Hukuk Genel Kurulu 2021/676 E. , 2023/96 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi SAYISI : 2018/92 E., 2018/205 K. KARAR : Davanın kabulüne araflar arasındaki önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı asıl tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi 4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin Samsun ili Canik ilçesi Hasköy Mahallesi 11639 ada 8 parsel sayılı taşınmazda 39/1200 oranında hissedar olduğunu, dava konusu taşınmazın hissedarlarından …..’in hisselerini 10.02.2015 tarihinde …..’a sattığını, …’ın da bu hisselerini 11.02.2015 tarihinde 20.000,00 TL’ye davalı …’e sattığını ve adına tescil ettirdiğini, yapılan satışın müvekkillerinin bilgisi ve rızası dışında yapıldığını, müvekkillerin önalım haklarının doğduğunu ileri sürerek taşınmazda yasal önalım hakkının tanınması suretiyle davalı üzerindeki taşınmaz payının müvekkilleri adına tapuya tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı 5. Davalı asıl, usulüne uygun tebligata rağmen cevap vermemiştir. Mahkeme Kararı 6. Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.10.2015 tarihli ve 2015/155 Esas, 2015/451 Karar sayılı kararı ile; paylı mülkiyet sahibi olan davacıların TMK’nın 732 nci maddesi gereğince önalım haklarının bulunduğu, yasal süre içerisinde önalım hakkının kullanıldığı ve satış bedeli ile harç olmak üzere toplam 20.400,00 TL’nin davacı tarafından davalı adına depo edildiği gerekçesiyle davanın kabulü ile TMK’nın 732 nci maddesi gereğince, davacılara tanınan yasal önalım hakkı sebebiyle 11639 ada 8 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 11.02.2015 tarihli ve 1206 yevmiye nolu işlem ile davalının …’dan iktisap ettiği 133/1200 hissenin tapu kaydının iptali ile iptal edilen bu hissenin davacılar adına eşit oranda tapuya kayıt ve tesciline, tapudaki satım bedeli olan 20.000,00 TL ile davalının ödediği 400,00 TL tapu harcı olmak üzere toplam 20.400,00 TL olarak depo ettirilen bedelin karar kesinleştiğinde davalıya ödenmesine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı asıl temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 02.11.2017 tarihli ve 2015/17711 Esas, 2017/8038 Karar sayılı kararı ile; ”…Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir. Önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüst davranma kuralı ile bağdaşmaz. Kötüniyet iddiası 14.2.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir. Önalım davalarında fiili taksime değer verilmesi için taksimin yazılı olarak yapılması ya da taşınmazın çok sayıda paydaşının bulunması halinde tüm paydaşları tarafından fiilen kullanılan bölümlerin olması gerekmez. Davacının kullandığı ve davalıya pay satan kişilerin kullandığı ayrı ayrı bölümler var ise satıcı zamanında kullanıma karşı çıkmayan, o yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda pay satışı nedeni ile önalım hakkını kullanması Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı kabul edilmektedir. Somut olayda; Davacı vekili; dava dışı …’ın 133/1200 payını davalı …’e satmasından dolayı önalım hakkına dayanarak davalı adına kayıtlı 11639 ada 8 parsel sayılı taşınmazın 133/1200 payının iptali ile müvekkili adına tescilini talep etmiş mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, davalı tarafından temyiz dilekçesi ile fiili taksim iddiasında bulunulmuştur. Fiili taksim iddiası davanın her aşamada ileri sürülebilecektir. Bu durumda Mahkemece; davalının fiili taksim savunmasında bulunduğu göz önüne alınarak taraf delilleri toplanıp usulüne uygun keşif yapılarak, özellikle zeminde davacının ve davalının veya davalıya pay satan kişilerin kullandığı yer olup olmadığının belirlenmesi ve davacının taşınmazın belli bir yerini kullanıp kullanmadığının araştırılması, bilirkişilerden tanıkların ve tarafların gösterdiği yerleri gösterir denetime elverişli krokiye bağlanmış rapor alınması, tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekeceğinden, kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı 9. Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.04.2018 tarihli ve 2018/92 Esas, 2018/205 Karar sayılı kararı ile, davalının davaya cevap vermediği, temyiz dilekçesi ile fiili taksim iddiasında bulunduğu, davaya cevap verilmediğinden HMK’nın 128 inci maddesine göre davayı inkâr etmiş sayılacağı ve inkâra yönelik delili sonradan bildiremeyeceği, cevap dilekçesi sunmayan, duruşmalara katılmayan davalının temyiz dilekçesi ile bildirmiş olduğu fiili taksim iddiasının açık kanun hükümleri karşısında dinlenilme olanağının bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin eldeki davada, cevap dilekçesi sunmayan davalının, temyiz dilekçesi ile fiili taksime yönelik sunduğu iddianın dinlenme olanağının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramlara ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır. 13. Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu söz konusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarların temlik hakkı sınırlandırılarak yasal önalım hakkı tanınmıştır. 14. Önalım hakkı, bir taşınmazın satılması durumunda satışın şartlarına uyulması koşuluyla bir kimsenin öncelikle satın alma hakkıdır (Türk Hukuk Lugatı, Ankara 2021 Baskı, Cilt I, s. 884). 15. Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden biri olup, 26.12.1951 tarihli ve 1951/1 Esas, 1951/6 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir. 16. Öte yandan 20.06.1951 tarihli ve 1949/13 Esas, 1951/5 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ise önalım hakkının hukuki niteliği; “Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur” şeklinde açıklanmıştır. 17. Yasal önalım hakkı, TMK’nın “Taşınmaz Mülkiyetinin İçeriği ve Kısıtlamaları” başlıklı ikinci ayrımında, “II. Devir hakkının kısıtlamaları 1. Yasal önalım hakkı” alt başlıkları altında “a. Önalım hakkı sahibi” başlıklı 732; “b. Kullanma yasağı, feragat ve hak düşürücü süre” başlıklı 733 ve “c. Kullanılması” başlıklı 734 üncü maddelerinde önceki kanundan farklı içerikte düzenlenmiştir. 18. Yürürlükte bulunan bu hükümlerle yasal önalım hakkının, paylı mülkiyette paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde kullanılabileceği, önalım hakkından feragatin yöntem ve koşullarının neler olduğu, satışın diğer paydaşlara bildirilmesi gereği, bu bildirimden ve satış tarihinden itibaren uygulanacak yasal sürelerin neler olduğu, bu hakkın dava açılarak kullanılabileceği, önalım bedelinin ve giderlerin nakden yatırılması gerektiği düzenleme altına alınmıştır. 19. Türk Medeni Kanunu’nun 732 nci maddesi; “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmünü içermektedir. Madde gerekçesinde ise: “Maddede paylı mülkiyette herhangi bir paydaşın kendi payını ister tamamen ister kısmen bir başkasına satması hâlinde, diğer paydaşların önalım haklarını kullanabilecekleri öngörülmüştür. Bu suretle, önalım hakkının, bir payın üçüncü kişiye tamamen veya kısmen satılması durumunda da kullanılabileceği vurgulanmıştır” ifadelerine yer verilmiştir. Anılan düzenlemede önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı öngörülmüştür. 20. Diğer taraftan davalının “fiili taksim” iddiasında bulunması nedeniyle bu kavram hakkında da açıklama yapılmasında fayda vardır. 21. Türk Medeni Kanunu’nda paydaşlar arasında fiili taksim hususu düzenlenmediği gibi, önalım hakkının kullanımına olan etkisine dair bir düzenleme de bulunmamaktadır. Bu kavram uygulamamıza Yargıtay içtihatları ile girmiştir. Yargısal içtihatlara göre paydaşlar arasında fiili taksim bulunduğu taktirde önalım hakkının kullanılmasının dürüstlük kurallarına aykırı olduğunun kabul edilebilmesi için, yasal önalım hakkına konu payın ilişkin bulunduğu bir taşınmazın bulunması, bu taşınmazın paydaşlarca kendi aralarında taksim edilmesi ve davacı ile davalıya pay satan paydaşın/paydaşların taşınmazın belirli bir kısmını kullanması gerekli ve yeterlidir. 22. 4721 sayılı TMK’nın 2 nci maddesinde herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını ifa ederken dürüstlük kurallarına uyması zorunluluğu getirilmiş, uyulmamasının yaptırımı olarak da hakkın kötüye kullanılmasının hukuk düzeni tarafından korunmayacağı belirtilmiştir. Bilindiği üzere hakkın açıkça kötüye kullanıldığı tüm hâllerde dürüstlük kuralına da aykırılık söz konusudur. Fiili taksimin hukuki dayanağını da TMK’nın bu maddesi oluşturmaktadır (Müslüm Tunaboylu: Önalım (Şuf’a) Davaları, Ankara 2008, s. 440). 23. Nitekim öğretide paylı mülkiyette fiili taksim durumu Yargıtay kararlarından bağımsız olarak tanımlanmamış olup yalnızca yasal önalım hakkının dürüstlük kuralına aykırı kullanımlarından biri olarak nitelendirilmiştir (Egemen Köylüoğlu: Önalım Davası Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2011, s. 94). 24. Somut olay ve dosya kapsamına göre, dava dışı …’ın, davaya konu 11639 ada 8 parsel sayılı taşınmazdaki ……’in paylarını satın aldığı, …’ın da bu payları tapuda davalı …’e sattığı, taşınmazda hissedar olan davacılar tarafından önalım hakkına dayalı olarak eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş olup, davalı asıl temyiz dilekçesi ile fiili taksim savunmasında bulunmuştur. 25. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, önalım davalarında fiili taksime değer verilebilmesi için taşınmazın çok sayıda paydaşının bulunması hâlinde tüm paydaşlar tarafından fiili olarak kullanılan bölümlerin bulunmasına gerek olmadığı, davacının ve davalının (davalıya pay satan kişilerin) kullandığı ayrı ayrı bölümlerin olması durumunda, satıcı zamanında kullanıma karşı çıkmayan (hak iddia etmeyen) davacının, pay satışı nedeniyle önalım hakkını kullanmasının dürüst davranma kuralı ile bağdaşmayacağı sonucuna varılmakla, fiili taksim savunması ile kötüniyet iddiasının, yargılamanın her aşamasında ileri sürülebileceği kanaatine varılmıştır. 26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalının usulüne uygun tebliğe rağmen cevap dilekçesi sunmadığı, fiili taksim iddiasının temyiz aşamasında ileri sürülemeyeceği, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 27. Hâl böyle olunca mahkemece davalının fiili taksim savunması dikkate alınmak suretiyle taraf delillerinin toplanması ve mahallinde usulüne uygun keşif yapılarak, özellikle zeminde davacının ve davalının (davalıya pay satan kişilerin) kullandığı yer olup olmadığının belirlenmesi ve davacıların taşınmazın belli bir yerini kullanıp kullanmadığının araştırılması, bilirkişilerden tanıkların ve tarafların gösterdiği yerleri gösterir denetime elverişli haritaya bağlanmış rapor alınması, tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 28. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ Açıklanan sebeplerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.02.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
BORÇLAR HUKUKU
11. Hukuk Dairesi 2021/5110 E. , 2022/9090 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 11. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında görülen davada Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 21.05.2019 tarih ve 2018/885 E. – 2019/514 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesi’nce verilen 29.04.2021 tarih ve 2019/1819 E. – 2021/801 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkili şirket ile davalı banka arasında 11/03/2016 tarihli, 89.732,32 USD bedelli, 11/03/2016 tarihli, 367.400,00 USD bedelli, 06/04/2016 tarihli, 250.042,72 USD bedelli, 30/05/2016 tarihli, 183.795,68 USD bedelli ve 11/03/2016 tarihli, 89.732,32 USD bedelli, 58 ay vadeli kredi sözleşmesinin akdedilerek kredilerin kullanıldığını, ödeme planları ile davalı bankaya vade sonunda bu tutarların faizi ile birlikte ödenmesinin taahhüt edildiğini ve bu kapsamda bugüne kadar taksitler düzenli bir şekilde her ay ödendiğini, ancak ülkede yaşanan ekonomik kriz ile birlikte, Doların Türk Lirası karşısında fahiş değer kazanması ve böylece edimler arasındaki dengenin müvekkili aleyhine orantısız bir şekilde değiştiğini ve sözleşmelerin aynen ifası halinde katlanılması zor bir durumun meydana geldiğini, müvekkilinin ödeme güçlüğüne düştüğünü,taraflar arasında imzalanan döviz endeksli kredi sözleşmelerinin uyarlanması gerektiğini ileri sürerek taraflar arasında imzalanan sözleşmenin kredinin çekildiği tarihten itibaren geçerli olmak üzere hakkaniyete uygun olarak uyarlanmasını ve kalan taksitlerin TL üzerinden ödenmesine karar verilmesini, uyarlama sonunda meydana gelecek farkın müvekkiline ödenmesini veya müvekkilinin borcundan mahsup edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, TBK m.138 kapsamında yasanın aradığı şekil şartlarının bulunmadığını, davacının mevcut sözleşmeye aykırı bir biçimde uyarlama talep etmesinin hukuken mümkün olmadığını, taraflar arasındaki edim dengesinin aşırı ve öngörülemez şekilde bozulduğu iddiasının mesnetsiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama ve toplanan delillere göre davacının ödemenin Dolar kurunun artması sebebiyle güçleştiği iddiasına karşın ödemenin bir kısmını gerçekleştirdiğinin anlaşıldığı, TBK 138. madde ile öngörülemez, öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum vurgusunun yapıldığı, Dolar kurunun artmasının öngörülemeyecek bir olgu olmadığı, kurlarda yaşanabilecek değişikliklerin davacı tarafça sözleşmenin yapıldığı sırada göz önüne alınması ve basiretli bir tacirin dövizle kredi çekmenin sonuçlarını öngörmesi gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı, davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge Adliye Mahkemesince davacı şirketin borcunun bir kısmını ihtirazi kayıt ileri sürmeksizin ödediği, TBK’nın 138. maddesinde düzenlenen sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü durum ortaya çıkması, bu durumun borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkması, yine bu durumun sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmesi ve borçlunun borcunu henüz ifa etmemiş olması veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olması şartlarının somut olayda birlikte gerçekleşmediği, ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun bulunduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK’nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir. SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK’nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 21,40 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 14/12/2022 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi . 2021/26777 E. 2022/11236 K. Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozma yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü. Davacı vekili, davacıya ait araca, davalıların maliki ve sürücüsü oldukları aracın çarpması sonucunda araçta hasar meydana geldiğini belirterek, araçta meydana gelen maddi hasar, araç değer kaybı ve araç mahrumiyet bedelinin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Denizli 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19/06/2020 tarih, 2019/98 Esas, 2020/113 Karar sayılı ilamında; toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davanın kısmen kabulü ile 5.270,00-TL hasar bedeli alacağının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, ikame araç kiralandığına dair belge sunulamadığı ve aracın önceden hasarı bulunduğu gerekçesiyle değer kaybı ile araç mahrumiyeti bedeli talebinin reddine karar verilmiş, hükmün Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü tarafından HMK’nın 363. maddesi gereğince kanun yararına bozulması talep edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve değer kaybı talebi yönünden verilen hükmün usul ve yasaya uygun olmasına göre Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü’nün aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan yerinde görülmeyen sair, kanun yararına temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2- Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili, meydana gelen kazada davacıya ait aracın hasarlandığını, aracın onarım süresince aracından mahrum kaldığını açıklayıp diğer taleplerinin yanında araç mahrumiyet bedelinin de tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Kural olarak haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarında gerçek zarar ilkesi geçerlidir. Zarar gören ancak haksız fiil sebebiyle uğradığı gerçek zararını haksız fiil sorumlularından isteyebilir. Olay tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 50. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davacı tarafından araç kiraladığına dair belge veya ödeme belgeleri sunulmasa da hakim zararı belirleyebilir. Bu durumda mahkemece, davacı aracında oluşan hasarın niteliğine göre makul tamir süresinin belirlenmesi, ihtiyaçları için aracı kullanamamaktan doğan ve bu süre içinde davacının (ikame araç) ödemesi gereken bedelin ne olacağı konularında alınan bilirkişi raporuna göre davacının araç mahrumiyet bedeli talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davacının bu talebini objektif kriter ve delillerle ispatlayamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
3. Hukuk Dairesi 2017/3566 E. , 2017/7175 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki ihtiyaç nedeni ile kiralananın tahliyesi davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı vekili, davalının davacıya ait taşınmazda 01.01.2012 başlangıç tarihli 1 yıl süreli kira sözleşmesi ile kiracı olduğunu, davacının işsiz olduğunu, çocuklarının eğitim masraflarını dahi karşılamakta zorlandığını, kiralananı tekstil atölyesi olarak kullanacağını belirterek kiralananın tahliyesini istemiştir. Davalı vekili, kiralananın yapılacak işe uygun olmadığını ve taşınmazın satılığa çıkarıldığını beyan ederek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, taşınmaza davacı tarafın ihtiyacı bulunduğu, davalı tarafın taşınmazın davacı tarafça satılacağı iddiasının da ispatalanamadığı anlaşıldığından davalının kiraya verilen taşınmazdan tahliyesine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. İhtiyaç iddiasına dayalı davalarda tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Devamlılık arzetmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir. Somut olayda; hükme esas alınan 01.01.2012 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davalı tanığının beyanından kiralanana satılık ilanı asıldığı, emlakçıyla gidip bedel hususunda görüştüğü, dosyadaki tapu kaydından da kiralananın 30.12.2015 tarihinde dava dışı Ş……a’ya satılarak devir edildiği anlaşılmaktadır. İhtiyaç nedeniyle tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyaç iddiasının hüküm kesinleşinceye kadar devam etmesi gerekir. Dava konusu, kiralanana ait son tapu kayıt örneğinden taşınmazın satıldığı anlaşılmakla, bu durumda davacının ihtiyaç iddiasının gerçek, samimi ve zorunlu olduğundan söz edilemeyeceğinden mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın 6100 sayılı …ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca davalı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
6. Hukuk Dairesi 2015/2718 E. , 2015/3188 K. “İçtihat Metni” 2. Sulh Hukuk Mahkemesi DAVA TÜRÜ : İtirazın iptali ve tahliye Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın iptali ve tahliye davasına dair karar, davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, itirazın iptali ve kiralananın tahliyesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına göre davacı alacaklının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2-Davacı vekilinin Mart ayı kira bedeline ilişkin temyiz itirazına gelince; Davacı alacaklı tahliye talepli olarak 04.04.2012 tarihinde başlattığı icra takibinde, uyuşmazlık konusu olmayan, 01.09.2011 başlangıç tarihli ve 1 yıl süreli kira akdine dayanarak aylık 650 TL den Eylül/2011 ile Mart/2012 arası toplam 4550 TL kira alacağının tahsilini istemiştir. 25.05.2012 tarihinde ödeme emrinin borçluya tebliğ edilmesi üzerine, borçlu tarafından 31.05.2012 tarihinde ilgili icra müdürlüğüne borca itiraz üzerine davacı mahkemeye başvurarak; itirazın iptalini ve temerrüt nedeniyle tahliye istemiştir. Davalı kira bedellerinin ödendiğini 2012 yılı Şubat ayında da taşınmazın tahliye edildiği belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece 2012 Şubat ayına kadar olan kira bedellerinin ödendiği, taşınmazın 2012 yılı Şubat ayında tahliye edilmediğini ve Mart ayı kira bedelinin ödenmediğini davacı tarafından ispat edilmesi gerektiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Kira ilişkisinin varlığını ve kira miktarını kiralayan, kira parasının ödendiğini ise kiracının, kiralananı tahliye edip, anahtarın usulüne uygun olarak teslim edildiğini kiracının kanıtlaması gerekir. Kiralananın boşaltılıp, anahtarın kiralayana teslimi, hukuki işlemin içerisinde yer alan maddi bir vakıa olmakla birlikte, sözleşmenin feshine yönelik bir hukuki sonuç doğurduğundan bunun ne şekilde ispatlanacağı hususu, yıllık kira bedelinin tutarı esas alınmak suretiyle H.M.K.nun 200.maddesi çerçevesinde değerlendirilmelidir. Kiralayanın açık muvafakatı bulunmadıkça kiracı anahtar teslimini ancak yazılı delille kanıtlayabilir. Kira sözleşmesindeki imza inkar edilmediğinden kira ilişkisi ve kira miktarı davacı kiralayan tarafından kanıtlanmıştır. Yıllık kira bedelinin tutarı senetle ispat sınırının üzerindeyse ve kiralayanın açık muvafakati yoksa bu yön kiracı tarafından ancak yazılı delille ispatlanabilir. Davalı vekili her ne kadar kiralananın 2012 yılı Şubat ayında tahliye edildiğini iddia etmiş ise de bu iddiası konusunda davacının beyanı alınmadığı görülmektedir. Bu durumda taraflara taşınmazın ne zaman tahliye edildiğine ilişkin delillerini bildirmek üzere süre verilerek taşınmazın 2012 Yılı Şubat ayında tahliye edildiğinin davalı tarafından ispat edilememesi durumunda 2012 Mart ayı kira bedeli yönünden itirazın iptali ile taşınmazın tahliyesine karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu kira bedelinin ödenmediğini ispat külfetinin davacıda olduğundan bahisle yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine 31.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2792 E. , 2021/267 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “kira bedelinin tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilleri ile davalı arasında imzalanan kira sözleşmesine göre kira döneminin 01.02.2011 tarihinde başlayıp 01.02.2016 tarihinde sona ereceğini, sözleşmenin 3. maddesine göre kira bedelinin 2011 yılı için 4.500,00TL olarak belirlendiğini, sonraki yıllarda kira bedelinin (ÜFE+TEFE)/2 oranında artırıldığını, sözleşmenin 3. maddesinin son fıkrasında, tarafların ilk üç yılın sonunda kira bedelinde yapılacak olan artışa ilişkin mutabakata varamazlar ise, kira bedeli artışının bilirkişi marifeti ile tespit ettirileceğinin düzenlendiğini, ancak davalının kira bedeli konusunda ortak mutabakata varılmaksızın 2014 yılı için 5.693,27TL ödeme yaptığını, müvekkillerinin Bakırköy 51. Noterliğinin 13.01.2014 tarihli ve 532 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile kira bedelinin 8.000,00TL olarak belirlenmesini istediklerini, davalının Beyoğlu 60. Noterliğinin 10.02.2014 tarihli ve 1221 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile müvekkilleri tarafından tek taraflı artış yapıldığını belirterek müvekkillerinin hesabına ödenen tutarın uygun olduğunu beyan ettiğini ileri sürerek taşınmazın kira bedelinin 17.02.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 8.000,00TL olarak tespitine karar verilmesini talep etmiş, 12.02.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile de davayı brüt 8.000,00TL kira bedeli üzerinden açtıklarını belirterek kira bedelinin brüt 9.200,00TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili şirketin kira sözleşmesi uyarınca kira artışını her yıl düzenli olarak yaptığını, 2014 yılı için ödediği kira bedelinin 5.693,27TL olduğunu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 344. maddesi gereğince taraflarca kira bedeli konusunda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedelinin bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hakkaniyete göre belirleneceğini, davacıların talep ettiği kira bedelinin üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçtiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme Kararı: 6. İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesinin 12.02.2015 tarihli ve 2014/159 E., 2015/79 K. sayılı kararı ile; mahallinde yapılan bilirkişi incelemesine göre, Yargıtay kararlarında da benimsenen yönteme göre endeks uygulamasının art arda 3 yıl için uygulanabileceği, bu süreden sonra taraflar arasındaki kira bedelinde anlaşmazlık olması hâlinde kira parasının hak ve nefaset kurallarına göre belirlenmesi gerektiği, emsal ve rayiçler nazara alınarak taşınmazın hali hazır durumu itibariyle boş olarak yeniden kiraya verilmesi hâlinde aylık kira bedelinin 9.000.00-10.000,00TL aralığında bir bedel olacağı, ancak taşınmazın hâli hazır bu konumuna etki eden ve davalı tarafından yapılan iyileştirmeler göz önüne alındığında mevcut durumu itibariyle ve hak ve nefaset kuralları doğrultusunda aylık kiranın brüt 8.750,00TL (net 7.000,00TL) olacağının belirlendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile dava konusu taşınmazın 17.02.2014 tarihinden itibaren aylık kira bedelinin takdiren brüt 8.750,00TL (net 7.000,00TL) olarak tespitine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 23.11.2015 tarihli ve 2015/7190 E., 2015/10218 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili, taraflar arasında 01.02.2011 başlangıç, 01.02.2016 bitiş tarihli kira sözleşmesi bulunduğunu, aylık kira bedelinin net 4.500 TL olup, yıllık kira artışının tefe-tüfe ortalaması olarak belirlendiğini, bundan ayrı sözleşmede ”Taraflar, ilk 3 (üç) yılın sonunda sözleşme de belirtilen koşullar da arttırılan kira bedelini karşılıklı mutabakatla bölge rayiçlerine göre yeniden belirleyecek ve yazılı mutabakat yapacaktır, yapılacak olan artışa ilişkin mutabakata varamazlar ise son 2 yıla ait söz konusu kira bedeli artışı bilirkişi marifeti ile tespit ettirilir” düzenlemesi bulunduğunu, tarafların aylık bedel konusunda anlaşmadıklarını belirterek aylık kiranın hakkaniyete uygun biçimde 17.02.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 8.000 TL olarak belirlenmesini istemiş, 12.02.2015 tarihli beyan dilekçesi ile davayı brüt 8.000 TL kira bedeli üzerinden açtıklarını, 22.12.2014 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda brüt kira bedelinin aylık 9.200 TL olarak belirlenmesi için davalarını ıslah ettiklerini belirtmiştir. Davalı vekili TBK 344 gereği davacının talebinin kabul edilemeyeceğini, endekse göre artış yapılması gerektiğini, davaya konu yerde kiraların davacının istediği kadar olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece yapılan keşifler sonucunda ilk bilirkişi kurulu kiralananın boş olarak kiraya verilmesi halinde aylık brüt 8.750 TL, hak ve nesafet indirimi ile aylık brüt 8.125 TL, ikinci bilirkişi kurulu, aylık brüt kiranın 9.200 TL, hak ve nesafet indirimi yapılırsa aylık brüt 8.750 TL olacağını bildirmiş, mahkemece ikinci bilirkişi raporuna uyularak 17.02.2014 tarihinden itibaren aylık brüt kira 8.750 TL olarak belirlenmiş ise de; kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğu gözetilerek dava dilekçesinde gösterilen ve 12.02.2015 tarihli dilekçeyle açıklığa kavuşturulan aylık brüt 8.000 TL kira bedeli üzerinden hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesinin 29.03.2016 tarihli ve 2015/918 E., 2016/242 K. sayılı kararı ile; kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun tamamen kapalı olmadığı, TBK’nın kira tespitine ilişkin 344 ve 345. maddelerinde kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğuna ilişkin yasaklayıcı hiçbir hüküm yer almadığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) davanın ıslahına ilişkin 176. maddesinde taraflardan her birinin, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, 180. maddesinde de davanın tamamen ıslah edilebileceği hükmünün bulunduğu, HMK’da kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğuna ilişkin yasaklayıcı hiçbir hükmün yer almadığı, kanunlarda açıkça böyle bir yasaklama hükmü bulunmadığına göre kanunda olmayan bir hükme dayanılarak kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğundan bahsedilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “kira bedelinin tespiti” davalarının hukuksal niteliği ve kendine özgü özelliklerinin irdelenmesinde yarar vardır. 13. Kira bedelinin tespiti davaları; Anayasa Mahkemesinin, kira sözleşmesinin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun (6570 sayılı Kanun)’un 2 ve 3. maddelerinin iptaline ilişkin kararının 26.09.1963 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte yasada doğan boşluğun doldurulması için Yargıtay içtihatları ile getirilmiştir. 14. Kira bedelinin tespiti davalarının konusunu 6570 sayılı Kanun kapsamına giren taşınmaz mallar oluşturur ve bu dava 6570 sayılı Kanun’un uygulandığı yerler ve taşınmazlar için söz konusudur. 15. Kira bedelinin tespiti davaları kiralayan (kiraya veren) tarafından açılabileceği gibi kiracı tarafından da açılabilir. 16. Kira bedelinin tespiti davalarında hüküm bir kira yılına ait kira parasının ne olacağının belirlenmesine ilişkindir. Bu belirleme açık, net ve tam olmalıdır. 17. Kira bedelinin tespiti davalarının en çarpıcı özelliği kamu düzeni ile ilgili olmalarıdır. Bununla ilgili yöntemleri tarafların belirleyemeyeceği yargısal uygulamada kabul edilmiştir. 18. Hâkim, bu davalarda kanun, içtihadı birleştirme kararları ve Yargıtay içtihatları ile belli edilen yöntemlere uygun olarak kira bedelinin tespiti yoluna gitmek zorundadır. Kira parasının tespitinde belirlenen bu ilke dışına çıkılması eşit uygulama ilkesini bozduğu gibi kamu düzeni ile ilgili olan bu davanın yapısına da uygun düşmeyecektir. 19. İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 12.11.1979 tarihli ve 1979/1 E., 1979/3 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesince 26.03.1963 tarihinde verilen karar ile 6570 sayılı Kanun’un 2 ve 3. maddelerinin iptaline karar verilmiş ve bu kararın sözü edilen maddeleri yerine yeni bir yasa çıkarılmadan 26.09.1963 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine bir yasa boşluğu oluşmuştur. 20. Uygulamada birliği sağlamak için 18.11.1964 tarihli ve 2/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile, kanunda boşluk bulunduğu temelinden hareketle yeni dönemde akdin kira bedeline ilişkin hükmünün yenilenmeyerek kirası belli olmayan bir akit haline geldiği benimsenmiş ve kira bedelinin sınırlandırılmasına ilişkin boşluğun hakim tarafından doldurulması gerektiği kararlaştırılmıştır. 21. Bilindiği üzere tespit davaları, genel olarak bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığının belirlenmesine ilişkin davalardır. Bu dava ile hukuki ilişki hakkındaki kuşku ve tereddütler giderilir. Tespit davaları hakların istikrarını temin etmekle toplumsal bir yarar sağlar. Tespit davasının amacı da hukuki belirsizliği gidermek, başka bir deyişle hukuki ilişkileri taraflar açısından belirli hale getirmekten ve bu yolla barışı sağlamaktan ibarettir. 22. Buna göre, kira bedelinin tespiti davalarında verilen kira tespiti kararları, diğer tespit davalarında olduğu gibi bir hukuki ilişkiyi tespit etmez. Amacı sadece kira sözleşmesinin yeni dönemde belli olmayan kira bedeli unsurunu belirli bir hâle getirmekten ibarettir. Gerçekten de taraflar anlaşamamışlarsa, kiranın tespitinde hukuki sonuç ancak hâkimin kararı ile doğar. Gerçi, yeni dönemde kiranın belli olması için mutlaka bir mahkeme kararı alması şart değildir. Çünkü taraflar anlaşırlarsa mahkeme kararına gerek kalmadan hukuki sonuç doğar. Tarafların ancak anlaşamaması hâlinde bu hukuki sonucun doğması için dava açmaları gerekir. 23. Böylece kira tespiti kararları eda davaları sonunda verilen mahkumiyet kararlarına değil, inşai davalar sonunda verilen kararlara yakın bir nitelik göstermektedirler. Dolayısıyla kira bedelinin tespitine ilişkin olarak açılmış olan davada, tespit davasında olduğu gibi bir hukuki ilişkiye dair karar verilmesi yerine, var olan hukuki ilişkiye ilişkin yeni bir hukuki durum ortaya çıkması veya var olan bir hukuki durumun değişmesi söz konusu olmaktadır. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2014 tarihli ve 2013/3-633 E., 2014/154 K. ve 24.02.2016 tarihli ve 2014/3-348 E., 2016/173 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir. 24. Kira bedelinin tespiti davalarının amacı sadece ilgili kira döneminde geçerli olacak kira bedelinin tespitidir. Başka bir deyişle kira bedelinin tespiti davasının sınırlı bir konusu vardır. Kira tespit davası sonucunda hâkim, bir yıllık süre zarfında uygulanacak olan kira bedelini belirler. Böylelikle, kira sözleşmesinde yer alan kira bedeli, hâkim kararı ile değiştirilmiş olur ve kira sözleşmesi mahkeme kararı ile yeniden şekillenmiştir (Özyakışır, Ö.: Konut ve Çatılı İşyeri Kira Sözleşmelerinde Kira Bedeli, Ankara 2019, s. 204). 25. Mahkemece belirlenen kira bedelinin hangi andan itibaren geçerli olduğu talep edilmedikçe, hükümde gösterilmez. Sadece, talepte bulunulmuş olması şartıyla, belirlenen kira bedelinin hangi andan itibaren geçerli olduğu hükümde gösterilir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 21.11.1966 tarihli ve 1966/19 E., 1966/10 K.). Fakat, dava sonucunda belirlenen bedel, bazen, belirlenmesi talep edilen değil bir sonraki kira yılı için etki doğurabilmektedir. Mahkeme kararının, bedelin belirlenmesinin talep edildiği kira yılı için etki doğurması arzu ediliyorsa kira sözleşmesindeki hükümlere dikkat edilerek talepte bulunulması gerekmektedir (Özyakışır, s. 223). 26. Bu aşamada “kısmi dava” kavramı üzerinde kısaca durmak gerekir. Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C. II, 15. baskı, İstanbul 2017, s. 1000). 27. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Kısmi dava, HMK’nın 109. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmi dava açılması mümkün hâle gelmiştir. 28. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacılar vekili, davalı ile aralarında 01.02.2011 tarihinde başlayıp 01.02.2016 tarihinde sona erecek kira sözleşmenin 3. maddesine göre kira bedelinin 2011 yılı için 4.500,00TL olarak belirlendiğini, sonraki yıllarda kira bedelinin (ÜFE+TEFE)/2 oranında artırıldığını, sözleşmenin 3. maddesinin son fıkrasında, tarafların ilk üç yılın sonunda kira bedelinde yapılacak olan artışa ilişkin mutabakata varamazlar ise, kira bedeli artışının bilirkişi marifeti ile tespit ettirileceğinin düzenlendiğini, ancak davalının kira bedeli konusunda ortak mutabakata varılmaksızın 2014 yılı için 5.693,27TL ödeme yaptığını ileri sürerek taşınmazın kira bedelinin 17.02.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 8.000,00TL olarak tespitine karar verilmesini talep etmiş, 12.02.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile de davayı brüt 8.000,00TL kira bedeli üzerinden açtıklarını belirterek kira bedelinin brüt 9.200,00TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Daha önce de belirtildiği gibi kira bedelinin tespiti davaları kendine özgü bir dava olup inşai davalar sonunda verilen kararlara yakın bir niteliktedir. Bu davalarda sadece ilgili kira döneminde geçerli olacak kira bedelinin tespiti istenir ve kira bedelinin tespiti davasının sınırlı bir konusu vardır. Dava sonucunda hâkim, ileriye yönelik olarak bir yıllık süre zarfında uygulanacak olan kira bedelini belirler ve kira sözleşmesinde yer alan kira bedeli, hâkim kararı ile değiştirilmiş olur. Davanın bu niteliği gereğince kira bedelinin tespitine ilişkin talep bölünemez ve kira bedeli davacı tarafından bir seferde açık ve net olarak istenilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla kira bedelinin tespiti davalarında fazlaya ilişkin haklar saklı tutulamaz ve saklı tutulan bu hakla ilgili olarak ıslah talebinde bulunulamaz. 29. Öte yandan kira bedelinin tespitine ilişkin talep dava dilekçesinde belirtilen döneme ilişkin olduğundan, ıslahla bedelin artırılması durumunda ise daha sonraki bir dönemi kapsayacak şekilde talepte bulunulmuş olur ve bu da kira bedelinin tespiti davalarının niteliğine aykırıdır. 30. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 31. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440/III-2. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2018/7751 E. , 2019/493 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ:SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki kiralananın tahliyesi davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, davalı ile aralarında 30.11.2014 başlangıç tarihli kira sözleşmesi bulunduğunu, oğlunun işten çıkartılması sebebiyle çalıştığı ilçeden taşınarak dava konusu taşınmazın bulunduğu … ilçesine yerleştiğini, halen başka bir konutta kiracı olarak yaşadığını belirterek oğlunun konut ihtiyacı nedeniyle kiralananın tahliyesine karar verilmesini istemiştir.Davalı, davanın reddini dilemiştir.Mahkemece, davacı tarafın ihtiyaç iddiasının samimi olduğunu kanıtlayamamış olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.İhtiyaç iddiasına dayalı davalarda tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın gerçek, samimi ve zorunlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Devamlılık arzetmeyen geçici ihtiyaç tahliye nedeni yapılamayacağı gibi henüz doğmamış veya gerçekleşmesi uzun bir süreye bağlı olan ihtiyaç da tahliye sebebi olarak kabul edilemez. Davanın açıldığı tarihte ihtiyaç sebebinin varlığı yeterli olmayıp, bu ihtiyacın yargılama sırasında da devam etmesi gerekir.Somut olayda; Taraflar arasında 30.11.2014 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin varlığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Dava, davacının oğlunun konut ihtiyacının doğmasına dayanmakta olup, ihtiyaçlının kirada oturduğuna ilişkin akit dosya arasında bulunmaktadır. Konut nedenine dayalı tahliye davalarında kirada oturan ihtiyaçlının kirada oturması ihtiyacın varlığının başlıca kanıtıdır. Dinlenilen davacı tanıklarının da ihtiyaç iddiasını doğruladıkları anlaşılmaktadır. Bu durumda ihtiyacın samimi, gerçek ve zorunlu olduğunun kabulü icab eder. Mahkemece, ihtiyaç nedeniyle tahliye isteminin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ; Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 23.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2017/5914 E. , 2019/1063 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki kira bedelinin tespiti davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı; davalının 15.02.2010 tarihli 1 yıl süreli kira sözleşmesi ile kiracısı olduğunu, kira bedelinin emsallerin altında kaldığını belirterek aylık 760,00 TL olan kira bedelinin 15.02.2015 tarihinden itibaren aylık 1.000,00 TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı, talep edilen miktarın iyi niyete aykırı olup ÜFE oranının üzerinde kaldığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece; davanın kısmen kabulü ile aylık kira bedelinin 15.02.2015 tarihi itibari ile 900,00-TL olarak tespitine, %10 hak ve nefaset indirimi yapılarak taşınmazın aylık kirasının 15.02.2015 tarihi itibari ile 810,00-TL net kira olarak tespitine karar verilmiş; söz konusu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Hak ve nesafete uygun kira belirlenirken taşınmazın yeniden kiralanması halinde serbest şartlarda boş olarak kiraya verilmesi halinde getirebileceği kira bedelinden mahkemece hak ve nesafet kurallarına uygun indirim yapılarak kira bedelinin tespiti gerekir. Hükme esas alınan 04.03.2016 tarihli bilirkişi raporunda davalının eski kiracı olduğu da değerlendirilerek indirim uygulanmak suretiyle kira bedelinin hak ve nesafete göre belirlendiği anlaşılmakta olup, Mahkemece ikinci kez indirim uygulanarak kira bedelinin belirlenmiş olması doğru değildir. Bu durumda Mahkemece öncelikle bilirkişi kurulundan hüküm kurmaya yeterli ve denetime elverişli bir şekilde ek rapor alınarak, taşınmazın boş olarak yeniden kiraya verilmesi halinde getirebileceği brüt kira bedelinin belirlenmesi, daha sonra Mahkemece bu bedelden davalının eski kiracı olduğu gözetilerek %10-20 oranında hakkaniyete uygun bir miktarda indirim yapıldıktan sonra kira bedelinin brüt olarak tespiti gerekirken, yetersiz bilirkişi raporuna göre yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. Ayrıca; hüküm fıkrasının hak ve nesafet indirimi uygulanarak belirlenen bedel üzerinden kurulması gerekirken, infazda tereddüt yaratacak şekilde aylık kira bedelinin 15.02.2015 tarihi itibari ile 900,00-TL olarak tespitine karar verildikten sonra ikinci bent olarak %10 hak ve nefaset indirimi yapılarak taşınmazın aylık kirasının 15.02.2015 tarihi itibari ile 810,00-TL net kira olarak tespitine karar verilmesi de doğru değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle açıklanan nedenlere hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 13/02/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2021/2915 E. , 2021/5408 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : KONYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİ İLK DERECE MAHKEMESİ : KONYA 3. SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen istirdat davasının kısmen kabulüne dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı tarafın istinaf başvurusunun kabulü ile düzelterek yeniden esas hakkında verdiği kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı; dava konusu taşınmazın Devlet İhale Kanunu kapsamında ihale sonucu oluşan bedel üzerinden 31/12/2022 tarihine kadar kiralandığını, davalı … ile imzalanmış olan sözleşmenin 7.1 maddesine göre 2013 yılı yıllık kira bedelinin ihale sonucu 376.000,00 TL + KDV olarak belirlendiğini, devam eden yıllar için de TÜİK’in ilan edeceği bir önceki yılın 12 aylık ortalama ücreti fiyatları endeksi nispetinde artırılacağının kararlaştırıldığını ancak 16/01/2019 tarihli resmi gazetede yayımlanan Kamu İdarelerinin Taşınmaz Kiralamalarına İlişkin Genelge ile kamu idarelerinin taşınmaz kiralamalarına ilişkin kira artış oranının neye göre yapılacağı hususunda değişiklik yapıldığını, bu genelgeye göre daha önceki yıllarda kiralanan ve sonraki yıllarda kiralanmasına devam edilecek taşınmazların kira bedelinin Türkiye İstatistik Kurumunca artışın yapılacağı ayda yayımlanan tüketici fiyatları endeksinin on iki aylık ortalamalara göre yüzde değişim oranını geçmeyecek şekilde artırılacağının belirtilmesine rağmen, davalı belediyenin 2019 yılı için dava konusu yerin kira artışını ÜFE nispetinde belirlemek istediğini, itirazı kayıt ile kira bedellerini davalı belediyenin talep ettiği şekilde ÜFE zammı ile birlikte ödemek durumunda kaldığını belirterek, kiralananın kira bedeli artış oranının 2019 yılı ve devam eden yıllar için tüketici fiyatları endeksinin on iki aylık ortalamalara göre yüzde değişim oranını geçmeyecek şekilde belirlenmesi ve 2019 yılı aylık kira miktarının tespiti ile belirsiz alacak davası olarak müvekkilince fazla yatırılan şimdilik 1.000,00 TL’nin ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı; taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 7.1 maddesine göre kira bedellerinin bir önceki yılın 12 aylık ortalama üretici fiyat endeksi nispetince artırılacağının hükme bağlandığını, ilgili kanuni düzenleme gereğince 01/07/2020 tarihine kadar davacı ile akdedilen kira sözleşmesinin 7.1 maddesinin uygulanması Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Yerel Yönetimler Müdürlüğü’nün 11/03/2019 tarihli mütalaasında da, belediye taşınmazları için yapılacak ve yenilenecek kira sözleşmelerinde 6098 sayılı kanuna atıf yapılması halinde üretici fiyat endeksi yerine tüketici fiyat endeksinin esas alınarak işlem tesis edilmesi gerektiği, ancak dava konusu kira sözleşmesinde 6098 sayılı kanuna herhangi bir atıf yapılmadığını, bu nedenle üretici fiyat endeksinin uygulanmasında hukuka aykırılığın bulunmadığını, TBK 344. maddesinin 01/07/2020 yılına kadar erteli olduğunu davacının ileri sürdüğü diğer hususların usul ve yasal dayanaktan yoksun olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini dilemiştir. İlk derece mahkemesince; 01/01/2019 tarihinden itibaren yapılacak artışların TÜFE’nin on iki aylık ortalamasına göre değişim oranı esas alınarak belirleneceğinden, 05/11/2019 tarihli bilirkişi raporu hükme esas alınarak davanın kısmen kabulü ile 35.887,20 TL fazla ödenen kira bedelinin ödendiği 12/04/2019 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiştir. İlk derece mahkemesinin kararına karşı, taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. Bölge adliye mahkemesince; tacir olan davacı kiracı yönünden TBK’nın 344. maddesinin uygulanma imkanı bulunmadığı, öte yandan 16 Ocak 2019 tarihli Hazine ve Maliye Bakanlığının genelgesinin kanuni düzenlemeleri değiştirmesi söz konusu olamayacağı gibi genelgenin yenilenecek veya yeni yapılacak kiralara ilişkin artış kuralı getirdiği, mevcut kira sözleşmelerinin artış hükmünü ortadan kaldırmadığı veya değiştirmediği, devam eden sözleşme hükümlerinin kiralayan ve kiracıları bağlayacağı gerekçesiyle davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı tarafın istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün düzeltilerek yeniden esas hakkında karar verilmek üzere ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. 