından hükümsüz kılındığı ve verilen kararın Yargıtay tarafından onandığı, davalının redde mesnet 2006/51922 sayılı ikinci markasının hükümsüzlüğü için açılan davanın Ankara 4. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin kararı ile reddedildiği ve verilen bu kararın Yargıtay’ca onandığı, davalının anılan markasının halen yürürlükte bulunduğu ve işbu davada davacının başvurusu ile aynı emtiayı kapsadığı, davacının “ETİ BENİM’O+ŞEKİL” ibareli marka tescil başvurusu ile benzer nitelikteki başka başvurularının da, davalının anılan 2006/51922 sayılı markasına dayalı itirazı sonucunda reddedilip ve verilen kararların Yargıtay incelemesinden geçerek onandığı, davacının işbu davada kendisine kazanılmış hak yaratacak hiçbir markasının da bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 8,50 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 09/10/2019 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2019/5268 E. , 2020/3361 K. MAHKEMESİ : FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 02.07.2018 tarih ve 2018/81-2018/269 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesinin davalı TPMK vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davalı şirketin “ELVİN” ibareli marka başvurusuna, müvekkilinin “Evin”, “EVİN”, “Ona’dan Evin” ibareli markalarını mesnet göstererek yaptığı itirazın, TPMK YİDK kararıyla reddedildiğini, müvekkili şirketin “EVİN” markasının tanınmış marka olduğunu, markaların benzer olduğunu, aynı/benzer mallar için tescil edilmek istendiğini ileri sürerek dava konusu YİDK kararının iptalini ve davalı markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı TPMK vekili; alınan kararlar ve yapılan işlemlerin usule ve yasaya uygun olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı şirkete ve davalı şirket tasfiye halinde olduğu için tasfiye memuruna usulüne uygun tebligat yapılmasına rağmen davaya cevap verilmemiştir. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya ve dosya kapsamına göre; davalının “elvin+şekil” ibareli başvuru markasıyla davacının Evin, şekil+Evin, Ona’dan Evin ibareli markaları arasında görsel ve sescil olarak ortalama tüketicileri iltibasa düşürecek derecede bir benzerlik bulunduğu, davacının marka kapsamındaki mallar ile davalının başvuru kapsamındaki malların benzer olduğu ve 556 sayılı KHK’nın 8/1 maddesindeki koşulların oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne, Türk Patent’in 2014-M-6679 sayılı YİDK kararının dava konusu edilen 2011/26760 başvuru sayılı markanın kapsamındaki tüm mallar yönünden iptaline, dava konusu marka tescilli olmadığından hükümsüzlük konusunda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Kararı, davalı TPMK vekili temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı TPMK vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı TPMK vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 18,50 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalı TPMK’dan alınmasına, 01/07/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Marka, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işarettir. bu tanımdan da anlaşılacağı üzere markanın 4 unsurunun bulunması gerekmektedir. bunlar 1 İşaret 2- Ayırt edicilik 3- Sicilde gösterilebilir olma 4- Mal ve/veya Hizmet unsurlarıdır. Bu unsurları inceleyecek olursak; 1- İşaret: kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaret marka olabilir. işaret olarak tescil edilebilecek işaret tek unsurdan oluşabileceği gibi karma bir işaret şeklinde de oluşabilir. 2- Ayırt edicilik: Sınai Mülkiyet kanununa göre en önemli unsurlarından bir tanesi, markanın ayırt edici olmasıdır. SMK Madde 4 kapsamında, işaretin, bir teşebbüsün mal ve hizmetlerini diğer teşebbüslerin mal ve hizmetlerinden ayırt etme fonksiyonundan bahsedilmektedir. Markanın belirli bir mal veya hizmete ilişkin ayırt ediciliğiyle ilgili olan SMK Madde 5(1)(b)’nin aksine, SMK Madde 4 ve bu maddeye atıf yapan 5/1(a) bendi mal ve hizmetten bağımsız olarak, bir işaretin soyut olarak kaynak gösterme işlevine sahip olup olamamasıyla ilgilidir. Ancak çok istisnai durumlarda, bir işaret, bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini diğer teşebbüslerin mal veya hizmetlerinden ayırt edilebilmesi için gerekli olan soyut ayırt ediciliğe bile sahip olamayabilir. Örneğin, “.” , “/” gibi işaretler herhangi bir mal veya hizmet için soyut ayırt ediciliğe sahip değildir. 3- Sicilde gösterilebilir olma: SMK Madde 4 kapsamında ayrıca, işaretin marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması gerekmektedir. 6769 sayılı SMK’nın Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 7. maddesinde, marka örneğinin gösterimine ilişkin düzenleme yapılmıştır. 4- Mal ve/veya Hizmet: SMKm. 7 hükmünde markaların mal ve/veya hizmetler için tescil edilebileceği hususu açıkça ifade edilmiştir. Marka Başvurusunda Bulunabilecek Kişiler • Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları. • Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yerleşim yeri olan veya sınai ya da ticari faaliyette bulunan gerçek veya tüzel kişiler. • Paris Sözleşmesi veya Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması hükümleri dahilinde başvuru hakkına sahip kişiler. • Karşılıklılık ilkesi uyarınca, Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki kişilere sınai mülkiyet hakkı koruması sağlayan devletlerin uyruğundaki kişiler, Türkiye’de marka başvurusunda bulunma hakkına sahiptir. Marka Tescili Zorunlu mudur? Markaların tescili zorunlu olmamakla birlikte, tescil marka üzerindeki hakları ispatlayan ve marka ihlalini engelleyen en önemli araçtır. Tescilli marka sahibine daha geniş bir koruma sağlandığından faaliyette bulunulan bütün ülkelerde marka tescili önemle tavsiye edilmektedir. Marka Tescilinin Marka Sahibine Sağladığı Haklar Nelerdir? Marka tescili, sahibine, markayı tek başına kullanma hakkı ve izinsiz kullanılmasını önleme yetkisi verir. Marka sahibi, tescil kapsamına giren aynı veya benzer mal veya hizmetlerle ilgili olarak karıştırılma ihtimali olan, tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterine zarar verecek nitelikteki herhangi bir işaretin izinsiz kullanımını önleme hakkına sahiptir. Tescilli bir marka başkasına devredilebilir, miras yolu ile intikal edebilir, kullanma hakkı lisans konusu olabilir, rehin verilebilir veya teminat olarak gösterilebilir. Tescilli olmayan markalar, markaların tescili ve korunması hakkındaki yasalarla getirilen haklardan ve korumadan yararlanamazlar. markalaşmadan yapılan ticari yatırım uzun soluklu bir yatırım olamaz. marka tescili ve markalaşma ticari hayatın olmaz sa olmaz gerekliliklerinden biridir.