1) 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 344. maddesinde “Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hâkim tarafından üretici fiyat endeksindeki artış oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir.” düzenlemesi bulunmaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 2. maddesinde geçmişe etkili olma başlığı altında ise “Türk Borçlar Kanununun düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları gerçekleştirdikleri tarihe bakılmaksızın, bütün fiil ve işlemlere uygulanır.” hükmü yer almaktadır. Bununla birlikte 6217 sayılı yasanın geçici 2. maddesinde değişiklik yapan 6353 Sayılı Yasanın 53. maddesine göre; kiracının Türk Ticaret Kanun’un da tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri olduğu işyeri kiralarında 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 344. maddesinin 01/07/2012 tarihinden itibaren 8 yıl süreyle uygulanamayacağı, bu halde kira sözleşmelerinde bu maddede belirtilmiş olan konuya ilişkin olarak sözleşme serbestisi gereği kira sözleşmesi hükümlerinin tatbik olunacağı, sözleşmede hüküm bulunmayan hallerde ise Mülga BK hükümlerinin uygulanacağı öngörülmektedir. 18/01/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 7161 sayılı kanunun 56. maddesi ile yapılan ve bu kanunun 69. yürürlük maddesi gereğince 01/01/2019 tarihinden sonrası için TBK 344 üncü maddesinin birinci, ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan “üretici fiyat endeksindeki artış” ibareleri “tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim” şeklinde değiştirilmiştir. Ayrıca, 18/01/2019 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 7161 sayılı kanunun 59. maddesi ile 6217 Sayılı Kanunun geçici 2. maddesine; “Bu fıkrayı ihdas eden Kanunla değiştirilen 6098 sayılı Kanunun 344 üncü maddesindeki tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranının esas alınacağına ilişkin hüküm, birinci fıkra kapsamında olan kira sözleşmeleri ile akdedilmiş diğer kira sözleşmelerinin yenilenmesinde uygulanır.” hükmü eklenerek, tüm çatılı gayrimenkul kiralarında 01/01/2019 tarihinden itibaren yapılacak kira artışlarının tüketici fiyat endeksindeki oniki aylık ortalamalara göre değişim oranı esas alınarak belirleneceği hüküm altına alınmıştır. Somut olayda davacı; eda davası şeklinde açtığı belirsiz alacak davası ile 2019 yılı artış oranının ve 2019 yılı kira bedelinin belirlenmek suretiyle, belirlenecek miktara göre fazla ödenen kira bedellerinin iadesini talep etmiştir. Uyuşmazlık 01/01/2019 tarihinden itibaren geçerli olan aylık kira artışının sözleşmenin 7.1 maddesi yerine TBK 344. maddesi ile 16 Ocak 2019 tarihli Hazine ve Maliye Bakanlığının genelgesinin uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır. Her ne kadar bölge adliye mahkemesince, tacir olan davacı kiracı yönünden TBK’nın 344. maddesinin uygulanma imkanı bulunmadığı ayrıca 16/01/2019 tarihli Hazine ve Maliye Bakanlığının genelgesinin kanuni düzenlemeleri değiştirmesinin söz konusu olamayacağı gibi, genelgenin yenilenecek veya yeni yapılacak kiralara ilişkin artış kuralı getirdiği, mevcut kira sözleşmelerinin artış hükmünü ortadan kaldırmadığı veya değiştirmediği, devam eden sözleşme hükümlerinin kiraya veren ve kiracıları bağlayacağı belirtilerek davanın reddine karar verilmiş ise de; 7161 sayılı kanunun 59. maddesi ile 6217 sayılı kanunun geçici 2. maddesinde, tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranının esas alınacağına ilişkin hükmün, akdedilmiş diğer kira sözleşmelerinin yenilenmesinde de uygulanacağı açıkça belirtilmiş olup, kanunun yayın tarihinden itibaren derhal uygulanması gerekeceğinden, bu itibarla, ilk derece mahkemesince kira bedelinin tüketici fiyat endeksindeki on iki aylık ortalamalara göre değişim oranının esas alınarak belirlenen kira bedeli üzerinden, davacının istirdatını istediği alacağın hesaplanarak karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ayrıca kira bedelinin miktarına ilişkin olarak bir uyuşmazlık bulunup mahkemeye müracaat edildiğine ve kira bedelinin dava yoluyla tespiti istenildiğine göre yeni dönem kira parasının mahkemece hüküm altına alınmasında davacının hukuki yararı olduğu hususu da gözetilerek kira bedelinin tespitine ilişkin bir hüküm kurulmamış olması da doğru değildir. Hal böyle olunca; bölge adliye mahkemesince, yanılgılı değerlendirme ve gerekçeyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak, davanın reddine ilişkin hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 2) Bozma nedenine göre davacının, davalı yararına hükmedilen vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının HMK’nın 371 inci maddesi uyarınca davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacının, davalı yararına hükmedilen vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine, dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 25/05/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
15. Hukuk Dairesi 2019/697 E. , 2019/2767 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :… 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili Avukat .. ile davalılar vekili Avukat…geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü: – K A R A R – Dava, eser sözleşmesinden kaynaklandığı iddia edilen alacak ile ilgili olarak yapılan icra takibine itirazın iptâli talebine ilişkin olup mahkemece davanın reddine dair verilen karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı davasında davalı S.S. Hazan Konut Yapı Kooperatifi’ne 45.817,86 TL tutarında mutfak malzemesi ve çeşitli dolaplar yaptığını, karşılığında faturaları düzenleyerek davalıya teslim ettiğini, davalının söz konusu malzemelerin tutarını ödemediğini, bu nedenle yaptığı icra takibine de itiraz ettiğini belirterek davalının takibe itirazının iptâline karar verilmesini istemiş, davalı savunmasında taraflar arasında dava konusu faturalar ile ilişkili hiçbir sözleşmenin yapılmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiş, mahkemece taraflar arasında, davalı kooperatife ait yapıdaki mutfak dolapları ve oda kapı imalâtları konusunda anlaşma bulunduğu, 16.04.2013 tarihli “İş Yapım Sözleşmesi” ve icra takibi öncesinde yüklenici davacı tarafından edimlerin bir kısmının yerine getirildiği ancak yapılan iş bedellerinin 24.09.2013 tarihinde tamamen ödenmiş olduğu, kaldı ki, icra takibine konu toplam fatura alacağın varlığı kabul edilse dahi, 16.04.2013 tarihli “İş Yapım Sözleşmesi” ile borcun tecdit edilmiş sayılacağı, bu nedenlerle davacının davalıdan, icra takibine konu edilen alacağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Dosya kapsamına ve tarafların beyanlarına göre taraflar arasında mahkemenin de kabulünde olduğu gibi eser sözleşmesi ilişkisinin kurulduğu ihtilâfsızdır. Davacı 2012 yılında düzenlenen faturalara dayanarak icra takibine geçmiştir. Davalı kooperatif yetkili temsilcileri yargılama sırasındaki yeminli beyanlarında davacının kooperatife ait bir kısım mutfak dolaplarını yaptığını ancak faturaya konu edilen imalâtları teslim etmediğini belirtmişlerdir. Bu durumda taraflar arasında 2012 yılı içerisinde sözlü eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğu anlaşılmaktadır. Taraflar arasında sözlü olarak kurulan bu sözleşme 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470 vd. maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi niteliğinde olup, uyuşmazlığın bu hükümlere göre Okundu. çözümlenmesi gerektiği açıktır. Genel olarak eser sözleşmelerinde yüklenicinin sadece eseri meydana getirmesi, aslî edim borcunu yerine getirdiği anlamına gelmemektedir. Yüklenici, sözleşmeye uygun meydana getirdiği eseri teslim borcu altındadır. Yüklenici üstlendiği eseri meydana getirecek ve meydana getirdiği bu eseri, iş sahibine usul ve yasaya ve sözleşme hükümlerine uygun olarak teslim edecektir. Eseri teslim borcu yüklenicide olduğundan eserin teslim edildiğini kanıtlama borcu da yükleniciye düşmektedir. Bir başka deyişle yüklenici, eseri, iş sahibine sözleşmeye uygun teslim ettiğini kanıtlamak zorundadır. Davacı yüklenici savunmasını kanıtlayabilmesi için, eseri iş sahibine süresi içerisinde iş sahibinin iş yerinde teslim ettiğini kanıtlamakla yükümlüdür. Eser sözleşmelerinde teslim, yüklenicinin tamamladığı eseri sözleşmeyi ifa etmek niyeti ile iş sahibinin fiili hakimiyetine geçirmesi olarak tanımlanmaktadır. Teslimi kanıtlama yükü somut olaydaki savunmaya göre davacı yüklenicide olmakla bu teslimin nasıl kanıtlaması gerektiği davanın çözüm noktasını oluşturmaktadır. Eserin teslim edilip edilmediğinin ispatında taraflar ispatın hangi delillerle yapılacağı hususunda sözleşmeye hüküm koyabilirler ve teslim konusunda bir delil sözleşmesi yapabilirler. Böyle bir delil sözleşmesi yoksa yüklenicinin meydana getirdiği eseri teslim ettiği vakıasını, teslim, hukuki işlem değil, hukuki fiil olduğundan kural olarak her tür kanıtla bu arada tanıkla dahi ispat edebilir. Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; taraflar arasında kurulan sözleşme ilişkisinde yazılı bir sözleşme ve bu sözleşmede yer alan teslime dair bir delil sözleşmesi niteliğinde teslim vakıasının ispatına dair bir hüküm bulunmadığından davacı yüklenici teslim vakıasını her tür delil ile kanıtlayabilecektir. Davacı vekili dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış olmakla, usulüne uygun şekilde teslim vakıasına dair olarak davacı tanıkları dinlenmeli, davacı taraf aşamalardaki dilekçelerinde keşif ve bilirkişi incelemesi deliline de dayandığı anlaşılmakla gerektiğinde mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi de yapılarak diğer deliller de gözetilmek suretiyle teslim yapılıp yapılmadığı hususu hiç bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmeli, teslimin kanıtlanması halinde taraflar arasında bedel konusunda uzlaşma bulunmadığından yapılmış imalâtların 6098 sayılı TBK’nın 481. maddesine göre yapıldığı yıl piyasa fiyatlarına göre hesaplattırılıp kanıtlanacak ödemelerin mahsubu ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/248 Esas sayılı dosyasındaki dava konusu işin, davalı kooperatif yetkililerinin yemin beyanlarında dahi başka bir sözleşmeye ilişkin olduğu belirtilmesine rağmen savunma dışına çıkılarak borcun yenilendiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, 2.037,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay’daki duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, 5766 sayılı Kanun’un 11. maddesi ile yapılan değişiklik gereğince Harçlar Kanunu 42/2-d maddesi uyarınca alınması gereken 218,50 TL Yargıtay başvurma harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 13.06.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
15. Hukuk Dairesi 2019/1173 E. , 2019/5252 K. “İçtihat Metni” Davacılar 1-… İnş. Tic. ve San. A.Ş. 2-… İnş. Tic. ve San. A.Ş. 3-… İnş. ve Tic. Ltd. Şti. ile davalı … Kalıp Makine ve Kalıp San. A.Ş. arasındaki davadan dolayı … 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 22.11.2017 gün ve 2016/112 E.-2017/1174 K. sayılı hükmü bozan Dairemizin 15.11.2018 gün ve 2018/446 E.-2018/4507 K. sayılı ilamı aleyhinde taraf vekillerince karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü: – K A R A R – Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanmış olup menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda istirdat davasına dönüşen davanın kabulüne dair verilen kararın davalı vekilince temyizi üzerine Dairemizden verilen davalının diğer temyiz itirazları reddedilerek ikinci bentte açıklanan nedenlerle davalı yararına bozulmasına dair 15.11.2018 gün 2018/446 Esas, 2018/4507 Karar sayılı bozma ilamına karşı taraf vekillerince yasal süresi içinde karar düzeltme talebinde bulunulmuştur. 1-Yargıtay ilamında belirtilen gerektirici nedenler karşısında ve özellikle tasfiye kesin hesabı çıkartılırken icra dosyasında takibe konulan çeklerle ilgili yapılan ödemelerde, takibe konu çek miktarlarının ödemelere dahil edilerek hesaplama yapılması gerekmekte olup, fazla ödeme yapıldığı ve çeklere dayalı yapılan takipler yönünden borçlu bulunulmadığının saptanması halinde istirdada dönüşen davada ödenen çek bedelleri ile fazladan ödenen fer’ilerinin de istirdadına karar verileceğinin tabii bulunmasına göre davalı vekilinin tüm, davacılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer karar düzeltme talepleri yerinde görülmemiş reddi gerekmiştir. 2-Dairemizin 15.11.2018 gün ve 2018/446 Esas, 2018/4507 Karar sayılı bozma ilamının 2. bent dördüncü paragrafında belirtildiği üzere, taraflar arasındaki sözleşmenin “ceza” başlıklı 6. 1. maddesi yollaması ile uygulanması gerekli dava dışı iş sahibi ile davacı yükleniciler arasında imzalanan sözleşmenin 10.2.1. maddesinde “İdare tarafından verilen süre uzatımı hariç, iş zamanında bitirilemediği takdirde geçen her takvim günü için yüklenicinin hakedişinden sözleşme bedelinin %0,06’sı (onbinde altısı) oranında gecikme cezası kesilir.” hükmü, sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 158/II. maddesinde tanımlanan ifaya ekli cezadır. Aynı maddenin son cümlesinde alacaklının bu hakkından açıkça feragat etmiş olması veya ihtirazı kayıt ileri sürülmeksizin edanın kabul edilmesi halinde cezanın düşeceği hususu düzenlenmiştir. Hüküm emredici nitelikte olmadığından sözleşmede kararlaştırılmış ise, ihtirazi kayıtsız kabul halinde dahi ceza-i şartı isteme hakkının düşmeyeceği kabul edilmektedir (Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 01.11.2007 gün 2006/3234 Esas, 2007/6830 Karar sayılı ilamı). Sözleşmenin 9. 2. maddesinde “Taraflardan herhangi birinin iş bu sözleşmeden ve/veya kanundan doğan bir hakkını kullanmamış olması o hakkını/yetkisini kullanmaktan açık veya örtülü geçici veya daimi olarak vazgeçtiği şeklinde yorumlanamaz; ilgili taraf sözkonusu haklarının her zaman kullanabilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Yapılan bu düzenleme ile, hakların saklı tutulmamış olmasının daha sonra talepte bulunulmasına engel teşkil etmeyeceği kabul edilerek sözleşmede aksi kararlaştırılmış olduğundan, teslimde ihtirazi kayıt ileri sürülmemesine rağmen davacı yüklenicilerin ceza-i şartı isteme haklarının bulunduğu kabul edilerek davacı yüklenicilerin alacağına katılması gerekli ve hükme esas alınan bilirkişi raporunda ceza-i şartla ilgili yapılan hesaplama doğrudur. Bu durumda, ceza-i şartı isteme hakkı düştüğü gerekçesiyle bozma yapılmaması gerekirken, sözleşmenin 9. 2. maddesi hükmü gözden kaçırılarak bu yönden de bozma yapıldığı bu kez yapılan incelemede anlaşıldığından, davacıların buna yönelen karar düzeltme talebinin kabulü uygun bulunmuştur. SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm, davacıların diğer karar düzeltme taleplerinin reddine, 2. bent uyarınca kabulü ile Dairemizin 15.11.2018 gün 2018/446 Esas, 2018/4507 Karar sayılı bozma ilamının 2. bent dördüncü paragrafının bozma kapsamından çıkartılarak hükmün diğer nedenlerle davalı yararına BOZULMASINA, ödediği karar düzeltme peşin harcının istek halinde karar düzeltme isteyen davacılara geri verilmesine, HUMK’nın 442. maddesi hükmünce 384,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyen davalıya yükletilmesine, 18.12.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/1770 E. , 2021/1738 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “akde aykırılık nedeniyle tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 1. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacının mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacının mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının müvekkiline ait … adresinde kiracı olarak tuhafiye işi yaptığını, aynı adreste yine müvekkiline ait olan 85/B kapı numaralı dükkan boşaldığında bu dükkana geçmek istediğini, müvekkilinin olur vermediğini, buna rağmen davalının 85/B kapı numaralı dükkana izinsiz ve habersiz olarak geçtiğini, müvekkilinin yaşamakta olduğu Antalya’dan geldiğinde bu duruma itiraz ettiğini, ancak davalı ve eşinin fiili ve sözlü saldırılarına uğradığını, davalının yaşlı ve hasta olan müvekkilini darp ettiğini, hakaret ve küfür ettiğini, davalının ve eşinin eyleminin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 256. maddesi gereğince kiralananı açıktan fena kullanma niteliğinde olduğunu ileri sürerek davalının 4165. Sokak No:85/B adresindeki taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; dava konusu işyerinin taraflarca 26.03.2008 tarihinde imzalanan yazılı kira sözleşmesi uyarınca müvekkili tarafından aylık 500TL kira bedeli ile kiralandığını ve bugüne kadar işlemiş kira bedellerinin de ödendiğini, davacı tarafa yönelik küfür, hakaret ve saldırı iddialarının tamamen asılsız olduğunu, aksine davacının müvekkiline yönelik küfür, hakaret, tehdit ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 267/1. maddesinde tanımlanan iftira suçunu işlediğini, müvekkilinin taşınmazda yaptığı birtakım tadilat, tamirat ve tefrişten sonra tahliye etmesi konusunda tehdit ve hakarette bulunduğunu, müvekkilinin işyerini işgal ettiği iftirası ile Konak Kaymakamlığına idari başvuru yaparak taşınmazın 3091 sayılı Kanun uyarınca tahliye edilmesini talep ettiğini, ancak işyerinin müvekkili tarafından kira sözleşmesine dayalı olarak kullanıldığı gerekçesiyle talebin reddine karar verildiğini, davacı hakkında iftira suçundan şikâyetçi olunduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. İzmir 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 13.11.2014 tarihli ve 2008/682 E., 2014/1001 K. sayılı kararı ile; davalının, davacıların murisi … hakkında iftira ve hakaret suçundan yaptığı şikâyet üzerine açılan kamu davasında İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesinin 14.04.2008 tarihli ve 2011/157 E., 2012/36 K. sayılı kararı ile muris …’ın mahkumiyetine karar verildiği, murisin şikâyeti üzerine davalı hakkında İzmir 10. Sulh Ceza Mahkemesinde hakaret ve basit yaralama suçundan kamu davası açılmış ve yapılan yargılama sonucunda delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiş ise de ceza mahkemesinin beraat kararı hukuk hâkimini bağlamayacağından tarafların gösterdikleri tanıkların bir kısmının dinlendiği, bir kısmının dinlenmesinden vazgeçildiği, davacı murisin tanığı Fatmana’nın davacı murisin eşi, Davut Özel’in ise kiracısı olduğu, …’ın ceza davasında dinlenmediği, mahkemedeki ifadesinin samimi görülmediği, davacı murisin tanığı Davut Özel’in hazırlık aşamasındaki ifadesinde ve ceza yargılamasında görgüsü olmadığını bildirmesine rağmen mahkememizde aksi yönde beyanda bulunduğu, bu tanığın son ifadesinin de samimi görülmediği, tanık Zülfiye ve …’in hazırlık aşamasındaki ifadesi ile ceza mahkemesindeki ifadesinin çelişkili olduğu, diğer tanıkların hakarete ilişkin görgülerinin olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacının mirasçıları vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 16.04.2015 tarihli ve 2015/2281 E., 2015/3848 K. sayılı kararı ile; “…Davacılar murisi ile davalı arasında 20.3.2008 tarihli 3 yıl süreli tuhafiyeci dükkanı olarak kullanılmak üzere kira sözleşmesi imzalandığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık davalı kiracının kiralayana yönelik hakaret ve basit yaralama eyleminin olup olmadığı bu hususun kira ilişkisini çekilmez hale sokup sokmadığı hususunda toplanmaktadır. Dosya kapsamından, kiralayanın şikayeti üzerine davalı kiracı hakkında hakaret ve basit yaralama suçundan kamu davası açıldığı İzmir 10.Sulh Ceza Mahkemesinin 2008/2319 Esas ve 2009/1630 Karar sayılı dosyada yapılan yargılama sonunda, davalının “mahkumiyetine yeter delil olmadığı müsnet suç sabit olmadığından beraatine” karar verildiği kararın temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır. Hakkında beraat kararı verilen davalı kiracı ise kiralayan hakkında iftira suçundan şikayetçi olduğu 2011/157 Esas ve 2012/36 Karar sayılı dosyada yapılan yargılama sonunda kiralayan hakkında iftira suçundan cezalandırılmasına, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılmasına karar verildiği kararın kesinleştiği görülmektedir. Ceza dosyasında dinlenen tanık anlatımlarından davalı kiracının kiralayana yönelik fiili ve sözlü eyleminin olduğu hakaret içerikli sözler söylediği, kiralayana yönelik manevi ızrar yaptığı anlaşılmaktadır. Davalının, ceza yargılamasında yeterli delil olmadığı gerekçesiyle beraat etmiş olması Türk Borçlar kanunu 74. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlamaz. Ceza yargılamasında eylemin yasada belirtilen tipik suç tanımına uyup uymadığı, kast unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilirken, hukuk hakimi, eylem suç teşkil etmese de daha geniş bir yorumla eylemin hukuka aykırı olup olmadığını, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin hukuka aykırı eylem nedeniyle çekilmez hale gelip gelmediğini inceler. Gerek ceza yargılamasında dinlenen tanık anlatımları gerekse davalı kiracının kiralayan aleyhine iftira suçundan şikayette bulunarak husumeti devam ettirmesi taraflar arasındaki kira ilişkisinin çekilmez hale geldiğini göstermektedir. Türk Borçlar Kanunu 316/2. (doğrusu 316/3.) maddesindeki şartların oluştuğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken açıklanan hususlara uyulmadan yazılı biçimde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İzmir 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.09.2015 tarihli ve 2015/698 E., 2015/839 K. sayılı kararı ile; Yargıtay bozma ilamında, kiracının, kiralayan aleyhine iftira suçundan şikâyette bulunması hususunun kira sözleşmesinin çekilmez hâle gelmesi olarak kabul edildiği, kiracının iftira suçundan kiralayan aleyhine şikâyette bulunmasının, kiracının BK’nın 256/1. maddesinde belirtilen “icap eden vazifeye” 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’ndaki (TBK) “saygı göstermek” yükümlülüğüne aykırılık olarak görüldüğü, ancak kiracının Anayasal bir hak olan şikâyet hakkını kullanması hususunun göz ardı edildiği, Anayasal bir hakkını kullanan kiracıya, bu hakkını kullanmasından dolayı aleyhine hukukî sonuç yüklenmesinin doğru olmadığı, kiraya verenin kendi eylemi ile iftira suçunun oluşmasına neden olduğu ve bu durumdan yararlandırılmasının mümkün olmadığı, gerek kiracının gerekse kiraya verenin birbirilerine saygılı davranmak zorunda olduğu, kiracının iftira suçundan yaptığı şikâyetinin aleyhine sonuç doğurmasının yerinde görülmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacının mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, ceza yargılamasında dinlenen tanık anlatımları ve davalı kiracının kiraya veren aleyhine iftira suçundan şikâyette bulunması karşısında taraflar arasındaki kira ilişkisinin çekilmez hâle gelip gelmediği, buradan varılacak sonuca göre kiralananın tahliyesine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle “akde aykırılık nedeniyle tahliye” davaları hakkında açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır. 13. Akde aykırılık nedeniyle tahliye davaları BK’nın 256. (TBK’nın 316.) maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre: “Müstecir mecuru kullanırken tam bir ihtimam dairesinde hareket ve apartman icarında bina dahilinde oturanlara karşı icabeden vazifeleri ifa ile mükelleftir. Müstecir vukubulan ihtara rağmen bu mükellefiyete daimi surette muhalefet eder yahut açıktan açığa fena kullanarak mecura daimi bir zarar iras eylerse mucir tazminat ile birlikte icar akdinin hemen feshini talep edebilir.” 14. Aynı hüküm TBK’nın 316. maddesinde “Kiracı, kiralananı, sözleşmeye uygun olarak özenle kullanmak ve kiralananın bulunduğu taşınmazda oturan kişiler ile komşulara gerekli saygıyı göstermekle yükümlüdür. Kiracının bu yükümlülüğüne aykırı davranması durumunda kiraya veren, konut ve çatılı işyeri kirasında, en az otuz gün süre vererek, aykırılığın giderilmesi, aksi takdirde sözleşmeyi feshedeceği konusunda yazılı bir ihtarda bulunur. Diğer kira ilişkilerinde ise, kiraya veren, kiracıya önceden bir ihtarda bulunmaksızın, yazılı bir bildirimle sözleşmeyi hemen feshedebilir. Konut ve çatılı işyeri kirasında, kiracının kiralanana kasten ağır bir zarar vermesi, kiracıya verilecek sürenin yararsız olacağının anlaşılması veya kiracının bu yükümlülüğe aykırı davranışının kiraya veren veya aynı taşınmazda oturan kişiler ile komşular bakımından çekilmez olması durumlarında kiraya veren, yazılı bir bildirimle sözleşmeyi hemen feshedebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 15. Kiracı, kiralananı sözleşmeye uygun kullanmalı, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmalı, kendi malına gösterdiği dikkat ve özeni göstermelidir. Bunun yanında kiracı, kiraya veren ile kiralananın bulunduğu taşınmazda oturan kişilere ve komşulara gerekli saygıyı göstermekle yükümlüdür. Kiracının bu yükümlülüğe aykırı davranması durumunda sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliyesine karar verilebilmesi için kiraya verenin konut ve çatılı işyeri kirasında kiracıya en az otuz gün süre vererek aykırılığın giderilmesini, aksi takdirde sözleşmeyi feshedeceğini yazılı olarak bildirmesi ve tanınan bu süre içerisinde de akde aykırılığın giderilmemiş olması gerekir. 16. Konut ve çatılı işyeri kiralarında, akde aykırılık hâlinde, kiracıya ihtar keşide edilmeden kira sözleşmesinin feshedileceği durumlar BK’nın 256. maddesinde “açıktan açığa fena kullanım” olarak nitelendirilmişti. TBK’nın 316/3. maddesinde ise “kiracının kiralanana kasten ağır bir zarar vermesi, kiracıya verilecek sürenin yararsız olacağının anlaşılması veya kiracının bu yükümlülüğe aykırı davranışının kiraya veren veya aynı taşınmazda oturan kişiler ile komşular bakımından çekilmez olması” olarak belirtilmiştir (Kanık, Hikmet: Yargıtay Uygulamasında Kira Hukuk Davaları, Ankara 2021, s. 1142). Görüleceği üzere kiracının davranışının kiraya veren veya aynı taşınmazda oturan kişiler ile komşular bakımından çekilmez olması hâlinde kiraya veren, kira sözleşmesini yapacağı yazılı bir bildirimle hemen feshedebilecektir. 17. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacıların murisi ile davalı arasında 4165 Sok. No: 85/A adresinde bulunan taşınmaza ilişkin olarak 20.04.2008 başlangıç tarihli ve iki yıl süreli kira sözleşmesi düzenlenmiştir. Davacı vekili, aynı adreste yine müvekkiline ait olan 85/B kapı numaralı işyeri boşaldığında davalının bu işyerine geçmek istediğini, müvekkilinin izin vermediğini, buna rağmen davalının 85/B kapı numaralı işyerine izinsiz ve habersiz olarak geçtiğini, müvekkilinin bu duruma itiraz ettiğini ancak davalı ve eşinin fiili ve sözlü saldırılarına uğradığını ileri sürerek kiralananın tahliyesini talep etmiştir. Davalı vekili, davacı tarafın iddialarının asılsız olduğunu, aksine davacının müvekkiline yönelik hakaret, tehdit ve iftira suçlarını işlediğini, davacı hakkında iftira suçundan şikâyetçi olunduğunu ve soruşturmanın devam ettiğini, işyerinin müvekkili tarafından kira sözleşmesine dayalı olarak kullanıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. 18. Taraf beyanları ve dosya kapsamına göre davacı, davalı hakkında hakaret ve basit yaralama suçlarından şikâyette bulunmuş, İzmir 10. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, mahkumiyete yeterli ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle davalının müsnet suçlardan beraatine karar verilmiştir. Davalı da davacı hakkında hakaret ve iftira suçlarından şikâyette bulunmuş, İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davacının hakaret ve iftira suçlarından mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bu durumda, davacı ve davalının birbirleri hakkında şikâyette bulundukları, haklarında ceza mahkemelerinde yargılamalar yapıldığı, böylelikle kira ilişkisinin kiraya veren bakımından çekilmez hâle geldiği anlaşılmakla BK’nın 256/2. (TBK’nın 316/3.) maddesindeki şartların oluştuğu kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekir. 19. Hâl böyle olunca, mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 20. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacının mirasçıları vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.12.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/3852 E. , 2021/5124 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada Ulukışla Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 29.05.2019 tarih ve 2017/114 E. – 2019/81 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacı bankanın davalı hakkında Ulukışla İcra Müdürlüğü’nün 2013/73 esas sayılı dosyası ile kredi kartı borcundan dolayı icra takibi başlattığını, davalının söz konusu takibe itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, kullanmış olduğu kredi kartı limitinin 1.000,00.- TL olduğunu, borcunun 56.953.,00.-TL olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, limit artırımının kendi isteği dışında olduğunu, buna ilişkin ses ve kayıtların bankaca tutulmasının zorunlu olduğunu, davacının olağanüstü kart hareketlerinden dolayı uyarıcı ikaz edici bir görevi ihmal ettiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, bankanın kredi kartı ile ilgili gerekli güvenlik önlemlerini almakla mükellef olduğu, kart sahibinin ise banka kartlarını ve şifrelerini özenle koruyarak bilgileri saklamak yönünde sorumlulukları olduğu, davacı banka tarafından konu edilen harcamalar için gereken tüm önlemler alınmadığından bankanın kusurlu olduğu, diğer yandan kredi kartına ait güvenlik kodunun davalı tarafından saklanmadığı, ceza dosyasında kart ile birlikte şifresini kaybettiğini ifade ettiği, davalının şifreyi saklama özenini yerine getirmemesi sonucunda bu işlemlerin gerçekleştiği, aynı zamanda bankaya kredi kartını kaybettiğini bilgilendirmediği, bu nedenle tarafların eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir. İşbu karara karşı, taraf vekilleri temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Dava banka kredi kartı sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir. 1-Mahkemece bozma ilamına uyulduktan sonra alınan bilirkişi raporunda davacı bankanın tam kusurlu olduğu, alınan ikinci bilirkişi raporunda ise davacı ve davalının zararın meydana gelmesinde %50 eşit kusurlu oldukları belirtilmiştir. Mahkemece son alınan rapor hükme esas alınarak davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan ve sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir. Bankalar ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, buna karşılık hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Bankanın kusuru az da olsa meydana gelen zarardan sorumludur. Mahkemece, meydana gelen zarardan bankanın sorumlu olduğu miktar değerlendirilerek uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. 2-Mahkemece davalının limit dahilindeki 1000,00.- TL yönünden meydana gelen zarardan sorumlu olduğu miktar belirlenerek uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı bankanın tüm itirazlarının ve davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine (2)numaralı bentte açıklanan nedenlerle hükmün 1000,00TL yönünden BOZULMASINA, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 16.06.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2021/3524 E. , 2021/7101 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 36. HUKUK DAİRESİ İLK DERECE MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 16. SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen kira bedelinin tespiti davasının kısmen kabulüne dair verilen hüküm hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı vekili ve davalı vekilinin istinaf istemlerinin esastan reddine dair verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı; davalı ile aralarında 01/06/2010 başlangıç tarihli 6,5 yıl süreli kira sözleşmesi bulunduğunu, son ödenen 42.727,15TL+ KDV kira bedelinin emsal ve rayice göre düşük kaldığını belirterek 01/01/2017 tarihinden itibaren kira bedelinin aylık 100.000TL+KDV olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı; davanın reddini dilemiştir. İlk derece mahkemesince; davanın kısmen kabulü ile dava konusu taşınmazın aylık kira bedelinin 01/01/2017 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 90.000TL+KDV olduğunun tespitine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince; ilk derece mahkemesinin kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan, taraf vekillerinin istinaf başvurusunun ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacı vekilinin, lehine hükmedilen vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazlarına gelince; Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 9. maddesine göre kira tespiti davalarında tespit olunan kira bedeli farkının bir yıllık tutarı üzerinden tarifenin üçüncü kısmı gereğince hesaplanacak miktarın tamamı, vekalet ücreti olarak hükmolunur. Halen ödenmekte olan aylık kira bedeli ile hüküm altına alınan miktar arasındaki farkın bir yıllık tutarı üzerinden davacı yararına, davada talep edilen aylık kira bedeli ile hüküm altına alınan aylık kira bedeli arasındaki farkın bir yıllık tutarı üzerinden de davalı yararına vekalet ücreti takdiri gerekir. Bu durumda, davacı lehine vekalet ücretinin, halen ödenen aylık brüt kira bedeli ile hüküm altına alınan aylık brüt kira bedeli arasındaki farkın bir yıllık tutarı üzerinden, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince hesaplanması gerekmektedir. Davalı tarafından halen ödenen aylık brüt kira bedeli 49.882,31 TL ile hükmedilen brüt kira bedeli 106.200 TL arasındaki yıllık kira farkına göre davacı lehine 50.840,61 TL vekalet ücreti verilmesi gerekirken, yazılı şekilde 45.413,51TL vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değildir. Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılması ve ilk derece mahkemesi kararının düzeltilerek onanması, HMK’nın 370 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü gereğidir. SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm, davacının sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılmasına ve ilk derece mahkemesi kararının hüküm fıkrasının 5. bendinde yer alan ” Davacı taraf vekil ile temsil edildiğinden hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 9/1 maddesi uyarınca tesbit edilen kira bedeli ile tesbitten önceki kira bedeli farkının bir yıllık brüt tutarı (90.000,00-42.727,15 = 47.272,85 x 12 = 567.274,20 TL ) üzerinden hesaplanan 45.413,51 TL nisbi vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, ” cümlesinin hükümden çıkarılarak yerine, ” Davacı taraf vekil ile temsil edildiğinden, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince hesaplanan 50.840,61 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine ” ifadelerinin yazılması suretiyle hükmün düzeltilmesine ve hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, 2.421,90 TL bakiye temyiz harcının temyiz eden davalıya yükletilmesine, davacı tarafından peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 23/06/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
6. Hukuk Dairesi 2015/335 E. , 2015/2042 K. “İçtihat Metni” Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı kira bedelinin tespiti davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, kira bedelinin tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, kira bedelinin 01.01.2014 tarihinden tesbiti istendiğine göre, bu tarihten otuz gün önce dava açılmadığı gibi, kiracıya yazılı bildirimde de bulunulmadığından süre yönünden davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı vekili, 24.01.2014 tarihinde açtığı dava ile kira bedelinin 01.01.2014 tarihinden itibaren hak ve nesafet ilkelerine göre belirlenmesi isteminde bulunmuştur. Davada dayanılan ve hükme esas alınan 01.01.2008 tarihli ve bir yıl süreli sözleşmenin özel şartlar altıncı maddesinde Tefe-Tüfe ortalaması baz alınarak süre bitiminde artış şartı öngörülmüştür. TBK’nun 345/3. maddesinde ” Sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur ” düzenlemesi bulunmaktadır. Bu itibarla dava süresinde açılmıştır. Mahkemece işin esasının incelenmesi ve sonucu dairesinde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 02.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2017/11632 E. , 2018/5902 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ:SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki kira bedelinin tespiti davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içerisinde davacılar tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacılar, murisleri … ile davalı arasında imzalanan 02.01.1999 başlangıç tarihli beş yıl süreli kira sözleşmesinin 02.01.2004 ve 02.01.2009 tarihlerinde yenilenerek devam ettiğini, ödenen son kira bedelinin 1.165.22.-TL olduğunu, kira bedelinin emsalleri karşısında çok düşük kaldığını belirterek 02.01.2014 tarihinde başlayan yeni kira döneminde kira bedelinin net 3.000.-TL olarak tespitine karar verilmesini istemişlerdir.Davalı, davanın süresinde açılmadığını belirterek davanın reddini dilemiştir.Mahkemece, davanın reddine dair verilen hükmün davacılar tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 26.05.2015 tarih, 2015/3541 Esas, 2015/5065 Karar sayılı ilamı ile, “…. Mahkemece temyiz dilekçesine eklenen hususi şartları bölümünün davaya dayanak yapılan 02.01.1999 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin eki olup olmadığı ve davacıların murisi ile davalı arasında yenilenen kira sözleşmesi bulunup bulunmadığı araştırılarak taraflara gerekirse bu kira sözleşmesinin asıllarını ibraz etmeleri için süre verilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma üzerine yeniden yapılan yargılama sonucunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 344.maddesinde ” Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hâkim tarafından üretici fiyat endeksindeki artış oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir.” hükmü bulunmaktadır . Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunu 2.maddesinde geçmişe etkili olma başlığı altında “Türk Borçlar Kanunu’nun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları gerçekleştirdikleri tarihe bakılmaksızın, bütün fiil ve işlemlere uygulanır.” hükmü yer almaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nun kira artışına ilişkin 344.maddesindeki düzenleme kiracıları koruyucu nitelikte olup, kamu düzenine ilişkindir. Ancak kiracının tacir olması durumunda 6217 Sayılı Kanunun geçici 2. maddesi gereğince bu kanun hükmü 8 yıl süreyle uygulanamaz.Aynı kanunun 345. maddesinde “Kira bedelinin belirlenmesine ilişkin dava her zaman açılabilir. Ancak, bu dava, yeni dönemin başlangıcından en geç otuz gün önceki bir tarihte açıldığı ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması koşuluyla, izleyen yeni kira dönemi sonuna kadar açıldığı takdirde, mahkemece belirlenecek kira bedeli, bu yeni kira döneminin başlangıcından itibaren kiracıyı bağlar.” “Sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur.” hükmüne yer verilmiştir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olup, TBK.nun 345.maddesi bu tarihten sonra açılacak kira bedelinin tespiti istemlerinde uygulanır.Somut olayda; davacıların murisi … ile davalı arasında ilk olarak 02.01.1999 başlangıç tarihli beş yıl süreli kira sözleşmesi imzalandığı hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözü geçen sözleşmenin hususi şartlar 5. Maddesinde “Her yıl kira artış oranı Bakanlığın açıkladığı oran nisbetinde olacaktır.” hükmü düzenlenmiştir. Yenilenen 02.01.2004 ve 02.01.2009 başlangıç tarihli beş yıl süreli kira sözleşmelerinde de artış yapılacağı kararlaştırılmış olup artış yapılacağına ilişkin hüküm nedeniyle TBK ‘nun 345/son maddesi gereğince kira dönemi sonuna kadar dava açılabileceğinden 03.07.2014 tarihinde açılan davada 02.01.2014 tarihinden itibaren kira bedelinin artırılarak tespitinin istenmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Mahkemece işin esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken süresinde açılmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince davacılar yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 28.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2021/3452 E. , 2021/6001 K. “İçtihat Metni” BAŞVURUSU :BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAŞKANLAR KURULU Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulunun, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi ile Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin kesin kararları arasındaki uyuşmazlığın giderilmesi istemine ilişkin talebi üzerine; dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I 5235 sayılı “Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun”un 35 inci maddesinde; Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulunun görevleri düzenlenmiş olup, anılan maddenin 3. bendinde de, “3. Re’sen veya bölge adliye mahkemesinin ilgili hukuk veya ceza dairesinin ya da Cumhuriyet başsavcısının, Hukuk Muhakemeleri Kanunu veya Ceza Muhakemesi Kanununa göre istinaf yoluna başvurma hakkı bulunanların, benzer olaylarda bölge adliye mahkemesi hukuk veya ceza dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında ya da bu mahkeme ile başka bir bölge adliye mahkemesi hukuk veya ceza dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında uyuşmazlık bulunması hâlinde bu uyuşmazlığın giderilmesini gerekçeli olarak istemeleri üzerine, kendi görüşlerini de ekleyerek Yargıtaydan bu konuda bir karar verilmesini istemek,,” hükmüne yer verilmiştir. Belirtilen hüküm ile, ilgili bölge adliye mahkemesi başkanlar kurulunca; benzer olaylarda verilen kesin nitelikteki kararlar arasındaki uyuşmazlık ile ilgili Yargıtay’dan karar verilmesini istemeleri halinde izleyecekleri usul detaylı olarak düzenlenmiş olup, burada başvurunun gerekçeli olarak, başkanlar kurulunun kendi görüşlerinin de eklenmesi suretiyle yapılacağı açıkça kural altına alınmıştır. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulunun 09.04.2021 tarihli ve 2021/1 esas sayılı başvurusunda; Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 2020/1596 esas-2020/1499 karar sayılı dosyası ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesinin 2020/2164 esas -2021/50 karar sayılı kesin kararları arasında, uyarlama davalarında, ihtiyati tedbir kararı verilip verilemeyeceği hakkında görüş farklılıkları nedeniyle uyuşmazlık bulunduğu bildirilip, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un “Başkanlar Kurulunun Görevleri” başlıklı 35/1-3 maddesi kapsamında uyuşmazlıkların giderilmesi talep edilmiştir. Bursa 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 05/11/2020 tarih, 2020/1107 esas sayılı dosyasında, davacı; davalıya ait taşınmazda kiracı olarak anaokulu işlettiğini, ülke genelinde etkili olan pandemi süreci nedeni ile iş hacminde %80-85 oranında düşüş olduğunu, TBK’nın 138. maddesine göre borçlunun hakimden sözleşmenin koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahip olacağının düzenlendiğini, HMK’nın 389. maddesine göre ihtiyati tedbir taleplerinin olduğunu belirterek, kendisine ait iş yeri faaliyetinin durduğu 15/03/2020 -01/06/2020 tarihlerini kapsayan ve mücbir sebepte geçen sürenin kira süresi sonuna eklenmesi ve iş hacmindeki düşüş nedeniyle kira parasının %50 oranında indirilerek uyarlanmasına karar verilmesi talebiyle dava açtığı, ilk derece mahkemesince davacı vekilinin ihtiyati tedbir talebinin HMK’nun 389. vd. maddeleri uyarınca şartları oluşmadığı anlaşıldığından reddine karar verildiği, kararın davacı tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi’nin kesin olan 14/12/2020 tarih, 2020/1596-2020/1499 esas-karar sayılı kararı ile; “İstinaf başvurusunun kabulüne, Bursa 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2020/1107 esas sayılı dava dosyasında verilen 05/11/2020 tarihli ara kararın HMK 353/1-b-2 maddesi uyarınca kaldırılmasına, ihtiyati tedbir talebinin kabulüne, davacının 14/06/2018 tasdik tarihli kira sözleşmesi ile kiracısı olduğu kiralananın aylık kirasının 03/06/2020 tarihinden itibaren işleyen henüz ödenmemiş kiraların ve bu karar tarihinden itibaren işleyecek kiraların aylık takdiren KDV hariç 6.000TL olarak ödenmesi hususunda ihtiyati tedbir konulmasına, İhtiyati tedbirin mahkemece HMK’nun 396/1 maddesi uyarınca 6 aylık süreler içerisinde ve toplanan delil durumuna, alınan tedbirler ve tedbirlerin davacı üzerindeki etkilerine göre yeniden değerlendirilmesine, ” kesin olarak karar verilmiştir. Ankara Batı 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 23/11/2020 tarih, 2020/1055 esas sayılı dosyasında; Davacı şirketin davalı Etimesgut Belediyesinin kiracısı olduğunu, mülkiyeti belediyeye ait olan taşınmaz üzerinde bulunan düğün salonları ve müştemilatı kısmında oluşan işletmenin 5 yıl süreli kiralandığını, davacı ile belediye arasında imzalanan kira sözleşmesinde kiralanan mecurun kullanım amacı ve niteliğinin düğün salonları ve müştemilatı olarak açıkça belirtildiğini, pandemi nedeniyle en az %83’e kadar müşteri kaybı yaşandığını, düğün salonunun tamamen kullanım amacını yitirdiğini ileri sürerek kiracı şirketin kira bedelini ödeyememekten kaynaklanacak temerrüt nedeniyle tahliye tehdidine maruz kalmaması ve mağduriyet yaşanmaması için ihtiyati tedbir kararı verilmesini ve nihai karar verilinceye kadar kira bedelinin 02/07/2020 tarihinden başlayarak 25.800TL ödenmesi yönünde karar verilmesi istemiyle dava açtığı, mahkemece ihtiyati tedbir talebinin reddine karar verildiği, kararın davacı tarafından istinaf edilmesi üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi’nin tarih, 2020/2164 esas, 2021/50 karar sayılı kararı ile; “Yargıtay uygulamalarında kabul edildiği ve 6100 sayılı HMK’nun 391. maddesi gerekçesinde açıklandığı üzere “dava sonunda elde edilecek faydayı sağlayacak şekilde” başka bir deyişle “davanın ve uyuşmazlığın esasını halleder şekilde ” ihtiyati tedbir kararı verilmesi doğru değildir. Ayrıca ihtiyati tedbir ancak uyuşmazlık konusu hakkında verilebilir. Somut olayda, pandemi nedeniyle kira bedelinin düşürülüp düşürülmeyeceği konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. Uyuşmazlığın niteliği yargılamayı gerektirdiği ve uyuşmazlığın esasını halleder nitelikte ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği anlaşıldığından incelenen mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan, dava vekilinin istinaf kanun yolu başvuru isteminin esastan reddine” kesin olarak karar verilmiştir. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin ve Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesinin benzer olayda verdikleri kesin nitelikteki kararları arasında uyuşmazlık bulunduğundan bu uyuşmazlıkların 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 35/1-3 maddesine göre giderilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bilindiği üzere; Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Eş söyleyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Sözleşmeye bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak 6098 sayılı TBK öncesindeki dönemde de Yargıtay İçtihatları ile gelişen uygulamada bu ilke özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. Türk hukukunda da öteden beri TMK’ nun 2 ve 4. maddesinden de esinlenilerek, hem sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ( Clausula Rebus Sic Stantibus) ilkesi, hem de İşlem Temelinin Çökmesi Kuramı uygulanmak suretiyle, uyarlanma davalarının görülebilir olduğu benimsenmiştir. Yargıtay tarafından benimsenen ve sözleşmeye bağlılık ilkesinin istinasını oluşturan, uyarlama davası 6098 Sayılı TBK’nun yasalaştırılması sırasında da benimsenerek, 6098 Sayılı Yasanın 138. maddesinde “Aşırı İfa Güçlüğü” madde başlığı altında düzenlemiş, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. İlgi maddenin gerekçesinde de “Bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, “işlem temelinin çökmesi”ne ilişkindir. İmkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, Türk Medenî Kanunu’nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarıdır. Ancak, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ya da dönme hakkının kullanılması, şu dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlıdır. a. Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır. b. Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır. c. Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır. d. Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır. Maddeye göre, uyarlamanın bütün koşulları gerçekleşmişse borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir. Bunun mümkün olmaması hâlinde borçlu, sözleşmeden dönebilir; sürekli edimli sözleşmelerde ise kural olarak, fesih hakkını kullanır.” denilerek TBK öncesi Yargıtay uygulamasında kabul edilen uyarlama davası yasa maddesi haline getirilmiştir. Bilindiği üzere; bir kimsenin tek taraflı irade beyanıyla yeni bir hukuki ilişki meydana getirebildiği hallerde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) hakların varlığından sözedilir. Kural olarak inşai hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanmasıyla hukuki sonuç doğar. Ancak bazı inşai haklarda hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanmasıyla hukuki sonuç kendiliğinden doğmaz. Bu inşai hakların mutlaka mahkeme aracılığı ile kullanılması gerekir. Mahkeme inşai davanın kabulüne karar verirse bu karar inşai niteliktedir. Çünkü bu kabul kararı ile yeni bir hukuki durum yaratılır. Bu durumda açılan davaya inşai dava denilebilir ve bu inşai hakkına dayanarak mahkemeden bir hukuki durumun değiştirilmesine veya kaldırılmasına veya yeni bir hukuki durumun yaratılmasına karar verilmesini ister. İnşai davaların kabulü halinde verilen inşai kararlar kural olarak geleceğe etkilidir. Yani bu hakkın kazanılması ile ortaya çıkan yenilik doğurucu etki kural olarak gelecek için olup geçmişe etkili değildir. Toplumsal hayatın ve insan ilişkilerinin karmaşık hale gelmesinin hukuk alanındaki yansımalarından bir tanesi de, uyuşmazlıkların kısa süre içerisinde çözümlenmesinin güçleşmesidir. Bu sakıncaların giderilmesi amacıyla, henüz uyuşmazlığın sona ermesini beklemeden ve uyuşmazlık sona erinceye kadar kişilerin hukukî menfaatlerini geçici olarak güvence altına alma ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç karşımıza geçici hukuki koruma yollarını çıkarmıştır. İhtiyati tedbirde geçici hukuki korumalardan en önemlisidir. İhtiyati tedbir öğretide “…kesin hükme kadar devam eden yargılama boyunca, davacı veya davalının (dava konusu ile ilgili olarak) hukuki durumunda meydana gelebilecek zararlara karşı öngörülmüş geçici nitelikte, geniş veya sınırlı olabilen hukuki korumadır.” şeklinde tarif edilmiştir (Medeni Usul Hukuku 12. Baskı Sh.714-Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Prof. Dr. Muhammet Özekes). Anılan tariften de anlaşılacağı üzere ihtiyati tedbirin diğer fonksiyonları yanında davanın devamı sırasında ve verilecek hükmün kesinleşmesine kadar olan süreç içerisinde dava konusu şey üzerinde yeni bir takım ihtilafların çıkmasını da önleyici niteliği itibariyle geçici bir hukuki korumadır. 6100 sayılı HMK’nun 389 vd. maddelerinde düzenlenen ihtiyati tedbir de amaç karşı tarafı cezalandırmak baskı altına almak değil, hakkın korunmasına hizmet etmek olmalıdır. Esas hakkındaki hükme kadar taraflar açısından davanın uzamasından kaynaklanan sakıncaları gidermek ve geçici hukuki koruma sağlamak, böylelikle davacının açmış olduğu davayı kazanması halinde dava konusu olan şeye kavuşmasını daha dava sırasında güvence altına almak, taraflar arasındaki sözleşmenin dava süresince ayakta kalmasına yardımcı olmak amacıyla başvurulan geçici hukuki korumalardandır. Tedbir kararının verilmesi sonrasında koşullarda bir değişiklik olduğunda bu değişen şartlara uygun olarak ihtiyati tedbir kararı talep üzerine kaldırılabileceği gibi gözden geçirilip gerekirse değişikliğe gidilebilir. İhtiyatî tedbir yargılamasında tam bir ispata gerek yoktur. Mahkemenin, ihtiyatî tedbir isteyenin hakkının mevcut olduğuna kanaat getirmesi, başka bir ifade ile onun haklılığını kuvvetle muhtemel görmesi yeterlidir (Arens/Lüke, 1994: 482; Musielak, 1995: 396; Thomas/Putzo, 1995: 1416; Kuru-Usul, C III, 1991: 3075; Bilge/Önen, 1978: 374; Ansay, 1960: 197; Yılmaz, s. 51). Mahkemenin incelemesi, sadece ihtiyatî tedbir talebinin kabule değer olup olmadığını takdir edebilecek kanaatin kendisinde uyanması ile sınırlı olmalıdır. Davanın esası hakkında karar vermediği için, ihtiyatî tedbir kararı ile sınırlı olarak kanaatini açıklayan hâkim, bu sebeple reddedilemez. İhtiyatî tedbir kararı geçici bir karar olup, durum ve şartların değişmesi halinde değiştirilebilir veya kaldırılabilir. Bu nedenle ihtiyatî tedbir kararları kesin hüküm teşkil etmedikleri gibi, asıl dava konusu olan hakkın varlığına da karine teşkil etmezler. Buna göre, ihtiyatî tedbir talebinin kabul veya reddine karar verilmesi, asıl davanın da kabul veya reddini gerektirmez. Bir geçici hukukî koruma önlemi niteliğinde olan ihtiyatî tedbirlerin üç türü olduğu kabul edilmektedir. Bunlar “teminat amaçlı”, “eda amaçlı” ve “düzenleme amaçlı” ihtiyatî tedbirlerdir. Teminat amaçlı tedbirler, ihtiyatî tedbirlerin temel şeklidir. Tedbire konu mal veya hakkın muhafaza altına alınması veya bir yediemine tevdii ya da bir şeyin yapılması veya yapılmaması gibi, sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı engelleyecek her türlü tedbire karar verilebilir. Eda amaçlı tedbirler; ihtilâf konusu olan hakkın geçici olarak ifa edilmesi, mahkemece tedbiren bir şeyin verilmesi, bir işin yapılması veya yapılmaması gibi taleplerin geçici olarak gerçekleştirilmesi amaçlanmaktadır. Düzenleme amaçlı tedbirler ise; ihtilâflı hukukî ilişkinin geçici olarak düzenlenmesini amaçlar. Burada müstakbel bir edimin yerine getirilmesinden ziyâde, mevcut hukukî ilişki hakkında hukukî barışın korunması için geçici olarak düzenleme yapılması söz konusudur. Nitekim Türk Borçlar Kanunu’nun 138. maddesine dayanarak mahkemeye başvuran tarafın uyarlama talebi kabul edilmediği takdirde, sözleşmeden dönme/sözleşmeyi fesih sonuçları söz konusu olacaktır. Dolayısıyla sözleşmesel ilişkin sona erip ermeyeceğinin belirleneceği yargılama sürecinde sözleşmesel ilişkinin korunmasına yönelik verilecek tedbir düzenleyici amaçlı tedbir niteliğinde olacaktır. Her ne kadar öğretide ve HMK öncesi bazı Yargıtay kararlarında, asıl uyuşmazlığı çözecek nitelikte, uyuşmazlığın özüne ilişkin olarak ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği kabul edilmiş ise de; 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısında 395. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “asıl uyuşmazlığı çözecek nitelikte olmamak şartıyla,” ibaresi, TBMM Adalet Komisyonundaki görüşmeler sırasında HMK taslak madde metninden çıkarılmıştır. Kanun koyucunun bu ibareyi taslak metinden çıkarmasındaki amacın, bu ilkenin dar (katı) yorumlanması sonucu, uyuşmazlıkların sonuçlanması uzun zaman almasından dolayı davacının çoğu kez davayı kazandığı halde, dava ile elde etmek istediği sonuca ulaşamadığından kaynaklı olarak oluşabilecek mağduriyetlerin önüne geçmek olduğu sonucuna varılabilir Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; Covid-19 salgın (pandemisi) hastalığının doğrudan veya salgının önlenmesi amaçlı kısıtlayıcı ve yasaklayıcı idari tedbirlerden olumsuz etkilenme nedeniyle kira bedelinin uyarlanması davası ile, sözleşmenin imzalanmasından sonra meydana gelen, toplumun büyük kısmını etkileyerek tarafların sosyal, ekonomik dengesini bozan salgın sonrasında taraflardan biri için edimin ifasının katlanılamayacak hâle gelmesi nedeniyle kira sözleşme koşullarının (bedelinin) değişen koşullara uyarlanması talep edilmektedir. Burada uyarlama istemindeki amaç sözleşmenin feshi veya dönme değil, sözleşmenin ayakta tutulmasıdır. Uyarlama davaları inşai davalardan olup, yargılama sonucu verilen mahkeme kararı ile sonuç doğurur. Pandemi nedeniyle açılan uyarlama talepli dava sürecinin uzaması halinde etkilerinin dahada ağırlaşması söz konusu olacaktır. Dava açılmasıyla başlangıçta verilecek tedbir kararlarının; pandeminin seyri, alınan tedbir kararlarının esnetilmesi ve sıkılaştırılmasından kaynaklı olarak olumsuz etkilenen kiracıların faaliyet gösterdiği sektördeki etkileri, kiracının indirimli kirayı ödemedeki suistimali ve kiracının yargılamayı uzatmaya matuf hareketleri gibi hallerde mahkemece talep üzerine her zaman değişikliğe gidilebileceği ve dava sonucunda tarafların alacaklarını faizi ile tahsil imkanı dikkate alınarak her somut dosya bazında değerlendirilmesi gerektiği izahtan varestedir. Tedbir kararı verilmemesi durumunda; doğrudan veya önleme amaçlı idari kararlar nedeniyle pandemiden kaynaklanan ekonomik darlığa bağlı olarak kira bedelinin eksik ödenmesi nedeniyle Türk Borçlar Kanunu’nun 315. maddesi uyarınca sözleşmenin feshi ile temerrüt nedeniyle tahliyesi mümkün hale gelir. Uyarlama davalarında amaç taraflar arasındaki sözleşmenin ayakta tutulması ile gerçekleşen olağanüstü durumlar karşısında başlangıçta var olan edimler arasındaki adaletin yeniden tesis edilmesidir. Uyarlama talepli olarak açılan davalarda ihtiyati tedbir kararı verilmediğinde, dava sonuna kadar kira sözleşmesinin ayakta tutulması bazı hallerde mümkün olmayabilir. Uyarlama davasından beklenen, sözleşmenin gerçekleşen olağanüstü duruma rağmen koşulların değiştirilmesi ile ayakta tutulmasıdır. Açılan davada esas hakkındaki hükme kadar taraflar açısından davanın uzamasından kaynaklanan sakıncaları gidermek ve geçici hukuki koruma sağlamak, böylelikle davacının açmış olduğu davayı kazanması halinde dava konusu olan şeye kavuşmasını daha dava sırasında güvence altına almak mağduriyetin önüne geçmek amacıyla tedbir kararı verilebilir. Aksi halde özellikle pandeminin doğrudan doğruya etkisi nedeniyle veya salgın önleme amaçlı idari tedbirler nedeniyle faaliyetleri yasaklanan veya kısıtlanan sektörlerdeki işletmelerin kiracıları işletme cirolarının azalması nedeniyle aşırı ifa güçlüğüne düşüp kiralarını ödeyememe durumunda kalıp, uyarlama davasının sonuçlanmasına kadar temerrüt nedeniyle sözleşmenin feshiyle kiralanandan tahliye edilebilecek ve uyarlama davası ile amaçlanan sözleşmenin ayakta tutulması amacına ulaşılamayacak, yargılama sonucu verilecek uyarlama kararı bir şekilde işlevsiz hale gelecektir. Bu açıklamalar ışığında, salgın (pandemi) hastalık sebebiyle, kira sözleşme koşullarının (kira bedelinin) uyarlanmasına ilişkin açılan davada şartların gerçekleşmesi durumunda ihtiyati tedbir kararı verilmesinin HMK m.389 vd. hükümlerine uygun olduğundan, Ankara 15. Bölge Adliye Mahkemesinin, kira bedelinin uyarlanması davasında, davanın ve uyuşmazlığın esasını halleder şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği gerekçesiyle ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin kararına karşı yapılan istinaf talebinin reddine ilişkin kararı yerinde değildir. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesinin kesin kararları arasındaki uyuşmazlığın bu çerçevede giderilmesi gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, salgın (pandemi) hastalık sebebiyle kira bedelinin uyarlanmasına ilişkin davalarda, davanın ve uyuşmazlığın esasını halleder şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceğine ilişkin verilen ret kararının usul ve yasaya uygun bulunmadığı, HMK 389 vd. maddelerindeki koşulların bulunması halinde ihtiyati tedbir kararı verilebileceği; şeklinde Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairelerinin kesin kararları arasındaki görüş ve uygulama uyuşmazlıklarının bu şekilde giderilmesine, Karardan bir suretin Tüm Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlıklarına iletilmek üzere HSK Genel Sekreterliğine gönderilmesine, 5235 sayılı Kanun m.35/1-(3) bendi uyarınca, kesin olarak 04/06/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
5. Hukuk Dairesi 2021/2517 E. , 2021/6034 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü: -KARAR- Dava dilekçesinde, Mavişehir 1. Etap Toplu Yapı Pamukkale 11. Blok Malikler Genel Kurulunun 05/05/2014 tarihli “iki ay üst üste aidat ödemeyen kat malikinin sıcak su sayacının sökülmesine” ilişkin kararın iptaline karar verilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre, verilen kararda bir isabetsizlik bulunmadığından yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, davalıdan peşin alınan temyiz ve temyize başvurma harçlarının Hazineye irad kaydedilmesine, 21/04/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.
17. Hukuk Dairesi 2019/4816 E. , 2020/6983 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: – K A R A R – Davacı vekili; davalı … Bankasının … Şubesinden konut kredisi kullanan müvekkilinin konutu ile ilgili olarak krediyi kullandıran Ziraat Bankası ve DASK tarafından DASK sigortasının süresinin bittiğinin haber verilmemesi nedeniyle … ilinde meydana gelen depremler sebebiyle oluşan zararının DASK tarafından karşılanmadığını, müvekkilinin bu nedenle oluşan zararının karşılığı olarak Ziraat Bankası ve DASK’tan 10.000,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminatın müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalılar vekilleri; davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, davacının maddi ve manevi tazminat talebinin reddine, karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyizi üzerine, Daire’nin 2015/17320 Esas 2018/6364 Karar sayılı ilamında özetle “…Somut olayda, (her ne kadar DASK sigortasını yapan başka bir sigorta şirketi olsa da) davalı Bankanın, zorunlu olan bu sigortanın da yenilenmesi için davacıya bilgilendirme yapması gerekmekte olup bu yükümünü yerine getirmediğinden ötürü kusuru bulunmaktadır. Ne var ki davacı sigortalının da, zorunlu olan DASK sigortasının süresinin dolup dolmadığını takip etme ve sigortayı yeniletme konusunda kendisine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirmediğinden müterafık kusuru vardır. Bu durumda mahkemece, açıklanan bu maddi ve hukuksal olgular göz önüne alınarak, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi isabetli olmamıştır.” şeklindeki gerekçesi ile karar bozulmuş, Mahkemece bozmaya uyulmasına karar verilerek yapılan yargılama neticesinde tüm dosya kapsamına göre, davacının maddi ve manevi tazminat davasının, davalı DASK bakımından esastan reddine, davacının, maddi tazminat davasının davalı … bakımından ıslah edilmiş haliyle kabulüne, 37.374,45 TL tazminatın 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte bu davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davacının manevi tazminat davasının davalı … bakımından esastan reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı doğrultusunda inceleme yapılıp hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, bozmanın kapsamı dışında kesinleşmiş olan yönlere ilişkin temyiz itirazları incelenemeyeceğine göre, davacı vekili ile davalı … vekilinin yerinde olmayan tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda yazılı 54,40 TL onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, aşağıda dökümü yazılı 1.959,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davalı …’ndan alınmasına, 12/11/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2020/3852 E. , 2021/5124 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada Ulukışla Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 29.05.2019 tarih ve 2017/114 E. – 2019/81 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, davacı bankanın davalı hakkında Ulukışla İcra Müdürlüğü’nün 2013/73 esas sayılı dosyası ile kredi kartı borcundan dolayı icra takibi başlattığını, davalının söz konusu takibe itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, kullanmış olduğu kredi kartı limitinin 1.000,00.- TL olduğunu, borcunun 56.953.,00.-TL olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, limit artırımının kendi isteği dışında olduğunu, buna ilişkin ses ve kayıtların bankaca tutulmasının zorunlu olduğunu, davacının olağanüstü kart hareketlerinden dolayı uyarıcı ikaz edici bir görevi ihmal ettiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre, bankanın kredi kartı ile ilgili gerekli güvenlik önlemlerini almakla mükellef olduğu, kart sahibinin ise banka kartlarını ve şifrelerini özenle koruyarak bilgileri saklamak yönünde sorumlulukları olduğu, davacı banka tarafından konu edilen harcamalar için gereken tüm önlemler alınmadığından bankanın kusurlu olduğu, diğer yandan kredi kartına ait güvenlik kodunun davalı tarafından saklanmadığı, ceza dosyasında kart ile birlikte şifresini kaybettiğini ifade ettiği, davalının şifreyi saklama özenini yerine getirmemesi sonucunda bu işlemlerin gerçekleştiği, aynı zamanda bankaya kredi kartını kaybettiğini bilgilendirmediği, bu nedenle tarafların eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir. İşbu karara karşı, taraf vekilleri temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Dava banka kredi kartı sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir. 1-Mahkemece bozma ilamına uyulduktan sonra alınan bilirkişi raporunda davacı bankanın tam kusurlu olduğu, alınan ikinci bilirkişi raporunda ise davacı ve davalının zararın meydana gelmesinde %50 eşit kusurlu oldukları belirtilmiştir. Mahkemece son alınan rapor hükme esas alınarak davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan ve sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir. Bankalar ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, buna karşılık hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Bankanın kusuru az da olsa meydana gelen zarardan sorumludur. Mahkemece, meydana gelen zarardan bankanın sorumlu olduğu miktar değerlendirilerek uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. 2-Mahkemece davalının limit dahilindeki 1000,00.- TL yönünden meydana gelen zarardan sorumlu olduğu miktar belirlenerek uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı bankanın tüm itirazlarının ve davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine (2)numaralı bentte açıklanan nedenlerle hükmün 1000,00TL yönünden BOZULMASINA, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 16.06.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
13. Hukuk Dairesi 2016/29552 E. , 2020/708 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Tüketici Mahkemesi Taraflar arasındaki manevi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü. KARAR Davacılar, … … Albayrak’ın çocuğu olduğunu, çalıştıkları için çocuklarının bakımı ve gözetimi için davalının sahibi olduğu kreşe gönderdiklerini, küçük olan çocuğun kreş yetkililerinin ihmali üzerine 22 Mayıs 2015 günü sabah 09.00 ile 11.00 saatleri arasında kreşten dışarı çıkması olayının gerçekleştiğini, parktan geçen muhtarın bankta uyurken bulup …. Karakoluna götürmesiyle olayın ortaya çıktığını, çocuklarını kreşte sanmakta iken Fatih Karakolundan gelen telefon ile çocuğun kreşte olmadığını, tek başına parkta olduğunu öğrendiklerini, kreş yetkilileri tarafından bu durumun bildirilmediğini, kreş yetkililerinin bakımı ve gözetimi altında olan çocuğun nerede olduğunun kreş yetkililerince bilinmemesi, sorumluluklarını yerine getirmediğini, polis merkezinde şikayetçi olduğunu, … Batı Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, manevi olarak sıkıntı yaşadıklarını, zor günler geçirdiklerini belirterek her biri için 5.000,00-TL olmak üzere toplamda 10.000,00-TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmişlerdir. Davalı, olay günü çocuğun öğretmenleri eşliğinde kreşin bahçesinde oyun saatinde oyun oynarken, demir parmaklıklarla çevrili kapıdan, demirin arkasından kafasını sokarak bahçenin dışına çıktığını, öğretmenin bunu hemen farkettiğini, derhal kreşin kamera kayıtlarını inceleyerek kapıdan çıktığını ve parka doğru yöneldiğini tespit etmiş olduğunu, davacı aileyi arayarak haber vermek istediğini ancak annenin telefonları açmamış olduğunu, babanın ise telefonu direk kapattığını, bu esnada kreş öğretmenleriyle birlikte çocuğu çevrede ararken, çocuğun karakolda olduğunun haberinin geldiğini, davacıların ise olayı çarpıtarak gerçek dışı iddialarda bulunduklarını, çocuğun bina içerisinden koşarak çıktığı ve korkuluk demirlerinin arasından geçtiği ve olayın 1 dakika içerisinde meydana geldiğini, CD izleme tutanağında tespit edildiğini, çocuğun kreşin 30 metre ilerisindeki parkta bulunduğunu savunarak, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Dava, davalının kreşine bırakılan davacılar çocuğunun kreşten çıkıp parkta bulunmasından kaynaklı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, “küçük … …’nin kreşte bulunduğu süre, kendiliğinden ayrılıp parka gitmesi ve daha sonra bulunarak teslim edilme aşamalarında Borçlar Kanun’un 56’ıncı maddesi kapsamında bedensel bütünlük bakımından herhangi bir zarardan söz edilmediği, davacıların kaybolma ve bulunma süreçlerinde de olaydan henüz haberleri bulunmadığı, küçüğün güvenli bir şekilde teslimi sonrasında olayın öğrenilip manevi üzüntü yaşanması olgusunun da Borçlar Kanunu 58’inci maddesindeki kişilik hakkının zedelenmesi çerçevesi içerisinde de değerlendirilmesi mümkün görülmediği, davalının işletmekte olduğu kreşte bulunan davacıların müşterek çocuğunun bakım ve gözetimde yaşanan zafiyet nedeniyle kreşten ayrılarak bir müddet sonra bulunup karakola ve ebeveynlerine teslimi şeklinde gelişen olay süreci ve daha sonra olaydan haberdar olan davacıların yaşadıkları endişe ve manevi üzüntülerin manevi tazminata hükmedilebilmesi bakımından gerekli nitelik ve koşulları taşımadığından” davanın reddine karar verilmiştir. Oysa ki mahkemece, davacıların çocuklarının bakımı ve gözetimi için davalının kreşine bıraktıktan sonra davalının gerekli özeni göstermediğinden küçüğün kreşten ayrıldığı ve parkta bulunduğu, olay sırasında küçüğün üç yaşında olduğu, ailesinin manevi yönden yıpranacağı gözetilerek davacılar için Medeni Kanun’un 4. maddesi hükmünü de değerlendirilerek hak ve nesafet ilkeleriyle bağlı kalarak tarafların sosyal ve ekonomik durumları, kusurlu eylemin mağdurda uyandırdığı elem ve ızdırabın derecesi, istek sahibinin toplumdaki yeri, kişiliği, hassasiyet derecesi dikkate alınmak suretiyle makul bir tazminata hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacılar yararına BOZULMASINA, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 30/01/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2017/6576 E. , 2019/4030 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki kira bedelinin uyarlanması davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, cebri icra yoluyla 160.000 TL karşılığı satın alarak dava konusu taşınmazın maliki olduğunu, cebri icra işlemleri devam ederken … ile …’in dava dışı Diasa Dia Sabancı Süpermarketleri Tic.A.Ş. ile 01.06.2007 başlangıç tarihli 15 yıl süreli aylık 1.850 TL bedelli kira sözleşmesi yaptıklarını, bir süre sonra sözleşmenin davalı …Ş.’ne devredildiğini , taraflar arasında yürürlükte olan kira sözleşmesinin 01.06.2007 yılında akdedilmiş olup aradan 7 sene 6 ay geçtiğini ve sözleşmenin bitmesine 8 sene kaldığını ancak ödenen 3.000 TL kiranın emsallere göre çok düşük olduğunu oysaki mecurun bulunduğu yerde gayrimenkul kira değerlerinin büyük artış gösterdiğini belirterek kira bedelinin aylık 6.000 TL olarak uyarlanmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, uyarlama koşullarının oluşmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın kabulü ile dava tarihinden itibaren aylık kira bedelinin 6.400 TL net, 8.000 TL brüt olarak tespitine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-)Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa-Pacta Sund Servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Eş söyleyişle, sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Sözleşmeye bağlılık ilkesi, hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak bu ilke özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır. Türk hukukunda da öteden beri MK.nun 2 ve 4. maddesinden de esinlenilerek, hem Clausula Rebus Sic Stantibus ilkesi, hem de İşlem Temelinin Çökmesi Kuramı uygulanmak suretiyle, uyarlanma davalarının görülebilir olduğu benimsenmiştir. Yargıtay tarafından benimsenen ve sözleşmeye bağlılık ilkesinin istinasını oluşturan, uyarlama davası 6098 Sayılı TBK’nun yasalaştırılması sırasında da benimsenerek, 6098 Sayılı Yasanın 138. maddesinde “Aşırı İfa Güçlüğü” madde başlığı altında düzenlemiş, “ Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. İlgi maddenin gerekçesinde de “Bu yeni düzenleme, öğreti ve uygulamada sözleşmeye bağlılık (ahde vefa) ilkesinin istisnalarından biri olarak kabul edilen, “işlem temelinin çökmesi”ne ilişkindir. İmkânsızlık kavramından farklı olan aşırı ifa güçlüğüne dayanan uyarlama isteminin temeli, Türk Medenî Kanunu’nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kurallarıdır. Ancak, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ya da dönme hakkının kullanılması, şu dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlıdır. a.Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır. b.Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır. c.Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmiş olmalıdır. d.Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır. Maddeye göre, uyarlamanın bütün koşulları gerçekleşmişse borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilir. Bunun mümkün olmaması hâlinde borçlu, sözleşmeden dönebilir; sürekli edimli sözleşmelerde ise kural olarak, fesih hakkını kullanır.” denilerek uygulama da kabul edilen uyarlama davasının yasa maddesi haline getirildiği belirtilmiştir. Somut olayda;Davaya dayanak ve hükme esas alınan kira sözleşmesi 01.06.2007 başlangıç tarihli ve 15 yıl süreli olup davacı, dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere değişen hal ve şartlara göre kira bedelinin uyarlanmasını istemiştir. Uzun süreli kira sözleşmelerinde edimler arasındaki dengenin aşırı bozulması ve sözleşmenin taraflar açısından çekilmez hale gelmesi durumunda kira parasının günün ekonomik koşullarına uyarlanması için her zaman “ uyarlama “ davası açılabilir. O halde Mahkemece yapılacak iş; az yukarıda açıklanan uyarlama davalarında uygulanması gereken kurallar, belirtildiği şekilde tek tek ortaya konulmalı ve konularında uzman üç kişilik bilirkişi kurulundan, tüm bu veriler, kiralananın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgedeki kira parasını da etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticaret değişiklikleri, emsal kira paraları, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlar, döviz kurlarındaki ani ve aşırı iniş ve çıkışlar ile ülkeyi sarsan ciddi ekonomik kriz veya doğal afetlere bağlı ödeme esaslarının yeniden düzenlenmesini gerektirecek olayların varlığı araştırılıp değerlendirilmek suretiyle bir rapor alınmalı ve hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi iken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde kira bedelinin tespitine yönelik karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. Öte yandan; Davadaki istem kira parasının uyarlanmasına yönelik olup, davacı dava dilekçesinde talep edilen dönem için kiralananın bulunduğu konum, çevrede meydana gelen değişimler, günün ekonomik koşulları vb. etkenleri değerlendirerek talepte bulunmuştur. Dava dilekçesi ile istenilen miktar davacının iradesini ve kira sözleşmesinden elde etmeyi amaçladığı yararı yansıtmaktadır. Bu itibarla, her ne kadar fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak dava açılmış ise de, alınan bilirkişi raporu çerçevesinde davanın ıslah edilerek talep edilen kira parasının üstünde istemde bulunulması mümkün değildir. Davacının dava dilekçesindeki talebi kendilerini bağlayıcı niteliktedir. Bu itibarla mahkemenin ıslah dilekçesine değer vererek aylık kira parasını bilirkişi raporu ve ıslah talebi doğrultusunda tespit etmesi usul ve yasaya aykırıdır. 2-) Bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/05/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
13. Hukuk Dairesi 2016/25749 E. , 2019/9913 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü. KARAR Davacı, sahibinden.com adlı internet alışveriş sitesinde görüp beğendiği ve daha sonra kendisine ait aracın karşı yana devri ve üzerine 23.500,00 TL ödenmesi noktasında tarafların anlaştığı dava konusu 2007 model … A3 marka otomobili 26.02.2015 tarihinde satın almış olduğunu, dava konusu otomobilin sigortasını yaptırmak istediğinde ise vadedilenin aksine otomobilin pert/ağır hasarlı olduğunu öpğrendiğini, davalılara yaptığı başvurulardan ise netice alamadığını ileri sürerek, sözleşmenin feshi ile araç için ödenen bedel ile karşı tarafa verilen otomobilinin iadesine karar verilmesini dilemiştir. Davalılar, dava konusu edilen otomobilin ağır hasar kaydı olduğunu kendilerinin de bilmediklerini, iyiniyetle hareket ettkilerini savunarak davanın reddi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Mahkemece; davanın ispatlanamadığından reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir. Dava ikinci el araç satışında ayıba karşı tekeffül hükümlerine göre açılan alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, “..davacının mevcut hali ile aracı inceleyip teslim alması, bununla birlikte davalının ayrıca … taahhüdünde bulunmadığı, satış anında davacının aracı muane ve varsa mevcut ayıplarını tespit ile yükümlü olacağı, aracın pert kayıtlı olmasının davalı tarafından gizlendiği konusunda herhangi bir delilin bulunmadığı, davacı alıcının basit bir araştırma yapmak sureti ile aracın hasarlı olduğuna dair bilgiye kolayca ulaşabileceği bu durumu kayıtlarla tespit edilebileceği, bu hali ile davalı satıcının Türk Borçlar Kaununun 225.maddesinde düzenlenen ağır kusurundan bahsedilmeyeceği davacının aracın pert olduğunu öğrenmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, davacının tramer kayıtlarından aracın hasarlı olduğunu öğrenmesinin her zaman mümkün olduğu, bu durumda tüm kanıtlar birlikte değerlendirildiğinde, davacının, daha önceden aracın kazalı olduğunu ve tamir ettirildikten sonra davacıya satıldığının davacı tarafından bilindiğinin kabulü gerektiği, şu halde davacının davasının kanıtlanmadığından davanın reddine” karar vermek gerektiği vicdanı kanaatine varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davaya konu araçta pert kaydı olduğu uyuşmazlık konusu değildir. Davacı taraf, davalıdan 26.02.2015 tarihinde satın aldığı araçta pert kaydı olduğunun sonradan öğrenildiği, bu durumun gizli ayıp niteliğinde olduğu ve davalının ayıptan sorumlu bulunduğu iddiası ile eldeki davayı açmıştır. Davalılar, davaya konu araçta pert olma durumundan haberleri ve sorumlulukları olmadığını savunmuşlardır. Dosyanın incelenmesi neticesinde; ilk derece mahkemesi aksi kanaat gerekçe olarak gösterilmek suretiyle davanın reddi cihetine gidilmiş ise de, davacının satın aldığı araçla ilgili olarak Trafik Şube Müdürlüğünce tutulan kayıtları, aracın sigorta kayıtlarını, Tramer kayıtlarını inceleme ve mahkemenin kabulünün aksine Tramer’e sms atarak bilgi edinme yükümlülüğü de yoktur. Satışa konu araç hukuki ayıplıdır. Satıcı ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur. Davacı 6098 sayılı TBK 219 ve sonraki ayıba karşı tekeffül maddeleri hükümlerine göre davalıdan tazminat istemekte haklıdır. Mahkemece, bu husus gözardı edilmek suretiyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15/10/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2019/1642 E. , 2019/2625 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki kiralananın tahliyesi davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, dava konusu … Mahallesi, No: 2 adresinde bulunan …’a ait mevkii, 2784 parselde kayıtlı taşınmazı 30.01.2013 tarihinde satın aldığını, dava konusu parselin, önceki malik … tarafından 2783 nolu parselde hayvancılık yapan …’a sözlü anlaşmayla yaklaşık 10 yıl önce kiraya verildiğini, davacının dava konusu taşınmaza sınır olan, sahibi olduğu Köyiçi mevkii, 2785 parseldeki taşınmazda kurduğu tesiste 2009 yılından bu yana büyükbaş hayvan besiciliği yaptığını, ancak mevcut alanın yetersizliği ve ihtiyacı karşılamaması nedeniyle dava konusu taşınmazı satın aldığını, davalılara taşınmazı tahliye etmeleri hususunu ihtarname göndererek ihtiyacını bildirdiği halde davalıların taşınmazı tahliye etmediklerini belirterek dava konusu taşınmazın iş yeri ihtiyacı nedeni ile tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Davalılar, taşınmazı 10 yıl süreli olarak kiraladıklarını, 10 yıl süreli sözleşmeye güvenerek yatırım yaptıklarını belirterek davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen hükmün davalılar tarafından temyizi üzerine, Dairemizin 22.11.2017 tarih, 2017/5847 Esas, 2017/16301 Karar sayılı ilamı ile, “….Dosya kapsamından kiralananın adi kiraya veya çatılı işyeri kirasına tabi olup olmadığı tespit edilememektedir. Uygulanacak yasa hükmünün tespit edilebilmesi için taşınmazın üstün vasfının belirlenmesi gerekir. ” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma üzerine yeniden yapılan yargılama sonucunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir. 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, 818 Sayılı Borçlar Kanunu ile 6570 Sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmış, bu Kanunlardaki kira ilişkisinden kaynaklanan ihtilaflara ilişkin düzenlemeler, Kanunun dördüncü bölümünde sıralanmıştır. Kiralanan yerin gayri musakkaf vasıfta olması halinde 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 299. maddesi ve devamı maddelerinde düzenlenen Genel hükümlere tabi yerlere ilişkin kira sözleşmesi hükümleri, kiralanan yerin musakkaf vasıfta olması halinde ise aynı kanunun 339. ve devamı maddelerinde düzenlenen konut ve çatılı işyeri kira sözleşmelerine ilişkin kanun maddeleri uygulanacaktır. TBK’nun 351. maddesi gereğince ancak konut ve çatılı iş yerleri kiralarında ihtiyaç iddiasına dayalı olarak tahliye davası açılabilir. Genel hükümlere tabi olan taşınmazlar için ise tahliye nedeni olarak ihtiyaç iddiasına dayanılamaz. Taşınmaz 3540 m2 büyüklüğünde ve dutluk vasfında olup davalılar tarafından büyükbaş hayvan besiciliği yapmak için kullanılmaktadır. Bozma kararı üzerine mahkemece mahallinde yeniden keşif yapılarak inşaat mühendisi- harita kadastro teknikeri- ziraat mühendisi bilirkişilerden oluşan heyetten rapor alınmış olup bilirkişi raporunda; dava konusu 4784 nolu parselin 3540 m2 yüzölçümünde olduğu, davalının burada büyükbaş hayvancılık işi ile uğraştığı, parsel üzerinde çoban evi, gölgelik ve iki adet ahırın bulunduğu, dava konusu 3540 m2 taşınmazın 415.17 m2 lik kısmında yapı bulunduğu tespit edilmiştir. Üstün olan nitelik veya galip vasıftan anlaşılması gereken, kiralananın tahsis olunduğu kullanım amacına göre onu tanımlayan nitelik olmalıdır. Somut olayda, kiralananın üstün vasfına göre açık alanının daha fazla olduğu, çatılı alanının daha az olduğuna göre üstü örtüsüz-gayrimusakkaf bulunduğu ve bu haliyle Kanunun 339. ve devamı maddelerinde düzenlenen konut ve çatılı işyeri kira sözleşmesine ilişkin hükümlerine tabi olmadığının kabulü gerekir. Bu durumda, kiralananın Borçlar Kanununun adi kiraya ilişkin hükümlerine tabi olduğu, uyuşmazlığın bu kanun hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği anlaşılmakla, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 328 ve 329. maddeleri gereğince inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, taşınmazın musakkaf vasıfta olduğu ve ihtiyaç iddiasının samimi olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. Kabule göre ise; Konut ya da çatılı işyeri niteliğindeki bir taşınmazı iktisap eden kimse dilerse eski malik ile kiracı arasında yapılmış sözleşmeye dayanarak sözleşmenin sonunda bir ay içinde, dilerse TBK’nun 351. maddesi uyarınca edinme günü de dahil olmak üzere edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla edinme tarihinden itibaren altı ay sonra ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilir. Davanın altı ayın sonunda hemen açılması şart olmayıp sözleşme sonuna kadar açılması mümkündür. Ancak edinmeyi izleyen bir ay içerisinde bildirimin tebliği zorunlu olup bunun sonradan giderilmesi mümkün değildir. Açılacak davada tahliyeye karar verilebilmesi için ihtiyacın varlığının kanıtlanması gerekir. Dava, yeni malikin gereksinimi nedeniyle tahliye istemine ilişkin olup davacı dutluk vasfındaki taşınmazı 30/01/2013 tarihinde satın almış ve satın aldığını 20/02/2013 tarihi ihtarname ile davalılara bildirerek 11/06/2013 tarihinde iş bu davayı açmıştır. Bu durumda, edinme tarihinden altı ay sonrası beklenmeden 11/06/2013 tarihinde açılan davanın süresinde açılmadığı gözetilmeksizin yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi de doğru değildir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 27/03/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.
17. Hukuk Dairesi 2019/5970 E. , 2020/8595 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı vekilince istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 15.12.2020 Salı günü davacılar vekili Av. …ile davalı vekili Av. … geldiler. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraf vekilleri dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü: -K A R A R- Davacılar vekili, 09.03.2016 günü davacıların eş/babası destek sürücü …’ın kullanımındaki davalı … şirketine trafik sigortalı araç ile meydana gelen tek taraflı trafik kazasında vefat ettiğini, davacıların ölenin desteğinden yoksun kaldıklarını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile her bir davacı için 100,00 TL maddi tazminatın temerrüt tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş; 05.08.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile taleplerini toplam 278.293,00 TL’ye yükseltmiştir. Davalı … vekili, kazanın meydana gelmesinde müteveffa sürücünün tam kusurlu olması nedeni ile sigorta şirketinin sorumluluğunun olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulü ile davacı eş … için 184.234,98 TL, davacı çocuk … için 44.572,77 TL, davacı çocuk … için 52.485,25 TL’nin dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Karara karşı, davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. … Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesince, davalı vekilinin istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanunun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-6100 Sayılı Hukuk Mahkemeleri Kanunu’nun 362/1.a maddesinde öngörülen kesinlik sınırı, 6763 Sayılı Kanunun 44. maddesiyle HMK’ya eklenen EK-Madde 1’de öngörülen yeniden değerleme oranı da dikkate alındığında 2019 yılı için 58.800,00 TL’dir. Davacı … için 44.572,77 TL, davacı … için 52.485,25 TL olarak hükmedilen destekten yoksun kalma tazminatı bakımından temyize konu edilen karar kesin niteliktedir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 1/6/1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay tarafından da temyiz isteminin reddine karar verilebileceğinden, davalı vekilinin anılan davacılar hakkındaki temyiz dilekçesinin hükmün kesin olması nedeni ile reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Dava, ölümlü tek taraflı trafik kazası nedeniyle ölenin yakınlarının, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 45/2. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53/3.) maddesi gereği, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir. Davacılar desteğinin davalı … şirketine zorunlu mali sorumluluk sigortası poliçesi ile sigortalı aracın sürücüsü iken gerçekleşen tek taraflı kazada, 01.12.2016 havale tarihli trafik bilirkişi raporuna göre asli ve tam kusurlu olarak kendi kusuru sonucunda öldüğü dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davalı … şirketinin sorumluluğunun belirlenmesi açısından Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortasına ilişkin hükümlerin irdelenmesi gerekmektedir. Türk Ticaret Kanunu’nun 1425. maddesine göre, sigorta poliçesi genel ve varsa özel şartları içerir. Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Yeni Genel Şartları 01.06.2015 tarihinde yürürlüğe girmiş olup yeni Genel Şartların C.10. maddesi ile, 12/8/2003 tarihli ve 25197 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları yürürlükten kaldırılmıştır. Somut olayda taraflar arasında akdedilen sözleşme (13.10.2015-13.10.2016 tarihli poliçe) ve kaza tarihi itibarı ile 01.06.2015 tarihinde yürürlüğe giren yeni Genel Şartların yürürlükte olduğu açıktır. 01.06.2015 tarihinde yürürlüğe giren Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarında, kapsama giren teminat türlerinin tanımlandığı A.5. maddesinin (ç) bendinde; Destekten Yoksun Kalma (Ölüm) Teminatı; “Üçüncü kişinin ölümü dolayısıyla ölenin desteğinden yoksun kalanların destek zararlarını karşılamak üzere bu genel şart ekinde yer alan esaslara göre belirlenecek tazminattır.” şeklinde ifade edilmiştir. Genel Şartların A.6. maddesinin (c) bendinde ise, “İlgililerin, sigortalının sorumluluk riski kapsamında olmayan tazminat talepleri” ve (d) bendinde, “Destekten yoksun kalan hak sahibinin, sigortalının sorumluluk riski kapsamında olmayan destek tazminatı talepleri ile destekten yoksun kalan hak sahibinin, sigortalının sorumluluk riski kapsamında olmakla beraber destek şahsının kusuruna denk gelen destek tazminatı talepleri” Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası teminatının dışında kalan hallerden sayılmıştır. Somut olayda, sürücü/desteğin sevk ve idaresindeki araç ile 09.03.2016 tarihinde kendi kusuru ile sebebiyet verdiği kaza sonucunda öldüğü anlaşılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar ışığında, davalının sorumluluğunun kapsamı 01.06.2015 tarihinde yürürlüğe giren Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Genel Şartları’na göre belirlenecek olup, anılan Genel Şartların “Teminat Dışında Kalan Haller” başlıklı A.6. maddesinin (d) bendinde; “destek şahsının kusuruna denk gelen destek tazminatı talepleri” teminat kapsamı dışında bırakılmakla, kendi ölümüne neden olan sürücünün (desteğin) tam kusuruna isabet eden destek tazminatı talebi … poliçe teminatı kapsamında olmayıp, davacı tarafın davalıdan destekten yoksun kalma tazminatı talep etme hakkı bulunmadığından, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde davanın kabulü yönünde hüküm kurulması, Bölge Adliye Mahkemesince de davalı vekilinin bu yöne ilişkin istinaf taleplerinin esastan reddi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir. 3-Bozma neden ve şekline göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin davacılar …ve … lehine hükmedilen tazminata ilişkin temyiz dilekçesinin hükmün kesin olması nedeni ile REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesi Kararının BOZULMASINA; (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına, dosyanın … Asliye Hukuk Mahkemesine, Dairemiz karar örneğinin ise … Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 2.540,00 TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davalıya verilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 17/12/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
23. Hukuk Dairesi 2016/3384 E. , 2019/648 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. – K A R A R – Davacı vekili, davalıya ait taşınmaz üzerinde kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapılarak satımı için alıcı bulması hususunda müvekkili ile davalının anlaştıklarını, müvekkilinin aracılık hizmetini yerine getirerek davalıya ait taşınmazla ilgili kat karşılığı inşaat sözleşmesinin yapılmasını sağladığını, bu sözleşmede komisyon bedeli olarak 1 daire verileceğinin kararlaştırıldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL.nin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, davanın yüklenici firmaya yöneltilmesi gerektiğini bu nedenle husumet yönünden davanın reddi gerektiğini, davanın ticari dava olmaması nedeniyle mahkemenin görevli olmadığını, taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin adi yazılı olduğunu ve sözleşmenin gerçekleşmediğini savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; TBK 520/3 maddesi gereğince taşınmazlara ilişkin simsarlık sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli sayılamayacağı, davacı ile davalı arasında bu anlamda yapılmış yazılı bir sözleşme bulunmadığı, davacının adi yazılı arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin tarafı durumunda olmadığı, sözleşmenin kurulmasında aracılık yapmış olsa bile, kurulmuş geçerli bir sözleşme bulunmadığı gibi davacının tarafı olmadığı sözleşme ile kararlaştırılan ücreti isteyemeyeceği, bu nedenle de ücret talep hakkı doğmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.02.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
20. Hukuk Dairesi 2018/6520 E. , 2019/216 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalının … Apartmanının 27. giriş, 17 nolu bağımsız bölümünde köpek beslediğini, 22/01/2016 tarihli olağan genel kurul toplantısında hakkında şikayet olan köpeklerin apartmandan uzaklaştırılması konusunda karar alındığını, Kat Mülkiyeti Kanuna göre apartmanda köpek beslenemeyeceğini beyan ederek; … Apt. 27. giriş 17 nolu bağımsız bölümde davalı tarafından beslenen köpeğin blok yapıdan uzaklaştırılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece; davalı tarafından beslenen köpeğin uzaklaştırılması için 22/01/2016 tarihli kat malikleri olağan genel kurul toplantısında köpeklerin blok yapıdan uzaklaştırılmasına karar verildiği gerekçesi ile; davanın kabulüne, … ili, … ilçesi, … mahallesi, 25486 ada, … parselde kayıtlı … Apartmanı 27. Giriş, 17 nolu bağımsız bölümde davalının köpek beslemesinden men’ine, bağımsız bölümde beslenen köpeğin blok yapıdan uzaklaştırılmasına, bu hususta davalıya kararın kesinleşmesinden itibaren 15 günlük süre verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Dava; kullanırken verilen rahatsızlığın giderilmesi (evcil hayvan beslenmesinin önlenmesi) istemine ilişkindir. …-Dosya içindeki bilgi ve belgelerden; 17 nolu bağımsız bölümün maliki dava dışı A Yin olup davalının bağımsız bölümden kiracı sıfatı ile yararlandığı, dava dilekçesinde Kat Mülkiyeti Kanununun 18. maddesi gereğince köpeğin bağımsız bölümden uzaklaştırılmasının talep edildiği ve anataşınmazın yönetim planının “Kat maliklerinin borçları ve yükümlülükleri” başlıklı …. bölümün …. maddesinin “kendi bağımsız bölümlerinde ve eklentilerinde kedi, köpek, kuş, balık gibi evcil hayvanlar dışında başka hayvan besleyemezler, besledikleri hayvanların diğer kat sakinlerini rahatsız etmemelerini göz önünde bulundurular.” düzenlemesini içerdiği, buna göre anataşınmazın yönetim planında diğer bağımsız bölüm maliklerini rahatsız etmemek koşulu ile bağımsız bölümlerde köpek beslenmesini engelleyen bir hüküm bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davanın yasal dayanağını oluşturan Kat Mülkiyeti Kanununun 18. maddesi hükmüne göre; “Kat malikleri, gerek bağımsız bölümlerini gerek eklenti ve ortak yerleri kullanırken doğruluk kurallarına uymak, özellikle birbirlerini rahatsız etmemek, birbirinin haklarını çiğnememek ve yönetim planı hükümlerine uymakla karşılıklı olarak yükümlüdürler. kat maliklerinin borçlarına dair olan hükümler, bağımsız bölümlerdeki kiracılara ve oturma (sükna) hakkı sahiplerine veya bu bölümlerden herhangi bir suretle devamlı olarak faydalananlara da uygulanır; bu borçları yerine getirmeyenler kat malikleriyle birlikte, müteselsil olarak sorumlu olurlar.” Bu kapsamda; yönetim planında köpek beslemeyi yasaklayıcı bir hüküm bulunmadığı anlaşılmakla mahkemece her ne kadar kat malikleri kurulu toplantısında köpek beslenmesine yönelik şikayetler olduğu ve bunun rahatsızlık verdiğinin ispatlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de; öncelikle köpeğin diğer bağımsız bölüm maliklerine rahatsızlık verdiğine ilişkin varsa taraf delilleri toplanıp keşif yapılarak somut verilere (köpeğin cinsi, etrafa rahatsızlık verip vermediği, saldırgan olup olmadığı, yarattığı gürültü seviyesi vs hususların belirlenmesi) ulaşılması, tanık ifadelerine başvurulması, davacıya delillerini sunması konusunda kesin süre verilmesi, bu suretle usulüne uygun araştırma yapılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz araştırma ile davanın kabulüne karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. 2-Davanın niteliği gereği yargılamanın sonunda verilecek kararın, dava konusu bağımsız bölümün tapuya kayıtlı malikinin hukukunu da yakından ilgilendirdiği, yukarıda anılan Kat Mülkiyeti Kanununun 18. maddesi hükmüne göre kat malikinin de müteselsil olarak sorumlu olduğu, usul ekonomisi ilkesi gözetilerek bağımsız bölümün malikinin de davaya dahil edilmesi ve sonrasında tarafların tamamının iddia ve delilleri doğrultusunda araştırma yapılması gerektiğinin düşünülmemesi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 17/01/2019 günü oy birliği ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/975 E. , 2021/1108 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “taahhüt nedeniyle tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 2. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda önce onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, yazılı taahhüdüne uymayan davalıya … 1. Noterliğinin 06.03.2014 tarihli ve 2454 yevmiye numaralı ihtarname keşide edildiğini, davalının ihtar ve uyarılara rağmen yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının aynı taşınmaz ile ilgili olarak başka hukuksal nedene dayalı olarak … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde müvekkili aleyhine tahliye davası açtığını ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.12.2014 tarihli ve 2014/256 E., 2014/963 K. sayılı kararı ile; gerek davacı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmuş 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesinin, gerekse davalı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan tarihsiz tahliye taahhütnamesinin basılı (matbu), bilgisayar çıktısı olarak düzenlenmiş olmaları ve imzaları taraflarca inkâr edilmeyen (asılları da bulunan) bu iki belgenin mevcut olması, diğer taraftan gerek davacı tanığı …’in yeminli beyanı, gerekse davacı asilin duruşma sırasındaki isticvabında bizzat söylediği “tahliye taahhütnamesini sözleşmeyi yaparken aldığı, bu taahhütnameyi almadan sözleşme yapmadığı” yönündeki ifadesi karşısında, 14.03.2013 tarihli “tahliye taahhütnamesi” başlıklı belgenin, sözleşmenin yapıldığı 05.03.2010 tarihinde içeriği boş ve zemini basılı olarak düzenlendiği ve taraflarca altının imzalandığı, bu belgenin daha sonra davacı tarafça içeriğinin el yazısı ile doldurulduğu yönünde bir kanaat oluştuğu, bunun üzerine; davacı vekiline, dilekçesinde “her türlü yasal delil” ifadesi geçtiği için, karşı tarafa yemin teklif edip etmeyeceğinin sorulduğu, davacı vekilinin yemin teklif etmeyeceklerini belirttiği, bu durumda; “taraflar arasında düzenlenen tahliye taahhütnamesinin sözleşme yapıldığı sırada kiralayan tarafından kiracıdan alındığı” yönündeki karine ve bu konuda oluşan kanaat çerçevesinde, davacı tarafın “taahhütnamenin sonraki bir tarihte kiracı tarafından verildiği” yönündeki iddiasını kanıtlayamadığı, davaya konu tahliye taahhütnamesinin sözleşme başlangıcında alındığı ve bu yönüyle kiralayanın sözleşme yapmama baskısı altında alınan bir taahhütname niteliğinde olup hukuken geçersiz olduğu, dolayısıyla davada tahliye koşullarının oluşmadığı, davacı taraf davada haksız olup taşınmazın tahliye edilmesi nedeniyle konusuz kalan davanın esası hakkında herhangi bir karar verilmesine yer olmadığından yargılama giderlerinden davacı tarafın sorumlu olduğu gerekçesiyle dava konusu taşınmaz kiracı tarafından tahliye edildiğinden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacı tarafın davalının yargılama giderlerine mahkum edilmesi yönündeki talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2015/2042 E., 2015/3042 K. sayılı kararı ile kararın onanmasına karar verilmiş, bunun üzerine davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 16.11.2015 tarihli ve 2015/7313 E., 2015/9971 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; 05.03.2010 başlangıç tarihli ve 2 yıl süreli sözleşme ile kiracı olan davalının 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesi ile kiralananı 04.03.2014 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt etmesine rağmen bu tarihte tahliye etmediğini belirterek tahliye taahhütü nedeniyle kiralananın tahliyesini talep etmiştir. Davalı vekili tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinin imzalanmasından önce boş ve tarihsiz olarak alındığını, davacının ön şart olarak taahhütnameyi imzalatmak istediğini belirterek manevi cebir altında alınan tahliye taahhütnamesinin geçersiz olduğunu ve davanın reddini savunmuştur. Mahkemece kiralananın yargılama sırasında tahliye edilmesi sebebiyle dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacının dava açmakta haklı olmadığı gerekçesiyle yargılama giderlerinden sorumlu tutulmasına karar verilmiştir. …nun 190. Maddesi uyarınca ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup, mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı bu defaki incelemeden anlaşılmakla davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.03.2016 tarihli ve 2016/85 E., 2016/356 K. sayılı kararı ile; davalının “tahliye taahhütnamesi” başlıklı, içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan belge ve tanık delili ile “davacıya verilen tahliye taahhütnamesinin sözleşme ile birlikte başlangıçta içeriği boş olarak verilen bir belge olup sözleşme yapmama baskısı ile alındığı” yönündeki savunmasını büyük ölçüde kanıtladığı, davalı asilin isticvap beyanında ifade ettiği “sözleşme ile birlikte iki boş taahhütname imzalatıldığı, birinin kiracı olarak kendisinde kaldığı, diğerini kiralayana verdiği” yönündeki ifadesinin kabule şayan olduğu, 17.12.2014 tarihli duruşmada davalı vekilinin kendilerinde bulunan boş taahhütnamenin aslını sunduğu ve yapılan karşılaştırmada dosyadaki fotokopi belge ile aynı olduğunun gözlemlendiği, davacının elindeki taahhütnamenin matbu kısımları dışındaki boş yerlerinin sonradan kalemle doldurulduğu yönünde bir karine oluştuğunun kanaatine varıldığı, davacının, “sözleşme başlangıcında kiracıdan mutlaka tahliye taahhütnamesi aldığını ve bu belgeyi almadan sözleşme imzalamadığını” açıkça itiraf ederek davalının savunmasını doğruladığı, 14.03.2013 tarihli, boş kısımları kalemle doldurulmuş belgenin, sözleşme ile aynı tarihte değil de gerçekten belgede yazılı tarihte düzenlenip kiralayana verildiği yönündeki iddianın kanıtlanması ile ilgili olarak ispat yükünün yer değiştirdiği, davacı taraf dilekçesinde “her türlü yasal delil” diyerek yemin deliline de başvurduğu için duruşmada kendilerine karşı tarafa yemin teklif edip etmeyecekleri hususunun hatırlatıldığı, yemin teklifi yapmayacaklarını ifade etmeleri üzerine davalı savunması doğrultusunda karar vermek gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalının bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre ispat yükünün ters çevrilip çevrilmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için “taahhüt nedeniyle tahliye” davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır. 13. Tahliye taahhüdü nedeniyle tahliye davaları 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un (6570 sayılı Kanun) 7. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde düzenlenmekte iken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 352. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre: “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.” Görüldüğü üzere TBK’nın 352/1. maddesinde “boşaltmayı yazılı olarak üstlenme” kavramına yer verilmiştir. Kira sözleşmesinin yazılı tahliye taahhüdü ile sona erdirilmesi TBK öncesinde daha çok Yargıtay kararları ile şekillenmiştir. 14. Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen “kiralananın teslim edilmesinden sonra” ifadesi, 6570 sayılı Kanun’un 7/1-a maddesinde bulunmayan ve Yargıtay içtihatları ile şekillenip hukuken geçerli hâle gelmiş olan yazılı tahliye taahhüdünün “kiralananın tesliminden sonra hüküm ifade edeceğine” dair Yargıtay uygulamasının kanunlaşması hâlidir (Kanık, Hikmet: Yargıtay Uygulamasında Kira Hukuku Davaları, Ankara 2021, s. 1289). Tahliye taahhüdü yalnızca konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler için verilir. Konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler dışındaki taşınmazlar hakkında tahliye taahhüdünde bulunulamaz (Ceran, Mithat: Kira Sözleşmesi ve Tahliye Davaları, Ankara 2019, s. 1002). 15. Taahhüt nedeniyle tahliye davalarına ilişkin bu açıklamalardan sonra ispat hukuku kavramı ve hukukî niteliği üzerinde durulması yerinde olacaktır. 16. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur. 17. İspat yükünü düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesi “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklindedir. 18. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. 19. Her somut olaydaki maddi vakıaya göre lehine hak çıkaran taraf ve ispat yükü şekilleneceğinden, maddi hukuk kuralına ilişkin bu vakıaların doğru ve net bir şekilde belirlenerek ortaya konulması gerekmektedir. Maddede aksine düzenleme olmadıkça ibaresi eklendiğinden, kanunda ispat yükü ile ilgili özel bir düzenlemeye yer verildiğinde, ispat yükü genel kurala göre değil de kanunda belirtilen özel düzenlemeye göre belirlenecektir. 20. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (TMK m. 6). 21. Kira sözleşmesinin yapılması sırasında tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü alınması durumunda, bu belgenin kiralananın teslimi öncesinde tarihlerinin boş olarak verildiği ve anlaşmaya aykırı olarak sonradan tamamlandığına ilişkin savunmanın kanıtlanması gerekir. Bu şekilde yani düzenleme ve boşaltma tarihlerinin sonradan tamamlanması belgenin geçersizliğini gerekmediği gibi bu tarihlerin anlaşmaya aykırı olarak tamamlandığına ilişkin iddia kiracı tarafından ispatlanmalıdır (Kanık, s. 1293). 22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği 14.03.2013 tarihli taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, davalının yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ise de yukarıda da belirtildiği üzere TMK’nın 6 ve HMK’nın 190. maddesi gereğince ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı kiracı bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Bu durumda mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. 23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 04.10.1944 tarihli ve 1944/20 E., 1944/28 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, ilk kira sözleşmesi ile birlikte verilmiş olan tahliye taahhüdünün serbest iradeye dayanmadığından geçerli olmadığının belirtildiği, kiraya verenlerin bu İçtihadı Birleştirme Kararını aşmak için düzenleme ve boşaltma tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü aldıklarını, tahliye taahhüdü noterde düzenlenseydi ispat yükünün davalıda olacağını ancak tahliye taahhüdü adi yazılı olduğu için ispat yükünün davacıda olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 24. Hâl böyle olunca; mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
6. Hukuk Dairesi 2015/5363 E. , 2016/1143 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi DAVA TÜRÜ : İtirazın iptali Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın iptali davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Dava Tahliye taahhüdüne dayalı icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir.Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Taraflar arasında düzenlenen 6.5.2006 başlangıç tarihli ve 4 yıl süreli kira sözleşmesi konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.Bu sözleşme devam ederken tarafların karşılıklı iradeleri ile 15.4.2009 tarihinde tanzim edildiği anlaşılan 1.7.2009 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli yeni bir kira sözleşmesi yapıldığı,bu sözleşmenin arka sayfasında düzenlenen tahliye taahhütnamesi ile sözleşmenin sonu olan 1.7.2014 tarihinde kayıtsız şartsız tahliye edileceği kiracı tarafından kabul ve taahhüt edilmiştir.Yenilenen sözleşme ile birlikte verilen tahliye taahhütleri sözleşme ile aynı tarihi taşısa bile geçerli olarak kabul edilmektedir.Öte yandan sözleşme yapıldıktan sonra taraflar bir araya gelerek sözleşme sonunu belirlemeleri mümkündür bunu kısıtlayan her hangi bir yasa hükmü yoktur.Bu durumda 14.5.2009 düzenleme tarihli ve 1.7.2014 tahliye tarihli tahliye taahhüdü ile 1.7.2009 başlangıç tarihli sözleşmenin düzenleme tarihi aynı tarihli olduğundan kira sözleşmesinin başlangıç tarihinin 1.7.2009 tarihi olarak yazılması bu sözleşmenin yenilendiği anlamına gelmez.14.5.2009 düzenleme ve 1.7.2014 tahliye tarihli tahliye taahhüdü geçerli olduğundan işin esasının incelenerek kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir. SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 22/02/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/2203 E. , 2021/1089 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İş Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 4. İş Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı Ziraat Bankası A.Ş. (Banka) vekili dava dilekçesinde; müvekkili Bankada yönetmen yardımcısı olarak çalışan davalının, şube müşterisi …’a ödemesi gereken toplam 10.500TL’yi yetkisiz kişilere ödediğinin belirlendiğini,…. tarafından müvekkili aleyhine başlatılan icra takibi nedeni ile müşteriye ödeme yapıldığı ileri sürerek, müvekkilinin uğradığı zararın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı cevap dilekçesinde; ödeme işleminin şube müdürünün bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini, ödeme sırasında müşteri …’un yanında Ahmet Yatmaz isimli şahsın bulunduğunu, kendi adına açılmış kasada para bulunmadığı için en yakın masada görev yapan arkadaşından kendi kasasına aktarılan parayı müşteriye ödediğini, …’un kredi kullanan kişilerle arası bozulduğu için asılsız iddialarda bulunduğunu, müfettişlerden işlem sırasında orada bulunan herkesin yeminli savunmalarının alınmasını talep etmesine rağmen bu talebinin dikkate alınmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. İstanbul 4. İş Mahkemesinin 10.07.2014 tarihli ve 2013/96 E., 2014/249 K. sayılı kararı ile; banka müfettişlerinin yaptığı idari soruşturma sırasında davacının imzanın şube müşterisi … veya onun yanında gelen müteahhide ait olabileceğini, fiş üzerindeki imzanın parayı almak için yan taraftaki arkadaşının kasasına gittiği sırada atıldığını, bu nedenle imzanın bu kişilere ait olup olmadığı konusunda inceleme yapılması gerektiğini ileri sürdüğü, müfettişlerce bu konuda bir inceleme yapılmadığı gibi davacı Bankanın cezai tahkikat yapılabilmesi için herhangi bir şikâyette bulunmadığı ve icra takibi üzerine alelacele parayı ödediği, davalıya rücu edilebilmesi için banka aleyhine yapılan ilamsız takibe karşı tüm savunma imkânlarının kullanılması ve hatta ihbar suretiyle davalının yardımının talep edilmesi gerektiği, takibin ilamsız olduğu düşünüldüğünde davacı Bankanın borca itiraz ederek takibi durdurabileceği, davalının gerçekten hatalı yapılmış bir ödeme varsa öncelikle ödemenin yapıldığı kişiyi ya da kişileri araştırıp onlardan tahsil etme imkânı olup olmadığını araştırması gerekirken davalıya rücu ederek kolaycılığı tercih ettiği, ayrıca davalının savunma imkânını kaldırdığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. İstanbul 4. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 23.02.2016 tarihli ve 2014/29327 E., 2016/3565 K. sayılı kararı ile; “…Somut olayda, dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden … isimli müşterinin hesabındaki paranın başka birisine ödenmesinde kusuru bulunduğu gerekçesi ile açılan tazminat davasında, davalının hesap sahibi yerine belgenin bir başkası tarafından imzalanmasında %50 oranında kusurlu olduğu bilirkişi heyet raporu ile de tespit olunmakla, meydana gelen zarardan sorumluluğuna davalının kusuru oranında hükmedilmesi gerekirken, davacı bankanın hesap sahibi …’un başlattığı ilamsız takibe itiraz etmediği, davalının kendisini savunma imkanı tanımadığı gerekçeleri ile istemin reddine karar verilmesi hatalıdır. Kuşkusuz davacı bankanın hesap sahibi alacaklının talebi yönünden sorumlu olduğu, icra takibine itiraz etmesinin ya da etmemesinin davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı bir gerçektir. Bu nedenle davanın kabulü yerine, reddine karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İstanbul 4. İş Mahkemesinin 30.06.2016 tarihli ve 2016/234 E., 2016/401 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilaveten, icra takibine itiraz edilmemiş olması davalının sorumluluğunu ortadan kaldıran bir durum olmamakla birlikte bu durumun takibin tarafı olmayan davalının savunma sebeplerini ileri sürme imkânını ortadan kaldırdığı, davacı Bankanın teftiş sırasında davalının savunma sebeplerinden haberdar olması nedeniyle takibe itiraz etmesi hâlinde takip duracağı için açılacak itirazın iptali davasında bu savunmaları kendisinin de ileri sürmesinin mümkün hâle geleceği, buna rağmen takibe itiraz etmeyerek takibin kesinleşmesine sebep olduğu, kredi müşterisi ve yanındaki kişilerin bankaya geldikleri ve bankanın kasasından bu kişilere 10.500TL ödendiğinin sabit olduğu, buna rağmen davacı Bankanın hiçbir direnç göstermeden ikinci kez ödeme yaptığı, yapılan ilk ödemenin peşine düşmediği gibi kendi çalışanına tazmin ettirme yolunu tercih ettiği, banka müşterisi … tarafından yapılan icra takip tarihinin 08.11.2012, davacı Bankaya ödeme emrinin tebliğ tarihinin 19.11.2012 ve davacı Banka tarafından icra dosyasına yapılan ödeme tarihinin ise 12.12.2012 olduğu, bu tarihlerin ödemede tereddüt edilmediğini göstermesi açısından önem taşıdığı, davacı Bankanın müşteri memnuniyetini sağlamak istemesi anlaşılabilir ise de, kendi çalışanlarını korumanın da görevleri arasında bulunduğu, davayı ihbar etmeyen tarafın her türlü kusurundan sorumlu olduğu, somut olayda davalıya sunma imkânı tanınmayan savunma sebepleri ve delillerinin takibe konu alacağın davaya dönüşmesi hâlinde davanın kazanılmasına imkân sağlayacak güçte olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı Banka çalışanı olan davalı işçinin müşteriye ödenmesi gereken parayı başka kişilere ödediğinin iddia edildiği somut olayda, bu işleme ilişkin olarak davalının kusurunun bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalının sorumluluğuna gidilip gidilemeyeceği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle bankaların sorumluluğuna ilişkin açıklama yapmakta yarar bulunmaktadır. 13. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 6. maddesinin 1. fıkrasında; Türkiye’de bir bankanın kurulmasına veya yurt dışında kurulmuş bir bankanın Türkiye’deki ilk şubesinin açılmasına, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun alacağı kararla izin verileceği belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 3. maddesinde, yazılı ya da sözlü olarak veya herhangi bir şekilde, halka duyurulmak suretiyle ivazsız veya bir ivaz karşılığında, istendiğinde ya da belli bir vadede geri ödenmek üzere kabul edilen para, mevduat olarak tanımlanmıştır. Anılan Kanunun 60. maddesinin 1. fıkrasında; Kredi kuruluşları ile özel kanunlarına göre yetkili olanlar dışında hiçbir gerçek veya tüzel kişinin, aslen veya fer’an meslek edinerek mevduat veya katılım fonu kabul edemeyeceği, ticaret unvanları ve kamuya yapacakları açıklamalar ile ilân ve reklamlarında bu izlenimi yaratacak ifade ve deyimleri kullanamayacağı düzenlenmiş; 63. maddesinde ise Kredi kuruluşlarının nezdlerindeki tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonlarını, sigortaya tâbi kısım üzerinden sigorta ettirmek ve bunun üzerinden prim ödemek zorunda oldukları açıklanmıştır. 14. Bu düzenlemelerden anlaşıldığı üzere bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan, topladıkları mevduatı ve katılım fonlarını sahteciliklere karşı özenle korumak zorunda olan kuruluşlardır. Bankalar sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum, bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir (Battal, Ahmet: Güven Kurumu Nitelendirmesi Işığında Bankaların hukuki Sorumluluğu, Ankara 2001, s. 106). O hâlde bankalar, ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, buna karşılık hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. 15. 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 20. maddesinin 2. fıkrası (6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 18. maddesinin 2. fıkrası) gereğince; tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli iş adamı gibi hareket etmesi lazımdır. Nitekim bankaların, tacir olarak bütün işlemlerinde basiretli davranma yükümlülüğü herhangi bir tacirden farklıdır. Bu sebeple bankalardan beklenen basiret ölçüsü ve özen yükümlüğü şüphesiz daha ağırdır. Özellikle birer itimat kurumu olan bankaların, aldıkları mevduatları sahteciliklere karşı özenle koruma yükümlülüğünün daha da arttığının kabul edilmesi gerekmektedir (Yılmaz, Süleyman; Hukuki Açıdan İnternet Bankacılığı, Ankara 2010, s. 152). 16. Gelinen noktada işçinin hukukî sorumluluğuna ilişkin açıklama yapmak gerekmektedir. 17. Bilindiği üzere, iş sözleşmesi iki tarafa da borç yükleyen bir sözleşme olup, işçinin sözleşmeden kaynaklı olarak işverene karşı iş görme, itaat ve sadakat gösterme borçları bulunmaktadır. 18. İşçinin iş sözleşmesinden doğan temel borcu iş görme borcudur. İşçinin özen borcu ise bağımsız bir borç olmayıp, iş görme borcu içinde yer alan ve onu tamamlayan bir yükümlülüktür. Bu yükümlülük, iş görme ediminin gereği gibi yerine getirilmesine hizmet etmekte ve bunun ihlâli asli edim yükümlülüğünün ihlâli anlamını taşımaktadır. 19. İş sözleşmesinden doğan borçlarını ihlâl eden işçinin, bu nedenle işverene vermiş olduğu zararı tazmin etmesine ilişkin esaslar ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 400. maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 321. maddesi) düzenlenmiştir. 20. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) “İhtimam mecburiyeti” başlıklı 321. maddesinde; “İşçi, taahhüt ettiği şeyi ihtimam ile ifaya mecburdur. Kasıt veya ihmal ve dikkatsizlik ile iş sahibine iras ettiği zarardan mesuldür. İşçiye terettüp eden ihtimamın derecesi, akde göre tayin olunur ve işçinin o iş için muktazi olup iş sahibinin malümu olan veya olması icabeden malümatı derecesi ve mesleki vukufu kezalik istidat ve evsafı gözetebilir.” hükmüne yer verilmiştir. 21. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “İşçinin sorumluluğu” başlıklı 400. maddesinde; “İşçi, işverene kusuruyla verdiği her türlü zarardan sorumludur. Bu sorumluluğun belirlenmesinde; işin tehlikeli olup olmaması, uzmanlığı ve eğitimi gerektirip gerektirmemesi ile işçinin işveren tarafından bilinen veya bilinmesi gereken yetenek ve nitelikleri göz önünde tutulur” düzenlemesi mevcuttur. 22. Belirtmek gerekir ki, işçinin hukukî sorumluluğunun kabul edilebilmesi için, işverenin malvarlığında istem dışı gerçekleşen bir azalmanın (zararın), işçinin sözleşmeye aykırı fiili ile zarar arasında uygun illiyet bağının ve işçinin kusurunun bulunması gerektiği açıktır. 23. Bu anlamda olmak üzere öncelikle tespit edilmesi gereken husus, işçinin yükümlülüklerini yerine getirirken kendisinden beklenen özene aykırı, diğer bir anlatımla kusurlu davranarak iş sözleşmesini ihlâl etmesi ve bunun sonucunda işverene zarar vermesidir (Baycık, Gaye: Türk-İsviçre Hukukunda İşçinin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2015, s. 38,39). 24. Elbette ki, iş görme borcu yerine getirilirken gösterilmesi gereken özen, her somut durumun özelliğine diğer bir deyişle her işçinin durumuna göre saptanır. İşveren örneğin bir kalfadan deneyimli bir ustanın veya mühendisin, bir sağlık elemanından bir hekimin, vasıfsız bir işçiden vasıflı bir işçinin yapabileceği bir işi ve gösterebileceği özeni bekleyemez (Süzek, Sarper: İş Hukuku, 19. Baskı, İstanbul 2020, s.343). 25. Diğer taraftan, her ne kadar kural, işçinin işverene karşı her türlü kusuruyla verdiği zararın tamamından sorumluluk olsa da, TBK’nın 400/2. fıkrası, hâkimin anılan Kanunun 50 ilâ 52. maddelerinde düzenlenen zararı ve tazminatı belirlerken sahip olduğu takdir yetkisini hangi somut ölçütlere göre kullanması gerektiği yönünde yol gösterici nitelik taşımaktadır (Baycık, s.123). 26. Bu aşamada öncelikle, genel olarak müterafik (ortak) kusur kavramından sonrasında işverenin müterafik kusurundan bahsedilmesi yararlı olacaktır. 27. Sorumluluk şartları gerçekleştiği takdirde, zarar veren, zarar görenin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi gidermek zorundadır. Maddi tazminatın amacı, zarar verici olay meydana gelmese idi, zarar gören hangi durumda bulunacak idiyse o durumun yeniden kurulmasıdır. Başka bir deyişle maddi tazminat, zarar görenin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi karşılamalı ve zararın tamamını gidermelidir. Zira tazminatın amacı, zarar vereni cezalandırmak veya zarar göreni zenginleştirmek değildir. Ancak zararlı sonucun doğmasına zarar veren yanında zarar görenin kusuru veya bazı durum ve davranışları ya da umulmayan olaylar da katkıda bulunmuşsa tazminattan belirli bir indirim yapılması hakkaniyete daha uygun düşmektedir. Bu düşünce ile tazminattan indirim sebepleri TBK ve diğer bazı özel kanunlarda düzenlenmiştir. 28. Tazminattan indirim sebeplerinin en önemlileri ise TBK’nın “Haksız Fiilden Doğan Borç İlişkilerinin” düzenlendiği İkinci Ayırımda yer alan 51. ve 52. maddelerinde (BK m. 43, 44) belirtilen sebeplerdir. Sözü edilen bu tazminattan indirim sebepleri, özel hükümler mevcut olmadıkça akdi sorumlulukta da uygulanacaktır. Zira TBK’nın 114. maddesinde (BK m. 98) haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerinde de uygulanacağı hükme bağlanmıştır. 29. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesinin 1. fıkrası; “Zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.” hükmünü içermektedir. Görüldüğü üzere bu fıkra daha çok zarar görenle ilgili olup “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” yönündeki genel hukuk ilkesinin etkisiyle düzenlenmiştir. Buna göre zarar görenin rızası ve zarar görenin kendi kusuru tazminattan indirim sebebi olarak öngörülmüştür. 30. Zarar görenin kendi kusurunda, kişinin kendisine zarar veren bir hareket tarzı söz konusudur. Zarar görenin kendi kusuru, akıllıca iş gören, mantıklı bir kişinin, kendi yararı gereği zarara uğramamak için kaçınacağı veya kaçması gereken bir eylemi olarak nitelendirilmelidir. Zarar görenin kusuruna ortak kusur, birlikte kusur veya müterafik kusur da denilmektedir (Tandoğan, Haluk: Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 318). 31. Müterafik (ortak) kusur, makul bir kimsenin kendi yararına sakınmak zorunda olduğu düşüncesiz, dikkatsiz bir hareket tarzıdır. Müterafik (ortak) kusur kasdi olabileceği gibi, ihmal şeklinde de ortaya çıkabilir. Zarar görenin müterafik (ortak) kusuru tespit edilirken, aynen zarar verenin kusurunda olduğu gibi objektif kusur kriterlerine başvurulmalı, yani objektifleştirilmiş kusur kavramı esas alınmalıdır. Zarar görenin müterafik kusuru illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise zarar veren sorumluluktan kurtulacak ve tazminat ödemeyecektir. Buna karşılık zarar görenin müterafik (ortak) kusuru bu yoğunlukta değilse ortak sebep olarak tazminattan indirim sebebi teşkil edecektir. Zira bu hâlde zarar görenin kusuru, diğer ortak sebepler arasında kısmi bir sebep olarak zararın doğmasına veya artmasına katkıda bulunmuştur (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. Baskı, Ankara 2017, s. 791). 32. Başka bir deyişle zarar görenin kusurunun illiyet bağını kesecek yoğunlukta olup olmadığı tespit edildikten sonra zarar görenin müterafik (ortak) kusuru belirlenerek sorumluluk paylaştırılıp tazminattan indirim yapılacaktır. 33. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesinin 1. fıkrası zarar görenin sadece kusurundan söz etmekte ise de bazı hâllerde zarar görenin kusursuz davranışı da zararın ortak sebebi olabilmektedir. 34. İşveren açısından değerlendirme yapıldığında ise, işverenin müterafik kusur niteliği taşıyan davranışlarının, işçinin işe alınmasında özenli davranmaması, işçiye verilen talimatlar ve eğitimde kusurlu davranılması şeklinde karşımıza çıkabilir. Bu durumlarda da, işverenin müterafik kusur niteliği taşıyan davranışı yukarıda açıklanan maddeler uyarınca dikkate alınarak işçinin sorumluluğu hafifletilir (Baycık, s. 189). 35. Öte yandan, işverenin borç taahhüdü altına girdiği kişiye karşı bu borcu yerine getiren işçi tarafından, borcun yerine getirildiği sırada zarar verilmesi hâlinde işveren herhangi bir kusuru bulunmasa dahi, söz konusu zararı tazmin etmekle yükümlüdür. Bu hâlde de, işverenin ödediği tazminatı işçiye rücu hakkı, işçinin bu miktardan bizzat sorumlu olacağı miktarla sınırlı olarak mevcuttur (Baycık, s. 245). 36. Somut olayda, farklı müşterilerin şikâyet konularında inceleme yapıldığı sırada, incelemeyi yapan müfettiş tarafından … isimli müşteriye kullandırılan konut kredisine ilişkin olarak kredi tutarından hak sahibinin/hesap sahibinin imzası bulunmayan fişlerle üçüncü kişilere ödeme yaptığının tespit edilmesi üzerine haksız şekilde yapıldığı belirtilen ödemeyle ilgili müşteri … tarafından davacı Banka hakkında başlatılan icra takibi sonrasında müşteriye yapılan ödemenin davalı işçiden tazmini talep edilmektedir. 37. İstanbul 18. İcra Müdürlüğünün 2012/22434 Esas sayılı dosyasının incelenmesinden, alacaklının …, borçlunun davacı Banka olduğu, 10.500TL asıl alacak ile işlemiş faizi için ilamsız takip başlatıldığı, ödeme emrinin Bankaya 19.11.2012 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine 14.334,66TL’nin 12.12.2012 tarihinde; bakiye 2.562,99TL’nin ise 04.01.2013 tarihinde ödendiği, aynı tarihte dosyanın infazen işlemden kaldırılmasına karar verildiği görülmüştür. 38. Diğer taraftan, dosyaya 04.12.2007 tarihli ve davacı Banka tarafından davacı … hesabından … imzasına 3.500TL ve 7.000TL olmak üzere ödeme yapıldığını gösterir iki ayrı dekont örneği sunulmuştur. 39. Dosyada bulunan ve davacı Banka tarafından Mustafa Ağbayır isimli bir başka müşterinin şikâyeti üzerine başlatılan idari soruşturma sonucunda düzenlenen 11.12.2009 tarihli müfettiş raporunda toplam altı şikâyet konusuyla ilgili davalı işçi ve davacı Banka Bayrampaşa Şubesi eski müdürünün hukukî (malî) olarak sorumlu oldukları tespit edilmiş, somut olaya ilişkin olarak ise kredi borçlusu …’un hesabından yapılan kredi tutarının ödenmesi işlemlerinde imza tutarsızlıklarının belirlendiği, 04.12.2007 tarihli fişler ile toplam 10.500TL tutarındaki ödemenin yetkisiz kişilere yapıldığı belirtildikten sonra ilgili kişilerin beyanlarına yer verilmiş ve sonuç olarak bu konunun ayrıca soruşturulup neticelendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. 40. Soruşturma kapsamında beyanı alınan müşteri …, İzzet Karabayır isimli tanıdığına olan vefa duygusu nedeniyle konut kredisine borçlu olmayı kabul ettiğini, kredi ödemelerini aksatmamak ve bir sıkışıklık hâlinde kullanılmak üzere yaklaşık 12.000TL’nin hesabında bırakıldığını ancak bu meblağın daha sonra imzası ve bilgisi olmaksızın çekildiğini sonradan öğrendiğini beyan etmiş, İzzet Karabayır da belirtilen paranın …’un bilgisi olmaksızın çekildiğini Ali Karaman ve Menderes Şanlıtürk isimli kişilerden öğrendiğini ifade etmiştir. 41. Davalı işçi ise krediye konu ev inşaatının tamamlanmadığını gördüğünü, ev henüz tamamlanmadığı için 12.000TL’yi bloke ettiklerini, daha sonra evi bitirdiklerini söyleyerek Ahmet Yatmaz ve İzzet Karabayır’ın parayı çekmek istediklerini, ikazı üzerine …’un da yanlarına geldiğini ve Banka müdürünün blokeyi çözmesi üzerine ödemeyi yaptığını, fişi kesip adını soyadını yazması için verdiğini, parayı almak üzere ana kasaya gittiğini, Ahmet Yatmaz’ın “adam nasıl ismini yazsın” diyerek kendisi alıp isim ve soy ismini yazdığını, içlerinden birisinin alıp imzalamış da olabileceğini, şube personeli Ali Güzel’in de olaya şahit olduğunu; Ali Güzel isimli personel ise …’un kimlik fotokopisindeki resmini görmesine rağmen hatırlayamadığını, Ahmet Yatmaz ve İzzet Karabayır isimli şahısların ise sık sık şubede işlem gerçekleştiren müşteriler olduklarından tanıdığını, anılan tarihlerde böyle bir ödemeyi ve daha sonra bu ödemeye ilişkin herhangi bir gelişmeyi hatırlamadığını beyan etmiştir. 42. Mahkemece üç kişilik bilirkişi heyetinden alınan bilirkişi raporunda, dosya kapsamında bulunan müfettiş raporunda belirtildiği üzere bloke edildiği belirtilen 10.500TL’nin ödenmesi sırasında para çekmesi muhtemel kişiler belli olduğu hâlde Bankaca tediye fişi üzerinde bulunan imzanın teknik bir uzman tarafından tespit edilmesi mümkün iken bu hususun yapılmadığı; bloke talimatına ilişkin herhangi bir belge olmadığı gibi bloke konulan tutarın da belli olmadığı, ayrıca blokenin kaldırılmasına ilişkin banka uygulamasının ne olduğunun müfettiş raporunda belirtilmediği ve buna dair bilgi ve belge bulunmadığı belirtilmiştir. 43. Bilirkişi heyetince, tediye fişleri üzerine atılı imzaların müşteri …’a ait olmadığı, kime ait olduğunun da teknik uzman tarafından tespit edilmediği ve tamamlanmış olduğu belirtilen soruşturma dışında başkaca bir soruşturmanın dosyaya ibraz edilmediği hususları göz önünde bulundurularak davacı Bankanın müşteriye ödediği ve banka zararını teşkil eden 19.368,23TL’nin tamamının davalıdan tahsil edilmesinin yerine olmadığı; bununla birlikte davalının müşteri hesabından kime ödeme yapıldığını tespit etmeksizin işlemi tekemmül ettirdiği sabit olduğundan sorumlu olması gerektiği, ayrıca soruşturma raporuna göre dava konusu işlem yanında altı banka müşterisinin hesaplarında daha usulsüzlük yapılmakla bankacılık mevzuatına aykırı davrandığı, şube müdürünün de bu tür işlemler sebebiyle şube yöneticisi sıfatı ile denetim ve kontrol dolayısıyla sorumluluğunun bulunduğu belirtilerek, davalının %50 sorumluluğunun bulunduğu sonucuna varılmıştır. 44. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davacı Bankanın müşteri … tarafından başlatılan icra takibine itiraz etmeyip ödeme yapmış olması davalı işçinin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Zira 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Tasarruf ilkesi” başlıklı 24. maddesinin 2. fıkrasında da belirtildiği üzere kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. Bu hükümden hareketle, özel hukuk ilişkilerinde hak sahibinin iradesi esas olduğundan, davacı Bankanın icra takibine itiraz etmemesinin davalı lehine sonuç doğurmayacağı açıktır. 45. Bununla birlikte, bankacılık işlemlerinde müşterilerin tanınması için gerekli tedbirlerin alınması zorunluluğu bulunmakta olup, müşterilerin veya müşterilerin nam ve hesabına işlem yapanların kimliklerinin tespiti ve işlemlerin bu tespite göre yapılması gerekmektedir. Hesabından para çekmek isteyen müşterinin kimliğinin tespiti ile müşteriye imzası karşılığında ödeme yapılmasının ise en başta gelen tedbirlerden olduğu şüphesizdir. 46. Bu itibarla somut olayda, davacı Bankada yönetmen yardımcısı olarak çalışan davalı işçinin, kimlik tespiti ile imza karşılığı ödeme yapma yükümlülüğünü yerine getirmeyerek, müşteri …’un hesabından müşteri dışında kişiye ödeme yapmakla özen yükümlülüğüne aykırı davrandığı ve bu suretle zarara sebebiyet verdiği kabul edilmiştir. 47. Diğer taraftan, dosya içeriğinden davacı Bankanın tediye fişlerindeki imzanın kime ait olduğu konusunda bir araştırma yapmadığı, şube müdürü ile birlikte davalının altı ayrı şikâyet konusu ile ilgili sorumluluklarının tespit edildiği, bu anlamda gerekli denetim ve gözetim yükümlüğünün yerine getirilmediği anlaşılmıştır. 48. Yukarıda açıklanan maddi ve hukukî olgulara göre, bilirkişi raporunda da belirlendiği üzere, davalı işçinin oluşan zarardan %50 sorumlu tutulması dosya kapsamına uygun düşmektedir. 49. Öte yandan, Özel Daire bozma kararının gerekçe bölümünün ilk paragrafında “..meydana gelen zarardan sorumluluğuna davalının kusuru oranında hükmedilmesi gerekirken..” ifadesine yer verildiği hâlde, ikinci paragrafında “…davanın kabulü yerine, reddine karar verilmesi isabetsizdir” ifadesine yer verilmiş ise de, ikinci paragrafta yer alan “davanın kabulü” ifadesinin maddi hataya dayalı olarak yazıldığı sonucuna varılmıştır. 50. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 51. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 28.09.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
4. Hukuk Dairesi 2014/5018 E. , 2015/1060 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Bodrum 4. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 10/01/2014 NUMARASI : 2013/387-2014/10 Davacı M.. Ç.. vekili Avukat İsmet tarafından, davalı A.. A.. aleyhine 14/03/2013 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 10/01/2014 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, haksız eylem nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, davalının kiracısı bulunduğunu, kira borcunu ödemediği gerekçesiyle davalının haksız bir şekilde, evine giden su borusunu keserek götürdüğünü, davalının, kişilerin huzur ve sükununu bozma suçundan cezalandırıldığını, davalının haksız eylemi nedeniyle üzüntü yaşadığını belirterek uğradığı manevi zararın tazminini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, manevi tazminat tazminat şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verimiştir. Dosya kapsamına göre; davalı tarafından, kiracısı olan davacıyı kira borcunu ödememesi nedeniyle evden çıkarmak için, su saatini açma kapama vanasının yanından söktüğü ve su saatinden ev giriş plastik borusunu kestiği sabittir. Davacının suyunun kesilmesi nedeniyle en doğal insani ihtiyaçlarını gideremiyeceği aşikardır. Davalının haksız eylemi nedeniyle yaşam için en doğal ihtiyaçlardan olan suyun kesilmesi davacının kişilik değerlerinin zedelenmesine yol açmıştır. Yerel mahkemece, açıklanan yönler gözetilerek davacı yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28/01/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
11. Hukuk Dairesi 2015/14971 E. , 2016/2971 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ Taraflar arasında görülen davada….. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 24/03/2015 tarih ve 2014/435-2015/199 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin…’nde pazarlama müdürü olarak çalışmakta iken şirket merkezi….a’da bulunan ve Zara markasının sahibi…. şirketine fason üretim yapabilmek amacıyla sözleşme yapmak üzere davalı… ile … arasındaki işbirliği sözleşmesi gereği aktarmalı olarak…. sayılı uçuşu ile … gittiğini, ancak bavulunun kendisine teslim edilmediğini, iş giysileri, sunum notları ve numuneleri olmaksızın iş görüşmesine gidemeyeceğinden ve çantanın ertesi gün kendisine teslim edileceği söylendiğinden …adlı şirketle olan randevusunu ertesi güne ertelettiğini, ancak ertesi gün de bavulu teslim edilmeyince şirketten bir daha randevunun ertelenmesini isteyemediğinden müvekkilinin Türkiye’ye dönmek zorunda kaldığını, valizin kendisine teslim edilmemesi nedeniyle giysileri ve günlük kişisel bakım malzemelerini satın almak zorunda kaldığını, boşuna otel ücreti ödediğini, Türkiye’ye döndükten sonra 21 Kg olan bavulun 19 Kg olarak ve içinde müvekkiline ait spor ayakkabıları olmadan müvekkiline iade edildiğini, davalının olayda ağır kusurlu olduğunu, bavulun kendisine zamanında teslim edilememiş olması nedeniyle…. adlı şirketle sözleşme yapmak şansını kaybederek amirlerinin gözünde beceriksiz bir yönetici olarak algılanmasına neden olunduğunu beyanla 20.000 TL manevi tazminat ile 5.000…. karşılığı Türk Lirası maddi tazminatın 23.10.2011 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili, müvekkili tarafından yapılan değerlendirme sonucunda 294,92 Euro tutarındaki ulaşım ve konaklama harcamaları düşülerek geriye kalan 483,25 Euro karşılığı 1.122 TL tutarında ödemenin davacıya teklif edildiğini, ancak davacının bunu kabul etmeyip iş bu davayı açtığını, bagajın geç teslimi nedeniyle müvekkilinin sorumluluğunun sınırlı olup olayda Montreal Konvansiyonu hükümlerinin uygulanacağını, ayrıca geç teslim nedeniyle davacının kişilik haklarına yöneltilmiş bir saldırının varlığından söz edilmeyeceğinden manevi tazminat koşullarının da oluşmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur. Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, Davalı taşıyıcının dava konusu valizin geç tesliminden ve ayrıca içinde spor ayakkabıları olmaksızın 2 kg eksik olarak teslim edilmesinden dolayı Montreal Konvansiyonunun 19. maddesi uyarınca meydana gelen zarardan sorumlu olduğu, davacının yapmış olduğu harcamalara ilişkin satış fişleri, faturalar vs. belgeler incelendiğinde davacının bavulun geç teslim edilmesi nedeniyle zorunlu olarak aldığı giysiler ve konaklama için yapmış olduğu harcamalar ve kaybolan spor ayakkabısı yönünden davanın kısmen kabulü gerektiği, davacı yapmış olduğu taksi harcamalarını ve ayrıca valizin geç teslimi nedeniyle valizde yer alan tekstil malzemelerini artık hiçbir geçerliliği kalmadığından kayıp eşya gibi değerlendirilerek bundan kaynaklanan zararın tazminini de talep etmiş ise de, söz konusu tekstil malzemelerinin kaybolmadığı, bavuldan kaybolan spor ayakkabıları ile tekstil malzemesinin herhangi bir bağlantısının mevcut olmadığı bu nedenle… Sözleşmesinin 22/4 maddesinin uygulanma imkanının mevcut olmadığı , ayrıca valizin geç teslim edilmesiyle taksi harcamalarının birbirleriyle bağlantılı olmadığı kanaatine varılmakla buna ilişkin maddi tazminat taleplerinin reddi gerektiği, davacıya ait bavulun içinde spor malzemeleri olmaksızın eksik ve geç teslimi nedeniyle…. Sözleşmesi hükümlerine göre davacı manevi tazminat talep edemeyeceğinden ve ayrıca davacının bavulun eksik ve geç teslimi karşısında kişilik haklarının haksız olarak saldırıya uğradığından bahsedilemeyeceğinden TMK ve TBK ‘da yazılı manevi tazminat koşullarının oluşmaması nedeniyle manevi tazminat isteminin de reddi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Dava, davalı tarafından taşınan bagajın geç teslim edilmesine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece maddi tazminat talebi kısmen kabul edilirken manevi tazminat talebi şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Davacının pazarlama müdürü olarak çalıştığı şirket için, yurtdışında bulunan başka bir şirket ile … üretim yapabilmek amacıyla sözleşme yapmak üzere gerçekleştirdiği seyehat sonunda davacının…’ya ulaşmasından sonra içerisinde iş giysileri, sunum notları ve kumaş numunelerinin bulunduğu bavulunun kaybolduğu anlaşılmış, bavulun kendisine ertesi gün teslim edileceğinin söylenmesi üzerine davacı randevusunu ertelemiş, ertesi gün de bavul teslim edilmediği için, iş görüşmesi için gereken eşyaları bulunmadığından Türkiye’ye geri dönmek zorunda kaldığı anlaşılmıştır. Mahkemece, manevi tazminat koşullarının oluşmadığı sonucuna varılmış ise de, yapılan seyahatin özelliği dikkat alındığında, davacının beraberinde götürmekte olduğu eşyalar olmaksızın iş görüşmesine gidememesi ve yurtdışında bulunan şirket ile sözleşme yapma şansını kaybetmesi nedeniyle iş yerinde beceriksiz bir yönetici olarak algılanması ve seyehatin amacına ulaşamaması durumları, davalı taşıyıcının akde aykırılık oluşturan davranışı nedeniyle meydana gelmiş olup, bu durumda dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 49. maddesine göre manevi tazminat koşullarının oluştuğunun kabulü gerekir. Bu nedenle mahkemece, davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ: Yukarıdaki (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 16/03/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
13. Hukuk Dairesi 2016/27243 E. , 2019/4131 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı ve davalılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü. KARAR Davacı, davalıların murisleri … ile imzalanan İhtiyaç … sözleşmesi neticesinde … kullandırılmış olduğunu, borçlu …’ın vefatı üzerine, 29/08/2014 tarihinde, borçlunun mirasçılarına muacceliyet ihtarnamesi tebliğ edildiğini, bakiye borcun 1 hafta içerisinde ödenmesi için süre verildiğini, verilen süre içerisinde borç ödenmediğinden borcun tahsili için murisin yasal mirasçıları hakkında icra takibi başlatıldığını, mirasçıların bu takibe itirazda bulunduğunu ileri sürerek vaki itirazın iptali ile icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir. Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalılar tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dava, tüketici kredisinden doğan alacak için başlatılan takibe vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Davacı banka, davalıların murislerine ait … borcunun tahsili amacıyla başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali isteminde bulunmuş, davalı mirasçılar ise, murislerinin kanser hastası olduğunun davacı banka tarafından bilindiğini, … kullananın yaşamsal riski karşısında sigortalandığını, riskin gerçekleşmiş olması nedeniyle ödenmeyen … borcunun sigorta şirketinden talep edilmesi gerektiğini, murisleri …’ın terekesinin borca batık olmasından, yani aktif terekesi olmayan murisin mirasını ayrıca reddetmeye gerek olmadığından, doğal olarak murislerinin mirasını reddetmiş sayıldıklarını, bu durumda borçtan sorumlu olmadıklarını savunmuşlardır. Mahkemece, muris …’ın 28/02/2014 tarihinde vefat ettiği, dava konusu … sözleşmesine bağlı olarak düzenlenmiş bulunan ve ….11.2013-06.11.2017 tarihini kapsayan hayat sigortasının teminat süresi içerisinde vefatın yani rizikonun gerçekleştiği, davacı bankanın poliçede daini mürtehin sıfatı bulunması sebebiyle vefat tazminatının dava dışı sigorta şirketinden talep etme hakkının davacı bankada bulunduğu ancak kullanılmadığı, davacı bankanın sigorta şirketinden … bu vefat tazminatını talep etmeden müteveffa … mirasçıları hakkında icra takibi ve dava ikamesinin TMK. 3. maddesinde bahse konu edilen iyiniyet kurallarına, … sözleşmesinin 13. maddesine ve incelenen diğer mevzuata aykırı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Uyuşmazlık kullanılan … borcundan dolayı hayat sigortası olmasına rağmen mirasçılara müracaat edilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, somut olayda hayat sigortası yapıldığı ve priminin ödendiği, murisin poliçeler üzerinde banka lehine dain ve mürtehin hakkı tesis ettiği uyuşmazlık konusu değildir. Davacı banka mirasçılara karşı icra takibine geçtiğini ve davalıların takibe haksız olarak itiraz ettiklerini beyan ederek eldeki davayı açmış ise de sigorta poliçelerinin üzerinde davacı Banka’nın adına dain ve mürtehin kaydı bulunacağı yazılı olup sigorta şirketinin 01.08.2014 tarihli menfi yanıtına karşı hukuki yollar davacı banka tarafından tüketilmeden mirasçılara karşı takip başlatılması yerinde değildir. Mahkemece, bu husus gözetilerek vaktinden evvel açıldığı anlaşılan davanın usulden reddi gerekirken, işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, hükmün bozulmasını gerektirir. 2-Bozma nedenine göre davacı ve davalıların sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, ikinci bent gereğince davacı ve davalıların sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan 29,20 TL harcın davacıya iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren … gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28/03/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
14. Hukuk Dairesi 2018/4044 E. , 2021/4082 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Gaziantep 6. Asliye Hukuk Mahkemesi Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 07/03/2017 tarihinde verilen dilekçeyle önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 29/12/2017 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından talep edilmiştir. Gazinatep Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince istinaf talebinin esastan reddine dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü. KARAR Davacı vekili; müvekkili …’ın Gaziantep ili, Şehitkamil ilçesi, Büyükpınar Mahallesi, Başpınar Mevkii 15 pafta 1058 ve 1059 parsellerde bulunan taşınmazları Mehmet Ali Kaçarlar’dan kiralandığını, 1059 parselin ifraz işlemi sonrası 1504 ve 1505 parsel olarak değiştiğini, önceki malik Mehmet Ali Kaçarlar ile davacı arasında yapılan sözleşmeye göre kiracı olan müvekkiline belirli bir bedel üzerinden ön alım hakkı tanındığını, kira sözleşmesinin tapuya şerh edildiğini, önceki malik Mehmet Ali Kaçarlar’ın üzerinde önalım hakkı tanınan taşınmazları 31/01/2017 tarihinde davalı Akcanlar Otomotiv Ticaret Sanayi A.Ş’ye sattığını, bu satıştan müvekkilinin haberi olmadığını, önalım hükmünü içeren sözleşmenin tapuya şerh edilmiş olması sebebiyle davalının bu hususu bilerek taşınmazı satın aldığını, yani iyiniyetli olmadığını, müvekkili …’ın sözleşmeden doğan önalım hakkını kullanmak istediğini, sözleşmede kararlaştırılan hesaplanacak önalım bedelini ve masrafları davalıya ödemeye hazır olduğunu, dava konusu Gaziantep ili, Şehitkamil ilçesi, Büyükpınar Mahallesi, Başpınar Mevkii, 1504 ve 1505 parselde bulunan taşınmazların davalı Akcanlar Otomotiv Ticaret Sanayi A.Ş. adına olan kaydının iptali ile davacı … adına tesciline, karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili; birleştirilen dosyada 1058 parsel sayılı taşınmazın da tapusunun iptali ile adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili; müvekkilinin dava konusu taşınmazları satın alırken tapu kayıtlarında kira şerhinin bulunduğunu, müvekkilinin bu kira ilişkisini bilerek taşınmazı satın aldığını ancak tapu kayıtlarının şerh kısmında önalım hakkına ilişkin bir açıklama bulunmadığını, ayrıca tapuya şerh edilen sözleşmenin 14 yıl olarak düzenlendiğini, yasa gereği önalıma ilişkin sözleşmelerin en fazla 10 yıl süreli olduğunu, kira sözleşmesindeki düzenlemenin taşınmaz satış vaadi sözleşmesi niteliğinde olduğunu, davacının sözleşmenin tarafı olan önceki malik Mehmet Ali Kaçarlar’a tazminat davası açması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. İlk derece mahkemesince, davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince istinaf talebinin esastan reddine, karar verilmiştir. Uyuşmazlık, sözleşmeden doğan önalım hakkının tanınması ile davalı adına olan tapu kayıtlarının iptaline, davacı adına tesciline ilişkindir: Türk Medeni Kanununun 735. maddesinde düzenlenen ve tapu kütüğüne şerh verilen sözleşmeden doğan önalım hakkı şerhte belirtilen sürede ve belirtilen koşullara göre her malike karşı kullanılabilir. Kütükte koşullar belirtilmemiş ise taşınmazın üçüncü kişiye satışındaki koşullar esas alınır. Şerhin etkisi her durumda şerhin verildiği tarihin üzerinden on yıl geçmekle sona erer. Bu nitelikteki bir önalım hakkının doğabilmesi için öncelikle bir önalım sözleşmesinin yapılması gerekir. Bu sözleşmenin yapılması ile mal sahibi mülkiyet hakkını ileri bir tarihte devir borcu altına girmiş olur. Buna karşın önalım alacaklısının önalım akdine konu edilen malın mülkiyetinin kendisine devir edilmesini isteme hakkı doğar. Sözleşmeden doğan önalım hakkı şahsi bir haktır. Sözleşmenin tarafı olanlar için hüküm ifade eder. Ayni bir hak olmadığı gibi aynı zamanda nispi bir haktır. Önalım sözleşmesinin tapuya şerh edilmiş olması şahsi nitelik taşıyan hakka ayni hak vasfını kazandırır. Şerh bu hakkı güçlendirir ve herkese karşı ileri sürülebilir hale getirir. Hakkın tapuya şerh edilmesi mal sahibinin taşınmazını satmasını engellemez. Önalım sözleşmesi tapu siciline tescil edildikten sonra mal sahibi taşınmazını üçüncü kişiye satarsa o takdirde alacaklı üçüncü kişi hakkında da önalım hakkını kullanabilir. Somut olayda; davacı, sözleşmeden kaynaklanan önalım hakkının tanınmasını talep etmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, kira sözleşmesinde yer alan düzenlemenin sözleşmeden doğan önalım hakkı niteliğinde olup olmadığı ve tapu siciline şerh verilip verilmediği noktalarındadır. Davacı ile taşınmazın önceki maliki Mehmet Ali Kaçarlar arasında düzenlenen 22.11.2011 tarihli kira sözleşmesinin 12. maddesindeki; malikin taşınmazı satmak istemesi halinde, öncelikle kiracıya satışı teklif etmekle yükümlü olduğu yönündeki düzenleme nedeniyle, taraflar arasında akdi önalım anlaşması yapıldığının kabulü gerekir. Borçlar Kanununun 213/3. maddesi hükmü gereği yazılı şekilde yapılmış bu önalım sözleşmesi geçerlidir ve tarafları bağlar. Diğer yandan; 30.11.2011 tarihinde bu anlaşma tapu sicilinin beyanlar hanesine şerh verilmişse de sözleşmede yer alan önalıma ilişkin düzenleme tapunun beyanlar hanesinde açıkça yer almamıştır. Tapunun beyanlar hanesinde yer alan şerhte; ”kira sözleşmesi, … lehine, 109.200,00TL bedelli ve 14 yıl süreli” şeklinde ifadeler yer almaktadır. Taşınmazı satın alan davalının kira sözleşmesinden haberdar olduğu, bu hususta taraflar arasında bir ihtilaf bulunmadığı, resmi senet içeriği ve dosya kapsamıyla da sabittir. Ancak kira sözleşmesinde yer alan önalıma ilişkin düzenlemeden davalı tarafın açıkça tapu kaydından kaynaklanan bir bilgiye sahip olduğu ve kötü niyetli olduğu ispat edilemediğine göre; davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi gereğince temyiz olunan Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 14.Hukuk Dairesi kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, karardan bir örneğin Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesine, dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE, 16/06/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/976 E. , 2021/1109 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 39. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin yöneticisi olduğu 53. Blok Yönetimi ile davalı borçlu arasında ana yapının bir duvarının reklam amacıyla kullanılması konusunda 25.06.2011 tarihinde kira sözleşmesi imzalandığını, kira sözleşmesinin 4. maddesine göre birinci yıl kira bedeli 65.000TL olup, 25.000TL’nin imza tarihinde nakit olarak, kalan 40.000TL’nin ise 30 ve 60 günlük çeklerle ödeneceğinin kararlaştırıldığını, davalı borçlunun hiçbir ödemede bulunmadığını, bunun üzerine icra takibi başlatıldığını ancak davalının borcu bulunmadığı gerekçesiyle icra takibine itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaline ve haksız itiraz nedeniyle icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili şirket ile davacı apartman yönetimi arasında reklam amacıyla düzenlenen kira sözleşmesinin hukuken geçersiz olduğunu, sözleşmenin taraflarının müvekkili şirket ile davacı olduğunu ancak davacı apartman yönetiminin ana yapının duvarını kiraya vermek için yapmış olduğu 06.06.2011 tarihli olağan genel kurul kararına bakıldığında, bina duvarının reklam için bir firmaya verilmesi kararının malik çoğunluğu ile alındığının görüldüğünü, Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) 45. maddesine göre ana yapının dış duvarlarının, çatı veya damının reklam maksadıyla kiralanması gibi önemli yönetim işlerinin ancak kat maliklerinin oybirliğiyle verecekleri karar üzerine yapılabileceğini, genel kurulda oy birliği ile karar verilmediğini, bu durumda sözleşmenin baştan itibaren Kanun’un emredici hükümlerine aykırılığı nedeniyle mutlak butlanla geçersiz olduğunu, kaldı ki müvekkili şirketin apartmanın ortak alanı olan duvarı hiçbir şekilde reklam amacıyla kullanmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. İstanbul 39. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.12.2012 tarihli ve 2011/400 E., 2012/288 K. sayılı kararı ile; KMK’nın “Temliki tasarruflar ve önemli işler” başlıklı 45. maddesinde “Ana gayrimenkulün bir hakla kayıtlanması veya arsanın bölünmesi ve bölünen kısmın mülkiyetinin başkasına devrolunması gibi temliki tasarruflar veya ana yapının dış duvarlarının, çatı veya damının reklam maksadıyla kiralanması gibi önemli yönetim işleri ancak bütün kat maliklerinin oy birliği ile verecekleri karar üzerine yapılabilir” hükmünün yer aldığı, bu maddeye göre dış duvarların reklam maksadıyla kiralanması için kat maliklerinin oy birliği gerekli olup dava konusu genel kurul kararında oy birliği olmadığından sözleşme geçerli olmadığı gibi söz konusu yerin davalı tarafından reklam amaçlı da kullanılmadığı, söz konusu yer kullanılmış olsaydı sözleşmenin geçerliliğinin tartışılmasının mümkün olabileceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 28.11.2013 tarihli ve 2013/5107 E., 2013/16103 K. sayılı kararı ile; “…Taraflar arasında düzenlenen ve davalı kiracı tarafından imzası inkar edilmeyen 01.07.2011 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli yazılı kira sözleşmesi feshedilmediğine göre geçerli olup, sözleşme hükümleri tarafları bağlar. Davalı kiracı kira ilişkisinden doğan edimlerini kiralayanına karşı yerine getirmekle yükümlüdür. Mahkemece işin esasının incelenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile istemin reddine karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. İstanbul 39. Asliye Ticaret Mahkemesinin 30.04.2014 tarihli ve 2014/58 E., 2014/98 K. sayılı kararı ile; dosyada mevcut bir kısım ihtarnamelerden kat maliklerinin söz konusu yerin reklam amaçlı kiraya verilmesi hususuna karşı çıktıklarının anlaşıldığı, her ne kadar davalı tarafça sözleşmenin imzasına itiraz edilmemiş ise de KMK’nın 45. maddesi gereğince taraflar arasındaki sözleşmenin baştan itibaren kanun hükmüne uygun olmayıp baştan geçerli olmayan ve hüküm ifade etmeyen bir sözleşmenin mevcut olduğu, sözleşmenin konusu gereği davalının söz konusu yeri kullanamadığı, davacı tarafın talebinin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesine de uygun olmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine karar verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, taraflar arasında düzenlenen ve apartman dış duvarının reklam amacıyla kiralanmasına ilişkin kira sözleşmesi hükümlerinin tarafları bağlayıp bağlamayacağı buradan varılacak sonuca göre mahkemece işin esasının incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. ÖN SORUN 12. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, dava konusu taşınmazda kat mülkiyetinin kurulu olup olmadığının belirlenmesi amacıyla taşınmazın tapu kayıtlarının getirtilmesi için dosyanın mahkemesine geri çevrilmesinin gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiş ve ön sorunun bulunmadığına oy birliğiyle karar verilerek işin esasına geçilmiştir. IV. GEREKÇE 13. Öncelikle kira sözleşmesinin hukuksal niteliğinin ve kiralayan sıfatının açıklanmasında yarar vardır. 14. Kira sözleşmesi kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanılmasıyla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere kira sözleşmesi karşılıklı edimleri içeren bir sözleşmedir. 15. Başka bir anlatımla kira sözleşmesi, bir bedel karşılığında geçici bir süre için tarafa veya başkasına ait taşınır veya taşınmaz malın veya bir hakkın kullanımını sağlayan sözleşmedir. Kira sözleşmesi karşılıklı iradelerin birleşmesi suretiyle oluşur. Kira sözleşmesinin tarafları, kiraya verilen maldan bedel karşılığı yararlanan kiracı ile yararlanmaya razı olan kiralayandır. 16. Hemen belirtilmelidir ki, kiralayan ve mal sahipliği sıfatlarının aynı kişide toplanması gerekmemektedir. Dava konusu kira sözleşmesinin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkındaki Kanun’da mülkiyet değil, akit esası kabul edilmiş, bu husus Hukuk Genel Kurulunun 07.11.1962 tarihli ve 6/8 E., 61 K. sayılı kararında da benimsenmiştir. 17. Başkasına ait taşınmazın kiraya verilmesi mümkün ve buna ilişkin sözleşme hukuken geçerli olduğundan kiralayanın mal sahibi olma zorunluluğu yoktur. Eş söyleyişle, mal sahibinin tarafı durumunda bulunmadığı bir kira sözleşmesi yapılabilir ve kural olarak o sözleşmeden doğan hak ve borçlar sözleşmenin taraflarına ait olur. 18. Kira sözleşmesinde kiracının asli edim yükümü, kira bedelinin ödenmesi; kiraya verenin asli edim yükümü ise, kiralananı kira süresince kiracının kullanımına hazır bulundurmasıdır. Kira sözleşmesinin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 249. maddesine göre [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 301] “Mucir, mecuru akitten maksut olan kullanmağa salih bir halde müstecire teslim etmek ve icar müddeti zarfında bu halde bulundurmak ile mükelleftir.” Kiraya verenin teslim borcunu yerine getirmesi tek başına asli edim yükümlülüğünü yerine getirmesi anlamına gelmemekte olup sözleşme süresince de kiralananı kullanıma elverişli bir şekilde bulundurmakla yükümlüdür. 19. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 257. (6098 sayılı TBK m. 313) maddesine göre “Müstecir kirayı akit ile yahut mahalli adet ile muayyen olan zamanda tediyeye mecburdur.” Kira bedeli kiraya veren için bir semere olup, kiracının, kiralananı kullanmasına karşılık olarak, belirli tarihlerde kiraya verene ifa etmeyi taahhüt ettiği bir edimdir. Kiracı, aksine sözleşme ve yerel âdet olmadıkça, kira bedelini ve gerekiyorsa yan giderleri, her ayın sonunda ve en geç kira süresinin bitiminde ödemekle yükümlüdür. Kira bedelinin ödenmesi konusunda sözleşmede bir hüküm bulunması hâlinde sözleşmedeki hükme göre hareket edilir. 20. Somut uyuşmazlıkta, kira sözleşmesinin davacı 53. Blok Yönetimi ile davalı Beşinci Taş Ajans ve Danışmanlık Hiz. Ltd. Şti. arasında düzenlendiği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davalı şirket kira sözleşmesine ve sözleşmedeki imzasına karşı çıkmamış, davacı apartman yönetiminin ana yapının duvarını kiraya vermek için almış olduğu genel kurul kararının malik çoğunluğu ile alındığını, KMK’nın 45. maddesine göre ana yapının dış duvarlarının reklam maksadıyla kiralanması gibi önemli yönetim işlerinin ancak kat maliklerinin oybirliğiyle verecekleri karar üzerine yapılabileceğini, sözleşmenin baştan itibaren Kanun’un emredici hükümlerine aykırılığı nedeniyle mutlak butlanla geçersiz olduğunu, müvekkili şirketin apartmanın ortak alanı olan duvarı hiçbir şekilde reklam amacıyla kullanmadığını ileri sürmüş ise de, kira sözleşmesi kat malikleri veya davalı kiracı tarafından iptal veya feshedilmediğine göre geçerli olup, sözleşme hükümleri taraflar arasında bağlayıcıdır. Davalı kiracı kira ilişkisinden kaynaklanan edimlerini kiraya verene karşı yerine getirmekle yükümlüdür. Bu durumda davalı vekilinin, kira sözleşmesinin hukuken geçersiz olduğu konusundaki itirazının dinlenilmeyeceği açıktır. Mahkemece işin esasının incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. 21. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, öncelikle çekişmeli taşınmazda kat mülkiyetinin kurulu olup olmadığının belirlenmesinin gerektiği, dosyadaki bilgi ve belgelerden kat mülkiyetinin kurulu olup olmadığının anlaşılmadığı, görev hususunun kamu düzeniyle ilgili olup yargılamanın her aşamasında re’sen göz önünde bulundurulacağı, eldeki dava 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndan (HMK) önce 28.09.2011 tarihinde açılmış olup, kat mülkiyetinin kurulmuş olduğunun belirlemesi hâlinde sulh hukuk mahkemelerinin görevli olacağı, itirazın iptali davalarında temel ilişkiye bakılması gerektiğinden temel ilişkinin irdelenebilmesi için ise duvarın kiralandığı taşınmazda kat mülkiyetinin kurulu olup olmadığının tespit edilmesi ve bu yönleri ile araştırma yapılıp KMK’nın 45. maddesi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesinin uygun olacağı, yerel mahkeme kararının değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 22. Hâl böyle olunca; mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 23. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. V. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi. KARŞI OY Dava; Apartman yönetimi ile davalı şirket arasında apartman duvarının kiralanmasına ilişkin taraflar arasında düzenlenen kira sözleşmesine dayalı olarak kira alacağına ilişkin yapılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, Kat Mülkiyeti Kanununun 45. maddesine göre ana taşınmazın dış duvarının kiralanmasının kat maliklerinin oy birliği ile mümkün olduğu genel kurul kararının çoğunlukla alındığı, oy birliği bulunmadığı bu nedenle sözleşmenin geçerli olmadığı gibi söz konusu yerin davalı tarafından kullanılmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir. Davacı yönetimin temyizi üzerine Özel Daire; taraflar arasında düzenlenen 01.07.2011 başlangıç tarihli kira sözleşmesi, imzası inkâr edilmeyip fesh edilmediğine göre geçerli olup tarafları bağlayacağı bu nedenle işin esasının incelenip karar verilmesi gereğine değinilerek bozma kararı vermiştir. Burada onama ya da bozma kararı verilebilmesi için bazı bilgi ve belgelerin dosyada bulunmasına ihtiyaç vardır. Şöyle ki; Yerel mahkemece taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunun 45. maddesini irdeleyerek geçerli olmadığı belirlenip karar verildiğine göre; öncelikle çekişmeli taşınmazda Kat Mülkiyetinin kurulu olup olmadığının belirlenmesi gerekir. Dosyadaki bilgi ve belgelerden Kat Mülkiyetinin kurulu olup olmadığı hiçbir şekilde anlaşılmamaktadır. Kat Mülkiyeti Yasasının 45. maddesi “Ana gayrimenkulün bir hakla kayıtlanması veya arsanın bölünmesi ve bölünen kısmın mülkiyetinin başkasına devrolunması gibi temliki tasarruflar veya anayapının dış duvarlarının, çatı veya damının reklam maksadı ile kiralanması gibi önemli yönetim işleri ancak bütün kat maliklerinin oybirliğiyle verecekleri karar üzerine yapılabilir” hükmünü içermekte olup emredici nitelikte olan bu hüküm bütün kat maliklerinin oy birliği ile alınmış olmadıkça ilgili kararların hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır. Ayrıca Kat Mülkiyeti Yasasının Ek-1 maddesi “Bu kanunun uygulanmasından doğacak her türlü anlaşmazlık Sulh Mahkemelerinde çözümlenir.” hükmünü içermektedir. Görev hususu kamu düzeniyle ilgili olup yargılamanın her aşamasında re’sen göz önünde bulundurulur. Eldeki dava 28.09.2011 tarihinde açılmış olup 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunundan önce açıldığına göre ve Kat Mülkiyetinin kurulmuş olduğunun belirlemesi hâlinde öncelikle Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olacağı kabul edilmelidir. İtirazın iptali davalarında temel ilişkiye bakılması gerektiğinden, temel ilişkinin irdelenebilmesi için ise duvarın kiralandığı taşınmazda Kat Mülkiyetinin Kurulu olup olmadığının tespit edilmesi bu yönleri ile araştırma yapılıp KMK’nun 45. maddesi değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği ve bu yönleri amaçlayan değişik bir bozma düşüncesi ile bu hususlar açıklığa kavuşturulmadan, salt sözleşmenin geçerli olduğu ve tarafları bağlayacağı gerekçesi ile bozma kararı veren sayın çoğunluğun düşüncesine katılamıyorum.
20. Hukuk Dairesi 2019/4555 E. , 2019/7492 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ:Sulh Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı-karşı davalı vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü: K A R A R Dava dilekçesinde, davalı apartman yönetimi tarafından bina içerisine ve dışarısına güvenlik kameraları takıldığını, davacının bu hususta esas itibari ile bir itirazı bulunmadığını, zira davacının da daha öncesinden binada güvenlik önlemlerinin yeterli olmamasından dolayı kendi konutu için güvenlik kamerası taktırdığını, dava konusu olan kaldırılması istenen kameraların davacının evinin giriş kapısı karşısına takılan ve yalnızca davacının konutunu, evinin balkonunu gören kamera olduğunu, güvenlik amacı ile olmayan, yalnızca davacının evinin giriş kapısını gören, davacının mahremiyetini ihlal eden işbu kameranın takılması konusunda usulüne uygun alınmış bir kat malikleri kurul kararı dahi bulunmadığını, bu kameralardan alınan görüntülerin nerede saklandığını, kim tarafından izlendiğini gibi hususların davacıda ciddi huzursuzluğa sebebiyet verdiğini, belirtilen sebeplerle davanın kabulü ile apartman yönetimi tarafından bina içerisine ve dışarısına taktırılan güvenlik kameralarından sadece davacının evinin girişi ve balkonunu gören kameraların kaldırılmasına karar verilmesi istenilmiştir. Davalı-karşı davacı yönetim vekilinin cevap dilekçesinde, davacı-karşı davalının kendi insiyatifiyle, apartman yönetiminin ve kat maliklerinin tüm karşı çıkmalarına, savcılık nezdinde suç duyurusunda bulunmalarına, bu konuda haklarında cezalandırmaya gidilmesine rağmen, apartmanın içine ve dışına kamera sistemi kurdurduğunu, davacı/karşı davalının kat malikleri kurulu kararı olmadan ana gayrimenkule ilişkin kendiliğinden, 7/24 saat esasına göre gerçek zamanlı olarak evindeki televizyon ekranından herkesi izleyebildiği kamera sistemi kurdurmasının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğunu, bina içine kurdurulan kameranın ise duman dedektörü görünümlü gizli kamera olduğunu ve tavana monteli bu kameranın apartmana gelen misafirleri izlendiklerini anlayamayacağı şekilde dizayn edildiği için her şeyden önce kişi hak ve özgürlüklerine aykırı bir eylem teşekkül ettiğini belirterek asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile davacı/karşı davalının kurdurduğu kamera sisteminin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkemece 10.05.2016 gün ve 2015/1911 E. – 2016/898 K. sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ilişkin kararın davacı – karşı davalı tarafça temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 06.12.2018 gün ve 2017/2277 E. – 2018/7965 K. sayılı kararı ile “…Mahkemece davanın kısmen kabulü, müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirilme yönünde hüküm kurulmuş ise de yapılan inceleme ve araştırma hüküm kurmaya, kurulan hüküm de infaz etmeye elverişli değildir. Buna göre; mahkemece yerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen bilirkişi raporu içeriğinden ortak alana kamera ünitesinin yerleştirildiği anlaşılmaktadır. 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 19. maddesinin ikinci fıkrasına göre, kat maliklerinden biri bütün kat maliklerinin beşte dördünün rızası olmadıkça anataşınmazın ortak yerlerinde onarım, tesis ve değişiklik yaptıramaz. Kanunun bu hükmü dikkate alınarak, hem asıl davaya hem de karşı davaya konu edilen kameralara ilişkin olarak, karar defterleri de incelendikten sonra alınan kat malikleri kurulu kararlarında kat maliklerinin beşte dördünün rızasının olup olmadığı değerlendirilmeksizin, kurulan hükümde kameraların sadece yer ve açılarının değiştirilmesi yönünde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297/2. maddesi; “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” hükmünü amir olup, hüküm fıkrasının tarafların taleplerini karşılayacak, infazda tereddüt yaratmayacak şekilde, açık ve maddeler halinde oluşturulması gerekir. Buna göre; Asıl davaya yönelik kurulan hüküm fıkrasının 1 nolu bendinde; “15/04/2016 tarihli bilirkişi raporunun 7. sayfasının alt kısmında gösterilen şekilde 3 ve 7 numaralı kameraların alınabilecekleri konuma getirilmesi suretiyle” şeklindeki genel ve soyut ifadelerle, bilirkişi raporunun eki olan “kamera açılandırmalarına ilişkin kroki” de dikkate alınmaksızın sadece bilirkişi raporuna atıf yapılması ile yetinilmesi, kaç numaralı kameranın nereyi göreceği ve açılandırılmasının nasıl olacağı somut olarak belirtilmeksizin, her bir kamera yönünden duraksamaya yol açmayacak şekilde infaza elverişli hüküm kurulmaması, yukarıda anılan 297. maddesi hükmüne aykırı olup, hüküm fıkrasının açık, şeffaf, uygulanabilir ve gerekçe ile uyumlu olma, talepleri tek tek karşılama ilkesine aykırı, infazda tereddüt yaratacak ve duraksamaya yol açacak nitelikte olması nedeniyle” bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde; her iki davanın da kabulü ile ….. asıl davacı tarafından ve karşı davalı tarafından konulan kameraların dava konusu taşınmazdan kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, hâkimin müdahalesi istemine ilişkindir. Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına ve gereği yerine getirilerek, yazılı olduğu şekilde karşı davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, temyiz harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına 16/12/2019 günü oy birliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2021/3994 E. , 2021/7145 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK (TÜKETİCİ)MAHKEMESİ Taraflar arasındaki istirdat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen karara karşı Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulmakla; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı; elektrik abonesi olduğu davalı şirketin yokluğunda ve usule aykırı olarak hakkında kaçak elektrik kullanım tespit tutanağı düzenlediğini, sonrasında da bu tutanağa istinaden tahakkuk ettirilen 1.798,29 TL’yi davalı şirkete ödemek zorunda kaldığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere, şimdilik 10 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı; davanın zamanaşımı süresi geçtikten sonra açıldığını savunarak, reddini istemiştir. Mahkemece; davacı tarafından davalı şirkete ödemenin yapıldığı tarih ile davanın açıldığı tarih arasında TBK’nın 82 nci maddesinde belirtilen iki yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu, davalı şirket tarafından süresi içinde sunulan cevap dilekçesinde zamanaşımı def’inde bulunulduğu, bu nedenlerle alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının 16/03/2021 tarihli yazısında; davalının, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki haftalık süre geçtikten sonra verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı def’ini ileri sürdüğü, süresinde ileri sürülmeyen zamanaşımı def’ine ilişkin davacının açıkça muvafakat beyanının bulunmaması nedeniyle zamanaşımı def’inin reddi gerekirken, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin doğru görülmediği, kaldı ki; davacı ile davalı arasında elektrik aboneliğine ilişkin sözleşme bulunduğu hususunda uyuşmazlık bulunmamadığı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ncı maddesinde her alacağın on yıllık zamanaşımına tabi olduğunun hükme bağlandığı, davalı hakkında kaçak elektrik tutanağının tutulduğu tarihten itibaren zamanaşımı süresi içinde dava açıldığı, bu nedenle mahkemece; davalının zamanaşımı def’i reddedilip, işin esasına girilmesi, ardından tüm taraf delilleri toplanarak hasıl olacak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı bulunduğu ileri sürülerek; kararın, 6100 sayılı HMK’nın 363 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir. 1) Covid-19 salgın hastalığının ülkemizde görülmüş olması sebebiyle yargı alanındaki hak kayıplarının önlenmesi amacıyla hazırlanan ve 26/03/2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 7226 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un Geçici 1. maddesi ile salgının devam etmesi üzerine 30/04/2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 29/04/2020 tarihli ve 2480 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı uyarınca; tüm adli süreler, 13/03/2020 tarihinden itibaren 15/06/2020 tarihine kadar durdurulmuştur. Yine Geçici 1. madde uyarınca; bu süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden itibaren işlemeye başlamış; durma süresinin başladığı tarih itibarıyla, bitimine on beş gün ve daha az kalmış olan süreler, durma süresinin sona erdiği günü takip eden günden başlamak üzere on beş gün uzamış sayılmıştır. Somut olayda; dava dilekçesinin 08/04/2020 tarihinde davalı tarafa tebliğ edildiği, cevap dilekçesinin ise davalı vekili tarafından 23/06/2020 tarihinde mahkemeye sunulduğu, yukarıda açıklanan kanun hükmü ile Cumhurbaşkanlığı Kararı uyarınca cevap dilekçesinin kanuni süresi içerisinde verilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda, Adalet Bakanlığının bu yöne ilişen kanun yararına temyiz talebinin reddi gerekir. 2) Uyuşmazlık; kaçak elektrik kullanıldığı iddiasıyla davalı şirket tarafından tahakkuk ettirilen kaçak tüketim bedelini ödemek zorunda kalan davacı elektrik abonesi tarafından, kaçak elektrik kullanıldığına dair iddianın ve buna bağlı olarak yapılan tahakkukun yerinde olmadığı iddiasıyla, davalı şirkete ödenilen kaçak elektrik tüketim bedelinin iadesinin istenildiği davada, dava zamanaşımı süresinin sözleşme hukuku çerçevesinde mi, yoksa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre mi belirleneceği, buradan varılacak sonuca göre zamanaşımının dolduğu gerekçesi ile verilen kararın yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Öncelikle sebepsiz zenginleşme kavramı ve hukuki işlemlerden doğan borçlardan farkının açıklanması gerekmektedir. Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) konuya ilişkin 77 ve devamı maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır. Öte yandan, hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni ise, tam aksine, kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir. Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, yani tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve dolayısıyla sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez. Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur. Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez. Aynı ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması olanaklı değildir. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 19/06/2015 tarihli ve 2013/22-2310 E.2015/1729 K., 17/02/2010 tarihli ve 2010/13-93 E. 2010/88 K., 13/06/2007 tarihli ve 2007/18-330 E. 207/350 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile elektrik hizmeti sunan davalı şirket arasında, davacının meskeninde kullandığı elektrik hizmetine ilişkin abonelik sözleşmesi imzalanmıştır. Davacının sözleşme hükümlerine aykırı olarak kaçak elektrik kullandığı yönündeki tespit nedeni ile davalı davaya konu bedeli talep etmiş, davacı da bu bedeli ödemiştir. Davacı bu dava ile sözleşme hükümlerine aykırı bir davranışının bulunmadığını ileri sürerek, ödediği bedeli geri istemektedir. Bu itibarla, taraflar arasında imzalanan sözleşmeden sonra sözleşmeye aykırı davranıştan kaynaklanan uyuşmazlığın; sebepsiz zenginleşme kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bu nedenle, mahkemece; eldeki davada TBK’nın 146 ncı maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği gözetilerek, davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı def’inin reddi ile davanın esasının incelenmesi ve ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması doğru görülmediğinden, Adalet Bakanlığının bu yöne ilişen kanun yararına temyiz talebinin kabulü gerekir. SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının kanun yararına temyiz talebinin REDDİNE, ikinci bentte açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının HMK’nın 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına dayalı kanun yararına temyiz talebinin kabulü ile kararın sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, aynı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca gereği yapılmak üzere bozma kararının bir örneğinin ve dava dosyasının Adalet Bakanlığına gönderilmesine, 23/06/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/975 E. , 2021/1108 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “taahhüt nedeniyle tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 2. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda önce onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, yazılı taahhüdüne uymayan davalıya … 1. Noterliğinin 06.03.2014 tarihli ve 2454 yevmiye numaralı ihtarname keşide edildiğini, davalının ihtar ve uyarılara rağmen yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının aynı taşınmaz ile ilgili olarak başka hukuksal nedene dayalı olarak … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde müvekkili aleyhine tahliye davası açtığını ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.12.2014 tarihli ve 2014/256 E., 2014/963 K. sayılı kararı ile; gerek davacı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmuş 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesinin, gerekse davalı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan tarihsiz tahliye taahhütnamesinin basılı (matbu), bilgisayar çıktısı olarak düzenlenmiş olmaları ve imzaları taraflarca inkâr edilmeyen (asılları da bulunan) bu iki belgenin mevcut olması, diğer taraftan gerek davacı tanığı …’in yeminli beyanı, gerekse davacı asilin duruşma sırasındaki isticvabında bizzat söylediği “tahliye taahhütnamesini sözleşmeyi yaparken aldığı, bu taahhütnameyi almadan sözleşme yapmadığı” yönündeki ifadesi karşısında, 14.03.2013 tarihli “tahliye taahhütnamesi” başlıklı belgenin, sözleşmenin yapıldığı 05.03.2010 tarihinde içeriği boş ve zemini basılı olarak düzenlendiği ve taraflarca altının imzalandığı, bu belgenin daha sonra davacı tarafça içeriğinin el yazısı ile doldurulduğu yönünde bir kanaat oluştuğu, bunun üzerine; davacı vekiline, dilekçesinde “her türlü yasal delil” ifadesi geçtiği için, karşı tarafa yemin teklif edip etmeyeceğinin sorulduğu, davacı vekilinin yemin teklif etmeyeceklerini belirttiği, bu durumda; “taraflar arasında düzenlenen tahliye taahhütnamesinin sözleşme yapıldığı sırada kiralayan tarafından kiracıdan alındığı” yönündeki karine ve bu konuda oluşan kanaat çerçevesinde, davacı tarafın “taahhütnamenin sonraki bir tarihte kiracı tarafından verildiği” yönündeki iddiasını kanıtlayamadığı, davaya konu tahliye taahhütnamesinin sözleşme başlangıcında alındığı ve bu yönüyle kiralayanın sözleşme yapmama baskısı altında alınan bir taahhütname niteliğinde olup hukuken geçersiz olduğu, dolayısıyla davada tahliye koşullarının oluşmadığı, davacı taraf davada haksız olup taşınmazın tahliye edilmesi nedeniyle konusuz kalan davanın esası hakkında herhangi bir karar verilmesine yer olmadığından yargılama giderlerinden davacı tarafın sorumlu olduğu gerekçesiyle dava konusu taşınmaz kiracı tarafından tahliye edildiğinden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacı tarafın davalının yargılama giderlerine mahkum edilmesi yönündeki talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2015/2042 E., 2015/3042 K. sayılı kararı ile kararın onanmasına karar verilmiş, bunun üzerine davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 16.11.2015 tarihli ve 2015/7313 E., 2015/9971 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; 05.03.2010 başlangıç tarihli ve 2 yıl süreli sözleşme ile kiracı olan davalının 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesi ile kiralananı 04.03.2014 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt etmesine rağmen bu tarihte tahliye etmediğini belirterek tahliye taahhütü nedeniyle kiralananın tahliyesini talep etmiştir. Davalı vekili tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinin imzalanmasından önce boş ve tarihsiz olarak alındığını, davacının ön şart olarak taahhütnameyi imzalatmak istediğini belirterek manevi cebir altında alınan tahliye taahhütnamesinin geçersiz olduğunu ve davanın reddini savunmuştur. Mahkemece kiralananın yargılama sırasında tahliye edilmesi sebebiyle dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacının dava açmakta haklı olmadığı gerekçesiyle yargılama giderlerinden sorumlu tutulmasına karar verilmiştir. …nun 190. Maddesi uyarınca ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup, mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı bu defaki incelemeden anlaşılmakla davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.03.2016 tarihli ve 2016/85 E., 2016/356 K. sayılı kararı ile; davalının “tahliye taahhütnamesi” başlıklı, içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan belge ve tanık delili ile “davacıya verilen tahliye taahhütnamesinin sözleşme ile birlikte başlangıçta içeriği boş olarak verilen bir belge olup sözleşme yapmama baskısı ile alındığı” yönündeki savunmasını büyük ölçüde kanıtladığı, davalı asilin isticvap beyanında ifade ettiği “sözleşme ile birlikte iki boş taahhütname imzalatıldığı, birinin kiracı olarak kendisinde kaldığı, diğerini kiralayana verdiği” yönündeki ifadesinin kabule şayan olduğu, 17.12.2014 tarihli duruşmada davalı vekilinin kendilerinde bulunan boş taahhütnamenin aslını sunduğu ve yapılan karşılaştırmada dosyadaki fotokopi belge ile aynı olduğunun gözlemlendiği, davacının elindeki taahhütnamenin matbu kısımları dışındaki boş yerlerinin sonradan kalemle doldurulduğu yönünde bir karine oluştuğunun kanaatine varıldığı, davacının, “sözleşme başlangıcında kiracıdan mutlaka tahliye taahhütnamesi aldığını ve bu belgeyi almadan sözleşme imzalamadığını” açıkça itiraf ederek davalının savunmasını doğruladığı, 14.03.2013 tarihli, boş kısımları kalemle doldurulmuş belgenin, sözleşme ile aynı tarihte değil de gerçekten belgede yazılı tarihte düzenlenip kiralayana verildiği yönündeki iddianın kanıtlanması ile ilgili olarak ispat yükünün yer değiştirdiği, davacı taraf dilekçesinde “her türlü yasal delil” diyerek yemin deliline de başvurduğu için duruşmada kendilerine karşı tarafa yemin teklif edip etmeyecekleri hususunun hatırlatıldığı, yemin teklifi yapmayacaklarını ifade etmeleri üzerine davalı savunması doğrultusunda karar vermek gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalının bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre ispat yükünün ters çevrilip çevrilmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için “taahhüt nedeniyle tahliye” davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır. 13. Tahliye taahhüdü nedeniyle tahliye davaları 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un (6570 sayılı Kanun) 7. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde düzenlenmekte iken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 352. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre: “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.” Görüldüğü üzere TBK’nın 352/1. maddesinde “boşaltmayı yazılı olarak üstlenme” kavramına yer verilmiştir. Kira sözleşmesinin yazılı tahliye taahhüdü ile sona erdirilmesi TBK öncesinde daha çok Yargıtay kararları ile şekillenmiştir. 14. Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen “kiralananın teslim edilmesinden sonra” ifadesi, 6570 sayılı Kanun’un 7/1-a maddesinde bulunmayan ve Yargıtay içtihatları ile şekillenip hukuken geçerli hâle gelmiş olan yazılı tahliye taahhüdünün “kiralananın tesliminden sonra hüküm ifade edeceğine” dair Yargıtay uygulamasının kanunlaşması hâlidir (Kanık, Hikmet: Yargıtay Uygulamasında Kira Hukuku Davaları, Ankara 2021, s. 1289). Tahliye taahhüdü yalnızca konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler için verilir. Konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler dışındaki taşınmazlar hakkında tahliye taahhüdünde bulunulamaz (Ceran, Mithat: Kira Sözleşmesi ve Tahliye Davaları, Ankara 2019, s. 1002). 15. Taahhüt nedeniyle tahliye davalarına ilişkin bu açıklamalardan sonra ispat hukuku kavramı ve hukukî niteliği üzerinde durulması yerinde olacaktır. 16. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur. 17. İspat yükünü düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesi “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklindedir. 18. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. 19. Her somut olaydaki maddi vakıaya göre lehine hak çıkaran taraf ve ispat yükü şekilleneceğinden, maddi hukuk kuralına ilişkin bu vakıaların doğru ve net bir şekilde belirlenerek ortaya konulması gerekmektedir. Maddede aksine düzenleme olmadıkça ibaresi eklendiğinden, kanunda ispat yükü ile ilgili özel bir düzenlemeye yer verildiğinde, ispat yükü genel kurala göre değil de kanunda belirtilen özel düzenlemeye göre belirlenecektir. 20. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (TMK m. 6). 21. Kira sözleşmesinin yapılması sırasında tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü alınması durumunda, bu belgenin kiralananın teslimi öncesinde tarihlerinin boş olarak verildiği ve anlaşmaya aykırı olarak sonradan tamamlandığına ilişkin savunmanın kanıtlanması gerekir. Bu şekilde yani düzenleme ve boşaltma tarihlerinin sonradan tamamlanması belgenin geçersizliğini gerekmediği gibi bu tarihlerin anlaşmaya aykırı olarak tamamlandığına ilişkin iddia kiracı tarafından ispatlanmalıdır (Kanık, s. 1293). 22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği 14.03.2013 tarihli taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, davalının yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ise de yukarıda da belirtildiği üzere TMK’nın 6 ve HMK’nın 190. maddesi gereğince ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı kiracı bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Bu durumda mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. 23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 04.10.1944 tarihli ve 1944/20 E., 1944/28 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, ilk kira sözleşmesi ile birlikte verilmiş olan tahliye taahhüdünün serbest iradeye dayanmadığından geçerli olmadığının belirtildiği, kiraya verenlerin bu İçtihadı Birleştirme Kararını aşmak için düzenleme ve boşaltma tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü aldıklarını, tahliye taahhüdü noterde düzenlenseydi ispat yükünün davalıda olacağını ancak tahliye taahhüdü adi yazılı olduğu için ispat yükünün davacıda olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 24. Hâl böyle olunca; mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
15. Hukuk Dairesi 2017/691 E. , 2019/418 K. “İçtihat Metni” Mahkemesi :Tüketici Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacılar vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacılar vekili Avukat …ile davalı … vekili Avukat… geldi. Diğer davalı asil gelmedi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü: – K A R A R – Dava, düğün merasimi esnasında gerçekleştirilen ayıplı video çekimi nedeniyle uğranılan manevi zararın tahsili istemiyle açılmış olup mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen hüküm davacılar vekilince temyiz olunmuştur. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2- Davacılar vekili; davacılar… ve …’nın 08.06.2013 tarihinde gerçekleşecek düğün merasimi için davacı … ve davalı … Deluxe Ziyafet ve Balo Salonları arasında kamera paket dahil (15.600TL+500 kamera) toplam 16.100,00 TL bedelli organizasyon sözleşmesi imzalandığını, sözleşme bedelinin ödendiğini, ancak düğün salonu ve diğer davalı fotoğrafçı Stüdyo Stil Fotoğrafçılığın düğünün videosunu ya hiç çekmeyerek ya da çektikten sonra kaybederek kendilerine teslim etmediklerini belirterek tekrar yaşanması mümkün olmayan bu özel günün kaydedilememesi nedeniyle duyulan üzüntünün yol açtığı manevi zarara karşılık davacılardan … için 20.000,00 TL, … için 40.000,00 TL, … için 40.000,00 TL olmak üzere toplam 100.000,00 TL manevi tazminatın 08.06.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Davalılar davanın reddini talep etmiştir. Mahkeme tarafından davacı … için 2.000,00 TL, davacı … için 2.000,00 TL ve davacı … için 1.000,00 TL olmak üzere toplam 5.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Davalıların sözleşmeye aykırı olarak, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek düğünün görüntülerinin kaydını sağlayamadıkları sabittir. Nikah, düğün gibi özel öneme sahip, insan hayatında genellikle bir kez yaşanan telafisi mümkün olmayan, önemli günlerin belgelenememiş olmasının, gelin, damat ve yakınları için yaşam boyu üzüntü kaynağı olacağı tartışmasızdır. Bu gibi günlerin yaratacağı anılar, kişiliğe bağlı olup, kişisel hak, maddi ve manevi çıkar sağlarlar. Bu gibi sözleşmeye aykırı davranışların niteliği, özel hal ve şartları nedeniyle TBK’nın 49. maddesinde düzenlenen haksız fiile dönüştüğü, davacıların kişilik haklarının MK’nın 24. maddesi ve TBK 58. maddeleri anlamında zedelendiği mahkemenin de kabulündedir. Bu yasal düzenlemelere göre kişisel hakları haksız tecavüze uğrayan (haleldar olan) kimse uygun ölçüde manevi tazminat isteyebilir. Borçlar Yasası’nın 47. maddesi gereğince yargıcın, özel durumları göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Takdir edilecek bu tutar, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 gün ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel durum ve koşullar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden yargıç, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde nesnel (objektif) ölçülere göre uygun (isabetli) bir biçimde göstermelidir. Dava konusu olayın gelişimi, olay tarihi ve yukarıdaki ilkeler gözetildiğinde davacılar yararına takdir olunan 2.000,00 TL, 2.000,00 TL ve 1.000,00 TL olmak üzere toplam 5.000,00 TL manevi tazminat miktarı azdır. Daha yüksek bir manevi tazminat takdiri gerekir. Öte yandan davacıların manevi tazminata ilişkin yasal faiz talebi de bulunmaktadır. Bu durumda dava tarihi itibariyle işlemeye başlayacak yasal faize de hükmedilmesi gerekmektedir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacılar yararına BOZULMASINA, 2.037,00 TL duruşma vekâlet ücretinin davalılardan alınarak Yargıtay’daki duruşmada vekille temsil olunan davacılara verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 04.02.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2020/2044 E. , 2020/3600 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının kısmen kabulüne dair verilen hüküm hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelenmesi sonucunda; davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, dava dilekçesinde özetle; 3535 ada 79, 82 ve 83 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde bulunan baskı tesisleri, fabrika işletme ve idare binaları ile makinaların, kendi adına kayıtlı taşınmazlarla dava dışı …’in adına kayılı taşınmazlar üzerinde bulunan hacizlerle ilgili kamu ve şahıs borçlarının tasfiye edileceği vaadiyle aylık 5.000,00 TL kira bedeli ile 01.04.2014 tarihli kira sözleşmesiyle davalı tarafa kiralandığını, kira sözleşmesine bağlı olarak 01.04.2014 tarihli protokol imzalandığını, … Bankası İpotek alacağının 1.100.000,00 TL kabul edilerek davalının bu alacağı temlik alması hususunda anlaşma olmasına rağmen alacağın dava dışı …adına temlik alındığını ve … 10. İcra Müdürlüğü 2010/1678 E sayılı dosyasında işleme konulduğunu, bu suretle protokol hükümlerinin ihlal edildiğini, diğer hükümlerin uygulanmasının da engellendiğini, …’ın muvazaalı temlik alacaklısı olarak hiçbir kira ödemesi yapmadan halen fabrika ve makina kullanımını sürdürdüğünü, protokol gereğince …’in kamu borçlarına dair hacizlerle kendi adına kayıtlı taşınmazlar üzerindeki hacizlerle ilgili ödemelerin yapılmadığını, bu nedenle ağır zarar ve ziyana uğradığını, 2014/58 D.iş , 2015/28 D.iş, 2015/41 D.iş dosyalarıyla kiralananda meydana gelen hasarların tespit edildiğini, SSK prim ve vergi borçları yapılandırılıp taksitler ödenmediğinden indirim imkanı engellenip borcun 2 katına artmasına neden olunduğunu, yazılı izin alınmaksızın önceden var olan yemekhane ve laboratuvarın yıkıldığını, boyama makinalarının sökülerek hurda haline döndüğünü, 1000000 €’luk üç adet baskı makinasının sökülüp yok edildiğini,600 m2 lik idari binada amerikan kapı, alçıpan tavan, aydınlatmaların ve yer döşemelerinin tahrip edildiğini, çatıyı taşıyan kolon ve duvarların yok edildiğini, tespit dosyalarında yer alan makinaların da yok edildiğini, bu zarar ve ziyanlar nedeniyle savcılığa şikayette bulunulduğunu, davalıdan eski hale getirmesi talep edilmesine rağmen sonuç alınamadığını belirterek; kamu borçların ödenmemesi nedeniyle doğan fark zarar ile bina ve makinalara verilen zarar değerlendirilerek şimdilik 100.000,00 TL tazminat 10.000,00 TL cezai şart olmak üzere toplamda 110.000,00 TL’nin reeskont faiziyle birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı, cevap dilekçesinde özetle; tespit dosyaları kapsamında yokluklarında yapılan keşiflere dayalı olarak alınan bilirkişi raporlarını kabul etmediklerini, şirketle ilgisi olmayan birçok hususun raporlara konu edildiğini, şirketin kiracı olarak taşınmaza geldiğinde makinaları kurarken işyeri içinde sadece üç metre yüksekliğinde 8-10 metre uzunluğunda bir duvarı yıktığını, yıkım sırasında hiçbir makina ve tesisatın zarar görmediğini, bunun dışında varsa yıkım ve tahribatlarla ilgisi bulunmadığını, işyeri teslim alındığında makinaların tamamının arızalı olup çalışmadığını, bir kısım parçalarının eksik olduğunu, fabrika binasının harabe vaziyette olduğunu, kira sözleşmesiyle birlikte hiçbir demirbaş teslim edilmediğini, tahribatların tarafından yapıldığının davacı tarafından ispatı gerektiğini, daha önce kiralananda başka firmaların kiracı olarak bulunduğunu, bunların eski hale getirme bedelini kabul etmediklerini, yaptıklarıyla taşınmazın değerini arttırdığını, kiralandığında mecurun harabe, çatısı akan ve bir çok yerinden su alır durumda olduğunu, bu haliyle mecura makinaları koyamayıp, işçileri çalıştıramadığını, davacının bilgisi dahilinde çatıyı düzenleyip, giderleri açtığını, onarıcı işlemler yaptığını, 01.04.2014 tarihli protokolde belirtildiği gibi dava konusu mecurda bulunan davacıya ait makinaların çalışmadığı, parçalarının eksik olduğu hususunun taraflarca bilindiğini, kira sözleşmesi, protokol ve mecura yaptığı değer arttırıcı onarımlar dikkate alındığında sözleşmeye aykırılık teşkil edecek bir durumun olmadığını, açılan davayı kabul etmediklerini belirterek davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince; mahllinde keşif yapılarak bilirkişi raporu aldırılmış, bilirkişi heyeti rapor ve ek raporunda belirtilen makinelerin … 8. İcra Müdürlüğü’nün 2013/1 numaralı iflas dosyası kapsamında 22.05.2014 tarihinde yapılan keşif ve sunulan bilirkişi raporuna göre davacıya ait olup da davalıya kiralanan makinalar olduğu, iş yerinde tam ve sağlam olarak bulunduklarının sabit olması nazara alındığında bu makinelere verilen zararlardan davalı tarafın sorumlu olduğu gerekçesiyle sözleşmede belirtilen 125.000,00 TL tamirat giderinin mahsubu ile davanın kısmen kabulüne, bakiye 967.907,18 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ancak cezai tazminata hükmedebilmenin koşulları oluşmadığından buna ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm; davalı tarafça istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince; taraflar arasındaki uyuşmazlığın 01/04/2014 tarihli protokol kapsamında çözülmesi gerektiği, protokolün gayrimenkul satış vaadi niteliğin olmakla şekle uygun yapılmadığından geçersiz olduğu, geçersiz sözleşme uyarınca tarafların aldıklarını aynen iade etmekle mükellef olduğu, kira sözleşmesinde de benzer şekilde kiracının aldığını aldığı gibi iade etmek zorunda olduğu ve bu nedenle taraflar arasındaki uyuşmazlığın kira veya sözleşmeye aykırılık olarak değerlendirilmesinin sonucu değiştirmeyeceği, fabrika binası bakımından bağlantılı dosyalarda bir çok tespitler yapıldığı, ayrıca davacının da birden fazla tespit yaptırdığı, tespit raporlarında elde edilen bulgular bilirkişilerce irdelenerek davacının uğradığı zararın belirlendiğini, davalı vekilinin ayrıntılı itiraz dilekçesi üzerine mahkemece ek rapor alındığı, ek raporda davacının zararının 967.907,18TL olarak belirlendiği, fabrika binası ve makinelerde meydana gelen zararların tespitinin özel ve teknik bilgi gerektirdiği, mahkemece uygun uzmanlık alanlarından bilirkişiler seçilmek sureti ile oluşturulan bilirkişi raporunun yeterli teknik değerlendirmeyi ve ayrıntıyı içerdiği, bu nedenle mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda karar verilmesinin doğru olduğu gerekçesiyle davalının istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiştir. 1-) Uyuşmazlık kiralanan fabrika ve makinaların hor kullanımı nedeniyle tazminat ve cezai şart alacağı istemine lişkindir. Taraflar arasında 01.04.2014 tarihli 6 ay süreli, aylık 5000 TL bedelli kira sözleşmesi imzalanmış olup sözleşmede kiralananın tapuya teferruat olarak kayıtlı makinalarla birlikte fabrika binası olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin özel şartlar başlığı altında düzenlenen birinci maddesinde kiralayanın yazılı izni olmadan mecurun bir bölümü ya da tamamının başkasına kiralanamayacağı, devredilemeyeceği, kullanılamayacağı ve faydalandırılamayacağı, aksinin akde aykırılık oluşturucağı; dokuzuncu maddesinde tadilat, tesisat ve ilavenin ancak yazılı izin ile mümkün olduğu, bedelinin kiralayandan alınamayacağı, kiracının tahliye ederken bila bedel kiralayana terk edeceği ve on beşinci maddesinde ise kira sözleşmesinin taşınmazın tapuda devri yahut icra yoluyla satışı anına kadar geçerli olacağı düzenlenmiştir. Yine taraflar arasında 01.04.2014 tarihli “protokol” başlıklı sözleşme düzenlenmiş, protokolün 3535 ada 79, 82 ve 83 parsel sayılı taşınmazlar ve bunların üzerindeki makinaların mülkiyetinin davalıya geçmesi ile ilgili tarafların üstlendiği edimler konusunda anlaşma olduğu açıklanmıştır. İddia ve savunma kapsamında kiralanan taşınmazların devredilmediği ve dava tarihi itibariyle halen davacı adına kayıtlı olduğu anlaşılmakla uyuşmazlığın kira hukuku doğrultusunda kira sözleşmesi dikkate alınarak çözülmesi gerekir. Mahkemece kiralananın tahliye edilip edilmediği tespit edilmemiştir. Kiralananın tahliye edildiğinin kabul edilebilmesi için, kiralananın fiilen boşaltılması ve anahtarın kiraya verene teslim edilmesi gerekir. Kiracının bildirdiği tahliye tarihinin kiraya veren tarafından kabul edilmemesi; başka bir ifadeyle, tahliye tarihinin taraflar arasında çekişmeli olması halinde; kiralananın fiilen boşaltıldığını ve anahtarın teslim edildiğini, böylece kira ilişkisinin belirttiği tarihte hukuken sona erdirildiğini kanıtlama yükümlülüğü, kiracıya aittir. Kiracının anahtar teslim tarihini yazılı delil ile kanıtlayamaması halinde kiraya verenin bildirdiği tarih anahtar teslim tarihi olarak kabul edilir. Mahkemece öncelikle kiralananın tahliye edildiği tarihin bu açıklamalar ışığında tespit edilmesi gerekir. Kiralan tahliye edilmediği takdirde hor kullanma tazminatının talep edilmesi mümkün olmadığından davanın reddi gerekecektir. Kiralananın tahliye edildiğinin tespit edilmesi halinde hor kullanma dolayısıyla kiralanan da meydana gelen zararın tazmini talep edilebilecektir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 316. maddesi uyarınca kiracı kiralananı tam bir özenle kullanmak ve yine 334. maddesi gereğince sözleşme sonunda aldığı hali ile kiralayana teslim etmekle yükümlüdür. Ancak kiracı sözleşmeye uygun kullanma dolayısıyla oluşan eskime ve bozulmalardan sorumlu olmayıp münhasıran kötü kullanım nedeniyle oluşan zarar ve hasardan tahliye tarihi itibariyle belirlenecek birim fiyatları ile sorumludur. Kaldı ki davalının kiralananı kullandığı süre ve kullanma amacı gözetildiğinde olağan kullanımdan kaynaklanan yıpranma ve eskimelerin olacağı da kuşkusuzdur. Gerek tespit raporlarında gerekse mahkemece alınan bilirkişi raporlarında hor kullanım olağan kullanım ayrımının her bir kalem hasar için ayrı ayrı yapılmadığı gibi rayiç birim fiyatların tahliye tarihi itibariyle esas alınmadığı ve kullanım süresiyle orantılı yıpranma payının düşülmediği sabittir. Yine kiralananda kiralama anında hangi makinaların bulunduğu hususunda da uyuşmazlık söz konusudur. Her ne kadar bilirkişi raporunda diğer dosyalardan ve tapu kaydından yararlanılarak belirleneceği belirtilmiş ise de eksik makine ve mevcut makinalardaki hasarın tespiti bakımından belirlemenin ne şekilde yapıldığına dair denetime elverişli açıklama bulunmamaktadır. Buna göre mahkemece, öncelikle taşınmazın tahliye edilip edilmediğinin ve tahliye edildiyse hangi tarihte edildiğinin yukarıda yapılan açıklamalar ışığında tespit edilmesi, daha sonra alanında uzman bilirkişi heyetinden sözleşmede taşınmazın tapuya teferruat olarak kayıtlı makinalar ile birlikte kiraya verildiğinin yazılı olduğu gözetilerek tapu kaydı, davacının makinaların iflas dosyası kapsamında davalıya yediemin olarak bırakıldığına dair beyanı dikkate alınarak … 8. İcra Müdürlüğü’nün 2013/1 E sayılı iflas yoluyla takip dosyası, taraflar arasındaki protokol ipotek konusu alacağın temlik alınmasına ilşkin olmakla buna dair … 10. İcra Müdürlüğü’nün 2010/1678 E icra dosyası ile dosyamız arasında bulunan delil tespiti raporları ayrıntılı değerlendirilmek suretiyle kira sözleşmesi doğrultusunda fabrika ile birlikte kiraya verilen makinaların tereddüte mahal bırakmayacak şekilde tespiti ve hor kullanım olağan kullanım ayrımı her bir kalem hasar için ayrı ayrı yapılarak tahliye tarihi itibariyle rayiç birim fiyatları esas alınıp kullanım süresiyle orantılı yıpranma payı hesaplanmak suretiyle hor kullanımdan kaynaklı tazminat tutarının belirlenmesi hususunda rapor alınarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 2-Davacı tarafça dava dilekçesi ile fazlaya dair haklar saklı tutularak 100.000 TL tazminat, 10.000 TL cezai şart alacağının dava tarihinden itibaren reeskont faizine hükmedilmesi talep edilmiş, 26.02.2018 de ıslah harcı yatırılarak 100.000 TL’lik tazminat istemi toplamda 967.907,18 TL‘e yükseltilmiş ve mahkemece 967.907,18 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tahsiline karar verilmiştir. Mahkemece 100000 TL’lik kısma dava tarihinden, ıslahla artırılan 867907,18 TL’lik kısma ise ıslah tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekirken hüküm altına alınan tutarın tamamına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle; davalının temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nun 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılmasına, aynı kanunun 371. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davalıya iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 29.06.2020 gününde oybirliği ile karar verildi.
17. Hukuk Dairesi 2018/3250 E. , 2020/677 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı istinaf başvurusunun esastan reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: -K A R A R- Davacı vekili;davalının trafik sigortacısı olduğu davacının yolcu olarak bulunduğu aracın karıştığı çift taraflı trafik kazasında davacının yaralandığını kazada iki aracın da kusurlu olduğunu belirsiz alacak davası açtıklarını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10,00 TL geçici iş göremezlik ile 90,00 TL sürekli iş göremezlik olmak üzere toplam 100,00 TL maddi tazminatı temerrüt tarihinden itibaren faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalı vekili; davacı tarafından gerekli belgelerin müvekkil şirkete iletilmemesinden dolayı usulüne uygun başvurudan bahsedilemeyeceğini, hatır taşıması indirimi yapılmasını talep ettiklerini, maluliyet ve hesap raporu alınması gerektiğini, SGK tarafından yapılan ödemelerin indirilmesini gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre; davacının olay tarihinde meydana gelen kaza neticesinde yaralandığı ve kazadan sonra tedavi gördüğü, olay sonrası … Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sırasında tarafların uzlaşma yoluyla aralarındaki uzlaşmazlığı çözümledikleri, davacının maddi kaybının olmadığına dair aralarında uzlaşma tutanağı düzenledikleri ve … Cumhuriyet Başsavcılığın’ın 2015/5994 soruşturma sayılı dosyasında uzlaşma nedeniye kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, CMK’nun 253/19 maddesi uyarınca dava konusu eylem nedeniyle uzlaşma sağlanılması halinde tazminat davası açılamayacağının açılmış ise de bu tür davaların feragat edilmiş sayılacağının hüküm altına alınmış olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından istinaf edilmiştir. Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3 Hukuk Dairesi’nce ; ilk Derece Mahkemesince açıklanan ve benimsenen nedenlerle dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve delillerin takdirinde ve değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde,dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir. 2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacının eşinin sürücüsü, davacının yolcu olduğu aracın karıştığı çift taraflı trafik kazası ile … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015/5994 soruşturma sayılı dosyası ile başlatılan soruşturma dosyasının incelenmesinde; davacının müşteki sıfatıyla, davalının trafik sigortacısı olduğu aracın sürücüsü olan davacının eşi …’ın müşteki şüpheli sıfatıyla ,karşı aracın sürücüsü …’in süpheli sıfatıyla dosyada taraf olduğu anlaşılmaktadır. Başsavcılık tarafından Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 253 üncü maddesi kapsamında, uzlaştırma faaliyetlerinde bulunulmuş, 08.01.2016 tarihli uzlaştırma tutanağında ; tarafların beyanları doğrultusunda …’in … ve …’dan özür dilemesi, …’ın ise …’den özür dilemesi ile tarafların özürleri karşılıklı olarak kabul etmeleri, yine karşılıklı olarak şikayetlerinin olmadığını beyan etmeleri ile birbirlerinden herhangi bir taleplerinin olmadığını beyan etmeleri doğrultusunda özür dileme edimi huzurda yerine getirilerek bu şekilde taraflar arasında uzlaşma sağlandığı, … Cumhuriyet Başsavcılığınca uzlaşma nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği görülmüştür. Soruşturma dosyasında her ne kadar uzlaşma nedeniyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiş ise de davacının yolcu olarak bulunduğu, davalının ise trafik sigortacısı olduğu aracın sürücüsü …’ın ,davacının eşi olduğu ve soruşturma dosyasında davacının, eşi olan …’dan davaya ve soruşturma dosyasına konu trafik kazası ile ilgili herhangi bir şikayeti bulunmadığı görülmüştür. Soruşturma dosyasında ve uzlaşma tutanağında …’ın şüpheli sıfatının varlığı, sürücüsü olduğu araçla karıştığı çift taraflı trafik kazası neticesinde oluşmuştur. 5271 sayılı CMK’ nın 253/17. bendinde; “Cumhuriyet savcısı, uzlaşmanın, tarafların özgür iradelerine dayandığını ve edimin hukuka uygun olduğunu belirlerse raporu veya belgeyi mühür ve imza altına alarak soruşturma dosyasında muhafaza eder. ” CMK’ nın 253/19. bendine göre ise “ Uzlaşma sonucunda şüphelinin edimini def’aten yerine getirmesi halinde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde, 171 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, şüpheli hakkında kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir. Erteleme süresince zamanaşımı işlemez. Kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararından sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, 171 inci maddenin dördüncü fıkrasındaki şart aranmaksızın, kamu davası açılır. Uzlaşmanın sağlanması halinde, soruşturma konusu suç nedeniyle tazminat davası açılamaz; açılmış olan davadan feragat edilmiş sayılır. Şüphelinin, edimini yerine getirmemesi halinde uzlaşma raporu veya belgesi,9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesinde yazılı ilam mahiyetini haiz belgelerden sayılır.” hükmü yer almaktadır. Somut olayda dava konusu trafik kazası ile ilgili başlatılan … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2015/5994 soruşturma sayılı dosyasında müşteki olan davacının, davalının trafik sigortacısı olduğu araç sürücüsü olan eşi …’dan herhangi bir şikayetinin bulunmaması karşısında davacı …’ın eşi … ile uzlaşmasını gerektirecek bir durumun olmamasına, davacının sadece karşı araç sürücüsü …’ den şikayetçi olmasına, Uzlaşma tutanağına göre uzlaşma edimi olan özür ediminin; …’in … ve …’dan özür dilemesi, …’ın ise …’den özür dilemesi şeklinde olmasına göre, davacının karşı araç sürücüsü … ile uzlaştığı anlaşıldığından, Ceza Muhakemeleri Kanunu 253/19. maddesine göre davacının artık karşı araçla ilgili sorumlululara karşı tazminat davası açma hakkı bulunmamaktadır. Davacının, yolcu olarak bulunduğu aracın trafik sigortacısına karşı eldeki davayı açmış olduğundan mahkemece, işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken,yazılı şekilde karar verilmesi ve Bölge Adliye Mahkemesi’nce bu hususa yönelik davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi hatalı görülmüş ve kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile ilk derece mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA; Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 04/02/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2020/2044 E. , 2020/3600 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 4. HUKUK DAİRESİ Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının kısmen kabulüne dair verilen hüküm hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelenmesi sonucunda; davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı, dava dilekçesinde özetle; 3535 ada 79, 82 ve 83 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde bulunan baskı tesisleri, fabrika işletme ve idare binaları ile makinaların, kendi adına kayıtlı taşınmazlarla dava dışı …’in adına kayılı taşınmazlar üzerinde bulunan hacizlerle ilgili kamu ve şahıs borçlarının tasfiye edileceği vaadiyle aylık 5.000,00 TL kira bedeli ile 01.04.2014 tarihli kira sözleşmesiyle davalı tarafa kiralandığını, kira sözleşmesine bağlı olarak 01.04.2014 tarihli protokol imzalandığını, … Bankası İpotek alacağının 1.100.000,00 TL kabul edilerek davalının bu alacağı temlik alması hususunda anlaşma olmasına rağmen alacağın dava dışı …adına temlik alındığını ve … 10. İcra Müdürlüğü 2010/1678 E sayılı dosyasında işleme konulduğunu, bu suretle protokol hükümlerinin ihlal edildiğini, diğer hükümlerin uygulanmasının da engellendiğini, …’ın muvazaalı temlik alacaklısı olarak hiçbir kira ödemesi yapmadan halen fabrika ve makina kullanımını sürdürdüğünü, protokol gereğince …’in kamu borçlarına dair hacizlerle kendi adına kayıtlı taşınmazlar üzerindeki hacizlerle ilgili ödemelerin yapılmadığını, bu nedenle ağır zarar ve ziyana uğradığını, 2014/58 D.iş , 2015/28 D.iş, 2015/41 D.iş dosyalarıyla kiralananda meydana gelen hasarların tespit edildiğini, SSK prim ve vergi borçları yapılandırılıp taksitler ödenmediğinden indirim imkanı engellenip borcun 2 katına artmasına neden olunduğunu, yazılı izin alınmaksızın önceden var olan yemekhane ve laboratuvarın yıkıldığını, boyama makinalarının sökülerek hurda haline döndüğünü, 1000000 €’luk üç adet baskı makinasının sökülüp yok edildiğini,600 m2 lik idari binada amerikan kapı, alçıpan tavan, aydınlatmaların ve yer döşemelerinin tahrip edildiğini, çatıyı taşıyan kolon ve duvarların yok edildiğini, tespit dosyalarında yer alan makinaların da yok edildiğini, bu zarar ve ziyanlar nedeniyle savcılığa şikayette bulunulduğunu, davalıdan eski hale getirmesi talep edilmesine rağmen sonuç alınamadığını belirterek; kamu borçların ödenmemesi nedeniyle doğan fark zarar ile bina ve makinalara verilen zarar değerlendirilerek şimdilik 100.000,00 TL tazminat 10.000,00 TL cezai şart olmak üzere toplamda 110.000,00 TL’nin reeskont faiziyle birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı, cevap dilekçesinde özetle; tespit dosyaları kapsamında yokluklarında yapılan keşiflere dayalı olarak alınan bilirkişi raporlarını kabul etmediklerini, şirketle ilgisi olmayan birçok hususun raporlara konu edildiğini, şirketin kiracı olarak taşınmaza geldiğinde makinaları kurarken işyeri içinde sadece üç metre yüksekliğinde 8-10 metre uzunluğunda bir duvarı yıktığını, yıkım sırasında hiçbir makina ve tesisatın zarar görmediğini, bunun dışında varsa yıkım ve tahribatlarla ilgisi bulunmadığını, işyeri teslim alındığında makinaların tamamının arızalı olup çalışmadığını, bir kısım parçalarının eksik olduğunu, fabrika binasının harabe vaziyette olduğunu, kira sözleşmesiyle birlikte hiçbir demirbaş teslim edilmediğini, tahribatların tarafından yapıldığının davacı tarafından ispatı gerektiğini, daha önce kiralananda başka firmaların kiracı olarak bulunduğunu, bunların eski hale getirme bedelini kabul etmediklerini, yaptıklarıyla taşınmazın değerini arttırdığını, kiralandığında mecurun harabe, çatısı akan ve bir çok yerinden su alır durumda olduğunu, bu haliyle mecura makinaları koyamayıp, işçileri çalıştıramadığını, davacının bilgisi dahilinde çatıyı düzenleyip, giderleri açtığını, onarıcı işlemler yaptığını, 01.04.2014 tarihli protokolde belirtildiği gibi dava konusu mecurda bulunan davacıya ait makinaların çalışmadığı, parçalarının eksik olduğu hususunun taraflarca bilindiğini, kira sözleşmesi, protokol ve mecura yaptığı değer arttırıcı onarımlar dikkate alındığında sözleşmeye aykırılık teşkil edecek bir durumun olmadığını, açılan davayı kabul etmediklerini belirterek davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince; mahllinde keşif yapılarak bilirkişi raporu aldırılmış, bilirkişi heyeti rapor ve ek raporunda belirtilen makinelerin … 8. İcra Müdürlüğü’nün 2013/1 numaralı iflas dosyası kapsamında 22.05.2014 tarihinde yapılan keşif ve sunulan bilirkişi raporuna göre davacıya ait olup da davalıya kiralanan makinalar olduğu, iş yerinde tam ve sağlam olarak bulunduklarının sabit olması nazara alındığında bu makinelere verilen zararlardan davalı tarafın sorumlu olduğu gerekçesiyle sözleşmede belirtilen 125.000,00 TL tamirat giderinin mahsubu ile davanın kısmen kabulüne, bakiye 967.907,18 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ancak cezai tazminata hükmedebilmenin koşulları oluşmadığından buna ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm; davalı tarafça istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince; taraflar arasındaki uyuşmazlığın 01/04/2014 tarihli protokol kapsamında çözülmesi gerektiği, protokolün gayrimenkul satış vaadi niteliğin olmakla şekle uygun yapılmadığından geçersiz olduğu, geçersiz sözleşme uyarınca tarafların aldıklarını aynen iade etmekle mükellef olduğu, kira sözleşmesinde de benzer şekilde kiracının aldığını aldığı gibi iade etmek zorunda olduğu ve bu nedenle taraflar arasındaki uyuşmazlığın kira veya sözleşmeye aykırılık olarak değerlendirilmesinin sonucu değiştirmeyeceği, fabrika binası bakımından bağlantılı dosyalarda bir çok tespitler yapıldığı, ayrıca davacının da birden fazla tespit yaptırdığı, tespit raporlarında elde edilen bulgular bilirkişilerce irdelenerek davacının uğradığı zararın belirlendiğini, davalı vekilinin ayrıntılı itiraz dilekçesi üzerine mahkemece ek rapor alındığı, ek raporda davacının zararının 967.907,18TL olarak belirlendiği, fabrika binası ve makinelerde meydana gelen zararların tespitinin özel ve teknik bilgi gerektirdiği, mahkemece uygun uzmanlık alanlarından bilirkişiler seçilmek sureti ile oluşturulan bilirkişi raporunun yeterli teknik değerlendirmeyi ve ayrıntıyı içerdiği, bu nedenle mahkemece bilirkişi raporu doğrultusunda karar verilmesinin doğru olduğu gerekçesiyle davalının istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiştir. 1-) Uyuşmazlık kiralanan fabrika ve makinaların hor kullanımı nedeniyle tazminat ve cezai şart alacağı istemine lişkindir. Taraflar arasında 01.04.2014 tarihli 6 ay süreli, aylık 5000 TL bedelli kira sözleşmesi imzalanmış olup sözleşmede kiralananın tapuya teferruat olarak kayıtlı makinalarla birlikte fabrika binası olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin özel şartlar başlığı altında düzenlenen birinci maddesinde kiralayanın yazılı izni olmadan mecurun bir bölümü ya da tamamının başkasına kiralanamayacağı, devredilemeyeceği, kullanılamayacağı ve faydalandırılamayacağı, aksinin akde aykırılık oluşturucağı; dokuzuncu maddesinde tadilat, tesisat ve ilavenin ancak yazılı izin ile mümkün olduğu, bedelinin kiralayandan alınamayacağı, kiracının tahliye ederken bila bedel kiralayana terk edeceği ve on beşinci maddesinde ise kira sözleşmesinin taşınmazın tapuda devri yahut icra yoluyla satışı anına kadar geçerli olacağı düzenlenmiştir. Yine taraflar arasında 01.04.2014 tarihli “protokol” başlıklı sözleşme düzenlenmiş, protokolün 3535 ada 79, 82 ve 83 parsel sayılı taşınmazlar ve bunların üzerindeki makinaların mülkiyetinin davalıya geçmesi ile ilgili tarafların üstlendiği edimler konusunda anlaşma olduğu açıklanmıştır. İddia ve savunma kapsamında kiralanan taşınmazların devredilmediği ve dava tarihi itibariyle halen davacı adına kayıtlı olduğu anlaşılmakla uyuşmazlığın kira hukuku doğrultusunda kira sözleşmesi dikkate alınarak çözülmesi gerekir. Mahkemece kiralananın tahliye edilip edilmediği tespit edilmemiştir. Kiralananın tahliye edildiğinin kabul edilebilmesi için, kiralananın fiilen boşaltılması ve anahtarın kiraya verene teslim edilmesi gerekir. Kiracının bildirdiği tahliye tarihinin kiraya veren tarafından kabul edilmemesi; başka bir ifadeyle, tahliye tarihinin taraflar arasında çekişmeli olması halinde; kiralananın fiilen boşaltıldığını ve anahtarın teslim edildiğini, böylece kira ilişkisinin belirttiği tarihte hukuken sona erdirildiğini kanıtlama yükümlülüğü, kiracıya aittir. Kiracının anahtar teslim tarihini yazılı delil ile kanıtlayamaması halinde kiraya verenin bildirdiği tarih anahtar teslim tarihi olarak kabul edilir. Mahkemece öncelikle kiralananın tahliye edildiği tarihin bu açıklamalar ışığında tespit edilmesi gerekir. Kiralan tahliye edilmediği takdirde hor kullanma tazminatının talep edilmesi mümkün olmadığından davanın reddi gerekecektir. Kiralananın tahliye edildiğinin tespit edilmesi halinde hor kullanma dolayısıyla kiralanan da meydana gelen zararın tazmini talep edilebilecektir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 316. maddesi uyarınca kiracı kiralananı tam bir özenle kullanmak ve yine 334. maddesi gereğince sözleşme sonunda aldığı hali ile kiralayana teslim etmekle yükümlüdür. Ancak kiracı sözleşmeye uygun kullanma dolayısıyla oluşan eskime ve bozulmalardan sorumlu olmayıp münhasıran kötü kullanım nedeniyle oluşan zarar ve hasardan tahliye tarihi itibariyle belirlenecek birim fiyatları ile sorumludur. Kaldı ki davalının kiralananı kullandığı süre ve kullanma amacı gözetildiğinde olağan kullanımdan kaynaklanan yıpranma ve eskimelerin olacağı da kuşkusuzdur. Gerek tespit raporlarında gerekse mahkemece alınan bilirkişi raporlarında hor kullanım olağan kullanım ayrımının her bir kalem hasar için ayrı ayrı yapılmadığı gibi rayiç birim fiyatların tahliye tarihi itibariyle esas alınmadığı ve kullanım süresiyle orantılı yıpranma payının düşülmediği sabittir. Yine kiralananda kiralama anında hangi makinaların bulunduğu hususunda da uyuşmazlık söz konusudur. Her ne kadar bilirkişi raporunda diğer dosyalardan ve tapu kaydından yararlanılarak belirleneceği belirtilmiş ise de eksik makine ve mevcut makinalardaki hasarın tespiti bakımından belirlemenin ne şekilde yapıldığına dair denetime elverişli açıklama bulunmamaktadır. Buna göre mahkemece, öncelikle taşınmazın tahliye edilip edilmediğinin ve tahliye edildiyse hangi tarihte edildiğinin yukarıda yapılan açıklamalar ışığında tespit edilmesi, daha sonra alanında uzman bilirkişi heyetinden sözleşmede taşınmazın tapuya teferruat olarak kayıtlı makinalar ile birlikte kiraya verildiğinin yazılı olduğu gözetilerek tapu kaydı, davacının makinaların iflas dosyası kapsamında davalıya yediemin olarak bırakıldığına dair beyanı dikkate alınarak … 8. İcra Müdürlüğü’nün 2013/1 E sayılı iflas yoluyla takip dosyası, taraflar arasındaki protokol ipotek konusu alacağın temlik alınmasına ilşkin olmakla buna dair … 10. İcra Müdürlüğü’nün 2010/1678 E icra dosyası ile dosyamız arasında bulunan delil tespiti raporları ayrıntılı değerlendirilmek suretiyle kira sözleşmesi doğrultusunda fabrika ile birlikte kiraya verilen makinaların tereddüte mahal bırakmayacak şekilde tespiti ve hor kullanım olağan kullanım ayrımı her bir kalem hasar için ayrı ayrı yapılarak tahliye tarihi itibariyle rayiç birim fiyatları esas alınıp kullanım süresiyle orantılı yıpranma payı hesaplanmak suretiyle hor kullanımdan kaynaklı tazminat tutarının belirlenmesi hususunda rapor alınarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. 2-Davacı tarafça dava dilekçesi ile fazlaya dair haklar saklı tutularak 100.000 TL tazminat, 10.000 TL cezai şart alacağının dava tarihinden itibaren reeskont faizine hükmedilmesi talep edilmiş, 26.02.2018 de ıslah harcı yatırılarak 100.000 TL’lik tazminat istemi toplamda 967.907,18 TL‘e yükseltilmiş ve mahkemece 967.907,18 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tahsiline karar verilmiştir. Mahkemece 100000 TL’lik kısma dava tarihinden, ıslahla artırılan 867907,18 TL’lik kısma ise ıslah tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerekirken hüküm altına alınan tutarın tamamına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle; davalının temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nun 373/1 maddesi uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının kaldırılmasına, aynı kanunun 371. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davalıya iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 29.06.2020 gününde oybirliği ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/975 E. , 2021/1108 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “taahhüt nedeniyle tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 2. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda önce onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, yazılı taahhüdüne uymayan davalıya … 1. Noterliğinin 06.03.2014 tarihli ve 2454 yevmiye numaralı ihtarname keşide edildiğini, davalının ihtar ve uyarılara rağmen yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının aynı taşınmaz ile ilgili olarak başka hukuksal nedene dayalı olarak … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde müvekkili aleyhine tahliye davası açtığını ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.12.2014 tarihli ve 2014/256 E., 2014/963 K. sayılı kararı ile; gerek davacı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmuş 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesinin, gerekse davalı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan tarihsiz tahliye taahhütnamesinin basılı (matbu), bilgisayar çıktısı olarak düzenlenmiş olmaları ve imzaları taraflarca inkâr edilmeyen (asılları da bulunan) bu iki belgenin mevcut olması, diğer taraftan gerek davacı tanığı …’in yeminli beyanı, gerekse davacı asilin duruşma sırasındaki isticvabında bizzat söylediği “tahliye taahhütnamesini sözleşmeyi yaparken aldığı, bu taahhütnameyi almadan sözleşme yapmadığı” yönündeki ifadesi karşısında, 14.03.2013 tarihli “tahliye taahhütnamesi” başlıklı belgenin, sözleşmenin yapıldığı 05.03.2010 tarihinde içeriği boş ve zemini basılı olarak düzenlendiği ve taraflarca altının imzalandığı, bu belgenin daha sonra davacı tarafça içeriğinin el yazısı ile doldurulduğu yönünde bir kanaat oluştuğu, bunun üzerine; davacı vekiline, dilekçesinde “her türlü yasal delil” ifadesi geçtiği için, karşı tarafa yemin teklif edip etmeyeceğinin sorulduğu, davacı vekilinin yemin teklif etmeyeceklerini belirttiği, bu durumda; “taraflar arasında düzenlenen tahliye taahhütnamesinin sözleşme yapıldığı sırada kiralayan tarafından kiracıdan alındığı” yönündeki karine ve bu konuda oluşan kanaat çerçevesinde, davacı tarafın “taahhütnamenin sonraki bir tarihte kiracı tarafından verildiği” yönündeki iddiasını kanıtlayamadığı, davaya konu tahliye taahhütnamesinin sözleşme başlangıcında alındığı ve bu yönüyle kiralayanın sözleşme yapmama baskısı altında alınan bir taahhütname niteliğinde olup hukuken geçersiz olduğu, dolayısıyla davada tahliye koşullarının oluşmadığı, davacı taraf davada haksız olup taşınmazın tahliye edilmesi nedeniyle konusuz kalan davanın esası hakkında herhangi bir karar verilmesine yer olmadığından yargılama giderlerinden davacı tarafın sorumlu olduğu gerekçesiyle dava konusu taşınmaz kiracı tarafından tahliye edildiğinden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacı tarafın davalının yargılama giderlerine mahkum edilmesi yönündeki talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2015/2042 E., 2015/3042 K. sayılı kararı ile kararın onanmasına karar verilmiş, bunun üzerine davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 16.11.2015 tarihli ve 2015/7313 E., 2015/9971 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; 05.03.2010 başlangıç tarihli ve 2 yıl süreli sözleşme ile kiracı olan davalının 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesi ile kiralananı 04.03.2014 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt etmesine rağmen bu tarihte tahliye etmediğini belirterek tahliye taahhütü nedeniyle kiralananın tahliyesini talep etmiştir. Davalı vekili tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinin imzalanmasından önce boş ve tarihsiz olarak alındığını, davacının ön şart olarak taahhütnameyi imzalatmak istediğini belirterek manevi cebir altında alınan tahliye taahhütnamesinin geçersiz olduğunu ve davanın reddini savunmuştur. Mahkemece kiralananın yargılama sırasında tahliye edilmesi sebebiyle dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacının dava açmakta haklı olmadığı gerekçesiyle yargılama giderlerinden sorumlu tutulmasına karar verilmiştir. …nun 190. Maddesi uyarınca ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup, mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı bu defaki incelemeden anlaşılmakla davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.03.2016 tarihli ve 2016/85 E., 2016/356 K. sayılı kararı ile; davalının “tahliye taahhütnamesi” başlıklı, içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan belge ve tanık delili ile “davacıya verilen tahliye taahhütnamesinin sözleşme ile birlikte başlangıçta içeriği boş olarak verilen bir belge olup sözleşme yapmama baskısı ile alındığı” yönündeki savunmasını büyük ölçüde kanıtladığı, davalı asilin isticvap beyanında ifade ettiği “sözleşme ile birlikte iki boş taahhütname imzalatıldığı, birinin kiracı olarak kendisinde kaldığı, diğerini kiralayana verdiği” yönündeki ifadesinin kabule şayan olduğu, 17.12.2014 tarihli duruşmada davalı vekilinin kendilerinde bulunan boş taahhütnamenin aslını sunduğu ve yapılan karşılaştırmada dosyadaki fotokopi belge ile aynı olduğunun gözlemlendiği, davacının elindeki taahhütnamenin matbu kısımları dışındaki boş yerlerinin sonradan kalemle doldurulduğu yönünde bir karine oluştuğunun kanaatine varıldığı, davacının, “sözleşme başlangıcında kiracıdan mutlaka tahliye taahhütnamesi aldığını ve bu belgeyi almadan sözleşme imzalamadığını” açıkça itiraf ederek davalının savunmasını doğruladığı, 14.03.2013 tarihli, boş kısımları kalemle doldurulmuş belgenin, sözleşme ile aynı tarihte değil de gerçekten belgede yazılı tarihte düzenlenip kiralayana verildiği yönündeki iddianın kanıtlanması ile ilgili olarak ispat yükünün yer değiştirdiği, davacı taraf dilekçesinde “her türlü yasal delil” diyerek yemin deliline de başvurduğu için duruşmada kendilerine karşı tarafa yemin teklif edip etmeyecekleri hususunun hatırlatıldığı, yemin teklifi yapmayacaklarını ifade etmeleri üzerine davalı savunması doğrultusunda karar vermek gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalının bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre ispat yükünün ters çevrilip çevrilmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için “taahhüt nedeniyle tahliye” davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır. 13. Tahliye taahhüdü nedeniyle tahliye davaları 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un (6570 sayılı Kanun) 7. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde düzenlenmekte iken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 352. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre: “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.” Görüldüğü üzere TBK’nın 352/1. maddesinde “boşaltmayı yazılı olarak üstlenme” kavramına yer verilmiştir. Kira sözleşmesinin yazılı tahliye taahhüdü ile sona erdirilmesi TBK öncesinde daha çok Yargıtay kararları ile şekillenmiştir. 14. Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen “kiralananın teslim edilmesinden sonra” ifadesi, 6570 sayılı Kanun’un 7/1-a maddesinde bulunmayan ve Yargıtay içtihatları ile şekillenip hukuken geçerli hâle gelmiş olan yazılı tahliye taahhüdünün “kiralananın tesliminden sonra hüküm ifade edeceğine” dair Yargıtay uygulamasının kanunlaşması hâlidir (Kanık, Hikmet: Yargıtay Uygulamasında Kira Hukuku Davaları, Ankara 2021, s. 1289). Tahliye taahhüdü yalnızca konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler için verilir. Konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler dışındaki taşınmazlar hakkında tahliye taahhüdünde bulunulamaz (Ceran, Mithat: Kira Sözleşmesi ve Tahliye Davaları, Ankara 2019, s. 1002). 15. Taahhüt nedeniyle tahliye davalarına ilişkin bu açıklamalardan sonra ispat hukuku kavramı ve hukukî niteliği üzerinde durulması yerinde olacaktır. 16. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur. 17. İspat yükünü düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesi “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklindedir. 18. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. 19. Her somut olaydaki maddi vakıaya göre lehine hak çıkaran taraf ve ispat yükü şekilleneceğinden, maddi hukuk kuralına ilişkin bu vakıaların doğru ve net bir şekilde belirlenerek ortaya konulması gerekmektedir. Maddede aksine düzenleme olmadıkça ibaresi eklendiğinden, kanunda ispat yükü ile ilgili özel bir düzenlemeye yer verildiğinde, ispat yükü genel kurala göre değil de kanunda belirtilen özel düzenlemeye göre belirlenecektir. 20. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (TMK m. 6). 21. Kira sözleşmesinin yapılması sırasında tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü alınması durumunda, bu belgenin kiralananın teslimi öncesinde tarihlerinin boş olarak verildiği ve anlaşmaya aykırı olarak sonradan tamamlandığına ilişkin savunmanın kanıtlanması gerekir. Bu şekilde yani düzenleme ve boşaltma tarihlerinin sonradan tamamlanması belgenin geçersizliğini gerekmediği gibi bu tarihlerin anlaşmaya aykırı olarak tamamlandığına ilişkin iddia kiracı tarafından ispatlanmalıdır (Kanık, s. 1293). 22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği 14.03.2013 tarihli taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, davalının yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ise de yukarıda da belirtildiği üzere TMK’nın 6 ve HMK’nın 190. maddesi gereğince ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı kiracı bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Bu durumda mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. 23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 04.10.1944 tarihli ve 1944/20 E., 1944/28 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, ilk kira sözleşmesi ile birlikte verilmiş olan tahliye taahhüdünün serbest iradeye dayanmadığından geçerli olmadığının belirtildiği, kiraya verenlerin bu İçtihadı Birleştirme Kararını aşmak için düzenleme ve boşaltma tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü aldıklarını, tahliye taahhüdü noterde düzenlenseydi ispat yükünün davalıda olacağını ancak tahliye taahhüdü adi yazılı olduğu için ispat yükünün davacıda olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 24. Hâl böyle olunca; mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
12. Hukuk Dairesi 2018/4987 E. , 2019/2050 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi … Gıda Pazarlama Ticaret Sanayi A.Ş. tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: İtiraz eden … Gıda Pazarlama Ticaret Sanayi A.Ş. vekilinin icra mahkemesine yaptığı başvuruda; takip dosyasından tarafına gönderilen muhtıranın yasaya aykırı olduğu iddiasıyla muhtıranın iptalini talep ettiği , mahkemece, alacaklının borçlu site yönetimine takip yapabileceği gibi site yönetimindeki her bir hissedara ayrı ayrı takip yapabileceği gerekçesiyle itirazın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 20. maddesi hükmüne göre kat maliklerinden her biri, kapıcı giderlerinden (ücret, sigorta pirimi, kıdem tazminatı, mantolama v.s.) yönetim planında veya kat malikleri kurulunca verilmiş bir kararda başka türlü bir hüküm bulunmadıkça diğer kat malikleri ile birlikte eşit olarak sorumludur. Somut olayda icra takibine dayanak yapılan alacak “işçilik alacağı” olup takipte borçlu olarak Gimat Toptancılar Sitesi Yönetiminin gösterildiği ve takibin kesinleştiği görülmektedir. Bu durumda alacaklı, 634 Sayılı Yasa’nın 35. maddesine göre site yönetimi hakkında takip yapabileceği gibi, aynı kanunun 20. maddesi uyarınca da takibe konu borcun yasal sorumlusu olan kat malikleri hakkında da takip yapabilir. Bir diğer ifade ile alacaklının bu konuda seçimlik hakkı bulunmaktadır. Sonuç olarak, alacaklının, site yönetimi hakkında takip başlatması 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 35. maddesi hükmüne uygundur. Ancak bu durumda kat maliklerine icra emri tebliğ edilmesi veya kat maliklerinin takipte taraf olarak gösterilmesi gerektiğinden mahkemece şikayetin kabulüne ve muhtıranın iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ : Şikayetçi … Gıda Pazarlama Ticaret Sanayi A.Ş.’nin temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13/02/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
9. Hukuk Dairesi 2015/35759 E. , 2019/3238 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ DAVA TÜRÜ : ALACAK Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARI A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davalı işyerinde iş akdi ile en son aylık net 4500 TL ücret ve buna ek olarak kanuni vekalet ücretleri karşılığında avukat olarak çalıştığını, davalı şirkette kullanılan iş sözleşmeleri matbu olduğundan sözleşmenin diğer çalışanların sözleşmeleriyle içerik olarak birbirine eşit olduğunu ancak müvekkilinin yazılı iş sözleşmesinin yanı sıra kanuni vekalet ücretlerinin kendisine verileceği hususunda davalı şirket ile şifahi anlaşma yaptığını, müvekkilinin aylık ücret ödemelerinin düzenli yapıldığını, kanuni vekalet ücretlerinin ise ilk etapta elden verildiğini, daha sonra banka üzerinden yatırılmaya başlandığını ancak en son … Asliye Ticaret Mahkemesinin … Esas sayılı dava dosyası üzerinden lehe hükmedilen ve söz konusu vekalet ücretinin tahsiline yönelik … İcra müdürlüğünün … Esas numaralı dosyası üzerinden başlatılan ve tahsil edilen 18.877,10 TL kanuni vekalet ücretinin, müvekkili ile davalı işveren arasındaki şifahi anlaşma gereği müvekkiline ait olmasına rağmen bu ücretin öncekilere oranla yüksek oluşu nedeniyle davalı işveren tarafından müvekkiline ödenmediğini ileri sürerek, vekalet ücreti alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacının müvekkil şirkette 19/03/2012 tarihli belirsiz süreli iş sözleşmesi gereğince sigortalı avukat olarak çalıştığını, davacı ile müvekkil şirket arasında yapılan iş sözleşmesinde vekalet ücretlerinin davacıya ödeneceğine dair hiçbir hüküm bulunmadığını, davacı ile şirket arasında yapılmış bu yönde yazılı ya da sözlü anlaşma olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir. C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, celp edilen banka kayıtlarının incelenmesinde davacıya, davalı tarafça değişik tarihlerde vekalet ücreti adı altında ödemeler yapıldığı ve davacıya ödenmesi gereken vekalet ücretinin ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. D) Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir. E) Gerekçe: İş sözleşmesiyle ve maktu ücret karşılığı davalı işyerinde avukat olarak çalıştığı anlaşılan davacının takip ettiği dosyalarda müvekkili davalı işveren lehine hükmedilen ücreti vekaletlerin tamamen veya kısmen vekile ait olduğunun kabulü ancak bu hususun yazılı delille ispatı halinde mümkündür. Somut uyuşmazlıkta, davacının girdiği davalarda işveren lehine tahakkuk edecek vekalet ücretinden pay alacağına dair açık bir sözleşme hükmü bulunmamakta, davacı da, davalı ile aralarında bu hususta yazılı değil sözlü anlaşma yapıldığını ve aralarındaki sözlü anlaşma gereği kazanılan ücreti vekaletin tamamının kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Ne var ki, davacının bu iddiasına delil olarak gösterdiği, vekalet ücreti açıklamasıyla davacının banka hesabına yapılan bir kısım ödemelerin hiçbirisinin tam bir ücreti vekalet karşılığı olduğu izlenimi vermediği aksine 200 TL ila 440 TL arası gibi sembolik ödemeler olduğu görülmektedir. Bu durum karşısında iddianın bu delille ispatlandığından söz edilemeyeceğinden, davanın reddi yerine yazılı gerekçeyle kabulü hatalıdır. F) SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 11/02/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2017/4631 E. , 2019/391 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasındaki kira bedelinin tespiti davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacılar tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacılar, davalının, dava konusu taşınmazda 01.06.1999 başlangıç tarihli kira kontratına istinaden kiracı olduğunu, aylık kira bedeli net 275TL olarak ödendiğini, ödenen kira parasının emsallerine göre çok az olduğunu belirterek, 01.06.2014 tarihinden itibaren aylık kira bedelinin net 800TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Davalı, 01.01.2015 tarihinden itibaren aylık 300TL kira bedeli ödediğini talebin fahiş olduğunu, kira bedelinin yeni dönemden itibaren belirlenebileceğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın 30.01.2015 tarihinde açıldığı, TBK 345. Maddesi gereğince kira bedelinin 01.06.2015 tarihinden itibaren tespit edilebileceği ve taşınmazın tahliye edildiğinden davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir. 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 344. maddesinde “Tarafların yenilenen kira dönemlerinde uygulanacak kira bedeline ilişkin anlaşmaları, bir önceki kira yılında üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla geçerlidir. Bu kural, bir yıldan daha uzun süreli kira sözleşmelerinde de uygulanır. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedeli, bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hâkim tarafından, kiralananın durumu göz önüne alınarak hakkaniyete göre belirlenir. Taraflarca bu konuda bir anlaşma yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, beş yıldan uzun süreli veya beş yıldan sonra yenilenen kira sözleşmelerinde ve bundan sonraki her beş yılın sonunda, yeni kira yılında uygulanacak kira bedeli, hâkim tarafından üretici fiyat endeksindeki artış oranı, kiralananın durumu ve emsal kira bedelleri göz önünde tutularak hakkaniyete uygun biçimde belirlenir. Her beş yıldan sonraki kira yılında bu biçimde belirlenen kira bedeli, önceki fıkralarda yer alan ilkelere göre değiştirilebilir.” hükmü bulunmaktadır . Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 2.maddesinde geçmişe etkili olma başlığı altında “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka ilişkin kuralları gerçekleştirdikleri tarihe bakılmaksızın, bütün fiil ve işlemlere uygulanır.” hükmü yer almaktadır. Türk Borçlar Kanununun kira artışına ilişkin 344.maddesindeki düzenleme kiracıları koruyucu nitelikte olup, kamu düzenine ilişkindir. Ancak kiracının tacir olması durumunda 6217 Sayılı Kanunun geçici 2. maddesi gereğince bu kanun hükmü 8 yıl süreyle uygulanamaz. Aynı kanunun 345. maddesinde “Kira bedelinin belirlenmesine ilişkin dava her zaman açılabilir. Ancak, bu dava, yeni dönemin başlangıcından en geç otuz gün önceki bir tarihte açıldığı ya da kiraya veren tarafından bu süre içinde kira bedelinin artırılacağına ilişkin olarak kiracıya yazılı bildirimde bulunulmuş olması koşuluyla, izleyen yeni kira dönemi sonuna kadar açıldığı takdirde, mahkemece belirlenecek kira bedeli, bu yeni kira döneminin başlangıcından itibaren kiracıyı bağlar.” “Sözleşmede yeni kira döneminde kira bedelinin artırılacağına ilişkin bir hüküm varsa, yeni kira döneminin sonuna kadar açılacak davada mahkemece belirlenecek kira bedeli de, bu yeni dönemin başlangıcından itibaren geçerli olur.” hükmüne yer verilmiştir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiş olup, TBK.nın 345. maddesi bu tarihten sonra açılacak kira bedelinin tespiti istemlerinde uygulanır. Somut olayımızda; Davada dayanılan ve hükme esas alınan 01.06.1999 başlangıç tarihli 1 yıl süreli kira sözleşmesi konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Kira sözleşmesinin 2. Maddesinde kira bedelinin %75 oranında artırılacağı kararlaştırılmıştır. Bu hale göre sözleşmede kira bedelinin artırılacağı düzenlenmiştir. Bu durumda açılan dava süresinde olup mahkemece sözleşmede artış şartı olduğu gözetilerek 01.06.2014 tarihinden itibaren kira bedelinin tespitine karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.01.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2021/2810 E. , 2021/12123 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : … 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen itirazın iptali davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine yönelik olarak verilen kararın, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı; emlak komisyonculuğu yaptığını, … ili, … ilçesi, … mahallesi, 217 ada 25 parsel sayılı taşınmaz üzerinde kayıtlı dükkan vasıflı taşınmazın satışı konusunda davalı alıcı ile dava dışı satıcıyı bir araya getirerek satış sözleşmesinin kurulmasına aracılık ettiğini, düzenlenen 12.04.2014 tarihli sözleşmede tapu ve emlak komisyoncu masraflarının davalıya ait olacağının kararlaştırıldığını, sözleşmeye konu taşınmazın davalı tarafından sözleşmeden çok kısa bir süre sonra tapuda satın alındığını ancak komisyon bedelinin kendisine ödenmediğini, alacağın tahsili amacıyla davalı aleyhine … 9. İcra Müdürlüğünün 2017/115048 Esas sayılı icra dosyası üzerinden takip başlattığını, davalının borca itiraz ederek icra takibini durdurduğunu, davalının itirazının haksız ve kötü niyetli olduğunu ileri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına ve davalı aleyhine alacağın %20’sinden az olmamak üzere inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı; davanın reddini dilemiştir. İlk derece mahkemesince; genel uygulamada tapu ve emlak komisyoncu masraflarının alıcı ve satıcının kendi paylarına düşen miktarla sorumlu oldukları, davacı tarafından … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/170 Esas sayılı dosyası üzerinden davalının ödemekle yükümlü olduğu komisyon ücreti için açılan itirazın iptali davasının bu yönüyle karara bağlandığı, davacı davalı alıcının, satıcının payına da düşen komisyon ücretini ödemekle sorumlu olduğu gerekçesiyle dava açmış ise de sözleşmede yer alan “Tapu ve emlak komisyoncu masrafları alıcıya aittir.” ifadesinin, davalı alıcının hem kendisine hem de dava dışı satıcıya ait komisyon bedelini ödemekle yükümlü olduğu şeklinde yorumlanamayacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; karara karşı davacı tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge adliye mahkemesince; taraflar arasında akdedilen sözleşme içeriğinde açıkça ve kuşkuya mahal vermeyecek şekilde davalı alıcının kendi payına düşen emlak komisyon ücretinin yanı sıra satıcının payına düşen emlak komisyon masrafını da ödeyeceği yönünde bir ibarenin olmadığı, bahsi geçen sözleşme kapsamında yer alan “Tapu ve emlak komisyoncu masrafları alıcıya aittir.” ifadesinden, alıcının hem kendisine ait hem de satıcıya ait emlak komisyon bedelini ödemekle yükümlü olduğuna dair bir çıkarıma varılamayacağı gerekçesiyle, davacının istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiş; karar süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere göre, davacının temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacı eldeki davada, 12.04.2014 tarihli sözleşmesi kapsamındaki komisyon alacağının tahsili istemiyle başlattığı takibe vaki itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 1. maddesine göre sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur. Taraflar sözleşmenin esaslı noktalarında uyuşmuşlarsa, ikinci derecedeki noktalar üzerinde durulmamış olsa bile, sözleşme kurulmuş sayılır. (TBK 2. mad.) Konusu taşınmaz olan simsarlık sözleşmesinin geçerli olabilmesi için yazılı şekilde yapılması şarttır. (TBK 520/son mad.) Somut olayda davacı; 12.04.2014 tarihli “Alım Satım Ön Anlaşması” başlıklı sözleşme kapsamında dava dışı satıcının ödemesi gereken komisyon ücretinden davalı alıcının sorumlu olduğunu ileri sürerek, komisyon ücretinin tahsili amacıyla başlattığı takibe vaki itirazın iptalini talep etmiş ise de; tarafların imzasını taşıyan dava konusu sözleşmede, sözleşmenin esaslı unsuru olan davacıya ödenmesi gereken komisyon ücreti kararlaştırılmamıştır. Bu durumda 12.04.2014 tarihli sözleşme esaslı unsuru ihtiva etmemesi sebebiyle geçersiz olup, taraflar arasında akdedilmiş başkaca yazılı bir simsarlık sözleşmesi de bulunmamaktadır. Hal böyle olunca belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş ise de sonucu itibariyle karar doğru olduğundan hükmün gerekçesinin düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle bölge adliye mahkemesi kararının gerekçesi değiştirilerek ve düzeltilerek hükmün değiştirilen gerekçe ve düzeltilmiş bu şekli ile ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 25/11/2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi
Hukuk Genel Kurulu 2017/975 E. , 2021/1108 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “taahhüt nedeniyle tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 2. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda önce onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, yazılı taahhüdüne uymayan davalıya … 1. Noterliğinin 06.03.2014 tarihli ve 2454 yevmiye numaralı ihtarname keşide edildiğini, davalının ihtar ve uyarılara rağmen yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının aynı taşınmaz ile ilgili olarak başka hukuksal nedene dayalı olarak … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde müvekkili aleyhine tahliye davası açtığını ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme Kararı: 6. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.12.2014 tarihli ve 2014/256 E., 2014/963 K. sayılı kararı ile; gerek davacı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmuş 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesinin, gerekse davalı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan tarihsiz tahliye taahhütnamesinin basılı (matbu), bilgisayar çıktısı olarak düzenlenmiş olmaları ve imzaları taraflarca inkâr edilmeyen (asılları da bulunan) bu iki belgenin mevcut olması, diğer taraftan gerek davacı tanığı …’in yeminli beyanı, gerekse davacı asilin duruşma sırasındaki isticvabında bizzat söylediği “tahliye taahhütnamesini sözleşmeyi yaparken aldığı, bu taahhütnameyi almadan sözleşme yapmadığı” yönündeki ifadesi karşısında, 14.03.2013 tarihli “tahliye taahhütnamesi” başlıklı belgenin, sözleşmenin yapıldığı 05.03.2010 tarihinde içeriği boş ve zemini basılı olarak düzenlendiği ve taraflarca altının imzalandığı, bu belgenin daha sonra davacı tarafça içeriğinin el yazısı ile doldurulduğu yönünde bir kanaat oluştuğu, bunun üzerine; davacı vekiline, dilekçesinde “her türlü yasal delil” ifadesi geçtiği için, karşı tarafa yemin teklif edip etmeyeceğinin sorulduğu, davacı vekilinin yemin teklif etmeyeceklerini belirttiği, bu durumda; “taraflar arasında düzenlenen tahliye taahhütnamesinin sözleşme yapıldığı sırada kiralayan tarafından kiracıdan alındığı” yönündeki karine ve bu konuda oluşan kanaat çerçevesinde, davacı tarafın “taahhütnamenin sonraki bir tarihte kiracı tarafından verildiği” yönündeki iddiasını kanıtlayamadığı, davaya konu tahliye taahhütnamesinin sözleşme başlangıcında alındığı ve bu yönüyle kiralayanın sözleşme yapmama baskısı altında alınan bir taahhütname niteliğinde olup hukuken geçersiz olduğu, dolayısıyla davada tahliye koşullarının oluşmadığı, davacı taraf davada haksız olup taşınmazın tahliye edilmesi nedeniyle konusuz kalan davanın esası hakkında herhangi bir karar verilmesine yer olmadığından yargılama giderlerinden davacı tarafın sorumlu olduğu gerekçesiyle dava konusu taşınmaz kiracı tarafından tahliye edildiğinden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacı tarafın davalının yargılama giderlerine mahkum edilmesi yönündeki talebinin reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2015/2042 E., 2015/3042 K. sayılı kararı ile kararın onanmasına karar verilmiş, bunun üzerine davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 16.11.2015 tarihli ve 2015/7313 E., 2015/9971 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; 05.03.2010 başlangıç tarihli ve 2 yıl süreli sözleşme ile kiracı olan davalının 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesi ile kiralananı 04.03.2014 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt etmesine rağmen bu tarihte tahliye etmediğini belirterek tahliye taahhütü nedeniyle kiralananın tahliyesini talep etmiştir. Davalı vekili tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinin imzalanmasından önce boş ve tarihsiz olarak alındığını, davacının ön şart olarak taahhütnameyi imzalatmak istediğini belirterek manevi cebir altında alınan tahliye taahhütnamesinin geçersiz olduğunu ve davanın reddini savunmuştur. Mahkemece kiralananın yargılama sırasında tahliye edilmesi sebebiyle dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacının dava açmakta haklı olmadığı gerekçesiyle yargılama giderlerinden sorumlu tutulmasına karar verilmiştir. …nun 190. Maddesi uyarınca ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup, mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı bu defaki incelemeden anlaşılmakla davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur. Direnme Kararı: 9. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.03.2016 tarihli ve 2016/85 E., 2016/356 K. sayılı kararı ile; davalının “tahliye taahhütnamesi” başlıklı, içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan belge ve tanık delili ile “davacıya verilen tahliye taahhütnamesinin sözleşme ile birlikte başlangıçta içeriği boş olarak verilen bir belge olup sözleşme yapmama baskısı ile alındığı” yönündeki savunmasını büyük ölçüde kanıtladığı, davalı asilin isticvap beyanında ifade ettiği “sözleşme ile birlikte iki boş taahhütname imzalatıldığı, birinin kiracı olarak kendisinde kaldığı, diğerini kiralayana verdiği” yönündeki ifadesinin kabule şayan olduğu, 17.12.2014 tarihli duruşmada davalı vekilinin kendilerinde bulunan boş taahhütnamenin aslını sunduğu ve yapılan karşılaştırmada dosyadaki fotokopi belge ile aynı olduğunun gözlemlendiği, davacının elindeki taahhütnamenin matbu kısımları dışındaki boş yerlerinin sonradan kalemle doldurulduğu yönünde bir karine oluştuğunun kanaatine varıldığı, davacının, “sözleşme başlangıcında kiracıdan mutlaka tahliye taahhütnamesi aldığını ve bu belgeyi almadan sözleşme imzalamadığını” açıkça itiraf ederek davalının savunmasını doğruladığı, 14.03.2013 tarihli, boş kısımları kalemle doldurulmuş belgenin, sözleşme ile aynı tarihte değil de gerçekten belgede yazılı tarihte düzenlenip kiralayana verildiği yönündeki iddianın kanıtlanması ile ilgili olarak ispat yükünün yer değiştirdiği, davacı taraf dilekçesinde “her türlü yasal delil” diyerek yemin deliline de başvurduğu için duruşmada kendilerine karşı tarafa yemin teklif edip etmeyecekleri hususunun hatırlatıldığı, yemin teklifi yapmayacaklarını ifade etmeleri üzerine davalı savunması doğrultusunda karar vermek gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalının bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre ispat yükünün ters çevrilip çevrilmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 12. Uyuşmazlığın çözümü için “taahhüt nedeniyle tahliye” davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır. 13. Tahliye taahhüdü nedeniyle tahliye davaları 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un (6570 sayılı Kanun) 7. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde düzenlenmekte iken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 352. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre: “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.” Görüldüğü üzere TBK’nın 352/1. maddesinde “boşaltmayı yazılı olarak üstlenme” kavramına yer verilmiştir. Kira sözleşmesinin yazılı tahliye taahhüdü ile sona erdirilmesi TBK öncesinde daha çok Yargıtay kararları ile şekillenmiştir. 14. Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen “kiralananın teslim edilmesinden sonra” ifadesi, 6570 sayılı Kanun’un 7/1-a maddesinde bulunmayan ve Yargıtay içtihatları ile şekillenip hukuken geçerli hâle gelmiş olan yazılı tahliye taahhüdünün “kiralananın tesliminden sonra hüküm ifade edeceğine” dair Yargıtay uygulamasının kanunlaşması hâlidir (Kanık, Hikmet: Yargıtay Uygulamasında Kira Hukuku Davaları, Ankara 2021, s. 1289). Tahliye taahhüdü yalnızca konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler için verilir. Konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler dışındaki taşınmazlar hakkında tahliye taahhüdünde bulunulamaz (Ceran, Mithat: Kira Sözleşmesi ve Tahliye Davaları, Ankara 2019, s. 1002). 15. Taahhüt nedeniyle tahliye davalarına ilişkin bu açıklamalardan sonra ispat hukuku kavramı ve hukukî niteliği üzerinde durulması yerinde olacaktır. 16. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur. 17. İspat yükünü düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesi “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklindedir. 18. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. 19. Her somut olaydaki maddi vakıaya göre lehine hak çıkaran taraf ve ispat yükü şekilleneceğinden, maddi hukuk kuralına ilişkin bu vakıaların doğru ve net bir şekilde belirlenerek ortaya konulması gerekmektedir. Maddede aksine düzenleme olmadıkça ibaresi eklendiğinden, kanunda ispat yükü ile ilgili özel bir düzenlemeye yer verildiğinde, ispat yükü genel kurala göre değil de kanunda belirtilen özel düzenlemeye göre belirlenecektir. 20. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (TMK m. 6). 21. Kira sözleşmesinin yapılması sırasında tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü alınması durumunda, bu belgenin kiralananın teslimi öncesinde tarihlerinin boş olarak verildiği ve anlaşmaya aykırı olarak sonradan tamamlandığına ilişkin savunmanın kanıtlanması gerekir. Bu şekilde yani düzenleme ve boşaltma tarihlerinin sonradan tamamlanması belgenin geçersizliğini gerekmediği gibi bu tarihlerin anlaşmaya aykırı olarak tamamlandığına ilişkin iddia kiracı tarafından ispatlanmalıdır (Kanık, s. 1293). 22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği 14.03.2013 tarihli taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, davalının yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ise de yukarıda da belirtildiği üzere TMK’nın 6 ve HMK’nın 190. maddesi gereğince ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı kiracı bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Bu durumda mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. 23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 04.10.1944 tarihli ve 1944/20 E., 1944/28 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, ilk kira sözleşmesi ile birlikte verilmiş olan tahliye taahhüdünün serbest iradeye dayanmadığından geçerli olmadığının belirtildiği, kiraya verenlerin bu İçtihadı Birleştirme Kararını aşmak için düzenleme ve boşaltma tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü aldıklarını, tahliye taahhüdü noterde düzenlenseydi ispat yükünün davalıda olacağını ancak tahliye taahhüdü adi yazılı olduğu için ispat yükünün davacıda olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. 24. Hâl böyle olunca; mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
3. Hukuk Dairesi 2021/5045 E. , 2021/12939 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : CEYHAN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının kısmen kabulüne dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davalı tarafın istinaf başvurusunun reddine yönelik olarak verilen kararın, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacılar; murisi …’ın 13/07/2012 tarihinde soya tarlasında işçilere su verdikten sonra dinlenirken davalı kurumun işçisi olan … yönetiminde bulunan … plakalı traktörün altında kalarak öldüğünü; desteğin gündelik işlere giderek geçimini sağladığını, eşi olan davacı …’in sağlık sorunları nedeniyle çalışamadığını, … dışındaki diğer davacıların da yaşlarının küçük olması nedeniyle çalışabilecek durumda olmadıklarını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, şimdilik davacılardan her biri için 250 TL destekten yoksun kalma tazminatının ve 250 TL cenaze ve defin masrafları olmak üzere toplam 2.000 TL maddi tazminatın, davacı eş için 20.000 TL, diğer davacıların her biri için 10.000 TL olmak üzere toplam 80.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş; 30/01/2018 tarihli dilekçe ile toplam tazminat talebinin 313.903 TL’ye yükseltilmiştir. Davalı; davacıların desteğinin kuruma bağlı çalıştığına dair herhangi bir kayda rastlanmadığını, söz konusu olayın kazayı meydana getiren sürücünün varsa haksız fiili sebebi ile şahsi kusuru bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini, kazanın tamamen sürücü ile desteğin şahsi kusurlarından kaynaklandığını savunarak davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesince; davacı … tarafından açılan maddi tazminat davasının reddine; diğer davacılar tarafından açılan maddi tazminat davasının kısmen kabulü ile … için 106.007,40 TL’nin, … için 787,00 TL’nin, … için 1.462,20 TL’nin, … için 6.516,60 TL’nin, … için 11.739,60 TL’nin, …için 13.828,80 TL’nin olay tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine; davacıların açtığı manevi tazminat davasının kabulü ile … için 20.000 TL, … için 10.000 TL, … için 10.000 TL, … için 10.000 TL, … için 10.000 TL, … için 10.000 TL, …için 10.000 TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine karar verilmiş; karara karşı, davalı vekili istinaf yoluna başvurulmuştur. Bölge adliye mahkemesince; davalının istinaf başvurunun esastan reddine karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre, davalının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, ölüm hâlinde ölenin desteğinden faydalananlar, bu yüzden yoksun kaldıkları faydayı tazminat olarak sorumlusundan talep edebileceklerdir. Ölenin desteğinden faydalananların ölüm nedeniyle uğradıkları zararı sorumlulardan tazmin etmelerini sağlayan hukuki kurum ise destekten yoksun kalma tazminatıdır. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/03/1978 tarihli ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde; “Destekten yoksun kalma tazminatının eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının, desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” hususu vurgulanmıştır. Ölüm olmasaydı ileride kurulacak ilişkinin bir destek ilişkisi olacağı kesin ise, destekten yoksun kalma tazminatı istenebilir. Var olan desteklik kanıtlandıktan sonra destek tutarının hesaplamasında göz önünde tutulan kriterlerin tamamı dikkate alınarak faraziye hesaplama yapılmaktadır. Bu tazminat ile güdülen amaç; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25/05/1984 tarihli ve 1984/9-301 E., 1984/619 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi destek yaşamış olsaydı, yardım ettiği kimseye yapabileceği yardım tutarını sağlamaktır. Bu hesaplama yapılırken, destekten yoksun kalan eşin yeniden evlenme olasılığı, zararı azaltan durumlardan sayılmakta, olasılığın oranına göre tazminattan indirim yapılması, ancak davacı eşin evlenmesi gibi eylemli olarak bakım ihtiyacı son bulmuşsa, destekten yoksun kalma tazminatı evlenme tarihine kadar hesaplanması gerekmektedir. Somut olayda; eşi olan desteğin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı talep eden davacı eş …’in yargılama devam ederken 16/12/2013 tarihinde evlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda eşi öldükten sonra yeniden evlenen davacı …’in destek gereksinimi evlendiği tarihte sona ereceğinden, destekten yoksun kalma tazminatının yeniden evlendiği tarihe kadar hesaplanması gerekmektedir O halde, ilk derece mahkemesince; davacı eş … için yeniden evlenme tarihine kadar destek miktarının belirlenmesi gerekirken, desteğin (…’nin) bakiye ömrü dikkate alınarak eşine destek olacağına ilişkin tazminat hesabı yapan bilirkişi raporu doğrultusunda yazılı şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir. SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalı tarafın sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nın 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanun’un 371 inci maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 14/12/2021 tarihinde oy birliği ile karar verild
T.C. ERZURUM BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİ DOSYA NO : 2021/1613 KARAR NO : 2021/1269 T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A İ S T İ N A F K A R A R I İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : ERZURUM ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ TARİHİ : 11/09/2018 (Dava), 05/11/2020 (Karar) NUMARASI : 2019/392 Esas, 2020/335 Karar DAVA : Alacak (Bankacılık İşlemlerinden Kaynaklanan) KARAR TARİHİ : 26/11/2021 Taraflar arasında görülen davanın yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı gerekçeyle davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı vekili tarafından yasal süresi içerisinde istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine HMK’nın 353. maddesi uyarınca dosya incelendi. GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: DAVA: Davacı vekili, 26/06/2018 tarihinde maaş almış olduğu Bankası Gürcükapı Şubesindeki maaş hesabı ve kredi kartı hesabından herhangi bir mesaj, bilgilendirme ve uyarıda bulunulmadan 13.000,- TL nakit para çekilerek tanımadığı kişi hesabına havale yapıldığını, konu ile ilgili Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ve ilgili banka şubesine olayın gerçekleştiği gün müracaat ve itirazda bulunulmasına rağmen aradan süre geçmesine rağmen bankaca anılan bedelin 12 ay vade ile taksitlendirilerek tahsil edilmek istendiğini, olayın bilgisi dışında tamamen bankanın güvenlik zaafiyetinden kaynaklandığını belirterek şikayetçi olduğunu bildirmiş, 10/00/2020 tarihli duruşmadaki beyanında; 12.645,00- TL bedeli ödediğini belirterek davanın kabulüne karar verilmesini talep ve dava etmiştir. CEVAP: Davalı vekili, uyuşmazlık konusunda Asliye Ticaret Mahkemelerinin görevli olduğunu, işbu davanın EFT’nin yapıldığı hesap sahibi …….’a yöneltilmesi gerektiğini, davacının hesabından gerçekleşen EFT işlemlerine ilişkin itirazının kişiye özel bilgilerinin kullanıldığının tespit edilmesi üzerine kabul edilmediğini, olumsuz karşılandığını, davacının kendisine ait bilgilerini korumak anlamında gereken dikkat ve özeni göstermeyerek kusurlu davrandığını, söz konusu para transferinde bankalarının kusuru veya ihmalinin olmadığını, davacının transfer işlemlerinden haberinin olmadığı yönündeki iddiasının asılsız olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : İlk Derece Mahkemesince, “Tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; maaş almış olduğu ……Bankası Gürcükapı Şubesindeki maaş hesabı ve kredi kartı hesabından herhangi bir mesaj, bilgilendirme ve uyarıda bulunulmadan 13.000,- TL nakit para çekilerek tanımadığı kişi hesabına havale yapıldığı iddiası ile davacı tarafından mahkememizde menfi tespit davası açıldığı, ilerleyen safhada davacı tarafça davalı bankaya ödeme yapıldığından bahisle 12.645.00 TL’nin iadesine yönelik talepte bulunulduğu, mahkememizce alanında uzman bilirkişiden alınan rapora göre, davacı ve davalı bankanın müşterek kusurlu olduğu yönünde tespitte bulunulduğu, mahkememizce yapılan inceleme neticesinde; bankaların güven kurumları olmaları, normal kişi ve kurumlara göre almaları gereken tedbirlerin üst düzeyde olması gerektiği, bilişim suçlarının artması ile internette yaygınlaşan sosyal medya hesaplarına bağlı olarak kişisel verilerin ele geçirilmesinin çok kolay hale gelmiş olduğu, buna bağlı olarak bankalar tarafından kişisel verilerin başkaları tarafından kullanılmasını engelleyici tedbirlerin alınmasının zorunlu olduğu, bunların başında teknolojiye bağlı olarak yaygınlaşan cep telefonlarının yapılan bankacılık işlemlerinin doğrulanmasında bir araç olarak kullanılmasının geldiği, davaya konu dosya içeriğinden davacının cep telefonu bulunduğu halde banka tarafından davaya konu işlemlerin her aşamasında cep telefonu ile doğrulama yapılmadığının bilirkişi raporundan anlaşıldığı, bilirkişi tarafından yapılan tespitte ilk işlem esnasında; davacı adına banka ile işlem yapan kişiden doğum tarihi istendikten sonra şifre oluşturulmak üzere sesli yanıt sistemine aktarıldığı, her ne kadar davacı tarafa yapılan işlemler ile ilgili bir takım bilgilendirme mesajlarının gönderildiği belirtilmiş ise de, hayatın olağan akışında gelen mesajlara sonradan bakılmasının mümkün olduğu, bu durumun davacıyı sorumluluk altına sokacak bir eylem olmadığı, yine dosyada toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde davacının kişisel bilgilerini başka biriyle paylaştığına ilişkin delil bulunmadığı dikkate alınarak; bilirkişinin, davacı ve davalı bankanın müşterek kusurlu olduğu yönündeki tespitine iştirak edilmemiş, davacı bankanın üzerine düşen güvenlik tedbirlerini yeterli seviyede yerine getirmediği anlaşılmakla davanın kabulüne karar verilmesi gerekmiş aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.” gerekçesiyle “Davanın kabulü ile, 12.645,00 TL’nin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine” şeklinde karar verilmiştir. İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF NEDENLERİ : Davalı vekili, çağrı merkezi ile yapılacak görüşmelerde kişisel verilerin müşteri tarafından korunması gerektiğinden müvekkil bankanın sorumluluğunun bulunmadığını, davacının kendisine ait bilgilerini korumak anlamında gereken dikkat ve özeni göstermediğini, davacının ağır kusurlu olduğunu, bilirkişi raporunda davaya konu EFT işleminin diyalog şifre yöntemiyle yapıldığını, diyalog şifresinin oluşturulmasından önce ve sonrasında davacının bankada kayıtlı numarasına SMS gönderildiğini, bu durumun bilirkişi raporunda ayrıntılı olarak belirtildiğini, ancak bilirkişi raporunda yapılan EFT sonrası bilgilendirme mesajı gönderilmemiş olması yönünde müvekkil bankaya atfedilen kusuru kabul etmediklerini, Borçlar Kanunun 4/2. maddesine göre hazırlar arasında yapılan işlemlerin akabinde yeniden bir bilgilendirme yapılmamasının bir kusur gerekçesi olamayacağını, dava konusu EFT işleminde müvekkil bankanın bilişim sistemlerinden kaynaklanan bir eksiklik bulunmadığını, dava konusu olayın davacının kendisine ait olan bilgileri koruyamaması nedeniyle davacının kusurundan doğduğunu, somut olayda davacının kendisine ait özel bilgilerle para transferi işlemi gerçekleştirmiş veya bu bilgileri dava dışı şahıslarla paylaşarak kusurlu davranışta bulunduğunu, söz konusu işlemin gerçekleşmesinde müşterinin kişisel bilgilerini girmesinin yeterli olmadığını, ayrıca müşterinin hesap veya kart numarası, telefon numarası gibi bilgilerin doğru olarak teyidinden sonra müşterinin isteği doğrultusunda işlem yapıldığını, somut olayda görüşmelerin incelendiğinde anne kızlık soyadını doğru yanıtlayacak düzeyde bilgi sahibi olan kişi tarafından işlemler yapıldığını, kaldı ki davacının cep telefonuna da bilgilendirme mesajları gönderildiğini, davacının bilgilendirme mesajlarına kayıtsız kaldığını, müvekkil bankanın güncel teknolojinin sunmuş olduğu tüm olanakları müşterilerinin tercihine sunduğunu, davacının bu güvenlik tercihlerini de açık tutmaması nedeniyle kusurlu olduğunu, tüm bu nedenlerle öncelikle tehir-i icra taleplerinin kabulüne, ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılarak davanın reddine karar verilmesi talebi ile istinafa başvurmuştur. DELİLLERİN TARTIŞILMASI, HUKUKİ SEBEPLER VE GEREKÇE: Dava, davacının maaş hesabı ve kredi kartı hesabından bilgisi dışında 3. Kişilerce nakit çekimi yapıldığı iddiası ile çekilen tutarın davalı bankadan tahsili istemine ilişkindir. Dairemizce HMK’nın 355. maddesi kapsamında istinaf dilekçelerinde belirtilen sebeplerle ve kamu düzenine ilişkin hükümlerle sınırlı olmak üzere inceleme yapılmıştır. Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinde, davacının dava dilekçesinde 26/06/2018 tarihinde maaş almış olduğu ……. Bankası Gürcükapı Şubesindeki maaş hesabı ve kredi kartı hesabından herhangi bir mesaj, bilgilendirme ve uyarıda bulunulmadan 13.000,00- TL nakit para çekilerek tanımadığı kişi hesabına havale yapıldığını, bankaca söz konusu bedelin 12 ay vade ile taksitlendirilerek tahsil edilmek istendiğini, olayın bilgisi dışında tamamen bankanın güvenlik zaafiyetinden kaynaklandığını belirterek şikayetçi olduğunu bildirdiği, duruşmadaki beyanında 12.645,00- TL bedeli ödediğini belirterek tahsilini talep ettiği, davalı vekilinin cevap dilekçesinde davaya konu para çekme işleminin davacının hatasından kaynaklandığını, davalı bankanın olayda kusurunun bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini talep ettiği, mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, davanın kabulü ile 12.645,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verildiği anlaşılmıştır. Bankalar, kendilerine yatırılan paraları mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür, buna göre mevduat, ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 386. maddeleri uyarınca ödünç alan akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasa’nın 570/1 nci maddesi uyarınca da usulsüz tevdide paranın nef’i ve hasarı mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup, mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir. İstinaf talebinde bulunan davalı vekilinin ileri sürdüğü sebepler kapsamında yapılan inceleme sonucunda, mahkemece, yargılamanın HMK’da düzenlenen usul kurallarına uygun olarak yapılmış olduğu, kamu düzenine aykırılık hallerinin bulunmadığı, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, ilk derece mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, mahkemece yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunda, davacının dolandırıcılık eylemi nedeniyle uğradığı zarar toplamının 13.645,00 TL olduğu, davacı ve davalı bankanın müşterek kusurlu olduğu, davalı bankanın Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesinin imzalanması anında müşteriye hangi hizmet kanallarını kullanmak istediğini, hangilerini kullanmak istemediğini sormaması ve 13.000,00 TL EFT işlemi için davacının cep telefonuna bilgilendirme mesajı göndermemesi nedeni ile kusurlu olduğu, davacının ise 09:28 de banka tarafından gönderilen mesaja kayıtsız kalması ve 09:58 de mobil bankacılık ile hesabına kontrol etmesine rağmen bankayı 10:11 de gecikmeli olarak araması ve mobil bankacılık üzerinden yapılan işlemler için günlük eft limiti vs belirlememesi nedeni ile kusurlu olduğunun bildirilmiş ise de mahkemenin, davaya konu dosya içeriğinden davacının cep telefonu bulunduğu halde banka tarafından davaya konu işlemlerin her aşamasında cep telefonu ile doğrulama yapılmadığının bilirkişi raporundan anlaşıldığı, bilirkişi tarafından yapılan tespitte ilk işlem esnasında; davacı adına banka ile işlem yapan kişiden doğum tarihi istendikten sonra şifre oluşturulmak üzere sesli yanıt sistemine aktarıldığı, her ne kadar davacı tarafa yapılan işlemler ile ilgili bir takım bilgilendirme mesajlarının gönderildiği belirtilmiş ise de, hayatın olağan akışında gelen mesajlara sonradan bakılmasının mümkün olduğu, bu durumun davacıyı sorumluluk altına sokacak bir eylem olmadığı, yine dosyada toplanan deliller birlikte değerlendirildiğinde davacının kişisel bilgilerini başka biriyle paylaştığına ilişkin delil bulunmadığı bu durumda davacının kusurlu sayılmasının somut olaya uygun düşmeyeceği yönündeki değerlendirmesinde hatalı bir yön bulunmadığı anlaşıldığından, davalı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-İlk derece mahkemesince verilen hüküm usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davalı vekilinin istinaf kanun yolu başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/(1)-b-1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, 2-İstinaf başvurusu aşamasında alınması gereken 863,78-TL karar harcından peşin alınan 215,95-TL harcın mahsubu ile bakiye 647,83-TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına, 3-İstinaf başvurusu sırasında davalı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına, 4-İstinaf incelemesi duruşmasız yapıldığından istinaf yoluna başvuran davalı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına, 5-Karar tebliği, kesinleştirme, harç ve gider avansı iadesi/ikmaline ilişkin işlemlerin mahal mahkemesince yerine getirilmesine, Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde HMK’nın 362/(1)-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere 26.11.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi
3. Hukuk Dairesi 2020/4805 E. , 2020/4635 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (TÜKETİCİ MAHKEMESİ SIFATIYLA) Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Y A R G I T A Y K A R A R I Davacı şirket, davalı ile düğün organizasyonunu gerçekleştirmek üzere sözleşme imzaladıklarını, düğüne fazla katılım olması nedeniyle daha sonra belirlenen ilave ücretin davalı tarafından ödenmediğini ileri sürerek Samsun 5. İcra Müdürlüğünün 2014/7230E sayılı takip dosyası ile yapılan takibe vaki itirazın iptaline, %20’den az olmamak üzere inkar tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, dava konusu kontratta sonradan yapılan eklemeye yönelik herhangi bir imzasının olmadığını belirterek davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olduğuna ilişkin bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı düğün organizasyon şirketi, sözleşme ile belirlenen kişi sayısından fazla katılımcıya hizmet verildiğinden ötürü hizmet verilen kişi sayısı üzerinden hesaplanan ilave ücret için başlattığı icra takibine vaki itirazın iptalini talep etmiş,davalı davanın reddini dilemiş, Mahkemece, yapılan yargılama ve toplanan deliller sonucunda, davalının borcunu ödemediği yönünde herhangi bir delil bildirilmediği gibi sonradan da tek taraflı ekleme yapıldığının kabul edilmesi nedeni ile davacının iddiasını ispat edemediği sonuç ve kanaatine varılarak davanın reddine karar verilmiş olduğu görülmüştür. Yargılama sırasında davacı vekilinin ,düğüne katılan ve hizmet verilen kişi sayısının tespiti açısından salon içindeki kamera görüntülerini ibraz etmek üzere taraflarına süre verilmesini talep ettiği görülmüştür. HMK’nun 199.maddesinde ”Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.” şeklinde düzenleme mevcut olmasına rağmen Mahkemece, takip dayanağı belgenin salon kontratı, fatura olması nedeniyle dosyaya katkı sağlamayacağı kanaatine varılarak davacı tarafın bu talebinin reddine karar verilmesi doğru değildir. O halde, mahkemece, davacı tarafından dosyaya sunulmuş bulunan kamera kayıtlarının üstünde değerlendirme yapılmak ve gerekirse uyuşmazlık konusunda uzman bir bilirkişi marifeti ile yapılacak inceleme sonucu denetime elverişli rapor alınıp, kayıtların belge niteliğinde olup olmadığı araştırılıp varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, bu yön göz ardı edilerek, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ve peşin alınan 71,80 TL temyiz harcının temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 23/09/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
6. Hukuk Dairesi 2015/5279 E. , 2015/7681 K. “İçtihat Metni” MAHKEMESİ : Gaziantep 1. İcra Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 12/06/2014 NUMARASI : 2014/56-2014/295 İcra mahkemesince verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın kaldırılması ve tahliye davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, kira alacağı ve tahliye istekli olarak başlatılan icra takibine yapılan itirazın kaldırılması ve tahliye istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı tarafından, 01/01/2011 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesine dayanılarak 09/01/2014 tarihinde başlatılan icra takibi ile ödenmediği iddia olunan 30.000 TL kira alacağının davalıdan tahsili talep edilmiştir. Takibe yasal süresi içinde itiraz eden borçlu davalı vekili itirazında, 01/01/2011 tarihli sözleşmede müvekkilin imzası olmadığını, kaynağı belli olmayan başka bir sözleşmenin arka sayfalarına müvekkilimin imzası bulunmayan bir ön sayfa eklenerek hazırlanan bu sözleşmeden müvekkilinin haberi olmadığını, borcu kabul etmediklerini beyan etmiştir. Mahkemece, davalının itirazında kira sözleşmesindeki imzasını inkar ettiğinden alacaklı kiraya verenin icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını ve tahliye isteyemeyeceği, alacaklının borçlu ile arasında kira sözleşmesi bulunduğunu ispat edecek bir belge ibraz edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davalı, davada dayanılan 01/01/2011 başlangıç tarihli kira sözleşmesindeki imzasını inkar etmemektedir. Kira sözleşmesinin, davalının imzası bulunan başka bir belge ile oluşturulduğunu iddia etmektedir. Dayanak kira sözleşmesinin aslı tek parça olup sözleşmenin ön sayfasında davalının imzası bulunmasa da Yargıtay’ın yerleşmiş kararlarına göre metin, içerik, anlam ve devam eden maddelerin bir bütünlük taşıması kaydıyla birden çok sayfadan oluşan yazılı sözleşmelerin tüm sayfalarının taraflarca imza edilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu nedenle Mahkemece, işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığın yargılamayı gerektirdiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. Karar bu nedenle bozulmalıdır. SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 30/09/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.